Kültür; kuşaktan kuşağa aktarılarak gelen edinilmiş tecrübelerin, toplumca kabul görerek kurumsallaşması ve sosyal ha-yatta uygulanan kural halini alması neti-cesinde, oluşan değerler bütünüdür.
Kültürün sahası çok geniş olmakla birlikte çeşitli tasniflere de tabi tutulabilmektedir. Fert, toplum, kurumlar, ticari alanlar, şirket, teşkilat, sanat vb. bir çok alanda kendine özgü bir kültür tasnifi yapmak mümkündür. Kültürün bireysel yönü ve yerel tarafına ilaveten birde evrensel yönü bulunmaktadır. Fakat biz, bu yazımızda kültürün fert ve toplum hayatını ilgilendiren yönünü ele almaya çalışacağız.
Bizler bazı konu, olay ve davranış kalıpları gibi çeşitli sahalardaki hususları temellendirirken, onların altyapısını kültüre dayandırırız. Din kültürü, dil kültürü, yemek kültürü, cemiyet kültürü... gibi kısaca her sahada bir kültürden bahsetmek mümkündür.
Kültürü yapısal olarak ele aldığımızda ise bir kalıplaşma, bir kurallaşma hatta kurumsallaşma ile karşılaşırız. Toplumların kendi hayatlarına dair getirdiği disiplin açısından değerlendirildiğinde, biz istesek de belli kuralların dışına çıkamayız. Toplumsal kuralların getirdiği bir dirençle karşılaşırız. Bu durum göstermektedir ki kültür denilen realiteye aynı zamanda bir "gelenek" demekte mümkündür.
Kültür terimini günümüzdeki anlamıyla ilk defa 17. yy. düşünürlerinden Samuel Pufendorf kullanmıştır. E.B.Taylor da kültürü; "toplumun üyesi olarak, insanın öğrendiği, edindiği bilgi, sanat, gelenek-görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür" diye tarif etmektedir. Büyük mütefekkir Cemil Meriç ise kültürü; "irfan" anlamında kullanmıştır.
Millet ve toplumların inanç biçimleri, kültür ve medeniyetleri birbirini yakından etkileyen unsurlardır. Kültürün unsurları ise; dini inanış biçimleri, dil, yazı, edebiyat ve sanat anlayışları, bilimsellikleri, giyim-kuşamları, mimari, dekorasyon, güzel sanatları vb. özellikleri o kültürün unsurlarını oluşturur.
Demek ki kültür, bir yaşama biçimi, bir hayat tarzı, edinilmiş tecrübe ve davranış kalıpları, bilgi ve sanatsallık adına her ne varsa hepsinin de toplum tarafından tekrarlanmaya devam ettiği, maddi ve manevi birikimlerdir.
Günümüzde kültür, ferdi yönünden daha çok toplumsal boyutu ile değerlendirilmekte olup, manevi ve soyut tarafları ile de ön plana çıkmaktadır. Bu açılardan bakıldığında kültür denilen olgunun, toplumsallaşma sürecinde vazgeçilmez bir önemi vardır. Toplum dediğimiz donanımlı guruplar fertlerden oluştuğuna göre, kültürün gelecek kuşaklara aktarılmasında en keskin yol eğitimdir diyebiliriz. Eğitimde de öncelik ailededir. Çünkü bir ferdin inanç, karakter, ahlak ve kültürel anlamda ilk eğitimi ailede biçimlenir. Sonrasında eğitim kurumlarında teorik boyut kazanarak, topluma katılım sürecinde de pratik anlamda uygulanabilirlik kazanmaktadır.
Şartların gerektirdiği her türlü zorluğa karşı sabırla mücadele etmesini bilen bu millet, mukaddesatına da son derece bağlı olmuş, bu noktada karşılaştığı engellere de seve seve göğüs germiştir. Bunun tabi bir sonucu olarak kendi inanç ve kültüründen aldığı birliktelik gücü ile İslam dünyasının idare-sinde söz sahibi olabilmiştir. İslam medeniyetinin oluşmasında büyük bir görev üstlen-miş, tarihte önemli bir mihenk taşı olarak dimdik ayakta kalmıştır. Bu nedenle, bizim toplumu-muzu ayakta tutan en temel öğelerin inanç, maneviyat ve kültürümüz olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız.
Ali Fuat Başgil; "yeni bir medeniyet hamlesi yapma ve Avrupa kültüründen yararlanma adına milli geleneklerimize sırt çevirmenin gereği yoktur. Avrupa'dan metod yönüyle ilim, sanat ve fen alanındaki gelişmelerin alınmasının yanı sıra kültür değerlerinin de korunması gerekmektedir. Japonlar batı uygarlığını bu yöntemle bünyelerine kabul etmişlerdir." diyerek konunun önemini ve başka kültürle etkileşimimizin nasıl olması gerektiği hususunu bizlere bu şekilde açıklamıştır.
Nitekim; Kur'an-ı Kerim'de; "Mü'minler, mü'minleri bırakıp inkarcıları dost edinmesin. Kim böyle yaparsa Allah ile bir ilişiği kalmaz. Ancak onlardan (gelebilecek tehlikeden) korunmanız başkadır. Allah asıl sizi kendisine karşı dikkatli olmanız hakkında uyarmaktadır. Çünkü dönüş Allah'adır." (Ali İmran; 28) şeklinde emredilmektedir.
Öyleyse; Modern dünyanın bilimsel ve teknolojik imkanlarının oluşturduğu mega kentlerde yaşamanın zorlukları bizi köşemize sindirmemelidir. Her sahada bize ait olan öz değerlerimizi ve kültürel zenginliklerimizi taşıma ve yaşamak bilinciyle hareket etmeliyiz. Kültürler arası etkileşime girerken batıda ne varsa kayıtsız şartsız almak yerine, kendi bünyemize uygunluk testinden geçirdikten sonra kabul etmek gerektiğinin bilinci içinde olmamız bir zorunluluktur. Bu yöntemle hareket ettiğimiz zaman, sentezimizi de doğru ve sağlam temellere oturtmuş oluruz.
Bu hususla ilgili Allah (Celle Celalühü) Yüce Kitabımızda ; "Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir." (Tevbe; 23) buyurmak suretiyle asıl uyulması gereken ölçünün kriterini de böylece ortaya koymaktadır.
Yeni olan, değişen ve gelişen sosyo-kültürel ve ekonomik şartlara uyum sağlamak adına yürüttüğümüz çalışmalarda, kültürümüzün temelini oluşturan asli ölçüler, kendi değerlerimiz ve hassasiyetlerimiz gözardı edilmemelidir. Modernize olurken, kendi kültür ve tarihi değerlerimizi koruyarak, geçmişin güzelliklerini kaybetmeden, günün şartlarındaki yenilenmeleri de reddetmeden hareket etmek bir mecburiyettir. Bu yüzden yerli olan, bizim olan dini, milli ve manevi olan, her ne varsa yaşatılmaya layıktır. Bu liyakatin farkında olmak, elbette tarihsel ve kültürel bilincin de idrakinde olduğumuzun bir ispatıdır.
Kültürümüz, önceki kuşaklardan devraldığımız ve bize sorumluluk yükleyen bir mirastır. Onu çağın gereklerine uygun olarak geliştirmek ve gelecek kuşaklara taşımak omuzlarımızda bir yük ve bir görevdir. Bu bilinç içinde; hep kültürlü olup, kültürle kalmak dileğiyle..!
Hüseyin USTAOĞLU / email: huseyin_ustaoglu37@hotmail.com