Nice zamandır gönlümüz buruk. Düşünmenin üzülmek haline geldiği bir süreklilik hali belki bizi tanımlamaya daha müsait bir anlatım. Gördüğümüz fotoğrafın burukluk ve üzüntü hali var içimizde. Afganistan'dan Irak'a, Etyopya'dan Sudan'a geniş bir coğrafya'da büyük bir bedenin acılar içinde çırpınan hayati organları gibiyiz her birimiz. Acı duyuyo-ruz çünkü duymalıyız ve hissetme melekesi dumura uğramamış her fert bu durumda acı çekmenin üstünlük olduğunu bilmeli.
Bilmeli ve içinde bulunduğumuz şu durumda elinden geleni yapmalı. Şu an biz, Mehmet Akif'lerin ve Sezai Karakoç'ların yüz-lerce, binlerce ihlaslı münevver ve fikir adamlarının, ehlullahın, evliyanın üzerinde kafa yorduğu, ümmetin acılarını kalbinin derinliklerinde sızlattığı, bugün sayısı bir buçuk milyarı çoktan aşmış bir İslam dünyasından bahsedi-yoruz. "Uyuyan dev" çoktan uyandı ama hala ruhu bedenine hakim değil. Hala manevi alemin ruhumuza sunduğu ulvi idrake müdrik değil.
Oysa bu aziz topraklarda asırlarca Allah'ın (Celle Celalühü) ismi anılmış, Peygamber (asv) aşıkları gözyaşı dökmüş, diriliş şarkıları söylenmiş, müjdeli fetihler gerçekleşmiş, kısacası Allah'a (Celle Celalühü) verilecek kutlu hesabın ızdırabı sinelerde yeşermiş, yapılacak işler hususunda dil ve gönül birliği sağlanmıştır. Bizler, "Ahmet Yesevi'nin Ortaasya'dan attığı çomakların Anadolu'da ağaç olduğunu" biliriz, bizler "Anadolu'nun yetmiş bin evliyanın dölü olduğunu" biliriz. Yine bizler, fetih ruhuyla gelinen bu topraklarda ancak fetih ruhuyla kalınacağını çok iyi biliriz. Anadolu'nun Türkleşmesi ve Müslümanlaşmasıyla başlayan süreç belki de bugün yeniden meyveler ver-meye başlayacak bir sınıra dayandı. Bu topraklarda asırlar boyunca yaşanan kültürlerin yeniden harmanlanacağı ve yeni bir şekil alacağı mecralara doğru akmaya başladı.
Nitekim biz küçük bir beylikten yeryüzüne "ruh üflemiş" bir ecdadın evlatlarıyız. O gün üç kıtaya yayılan ruh ve nefes, bugün bu topraklarda yeniden dirilmezse, üç kıtadan geriye bugün ne kaldıysa, küfür, onu da söndürmeye çalışmaktadır. Anadolu bugün, emperyalizmin kara deliklerinde yutulmak değil, "Ol!" deyince olduran gücün diriltmesiyle ancak, ayağa kalkmaya aday ve muhtaçtır. Fert fert, kulluk çizgisinin arifliğine soyunmazsa eğer, Filistin, Afganistan, Irak ve Bosna'da alenen yaşananlar, korkarım ki mukadderdir Allah korusun…
Tek tek her bir fert imanın sızısını kalbinde hissetmezse, kardeşinin derdiyle dertlenmezse ve düştüğü yerden silkinerek kalkmazsa, İslam dünyasının sahipsiz-liğinde kendisinin idrak eksikliğinin rolü olduğunu bilmeli. Bilmeli ki, Allah'a (Celle Celalühü) verilecek hesabın ciddiyeti anlaşılsın…
Çünkü bizler hakikaten hazinenin üzerinde oturan dilencilere döndük, İslam'ın izzet ve şeref hırkası yerine -ki o hırka ki, nuru asla sönmeyecek İslam'ın hırkasıdır- aynen Hz. Peygamber'in ihtar ettiği gibi, kafirin yaptığı herşeyde doğru olmadığını bile bile hikmet (!) arar olduk. Sözkonusu hadis şöyle: "Sizden öncekilerin yoluna adım adım, karış karış tabi olacaksınız. Hatta bir kertenkele deliğine girseler siz de gireceksiniz. Derler; "Ya Resulallah! Yahudi ve Hristiyanlara mı uyacağız?" Hz. Peygamber der: "Ya kime? (Tabii onlara uyacaksınız)" (İbn-i Mace, Fiten, Hadis No: 3994)
Birgün Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz etrafındakilere der: "Aç kimselerin yemek kaplarına üşüşmesi gibi, diğer milletlerin üzerinize gelmesi yakındır." Biri der: "Ya Resulallah! O gün az olacağımız için mi saldıracaklar?" Resulullah cevap verir; "Hayır, bilakis çok olacaksınız. Lakin, selin geride bıraktığı artıklar gibi kıymetsiz hale geleceksiniz. Allah düşmanlarınızın göğsünden sizin heybetinizi giderecek. Sizin kalplerinize de 'vehen' bırakacak". Biri sorar; "Ya Resulallah! Vehen nedir?" Resulullah der: "Dünya sevgisi, ölüm korkusu." (Ebu Davud, Melahim, Hadis No: 4297)
Oysa bizim köklü referanslarımız vardı -hala da var- ve 21.yüzyılda huzura susamış sinelerce doğru anlaşılmayı bekliyor. Malzememizse insan, yani biz, yani bizim insanımız, yani kendimiz… Sonra tüm insanlık, ilk hareket noktamız bu olmalı… Cemil Meriç'in deyimiyle; "Doğu ve batı, insan beyninin iki yarım küresi. Kaynağımız Kur'an ve Sünnet olmak kaydıyla, doğru ve güzel olan her şeye gözlerimizi açmalıyız." Aksi halde bu meselenin gerçek taliplileri gelir, hem dünyalarını kurtarırlar, hem ahiretlerini, Allah korusun, bizler ise hem dünyamızı kaybederiz hem ahiretimizi. Unut-mamak lazım, Allah affeder ama razı olmaz. Çünkü O'nun rızası çok büyüktür. Nitekim Allah (Celle Celalühü) şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse şunu bilsin: Allah öyle bir kavim getirir ki, Allah onları sever, onlar Allah'ı severler. Müminlere karşı yumuşak, kafirlere karşı şiddetlidirler. Dil uzatanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah'ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah'ın ihsanı boldur, her şeyi bilendir." (Maide, 54)
Bediüzzaman Hz. ne diyordu; "Ey ayakta gezen cenazeler. Gelen neslin önünde durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz. Ta ki, İslam gerçeğini hakkıyla kainat üzerinde dalgalan-dıracak olan yeni nesil gelsin."
Yine Şam'da Emeviye Camii'nde verdiği hutbede; "İstikbal, yalnız ve yalnız İslamiyetin olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur'aniye ve imaniye olacak" şeklinde müjdelemişti.
Kesin olan bir şey var ki, o da İslam'ın sırtının yere gelmeyeceğidir. Çünkü bu dinin sahibi olan Allah (Celle Celalühü); "Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Allah ise, kafirler hoşlanmasalar da nurunu tamam-layacaktır." (Saff, 8) buyurmaktadır.
Demekki önemli olan, Allah'ın (Celle Celalühü) muradıyla aynı yönde olmaktır...