Allah-ü Teala insanı eşref-i mahlûk olarak yaratmış. Yarattıklarını onun hizmetine sunmuş ve aynı zamanda bizler için yapıcılıktan müteşekkil bir insanilik çizgisi belirlemiş.
İşte bu insanilik çizgisi çok geniş bir alanı, daha doğrusu saniye saniye ömrümüzün her anını kapsar. Bizim yaşam alanımız içinde bulunan canlı ya da cansız her varlığa karşı sorumluluklarımız vardır. Bir Müslüman, ne benim işime yaramıyor diye eline baltayı alıp bir masayı yok yere heba etme lüksüne, nede kendisi dâhil etrafındaki herhangi bir varlığa zarar verme lüksüne sahiptir. Kaldı ki Müslüman olmasa dahi insanoğlunun böyle bir lüksü yoktur zaten. O lüksü ukalaca kendisine veren yine insanın ta kendisidir. Hesap korkusu olmayandan da farklı bir şey beklemek de bizim lüksümüz olurdu herhalde.
Ama ya hesap korkusu olandan?
Evet, gün gelecek biz hepimiz Allah'a hesap vereceğiz. Lakin nedense hesap vermek çoğunlukla sadece ağzımızdadır. Ne akılda, ne de kalbimizde yeterince yer kaplamamakta.
Kendimize şöyle bir bakalım, sabah kalktığımızda kaçımız "Ya Rabbi, sana şükürler olsun. İmanım, ailem, evim-barkım yerinde. Kendi vatanımda, kendi milletimle özgürce yaşıyorum." diyerek sabahın şükrünü eda edebiliyor muyuz? Hadi onu bırakın, bize verilmiş olan saymakla bitiremeyeceğimiz maddi ve manevi lütuflar için kaç defa tüm samimiyetimizle şükredebildik? Yoksa şükredecek kadar kulluğumuzda samimi değil miyiz? Aslında birçok Müslüman'ın en büyük problemi herhalde bu SAMİMİYETSİZLİK!
Mesela birçoğumuz günde beş vakit namazımızı kılarız. Ramazan gelince orucumuzu tutarız. Eğer bize zekât düşüyorsa yine birçoğumuz verilecek miktarın bir kuruş fazlasını vermeyiz. Eee, bir de hacca gittiysek değmeyin keyfimize. Kendimizce iyi kuluzdur…
Şimdi namazdaki samimiyetimize de bir bakalım. Namaz kulun direkt yaradanının huzuruna çıktığı en hızlı vasıta. Ki secde için Allah-ü Teala; "kulumun bana en yakın olduğu hal" buyuruyor. Esasında mümin Allah-ü Ekber dediği andan itibaren yaratıcıdan başkasıyla ilişiğini kesmesi halinde namaz hakikatine yükselebiliyor. Biri çıkıp bize deseydi ki "Evlerinize bir düzenek kurup sizi izleyeceğim. Kendisine çeki düzen vererek, evinin en temiz en müstesna köşesinde her gün beş vakit namazını tadili erkâna dikkat ederek vaktinde kılana günlük şu kadar para!.." Emin olun ki birçoğumuz namaza hem şu andakinden daha titiz olurduk, hem de inanıp da namaz kılmayanlar parmakla gösterilecek kadar az olurdu. Hatta namazsız Müslüman olmazdı.
Gafletin böylesi işte… Allah-ü Teala bizim her halimize vâkıf zaten. Ve "Namazı beni hatırlamak için kıl" ( Taha-4) buyuruyor. " Namazlarında huşu içinde olan müminler kurtuluşa ermişlerdir." (Mü'minun-1) diyerek de namaza değer vererek kılan için namazın kurtuluş vesilesi olabileceği müjdesini veriyor. Bir Müslüman için daha büyük ödül olabilir mi?
Bu müjde ne kadar büyük ise, Ümmet-i Muhammed'in çoğunluğunun namazları da bir o kadar samimiyetsiz. Çoğumuzun tadili erkândan haberi bile yok. Namazımızı en dar zamanlara sıkıştırarak, en acelesinden kılıyoruz. Unuttuklarımızı namazda hatırlıyoruz. Ya da namazlar, romatizmalarımızın azdığı, ömrümüzün nihayetine az kalaya erteleniyor. Nerde o zaman bizim inancımızdaki samimiyet. Allah'ın dostu Hz. İbrahim (as) namaza durduğu zaman iki mil uzaktan kalbinin atışı duyulurdu diyor İmam-ı Gazali… Hz. Hüseyin abdest alırken rengi sararır, "Niçin abdest alırken böyle oluyorsun?" diye soranlara " Kimin karşısına dikilmek istediğimi biliyor musunuz?" derdi. Derseniz ki biz onlarla bir miyiz? Elbette değiliz. Lakin Resulullah'ın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): "Kötü ve çirkin davranışlardan sahibini alıkoymayan namaz kulun Allah'tan daha çok uzaklaşmasına sebep olur." hadisine binaen namazımızın biz samimi isek en azından kötü ve çirkin davranışlardan bizi alıkoyması gerekmez mi?
Ya Allah-ü Teala'nın; "İnsanoğlunun oruç hariç, her ameli kendisi içindir. O sırf benim içindir ve mükâfatını da yalnız ben veririm" diyerek kendisine izafe ettiği oruçta nasılız?
Oruca çoğunlukla "niyet ettim Allah rızası için oruç tutmaya" diye yalanla başlarız. Yalanla diyorum çünkü Allah-ü Teala'nın bizatihi kendisine izafe ettiği bir ibadetin içinde Allah'ın razı olmadıkları bulunmamalıdır. Oruç, tek başına kendimizi yemekten, içmekten sakındırmak değildir. Oruç ibadeti, muhtacı hatırlatmak içindir. Oruç tutan ağız, aynı zamanda gıybetten, yalandan uzak durabilmelidir. Oruçlu, kalbindeki zanna mukabil etrafındakilere zalim ise bu orucun hayrını nasıl görecektir. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Namaz kılmak, hacca gitmek, beytullah'ı ziyaret etmek ve diğer usûlü belirlenen ibadetler, Allah'ı hatırda tutmayı sağlamak için emredilmiştir. Hatırlanan hakkında -ki asıl amaç ve hedef odur- kalbinde saygı ve ürperme bulunmayınca böyle bir hatırlamanın ne kıymeti vardır." buyuruyor. Yani illa samimiyet. Olmazsa olmaz. Her ibadetin gereği ne ise onunla birlikte yaparsan, güzelce yaparsan kazançlısın. Günlük işlerde bile bu böyledir. Birine bir iş yaptıracaksak en güzel, en itinalı yapanı ararız. İyi bir doktorsak, iyi bir mühendis isek, iyi bir terzi isek en çok bizim kapımız aşındırılır. Güzel yemek yapanı överiz. Çocuklarını iyi yetiştirmiş anne-babayı tebrik etmek isteriz. Çocuğumuz derslerini çalışıyor ve başarılı oluyorsa, bilindik bir tabirle koltuklarımız kabarır. Aslında iyi olanı istememiz sevmemiz de gayet normaldir, doğaldır.
Allah-ü Teala'nın "berr" ism-i şerifi'nin üzerimizdeki tecellisidir bu. Ama nedense dünya işlerindeki en iyiyi arama ve yapma titizliğimizi "Allah rızası" diyerek yaptıklarımızda çoğumuz yeterli çabayı inatla göstermeyiz.
Örneğin birbirimize "Selamün Aleykum" diyerek selam veririz. Yani "Allah'ın selamı üzerine olsun." Hatta daha geniş ifadeyle "Allah'ın selamı, bereketi, rahmeti üzerine olsun." Bu hakikaten çok güzel bir dua, mümin kardeşimiz için Allah'a harika bir münacattır aynı zamanda. Ama samimi isek. "Canım selamda da samimiyet olur mu?" derseniz, derim ki; hakkında rahmeti ve bereketi arzu ettiğiniz arkadaşınızın arkasından konuşuyor, dar zamanında bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyorsanız, onun malını mülkünü kıskanıp bir zarar geldiğinde bunu çoktan hak etmişti diyerek öfkenizi rahatça kusuyorsanız, elbetteki verdiğiniz selamda samimiyetsizsinizdir ya da laf olsun diye selam veriyorsunuzdur. Hem de Allah'ın adını kullanarak…
Hepimizin bildiği yaşanmış bir hikâye vardır. Fuhuş sebebiyle günah bataklığına saplanmış bir kadın, güneşin ortalığı kasıp kavurduğu birgün çölde yoluna devam ederken susuzluktan yorgun düşer. Gördüğü bir su kuyusuna inerek susuzluğunu giderir. Yukarı çıktığı zaman susuzluktan bitkin hale gelmiş, neredeyse ölmek üzere olan bir köpeğin, kuyunun etrafında dolandığını, nemli toprağı yalayıp durduğunu görünce hayvana acır, kuyunun duvarları örülmediği için inip çıkmak zor olduğu halde, tekrar kuyuya iner. Ayakkabısına su doldurarak köpeği sular. Onun bu hareketinden hoşnut olan Cenab-ı Hakk, kadının günahlarını bağışlayıp affeder.
Görülüyor ki samimi duygularla yapılmış bir iyilik, mağfiret kapılarının ardına kadar açılmasına vesile olabiliyor. Her halükarda biz, bize bahşedilen ömrü yaşayacağız mı? Yaşayacağız. O halde her ne yaparsak usulünce adam gibi yapalım. Ama hem niyetimizle, hem duygularımızla, hem fiillerimizle adam gibi yapalım. "Ne yapıyorsan Allah için yap" düsturuna sıkı sıkıya sarılarak, dünyanın faniliğini unutmadan…
Belki çok zor ama, Allah var!
Allah yardımcımız olsun.