Kulluğumuzu Aşk İle Yapmak… / Abdulkadir Yılmaz

Rabbimiz bize ibadetinden yorgunluk hissettirmesin. O’na kulluktan yorulmayalım ki bu da ancak ihlas ve muhabbetle olur. Vücutlar fiziksel yapısı gereği yorulabilir, onların bu en tabii hakkı ve özelliğidir. Lakin Allah’ı zikretmekten zevk alan kimseler yorgunluk hissetmezler, zira ruhlar zevk alınca bu yorgunluk hissedilmez olur.

Pratik yaşamımızdan da biliriz ki sevdiğimiz işleri yaparken yorgunluk hissetmeyiz. Mesela futbol sevenler için rahatlıkla söyleyebiliriz ki top oynarken yoruldukları gibi hiçbir şeyden yorulmazlar. Lakin futbolun heyecan ve zevki ile bu yorgunluklar bahis konusu bile olmaz, hatta o yorgunluk bitmeden yeni maçların, yeni karşılaşmaların programı yapılır.

Allah’a kulluk ve onu zikir de böyledir. Zikirden ve zikir meclislerinden lezzet alanlar, böyle meclislerden yorulmazlar, birinden diğerine koşarlar. Böyle olmasaydı manevi büyüklerin havsalamızın alamayacağı ağır ibadetleri, bu konudaki cehd ve gayretleri nasıl anlaşılırdı. Mesela, Efendimizin (s.a.v.) sabahlara kadar uykusuz kalarak yaptığı zikir, dua ve niyazların, ayakları şişene kadar kıldığı namazların izahı nasıl yapılabilirdi. Meşhur hadistir ki, Efendimiz (s.a.v.) ruhen yorulup, daralınca: “Ezan ve gözümün nûru olan namaz ile bizi ferahlandır yâ Bilâl!” (Ebû Dâvud, Edeb, 78) dermiş… Dikkat edelim, belki bir çoğumuzun dile dökmese de içinden hissettiği “namazımızı kılıp görevimizden kurtulalım” tarzı duygularla bunu söylemiyor, “Bizi ferahlandır ya Bilal.” diyor. Yani, “Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da pek az hatıra getirirler.” (Nisa, 4/142) “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar.” (Maun, 107/4-5) şeklinde kılınan bir namazdan bahsetmiyor. Çünkü böyle bir namaz insanı ferahlandırmaz. Hâlbuki Müslüman için namaz, bu dünya âleminde Allah’a en büyük yakınlık vesilesidir, ruhun en önemli gıdasıdır. Bu gıda ile beslenebilmek ise, ancak o gıdayı layıkıyla almakla, yani namazı hakikati ile kılabilmek ile gerçekleşir. Bu nedenle namaz, manevi büyüklerin çok önem verdikleri, özenle kıldıkları ve titizlikle üzerinde durdukları bir ibadettir.

Hazreti Mevlana’ya biri, “Allah’a namazdan daha yakın olan bir şey var mıdır?” diye sorar. O da “Namazdır; ama namaz yalnız bu suretten ibaret değildir. Bu, namazın kalıbıdır. Çünkü namazın başı sonu bellidir ve vardır. Başı ve sonu olan şey ise kalıptır. Tekbir namazın başı, selam ise onun sonudur. Bunun gibi şahadet de yalnız dilleriyle söyledikleri şey değildir. Onun da başı ve sonu vardır. Sesle, sözle söylenebilir. Sonu ve başı olan her şey suret ve kalıptan ibaret olur. Onun ruhu benzersiz ve sonsuzdur, başı sonu yoktur. Bu namazı nebiler kılmışlardır. Ve bunu ortaya çıkaran Nebi (s.a.v.) ‘Benim Allah ile bazı vakitlerim olur ki o zaman araya ne bir peygamber ve ne de bir melek sığar.’ buyuruyor. O halde namazın ruhu yalnız suretinden ibaret olmayıp, belki istiğrak, kendinden geçiş olduğunu bilmektir. Çünkü bütün suretler dışarıda kalır, oraya sığmazlar. Sırf mânâ olan Cebrâil bile oraya sığamaz.” (Fihi ma fih)

Namazlardan lezzet almak, günahlardan kaçınmanın, namazın dışında çok zikir yapmanın ve Rabbimize kul olmaktan mutlu olmanın bir neticesidir. Kim ki Allah’ı sever ve O’nun zikrinden haz duyarsa namazdan da haz duyar. Namaz ki imandan sonra ibadetlerin en kıymetlisidir, kulluğun şiarıdır… Hazreti Peygamber (s.a.v.) nasıl ki miraçta Rabbi ile buluştu, O’na çok yaklaştı, müminin miracı da namazda gerçekleşir, yeter ki namazlar bu şuurda kılınabilsin.

Rabbimiz bir kulun kulluğunu muhabbetle yapmasını ister, yoksa hiç kimsenin kulluğuna ihtiyacı yoktur. Cehennem korkusundan veya cennet nimetlerine tamah etmekten dolayı kulluk yapmak her ne kadar caiz olsa da bu tür ibadetler avamın ibadetleri kapsamında bir değer taşırlar. Bu nedenle böyle bir kulluktan dolayı Cenab-ı Hakk’ın tam bir hoşnutluğu ve rızası beklenemez. Hâlbuki cennet olmasa cehennem olmasa da Cenab-ı Allah kulluk edilmeye layıktır. Neticede bu şuurla ibadet yapan bir kimse de elbette cennete gidecektir ve amellerinin karşılığını fazlasıyla alacak, cehennemden de uzak tutulacaktır. Onun için bizim ihtiyacımız olan şey, kulluğu aşkla yapmak ve bunun için de gerekirse bu konuda Allah’ı seven, ona âşık olan ve kulluğunu aşkla yapan âlimlerimizden, manevi büyüklerimizden yardım almaktır.

Ebu’d-Derdâ’dan nakledildiğine göre, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Davud Peygamber şöyle dua ederdi: Allah’ım, senden seni sevmeyi, seni seven kişiyi sevmeyi, senin sevgine ulaştıran ameli isterim. Allah’ım, senin sevgini bana kendimden, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli eyle.” (Tirmizî, Deavât, 72)

Bu meşhur duanın Efendimiz (s.a.v.) kanalıyla bize öğretilmesinin ve ulaştırılmasının elbette ki anlamı büyüktür. Bizlerden de böyle dua etmemiz ve bu duygularla ve bu şuurla kulluk yapmamız istenmektedir. Rabbimizden isteyelim ki bize aşkından, şevkinden versin, onun yoluna muhabbetle aşkla gitmeyi nasip etsin. Halkın çoğunluğu olarak, yarının bize hazırlamış olabileceği iyi veya kötü sürprizlerden habersiz günübirlik maişet kazancı için koşturuyoruz. Maişet için koşarken dahi kulluk bilinciyle koşturalım ki o çalışmalar ibadetten, zikirden sayılsın.

Allah’tan geldik, yine O’na gidiyoruz, bu dönüşü kerih görmeyelim; zira ölümü kerih göreni Cenab-ı Hak da kerih görürmüş. Dünyaya tapan, ona âşık olan Rabbine kavuşmayı istemez, takvim yaprakları düştükçe onun da hüznü çoğalır, kederi artar. Allah’ı sevenlerin ise düşen her takvim yaprağı ile vuslat arzusu sevinci ziyadeleşir. Rabbim böyle olanlardan eylesin bizleri inşaAllah.

Hak âşıkları derler ki: “Allah’ın, kendisini sevenlerin ve ona âşıkların kalbine verdiği ferahlık ve surur, dünya ehline paylaştırılsa hepsi zevkten sarhoş olur, kendilerinden geçerlerdi. Rabbin sevgisi ile yapılan kulluğun lezzeti, her nimetten âlâ, her nimetten güzeldir, lâkin avamın bundan bilgisi ve haberi olmaz.” 

Nitekim büyük hak dostlarından ve âşıklarından olan Niyazi Mısri (rahmetullahi aleyh) bir şiirinde bu mevzuyu arifane bir ifade ile şöyle dile getirir.

Arifin her bir sözünü duymaya insan gerek

Bu cihanda sanmayın hayvan olan anlar bizi

Ey Niyazi katremiz deryaya saldık biz bugün

Katre nice anlasın umman olan anlar bizi.

İslam dininde en kâmil rol model şüphesiz Efendimiz’dir (s.a.v.). O’nun örnek olduğu İslam’da ise Allah sevgisi, Allah aşkı zirvededir. O’nunla (s.a.v.) Rabbi arasındaki dostluk ve sevgi bağları o derece güçlüdür ki bu nedenle onun bir ismi de Habibullahtır. Sahabe efendilerimizde de kulluk modeli, sorumluluk bilinci ve görev anlayışından ziyade aşk ve şevk ağırlıklıdır. Günümüzde sahabelere en yakın müminler ise, onların izinden gitmeye her şeyden çok önem veren Allah dostu tabir ettiğimiz veli kullardır. Onların da Allah ile aralarındaki sevgi bağları çok güçlüdür. İbadetlerinin itici gücü daha ziyade aşk, şevk, vecd gibi manevi zevklerdir. Ne zaman ki insanlardaki kulluk anlayışı avam tabir edilen tabakalara düşer, orada aşktan, sevgiden söz edilemez. Kulluğun itici gücü bu tabakada görev bilinci, cennet arzusu ve cehennem korkusu olur… Bu tür kulluk ise robotik, mekanik, yüzeyseldir; derinlikten, incelikten, diğerkâmlık, cömertlik, fedakârlık gibi erdemlerden yoksundur. Bu nedenle bu kulluk yaşantısı, örnek olmaya, rol model olmaya layık olmadığı gibi bir yabancıyı İslam’a özendirici de değildir…

Sonuç olarak diyebiliriz ki bir otomobilin hareketi için yakıtı ne ise bir Müslüman’ın kulluğunun motivasyonu için de aşk ve muhabbet o derece önemlidir. Kendinde bu aşk ve muhabbeti bulamayanların yapacakları iş ise, içimizdeki aşk ehli, muhabbet ehli kulları arayıp bulmak, sahabenin Efendimiz’den faydalandığı gibi, bu mübarek insanlardan bu konuda faydalanmaktır… Rabbim cümlemizi, kendisine aşk ve muhabbetle kulluk yapan, yaptığı ibadetlerden lezzet ve haz alan kullarından eylesin.

 Allah’a emanet olun.