Kader konusu İslam’da anlaşılması zor konulardandır. Bu nedenle Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Kader hakkında fazla konuşmayın, çünkü sizden evvelkilerin çoğu ondan kaybetmiştir.” (Tirmizî, Kader, 1) diyerek bu konunun üzerinde durulmasını, araştırılmasını pek tavsiye etmemiştir.
Kader nedir? Bizim için önceden yazılmış, planlanmış bir hayat mıdır ve biz bu hayatı bir sinema senaryosu gibi yaşamak zorunda mıyız? Veya başka bir ifade ile kader, irademizin etki etmediği ve yaşamak zorunda olduğumuz olaylar silsilesi midir?
Elbette ki bu ifadeler doğru değildir, zira insan kendi hayatına dahi baktığında yaşamına etki eden iki farklı olay olduğunu görecektir. Birincisi, iradesi dışında onun adına tercih edilmiş olaylar, ikincisi ise özgür iradesine bırakılmış olaylar. Yani insan farkındadır ki bazı hadiseler iradesi dışında gerçekleşir. Mesela, yaşadığı zaman dilimi, annesi, babası, kadın veya erkek olması, fiziksel ve ruhsal özellikleri, ırkı, milleti, yaşadığı coğrafyası, köyü, ili, ilçesi gibi birçok şey ona önceden takdir edilmiş, taksim edilmiş şeylerdir. Bu konuda insanın özgür iradesinin bir dahli yoktur.
Fakat hayatımızda iyi ve kötüyü tercih etmede, doğruyu ve yanlışı onaylamada ve kendimize bir hayat görüşü tercih etmede irademizin olduğu da inkâr edemeyeceğimiz bir gerçektir. İşte bizim de imtihanda olduğumuz alanlar, yalnızca irademizle tercih edebileceğimiz konulara ilişkin olanlardır. İrademizin dışında bize verilmiş imkânlar veya yaşamak zorunda olduğumuz olaylar, öğrencilere sınav sırası verilen kâğıt, kalem, silgi gibi sadece sınavımız için hazır verilmiş, imtihan vesilelerinden başka bir şey değildir. Elbette ki bunlardan dolayı sorumluluk da yoktur.
Kader meselesinin anlaşılma zorluğu nedeniyle, İslami anlayışı çok değişik olan görüşler ve bu görüşlere bağlı olarak da farklı mezhepler ortaya çıkmıştır. Bu konuda mezheplerin bir kısmı ifrata düşmüş, bir kısmı da tefrit bataklığına yuvarlanmıştır. Mesela, bir kısmı “Cebriyye” mezhebi gibi cüzi iradeyi tamamen inkâr etmiş yok saymıştır, bir kısmı da “Kaderiyye” mezhebi gibi her şeyi, kulun belirlediğini savunarak kaderi tamamen kulların iradesine teslim etmiştir. Böylece ikisi de doğru yoldan ayrılarak , “Ehl-i Sünnet” inancının bid’at ehli saydığı sapık zümrelerden olmuşlardır. Neticede ortaya çıkan bu tür sapkınlıklar da zaman içerisinde, Efendimizin (s.a.v.): “Kader hakkında fazla konuşmayın.” uyarısının ne kadar haklı olduğunu mucizevi bir şekilde ortaya çıkarmıştır.
Ehl-i Sünnet mezhebi doğru olanı en güzel şekilde tespit etmiş, ne kulun iradesini yok saymış ne de işi tamamen kula bırakmıştır. Elbette akl-ı selim ve vicdan sahibi olan her kişi onaylar ki doğrusu da budur. Zira insanın pratik yaşamından edindiği bilgi ve tecrübeler de Ehl-i Sünnet’in görüşünü ispat eder niteliktedir.
İnsanlara en anlaşılmaz gelen şey, Allah’ın insanların özgür iradeleriyle yapacağı şeyleri önceden bilmesi ve yazmasıdır. Bu konu akılları çok karıştırmıştır. Bu nedenle kaderi inkâr eden, hatta neredeyse Allah’ın insanın özgür iradesi ile tercih edeceği şeyi bilemeyeceğini iddia ederek, bu konuyu Allah’ın gaybı bilemeyeceğine kadar götüren sapık görüşler vardır. Ehl-i Sünnet alimleri bu durumda, “Allah’ın insanların önceden ne yapacağını bilmesi onlara cebir uygulamak değil, ilim sıfatına bağlı bir bilgidir. Nitekim, güneşin ne zaman tutulacağını hesaplayan bir alimin, güneşin tutulma sebebi sayılamayacağı gibi, Allah’ın gaybı bilmesi de O’nu kulların eylemlerinin sorumlusu yapmaz.” diyerek bu konudaki hakikati ortaya koymuşlardır.
Görülen ve görüldükten belirli bir zaman sonra hakîkati aynen ortaya çıkan sadık rüyâlar, kader denilen yazgının bir yerlerde yazılı olduğu ve sadık rüyalar kanalıyla bu sırlı bilgilerin verilebildiği gerçeğini açıkça ortaya koyar. Kâfir-mü’min fark etmez, bu türden rüyalara şahit olmayan yok gibidir. Nitekim yüce kitabımız Kur’an’da da bu tür rüyalardan bir hayli bahseder. Mesela, Mısır Meliki’nin rüyası bu kabildendir.
Kral, “Ben rüyamda yedi semiz ineği, yedi zayıf ineğin yediğini; ayrıca yedi yeşil başak ve yedi de kuru başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, rüyamı bana yorumlayın.” dedi. Dediler ki: “Bunlar karma karışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilmiyoruz.” Zindandaki iki kişiden kurtulmuş olanı, nice zamandan sonra (Yûsuf’u) hatırladı ve, “Ben size onun yorumunu haber veririm, hemen beni (zindana) gönderin.” dedi. (Zindana varınca), “Yûsuf! Ey doğru sözlü! Rüyada yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yemesi, bir de yedi yeşil başakla diğer yedi kuru başak hakkında bize yorum yap. Ümid ederim ki (vereceğin bilgi ile) insanlara dönerim de onlar da (senin değerini) bilirler.” dedi. Yusuf: “Devamlı yedi sene ekin ekip, biçtiğiniz ekinin yediğinizden artanını başağında bırakın.” (Yusuf, 12/43-47)
Bu rüyanın Yusuf Peygamber’in (a.s.) yorumu üzerine aynen tecelli etmesi, yeryüzünde var olan her şeyin kaderinin Allah katında bilindiğinin Kur’an kanalıyla açık ifadesidir. Yine Hz. Yusuf’un (a.s.) gördüğü kendi rüyası da bu kabil rüyalardandır ki nice yıllar sonra aynen vuku bulmuştur:
“Hani Yûsuf, babasına ‘Babacığım! Gerçekten ben (rüyada) on bir yıldız, güneş ve ayı gördüm. Gördüm ki onlar bana boyun eğiyorlardı.’ demişti. Babası şöyle dedi: ‘Yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma. Yoksa, sana tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.’ İşte Rabbin seni böylece seçecek…” (Yusuf, 12/4–6)
Nitekim Allah bu planı, o daha henüz çocuk yaşta iken, gördüğü rüya aracılığıyla Hz. Yusuf’a bildirmiştir. Hz. Yusuf’un hayatı da Allah’ın bildirdiği bu rüyayı doğrulayacak şekilde gelişmiştir. Allah kimi zaman dilediği kullarına bu şekilde gaybı haber verebilir. Peygamberimiz Hz. Muhammed’e de (s.a.v.), Mekke’yi fethedip orada müminlerle birlikte güven içinde hac yapacağını bir rüya aracılığıyla bildirmiştir. Bu konudaki ayette şöyle buyrulmaktadır:
“Andolsun, Allah, peygamberinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, siz güven içinde başlarınızı kazıtmış veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bildi ve size bundan başka yakın bir fetih daha verdi.” (Fetih, 48/27)
Allah’ın gaybı bildirmesinin ve olayların da tam bu şekilde gerçekleşmesinin sırrı, bizim için “gayb” olan her şeyin, Allah katında ezelde tespit edilmiş, yaşanmış ve bitmiş olmasıdır. Gayb insanlar için vardır. Zamandan ve mekândan münezzeh olan Allah ise her şeyi yaratan ve bilendir.
Sonuç olarak şunları diyebiliriz ki, sadık rüyalar gayba dair bilgilerin ikram edildiği, uyku halinde gerçekleşen manevi seyahatlerdir. Eğer gayba dair bir rüya görmüşseniz ve gördüğünüz rüyanın bir kısmı çıkmışsa, geri kalanı da zamanı gelince çıkacak demektir. Bu rüya gayba ait bir bilginin, ancak Yüce Rabbimizin ikramından başka bir şey değildir. Aslında biraz aklı olana, görülmüş böyle bir rüya, bugün üzerinde çokça tartışılan üç konuyu Ehl-i Sünnet’in görüşü doğrultusunda matematiksel bir ispat niteliği taşır. Bunların birincisi kader denen yazgının varlığıdır, ikincisi Allah’ın gaybı bildiği, üçüncüsü de Allah’ın izin verdiği kimselerin, izin verdiği kadar gaybı bilebileceği gerçeğidir…
Evet, yine bu yazıma da kıymetli büyüğümüz, Şenel İlhan Beyefendi’nin kader ve kaza üzerine özlü bilgiler veren hikmetli bir sosyal medya paylaşımını ekleyerek son vermek istiyorum.
Allah’a emanet olun.
“Kader, çok acayip ve gizemli bir sır...
Kadere iman etmek ve kazaya rıza için elimizde çok delil olsa da; neredeyse, herkesin mutlaka gördüğü sadık ve rahmani rüyalar, buna en anlaşılması kolay ve kuvvetli bir delildir...
Literatüre geçmiş ve gelecekten haber veren ve çıkmış rüyalar, inkârı imkânsız bir gerçeklikle bilimsel ve epistemik değerleri ile ortada ve ehlince de kayıt altındadır...
Herkesin mutlaka başına gelmiştir bu rüya meselesi derken, benim de çok geldi... Mesela: Şu anda evli olduğum eşimi, “Ya Rabbi bana evleneceğim kızı göster.” diye bir dua etmemin sonucu olarak, yattığım ilk günü gördüğüm ve nereden bulacağım diye tam ümidimi kestiğim bir anda, bir yerde çay içip ilgisizce oturuyorken, hiç tanımadığım dedesi ile tanıştım ve gerisi kendiliğinden geldi ve şimdi rüyamda gördüğüm o sultan benim eşim ve Rabbımın yazdığı ebedi kaderim oldu...
Yine, şimdi Feyz camiamızdan iki arkadaşımızı çok net olarak onlar daha doğmadan önce gördüm ve şimdi benim çok sevdiğim iki yakınım oldular...
Aynı bunlar gibi bir ilahiyatçı doçent arkadaşımızı yıllar önce rüyamda gördüm, o da beni taaa çocukken manen de, rüyada da görmüş, daha sonra tanışıldı görüşüldü ve gerçekler ortaya çıktı...
Sözün özü: Böyle benim rüyada gördüğüm, yakaza vs. halinde gördüğüm bir sürü insan var ve ben onları büyük bir coşku ve heyecanla yıllardır bekleyip duruyorum...
Bir kısmı geldi, birçoğu da gelmek üzere...
Yanılmam imkânsız çünkü tabiatım gereği epistemolojik değeri tam olmayan, Kur’ân’a, sünnete, akla, ilme uygun olmayan hiçbir hayale itibar etmeyecek kadar yapısı gereği çok şüpheci bir insanım...
Öyle ki, bu şüpheciliğim beni her din, ideoloji, felsefi görüş, modern bilim, fizik, biyoloji, matematik felsefesi, sonsuzluk teoremleri ve akla gelebilecek her konuda kesin delillerle konuşan bir insan yaptı...
Kendimi bir stadyum dolusu insan ve şeytanla her konuda tartışmaya yıllardır meydan okuyan ve hatta birçok mecliste bunu ispat eden ve hâlâ etme pozisyonunu koruyan biri olarak bana inanın ve güvenin...
İslam, hakyoldur... Allah’ın yegâne tek yoludur... Elbette bu manada, kader de haktır, gerçektir ve basiret ehline de gün gibi apaçık ortadadır...”