İman ve inkâr mahalli olan kalbin en büyük felaketi Kur’an’da bahsedildiği şekliyle onun mühürlenmesi… Bu konuda kalp niçin önemlidir? Kalbin mühürlenmesi ne demektir?
Kalp, İslam düşüncesinde başlıca iki anlamda kullanılmıştır: Birincisi, cismani anlamda insan bedeninin merkezi olarak kan dolaşımını sağlayan organ; ikincisi, Kur’ân’ın da sıklıkla üzerinde durduğu cismani kalpten farklı olarak insanın hakikati, merkezi olan ruhani kalp. O yüzden kalp, sadece kan pompalayan bir organ değildir. İnsanın anlama, kavrama ve idrak etme merkezidir. İman ve inkâr mahallidir. Hatta bütün İslam âlimleri imanın en önemli şartının kalbin tasdiki olduğunu bildirmişlerdir. İman nasıl ki kalpte vuku buluyor, sadece dil ile ikrar etmek münafıklık sayılıyorsa; inkâr da kalpte vuku bulmaktadır. Kalp bilgi ve düşüncenin kaynağı ve aracıdır. İnsanı diğer canlılar arasında üstün bir konuma getiren kalp, vehim ve hevâdan uzak tutulduğu zaman hakkı/gerçeği yansıtan bir ayna fonksiyonunu icra eder. Kalp insanın çekirdeği, ebedü’l-âbâda açılmış bir pencere ve âyine-i Samed’dir. Bütün duyguların şahı, efendisi olması, amellerin sıhhatinin ona bağlı olması, iman, niyet gibi esasların onda bitmesinden dolayı es-Samed isminin aynasıdır. Allah kalbin bâtınını iman, marifet ve muhabbeti için yaratmış, zahirini ise sair şeylere amâde etmiştir. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.) “Cesette öyle bir et parçası var ki o sıhhatli olursa bütün beden de sağlam olur; o bozulursa bütün ceset bozulur gider.” diyerek kalbin insan bedenindeki yeri ve önemine dikkat çekmiştir.
Allah Teâla (c.c.) yeryüzünün halifesi olarak yarattığı insanoğluna rahmetinin bir tecellisi olarak hak dine davet etmek için pek çok peygamber göndermiştir. İnsanlar peygamberlerin bildirmiş oldukları ilâhi mesaja muhatap olmuş ancak iradeleri ile baş başa bırakılmışlardır. Cüz-i iradesiyle iyi ve kötü arasındaki tercihlerinde serbest bırakılan insanoğlu yaptıklarından da sorumlu tutulmuştur. Kendisine bahşedilen akıl ve iradesi ile menfi ve müspet bütün hasletleri bünyesinde bulundurmaya elverişli yaratılan insanın bu seçimlerinden güzel ve çirkin hasletlerin mekânı olan kalbi de etkilenmektedir. Kalbin mühürlenmesi de bu noktada ele alınmaktadır. Çünkü insanın kalbini tahrip eden tercihlerde bulunmak kalbi köreltmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.), insanın yaptığı bir hatadan, günahtan dolayı onun kalbinde siyah bir noktanın oluşacağını, hatadan dönerse kalbinin temizleneceğini, hataların devam etmesi halinde ise günahtan dolayı oluşan siyah noktaların bütün kalbi kaplayacağını belirtmiştir. Bir başka ifadesinde de salih amel işleyenin kalbinde bir nur oluştuğunu ifade etmektedir. Efendimizin (s.a.v.) bu ifadeleri göstermektedir ki insanın olumlu ve olumsuz eylemleri kalpte derin izler bırakmaktadır. Kalpte oluşan izler de insanın maneviyatını ve karakterini etkilemektedir. Kötü ameller kalbi kapkara ve kaskatı bir hale getirir. Böylece Kur’ân’da kalbin katılaşması olarak ifade edilen “kasvet-i kalb” ile kalbin paslanması olarak adlandırılan “rayn” tutması denilen hadise meydana gelir. Çünkü ayet-i kerimede Allah Teâla (c.c.) insanların kazandıklarının kalplerini paslandırdığını belirtmiştir. Paslanma, kalbi saran günah ve hataların bir sonucudur. Günah üstüne günah işleyen kişinin kalbi manen körelir. Kalbin körelmesi ise kalp gözünün, yani basiretin kör olmasıdır. Bazen olur ki kişi menfi amelleri dolayısıyla o kadar fısk ve fücura dalmıştır ki artık onlardan hoşlanmaya başlar. Günahlar art arda gelince de kalbi kapatır. Günah onu kapatınca Allah (c.c.) tarafından yaptıklarına karşılık olarak onun damgalanıp mühürlenmesi muhtemel hale gelir. Mühürlenmiş kalp, kalbin fonksiyonlarını yitirmesidir. Gerçekleri kavrayıp benimseme kabiliyetine sahip kalbin doğruya, iyiye ve güzele yönelme yeteneğinin köreltilmesine “kalp mühürlenmesi” denilir. Bir kabın ağzı mühürlendiğinde içine bir şeyin girememesi ve çıkamaması gibi kalpteki cehalet ve dalaletin dışarı çıkamaması, basiret ve hidayetin de içeri girememesidir. Mühürlenme görememek ve anlamamak değil; bilinçli ve kasdi olarak görme ve anlamayı istememektir. Bu sebeple hak ve hakikati görme veya görememe hareketine sahip olan kalbin, en büyük felaketi onun mühürlenmesidir.
Kimlerin kalbi mühürlenir? Niçin?
Kur’ân’ın bütününe, bu konu ile ilgili ayetlere bakınca şunu görüyoruz. Peygamberlerin getirdiği mesaja ve apaçık delillere şüpheyle bakan, akla ve mantığa uymayan gereksiz itirazlarda bulunarak inatla inkâr edip alaya alan, mütekebbir, cahil, kimselerin kalpleri mühürlenmiştir. Daha ayrıntılı anlatmak gerekirse kâfirlerde, cehaletten dolayı değil kasdi olarak küfürde diretip ısrar ettikleri ve Allah’ın ayetlerini ve peygamberleri yalanlayarak haddi aşmaları; müşriklerde, Allah’tan başkasını ve hevalarını, nefislerini ilah edindikleri için kalpleri mühürlenmiştir. Yahudilerde ise Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri; münafıklarda da dıştan şehadet ederek mü’min sûretine girip gönüllerindeki küfrü gizleyerek yalan yere yemin etmeleri, cihattan kaçmak için bahane uydurmaları ve peygamberin söyledikleri ile alay etmelerinden dolayı gerçekleşmiştir. Ayrıca Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük edenlerin de bu duruma düçar oldukları Kur’ân-ı Kerim’de bizlere bildirilmiştir.
Kur’an’da hangi kelime ya da kavramlar kalbin mühürlenmesini yansıtmaktadır? Niçin aynı zamanda, bu kavramlara yakın manalı kelimeler vardır? Kalbin mühürlenmesi anlatılırken Kur’an’da başka organlara da atıflar var mı? Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kur’ân-ı Kerîm’de kalbin mühürlenmesi konusu “hatm” ve “tab‘” kavramlarıyla ifade edilmiştir. İncelediğimizde on dokuz ayet-i kerimede mühür kavramının geçtiği görüyoruz. Bunlardan on beş ayet kalbin mühürlenmesini (el-Bakara 2/7, en-Nisâ 4/155; el-En’âm 6/46, el-A’raf 7/100,101, et-Tevbe 9/87,93, Yûnus 10/74, en-Nahl 16/108, er-Rûm 30/59, el-Mü’min 40/35, eş-Şûrâ 42/24, el-Câsiye 45/23, Muhammed 47/16, el-Münâfikûn 63/3), bir ayet ağızların mühürlenmesini (Yâsîn 36/65), bir ayet peygamberliğin sona erdirilmesi, tamamlanmasını (Ahzâb 33/40), iki ayet de cennetteki mühürlü bir içeceği (Mutaffifîn 83/25-26) konu edinmektedir. Bu ayetlerde mühür kavramının Arapça karşılığı olarak “hateme” ve “tabea‘” fiili kullanılmıştır. Hateme; basmak, sona erdirmek, tamamlamak, kapatmak ve nakşetmek anlamına gelir. Tabea‘ ise bir şeyi herhangi bir biçimde şekillendirmek demektir. Her ikisi de mühürlemek, kapatmak, örtmek, kitlemek anlamında kullanılmıştır. Hateme ile Tabea‘ hemen hemen benzer anlamlar ifade etmekle birlikte tabea‘ daha çok yaratılış ve karakter açısından bir biçimlendirme anlamında kullanılır ve hatm den daha genel bir mana içerir. “hatm” kelimesi, içerisinde yer aldığı ayetlerde genellikle kalbin ilahi mesajı anlayamayacak ve duyamayacak hale geldiği safhayı ifade etmek için kullanılmıştır. Kâfir için de kullanılan ve mühürleme anlamına gelen hatm, ayetlerde genellikle müşrik kalbini nitelediği görülür. Tab‘ edilme ise Kur’ân’da münafık kalbinin bir özelliği olmasının yanı sıra kâfir kalbi için de kullanılmıştır.
Kalbin mühürlenmesi ile irtibatlandırılan ve kalbin maruz kaldığı bu halin bir başka şeklini anlatan yakın manalı kavramlar vardır. Bunlardan ilki “kufl” kelimesidir. “Kilit” manasına gelen bu kelime “İnsanın itaat etmesini, hak ve hakikate ulaşmasını engelleyen şey” anlamındadır. Kur’ân’da “hakikatin kalbe nüfuz edememesi” manasında kullanılmıştır. Kilitli kalp; aklî işlevi terkettiği için kalbin işlevsiz hale gelmesidir (Muhammed 47/24). Bir diğer kelime “ekinne”dir. “Bir şeyi örtmek, korumak, kat kat örtü, perde” manasına gelir. Kur’ân’da, “kalplerinde iman etmeye, anlamaya engel olan manevi bir örtü, perde” şeklinde kullanılmıştır. Vahye, hikmet ve hakikate kapalı kalp halidir. Kalbin hem kilitlenme hem de perdelenme halleri adeta mühürlenmeye giden yollardır. İnkârcı kalpleri belirten diğer kavram da “kasvet”tir. “Katılık, sertlik, inatçılık, taş gibi sert olmak” anlamlarına gelir. Ayet-i kerimelerde, inkârcıların inanma kabiliyetlerini yitirmiş kalplerinin katılığı taşlara benzetilmiş hatta taştan daha da katıdır. Taş kalp bütün kötülük ve günahların kaynağıdır. Kur’ân’da “kasvet” ifadesi ile getirilen bu aşama, “Allah onların kalplerini mühürlemiştir.” ayetindeki haberin tahakkuk ettiği bir durumdur. Artık ne imana yol kalmıştır ne de küfürden kurtuluş çaresi. Böyle bir neticeye kul yönelmiş Allah da yaratmıştır.
Mühürleme hadisesi Kur’ân’da, kalbin yanı sıra kulaklar ve gözler için de zikredilmekte ve ayrıca gözlerin perdelenmesinden de bahsedilmektedir. İncelediğimiz ayetlerin dördünde de kalp, kulak ve gözlerle birlikte zikredilmiştir. İki ayette (el-Bakara 2/7, el-Câsiye 45/23) kalp ile beraber kulağın da mühürlenip gözlere perde çekildiğinden; bir ayette (el-En’âm 6/46) kulak ve gözlerin Allah tarafından alınarak kalbin mühürlenmesinden; bir ayette de (en-Nahl 16/108) kalp ile kulak ve gözlerin de mühürlendiğinden bahsedilmiştir. Allah’ın varlığına, birliğine, eşsiz kudretine delalet eden üç önemli organ. İşitme, görme ve anlama. Kulak, duyma kuvvetinin; göz, görme kuvvetinin; kalp ise, hayat, akıl ve ilmin yeridir. Zira bunlar insan azalarının en önemlileri ve en şereflileridir. İnsanın dış dünyasıyla temasını sağlayan en yararlı üç araçtır. İşitme görmeye yardımcı olur, bu ikisi ise kalbin anlamasını sağlar. Bundan dolayı, eğer bu uzuvlardan bu özellikler kaybolursa ve kullanılamaz hale gelirse insanın durumu bozulur hem dinî hem de dünyevî hususlardaki menfaatleri yok olur.
Sonuç olarak Kur’an’da “kalbin mühürlenmesi” ile ilgili hangi ayetlerde bizlere Rabbimiz tarafından ne anlatılıyor?
Kur’ân-ı Kerîm’de on beş ayet-i kerimede kalbin mühürlendiği belirtilmiştir.
İncelediğimiz ilk ayet Bakara Sûresi’nin 7. ayetidir. Bu ayette, mühürlenmiş kalp kâfirin kalbidir ve kalbiyle birlikte kulaklarının da mühürlendiğinden bahsedilmektedir. Ayetin nüzul sebebini araştırdığımızda buradaki kâfirlerden kastın, küfrün kalplerinde kök saldığı için iman yeteneğini yitirecek noktaya gelmiş inatçı, kalplerini hakka, düşünmeye, İslam’a kapatan ehl-i kitap olan kâfirler yani Yahudilerin ileri gelenleri olduğunu görmekteyiz. Hz. Peygamberden (s.a.v.) İslam ile ilgili gerekli cevapları almalarına rağmen bile bile iman etmeyip her seferinde inkâr ederek huzurundan ayrılıyorlardı. Bu durum onların, küfrü bilinçli ve kesin bir kararlılıkla seçtiklerini göstermektedir. Bunun neticesinde de o inatçı kâfirlerin kalpleri ve kulakları mühürlenmiştir. Onlar, yoldan sapmaları, haktan yüz çevirmeleri sebebiyle öğüt işlemeyen bir hale gelmişlerdir. O yüzden onları uyarmak ya da uyarmamak birdir. Nasıl ki bir kabın ağzı mühürlendiğinde bir şey girmez ve çıkmazsa, Allah’a ve peygamberine düşmanlık edenlerin kalpleri de böyledir. Kalplerine mühür vurulduktan sonra cehalet ve dalalet oradan çıkamaz, hidâyet de içerisine giremez. Sadece kalbe ve kulaklara mühür vurulmamış aynı zamanda gözleri üzerine de perde gerilmiştir. Onlar artık hidâyet nurunu göremez, hakkı işitemez, anlayamaz ve idrak edemezler. Küfür ve günahı hoş görüp; iman, itaat ve teslimiyeti kötü gören bir hal kalplerinde vuku bulmuştur.
En‘âm Sûresi 46. ayette insan uzuvlarından en önemli üç tanesi zikredilmiştir. Kulak, göz ve kalp. Kulak hakikati işitir, göz hakikati görür, kalp ise hakikati anlar. Cenâb-ı Hakk’ın bu önemli azaları insandan çekip aldıktan sonra bunları tekrardan insana verebilecek, bu imkânlara yeniden kavuşturacak başka bir kudretin bulunmadığı anlatılmaktadır. Allah Teâla’nın kudreti olmazsa ne kulak işitir ne göz görür ve ne de kalp anlayabilir. Kalp mühürlenirse hidâyeti akledip düşünemez. Bu ayette müşriklere meydan okunarak kalbiniz mühürlenirse hayır ve hidâyeti anlamayacak bir şekilde şuurlarınız işlevsiz hale gelir, akıllarınız ve anlayışları gider deliler gibi olursunuz, denilmektedir. Kalbin hatmedilmesi zaten onun manen ölmesi demektir.
Şûra Sûresi 24. ayette ise “Kur’ân’ı Muhammed uydurdu.” diyen kâfirlere cevap veriliyor ve Hz. Muhammed (s.a.v.) böyle bir teşebbüste bulunmuş olsaydı ona engel olunacağı beyan ediliyor. Kâfirlerin bu sözleri geçersizdir, hiçbir mantıklı dayanağı yoktur, batıldır. Çünkü Yüce Allah, kendisine hiçbir şey vahyedilmediği halde bir insanın kalkıp Allah tarafından kendisine vahiy geldiğini ileri sürmesine müsaade etmez. Ancak Rabbini bilmeyen ve kalbi mühürlü olan kimse bunu yapar. Burada kalbinin mühürleneceği söylenen kişi Hz. Peygamberdir (s.a.v.). Eğer Allah adına böyle bir şey yapmış olsaydı, Allah’ın, O’nun (s.a.v.) kalbini mühürleyerek buna izin vermeyeceği belirtilmiştir. Çünkü Allah adına yalan söylemek, iftirada bulunmak kalbin mühürlenmesine sebeptir. Peygamberin kalbinin mühürlenmesinin bir başka anlamı da şu şeklinde açıklanmıştır. Allah dilerse peygamberinin kalbini, onların bu ve benzeri sözlerle yaptıkları eziyetlere karşı sabırla mukabelede bulunmasını sağlar, alay etmelerinin ve yalanlamalarının acısını hissettirmez, kalbini sabitleştirir. Böylece de onların, “O, yalancı bir iftiracıdır.” şeklindeki sözleri, zor gelmez.
Câsiye Sûresi’nin 23. ayetinde kâfir için de kullanılan kalbin hatmedilmesi bu ayette müşrik kalbi için kullanılmıştır. Burada nefsini ilah edinen kimselerin kalplerinin mühürleneceği ifade edilmektedir. Kişi nefsinin isteklerini yerine getire getire bir süre sonra ona itaat etmeye başlar ve onun kölesi haline gelir. Dolayısıyla kişi nefsini ilah edinmiş ve şirke bulaşmış olur. Bu yüzden heva ve hevesinin her istediğini yerine getirerek ilah konumuna getiren kişi dalalete itilmiş, kalbi ve kulağı mühürlenmiş gözüne de perde çekilmiştir. O kalbin içine, iman girecek yer, şirk de çıkacak yer bulamaz. Artık ayetleri anlayamaz, hakikati idrak edemez ve ebedi hayatı kazanamazlar. Bu onların kendi tercihlerinin sonucudur.
Nisâ Sûresi 155. ayet-i kerimede bahsedilen kalbi tab‘ edilenler bu sefer Yahudilerdir. Yahudiler kalplerinin ilim kapları olduğunu, peygamberin söylediklerine ihtiyaçları olmadığını ve sahip oldukları ilimlerinin kendilerine yettiğini düşünmektedirler. “Kalplerimiz muhafazalıdır.” diyerek ilahi mesaja kendilerini kapatmışlar ve alaycı, küçümseyici bir tavırla anlayamadıklarını belirtmişlerdir. Onların anlamamaları inkârcı tavırlarından dolayıdır. İnkâr kalpteki anlama kabiliyetini izale etmiştir. Haddi aşmaları, söz verdikleri halde yerine getirmeyip caymaları ve verilen fırsatları değerlendirmedikleri için belalara uğramışlar, hâlâ inkâr üzere devam etmeleri sebebiyle de Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Hakikatin kalbe ulaşmasına engel kılıflar içerisinde olması değil, inkârları dolayısıyla mühürlenmiş olmasıdır. İddia ettikleri gibi kalplerinin kapalı olması yüzünden inkâr etmemişlerdir. Küfürde diretmeleri dolayısıyla kalplerine mühür vurulduğu için imana yönelemedikleri görülür.
A’râf Sûresi’nin 100 ve 101. ayetlerinde art arda mühürlenmeden bahsedilmektedir. 100. ayette, kendilerinden önce helâk olup giden ümmetlerin yerine geçip onların topraklarına ve yurtlarına sahip olan Mekkeli kâfirler ve çevresindeki halklar muhatap alınmıştır. Kendilerinden öncekilerin, günahları ve küfürlerinden ötürü musibetlere ve cezalara uğratıldığı hatırlatılmıştır. Eğer ibret alıp dikkat etmezlerse, aynı günahlara ve taşkınlıklara devam ederlerse onların da ya azaba düçar olup imha edileceklerini veyahut onlar gibi kalpleri mühürlenerek hakkı işitmez, anlamaz, günahtan vazgeçmez bir hale düşecekleri bildirilmiştir. Zira insanın kalbinin mühürlenmiş olması, ancak o kimsenin küfrüne devam etmesi ve onda sebat göstermesi halinde olur. A’râf Sûresi 101. ayette de peygamberlerin apaçık delillerini yalanlayıp onlara kendini kapatan inkârcı kafirlerin durumu ele alınmaktadır. Geçmiş ümmetlerin peygamberlerine karşı menfi tavırları ve inançsızlıkları sebebiyle kalpleri mühürlendiği gibi, Hz. Muhammed’i (s.a.v.) inkâr eden, kesinlikle iman etmeyecekleri takdir edilen kâfirlerin kalpleri de mühürlenecektir. Zaten kalp mühürlenmişse, yapılan inzarlar, gösterilen mucizeler, apaçık deliller o kalbe tesir etmemiş demektir. Bilakis küfür ve inatları artmıştır.
Tevbe Sûresi 87. ayette münafığın kalbinin tab’ edildiği vurgulanmaktadır. Mühürleme fiili münafıkların savaşa katılmamak için Hz. Peygamber’den (s.a.v.) asılsız bahanelerle izin istemeleri üzerine gerçekleşmiştir. Onlar cihattan ve Allah Rasulüyle birlikte Allah yolunda savaşa çıkmaktan yüz çevirmeleri, irade-i cüziyelerini küfre sarf etmeleri sebebiyle kalplerine mühür vurulmuştur. Allah Teâla, münafıkların kalplerine mühür vurarak akıbetlerini düşünebilmekten mahrum bırakmıştır. Onlar cihatta bulunan hem dünyevi hem de uhrevi menfaatleri göremezler. Cihattaki faziletleri, cihatta geride kalmanın ve oturmanın ne kadar büyük bir eksiklik ve ayıp olduğunu anlayamazlar ve bunu kavramaktan acizdirler. Aynı sûrenin 93. ayetinde de güç ve servet sahibi olmalarına rağmen savaşa katılmak istemeyip kadın ve çocuklarla birlikte evde kalmak isteyen münafık profili vardır. Asıl sorumluluğun, günah ve vebalin savaşa katılmak için imkânı ve gücü olmayanlara değil, savaşa gitmeye güçleri yetecek kadar zengin oldukları halde, cihattan geri kalmak için Hz. Peygamber’den (s.a.v.) izin isteyenlere olduğu bildirilmiştir. Kalplerindeki inançsızlık, davranışlarındaki ikiyüzlülük, sözlerindeki yalan, anlama ve idrak kanallarını tıkamış; küfür ve nifakları sebebiyle de kalpleri mühürlenmiştir. Dünya hayatını ahirete tercih etmişler, Yüce Allah da bu hallerini sabitleştirmek için onların kalplerini mühürleyerek hakikatlere ulaşmaktan uzaklaştırmıştır.
Yûnus Sûresi 74. ayet öncesi ile ele alınırsa Hz. Nûh’tan sonra birçok rasulün toplumlarına gönderildiği, peygamberliklerini belgeleyen kanıtlarla kavimlerinin karşısına çıktığı fakat bütün kanıtlara rağmen kavimlerinin kendilerini yalanladığını görüyoruz. Hz. Nûh’u (a.s.) yalanlayan insanlar Hz. Nûh’tan (a.s.) sonra gelen peygamberlere iman etmemişlerdir. Haddi aşmış ve inatçı bu inkârcılar daha önce zihinlerinde şekillendirdikleri batıl görüşlerine körü körüne bağlıdırlar. Bu yüzden tüm öğütlere kulaklarını ve her türlü mucizeye karşı kalplerini kapayarak hidâyetten mahrum kalmışlardır. Allah’ın ezeli olan yasasına uygun olarak sahibi tarafından kapatılan kalbe Allah Teâla mührünü vurmaktadır. Peygamber gönderilmeden önce sahip oldukları tüm aşırılıklarına, peygamber gönderildikten sonra da sanki hiç peygamber gönderilmemiş, tebliğe muhatap olmamış gibi devam etmişlerdir. Dalalete daldıkları, alışkanlıklarından vazgeçmedikleri ve haddi aştıkları için kâfirlerin kalpleri mühürlenmiştir.
Nahl Sûresi 108. ayet-i kerimede Allah Teâla, kalpleri ile birlikte kulakları ve gözleri de mühürlenen kâfirlerden bahsetmektedir. Onlar, Allah’a iman ettikten sonra dinden irtidat eden, göğüslerini küfre açan, dünyayı ahirete tercih edenlerdir. Onlar kalpleri mühürlenerek hakikati kavrayamaz; kulakları mühürlenerek Allah’ın kelamını işitemez; gözleri mühürlenerek de Allah’ın âyet ve delillerine bakamaz hale gelmişlerdir. Görmenin iki boyutu vardır. Zahiri ve batıni. Burada kastedilen batıni boyutudur. Çünkü zahiren kör olan birisi kalben iman edebilir. Fakat küfür karanlığı kişinin kalp gözünü kapatırsa bir şey görmez olur. Zira Cenâb-ı Hak görünen gözlerin kör olmadığını, esasen göğüslerdeki kalbin kör olduğunu, bizlere bildirmiştir. Basiret yani derinlemesine görme işi kalbe aittir. Gerçeği idrak edemedikleri için kalpleri zamanla imana karşı kör hale gelmiştir. Onlar artık Allah’ın ayetleri ve delilleri hakkında düşünmekten gafildir. İşte böylece hak talebinde bulunmayan cahillerin kalplerini Allah Teâla mühürler ki hakkı duymaya asla meyletmezler.
Rûm Sûresi 59. ayette bilmeyenlerin kalbinin mühürlendiği belirtilmiştir. Kim bu bilmeyenler peki? Zihniyet açısından cahil, gözünün önündeki gerçekleri ve delilleri görmezden gelen, hakikati bilerek kabul etmeyenlerdir. Bunlar düşünmemeleri; kendilerine bilgi vasıtaları verildiği halde bakıp incelememeleri; ilim sahibi oldukları halde ilimlerinden istifade etmemeleri; hakikatlere kulak vermemekte direnmeleri; inkârı tercih etmeleri; iradelerini dalalete sarf edip doğru yol aramamalarından dolayı Allah Teâla onların iradelerine göre kalplerini tab‘ etmiştir. Bilgisizlik yani doğru bilgiye sahip olmama kalbin mühürlenmesinin sebeplerinden biridir.
Mü’min Sûresi 35. ayette ise, kibir ve zorbalığın insanda bir karakter özelliği haline gelmesinin neticesinde kalbinin mühürlenmesine sebep olacağından bahsedilmektedir. Hz. Musa’nın (a.s.) kavmine karşı yaptığı uyarıların fayda vermemesi; Firavun’un Mûsâ aleyhisselamın getirdiği mucizelerin ve delillerin reddedilecek bir tarafı olmadığını bildiği halde Hz. Mûsâ konusunda halkının kafasını karıştırmaya çalışması ve ayetleri reddetmek için mücadele etmesini konu alan ayetlerin sonucunun kalp mühürlenmesine bağlandığı görülmektedir. Allah Teâla, delilsiz olarak Allah’ın ayetlerine karşı mücadele verenleri kibirli zorbalar olarak vasıflandırmaktadır. Kibir ve zorbalık psikolojisi insanı Allah’ın ayetlerine karşı mücadeleye sürüklemektedir. Bu sürüklemenin sonucu da kalplerinin mühürlenmesi olarak görülmektedir. Yani hiçbir delile dayanmadan Allah’ın ayetlerini reddetmek için mücadele eden; ayetlere ve peygamberlere karşı büyüklenen, kibirlenen ve gururlanan kimsenin kalbinin işte böyle mühürleneceğini bildirmektedir. İnsanı zulme sevk eden şey, üstün olmak ve büyüklenmek hevesidir. Bu arzu onu, zorbalığa, zorbalık ise kalbin mühürlenerek idrak ve iman kabiliyetini yitirmesine neden olur.
Muhammed Sûresi 16. ayet-i kerimede Allah Teâla, münafıkların kalplerini mühürlediğini haber vermektedir. Münafıklar Müslümanlarla birlikte mescide Rasulullah’ın (sa.v.) yanına geliyor ve konuştuklarını dinliyormuş gibi davranıyor fakat onu hafife alıp dinlemiyorlardı. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yanından çıktıkları vakit kendilerine ilim verilmiş olan sahabenin âlimlerine (İbn Mesud ve İbn Abbas bunların başında gelir.) sırf alay ve eğlence gayesiyle “Demin yani az önce ne söylemişti?” diyorlardı. Yani bizler onun sözünü anlamıyoruz, o sözlere güvenip müracaat edecek değiliz, demek istiyorlardı. Rasulullah’ın (s.a.v.) kelamı ile alay edip basite aldıkları için Allah kalplerini mühürlemiştir. Onların Hz. Peygamber’i dinlemeleri, sırf kendisine duydukları muhalefeti, düşmanlığı ve alaylarını gizleyip yanında görünmeye çalışmak içindi. Anlamak ya da istifade etmek amacıyla dinlemiyorlardı. Kalpleri mühürlenenler ilahi çağrıyı alamazlar. Onlar peygamberin sesini, uyarısını, tebliğini duysalar da duymaları onları harekete geçirmez. Bir diğer ifadeyle, bu ses kalbe inip, onlarda en küçük bir yankı bile uyandırmaz. Bu da onların karakteristik yapılarındaki bozukluğu; heva ve heveslerine köle olduklarını göstermektedir.
Son âyetimiz olan Münâfikûn Sûresi 3. ayet de münafıkların kalbinin mühürlendiğinden bahsetmektedir. Münafıkların hâl, hareket ve karakterlerinden bahseden sûrenin 3. âyetinde kelime-i şehadeti getirerek iman ettiğini ilan edip Müslüman’mış gibi davranan; kendi şeytanlarının, dostlarının yanında inkârlarını ortaya çıkararak, biz sizinle beraberiz onlarla sadece alay etmekteyiz, diyen nifak unsurlarının kalbinin tab‘ edildiği belirtilmektedir. Münafıkların yalan şehadet ve yeminleri, Müslüman suretine girip yalancılık ve ikiyüzlülükle ahlaksızlık yapmaları; dıştan ikrar ve şehadet ederek mü’min suretine girip gönüllerindeki küfrü gizleyerek kâfirâne işlere girişmelerinden dolayı Allah Teâla onların kalplerini inkâr mührüyle mühürlemiştir. Allah onların küfürleri sebebiyle kalplerini mühürleyerek, hakiki bir Müslüman, şerefli bir insan olmayı nasip etmemiştir. Bu hastalıklı kalplerin artık iyiyi kötüyü, hakkı batılı seçecek, hak dinin ve ahlakının yüceliğini anlayacak kabiliyetleri kalmayıp, ahlaki duyguları silinmiştir. Çünkü nifak yolunda yürüdükleri, davranışları arasında çelişkilerle yaşadıkları için, üstün değerlerden mahrum olmuşlar ve bu zilleti kendileri tercih etmişlerdir. Onlar, mümin olduklarını söylemelerine rağmen, küfür yolunda ısrar etmiş ve bu yüzden de Allah’ın kalplerini mühürlemiş olduğu kimselerdir.
Ayetlerle ifade edilen bu kavramların tarihsel ve sosyal karşılığına dair neler söylenebilir?
Kâfirlerin, müşriklerin, münafıkların maruz kaldığı bu mühürlenme durumu günahların en büyüğü olan küfürde ısrar edişlerinin bir cezasıdır. Fıtratlarını bozacak derecede akıl ve iradelerini olumsuz yönde kullanmalarının bir karşılığıdır. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v.) her insan İslam fıtratı üzerine doğar, buyurmuştur. Cenâb-ı Hakk’ın iman etmek isteyen bir kulunun kalbini mühürlemesi, onu zorla küfürde bırakması, insan iradesini dalalete yöneltmedikçe, onu dalalete sevk etmesi düşünülemez. Zira Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de “Allah kullarının küfrüne razı değildir.” (ez-Zümer 39/7) buyurmaktadır. Kul kendi iradesini kullanarak küfür, dalalet ve nifak yolunda ısrar eder, hal ve hareketleriyle de bunu açıkça gösterirse, Cenâb-ı Hak ona iman nurunu nasip etmez. Kur’ân’ın bütününe ve bu konu ile ilgili ayetlere bakınca şunu gördük ki hatm ve tab‘ edilmenin kazanılması kuldan, yaratılması Allah’tandır. Hakikati görmemeleri, duymamaları, anlamamaları, reddetmeleri, cihattan kaçmaları, peygamberlerini dinlememeleri ve inkârlarında ısrar edip alaya almalarının neticesinde Allah, onların kalplerini mühürlemiştir. Kalbin mühürlenmesine sebep olan küfür, şirk, nifak, gaflet, kibir, zulüm, nankörlük hem bireysel hem de toplumsal hayatı en derinden etkileyen eylemlerdir. Günümüzde de bu özelliklere sahip kalbi mühürlü kimselerin yaptıkları zulümlere şahit olmaktayız. Bu durum nasıl ki zamanında onların dünya ve ahiretlerinin helâkına sebep olmuşsa şimdi de aynı sonuçları doğuracaktır. Kişi, sürekli yaptığı ve alışkanlık halindeki davranışları normal bulur ve tersi davranışları yapma ihtimali, diğerine oranla azalır. Sürekli olumsuz işler yapan kimselerin olumlu şeyler yapma ihtimalleri azalır. Sosyal hayatta aşırı tutucu ve başkalarını ötekileştiren, direnme psikolojisi ile hakikatleri reddeden saplantılı, kendi faydasına olacak irşad faaliyetlerine karşı koyan, engelleyen, dar görüşlü, rahatına düşkün kalp hali işte budur. Çevreden gelen uyaranlarla içsel potansiyeli işlevsel kılabilmeyi önlemektedir. Her türlü manevi faaliyetin, imanın, kulluğun, marifetullah ve muhabbetullahın merkezi olan kalp kararıp iflas edince Allah Teâla da üzerine mührünü vurmaktadır. Bunun neticesinde kalbi mühürlenen insan ilahi daveti, Hz. Peygamberin (s.a.v.) çağrısını duyamaz, duysa bile algılayamaz. Böylece iki cihan saadetini kaybetmiş olur. Çünkü ahiretin nuru dünyada kazanılır. Geçmişte peygamberlerin inzarlarını ve irşad faaliyetlerini dikkatte almayanların düştükleri duruma bizlerin de düşmemesi için evrensel ve her çağa hitap eden kutsal kitabımızın bu ayetlerini idrak ederek üzerinde hakkıyla düşünüp kendi hissemize düşenleri almak ve kalbi bu hâletlerden korumak en mühim kulluk görevlerimizdendir. Allah’ın bize emanet ettiği kalbi fıtri yapısına uygun bir şekilde kullanmak duasıyla.