1. Sıradan çabalar yetmezse farklı davranmayı dene. Bazen alışılagelmiş ve zaten pratiğini yaparak devam ettiğimiz düşünce, amel, fiil birlikteliği içeren çabalar, nefsin ve şeytanın çarpıtmalarıyla kendi içimizde şekil değiştirmeye başlar yani önceden çok önem verip üzerinde gayret gösterdiğimiz konulara az önem vermeye başlarız. Oysa onların her biri ölçü boyutunda önemi olan konulardır ve o konulara verdiğimiz değer sayesinde manen terakki etmişizdir. Şimdi yapılması gereken de manevi dünyamızın baş köşesini tutan ve ölçü boyutunda değer ifade eden bu pratiklerin yine kendi içimizde hikmet ve derinliğini koruyarak geliştirmek ve çevremize bizde mevcut olanı aktarmaya çalışmaktır. Bu konuda nefsin ve şeytanın binbir türlü oyunlarına aldırış etmeden ve kendimizden (değerlerimizden) zerre kadar şüpheye düşmeden gayret okunu sabır yayına çekerek yol almaya çalışmak esas olmalıdır. Bazen bulunduğumuz noktayı aklen ve kalben fark edebilmek için, durup düşünmeye ihtiyaç vardır. Bu, kendi konumumuzu fark etme hususunda pek güvenli ve yol aldırıcı bir tavır olacaktır.
2. Ne istediğini iyi bil. Ne istediğini bilmek her şeyin ehemmiyet, ilgi ve bilgi durağıdır. “Ne yapmaya çalışıyoruz?” ve “Ne istediğini bilmek” aynı şeydir aslında… Çünkü bütün çabalar bunun üstüne bina edilir. Sorgulanması gereken şudur; “Niyet mi ediyorsun temenni mi?” Bu soru, arayışı ve bununla uyumlu çabası olan insanlar için en başat sorudur. “Ameller niyetlere göredir” hadisini ibadetin ve salih amelin mihenk taşı yapan insan, kendi çabalarının yetersiz kaldığını gördüğünde, niyet değil temenni boyutunda durakladığını fark edebilmelidir. Nitekim o niyet, niyet değil, belki de sadece mütevazi bir temennidir. Bir gönül ehline bir talip dertleşerek danışır ve der ki; “Efendim, biz ameli, amel işlemeyi seviyoruz ama yapamıyoruz.” O engin ruh sahibi gönül ehli ise cevaben; “Siz ameli değil, kendinizi seviyorsunuz…” buyurur. Allah’a (cc) talip olmakla, amel zannedilen çabalarla kendinde varlık bulup kendine talip olmak arasındaki ciddi farkı fark edebilmek, bir çırpıda farkedemediğimiz ama aslında işin başı olan keyfiyettir. Yani işin başı “aşk”tır aslında, aşk ve hakiki muhabbet…
3. Savunma mekanizmalarını kendini kandırmak için kullanma. Bazı savunma mekanizmaları insan psikolojisine pozitif katkılar sağlar ve gayet olumludur. Çünkü insanı kendiyle ilgili gerçeklerden uzaklaştırmadan gelişen olumlu motivasyonlardır. Bazı savunma mekanizmaları ise bizi gerçeklerden uzaklaştırır. Hem anlam dünyamızdan, hem dünyevi gerçeklerden, hem de manevi dünyamızdan uzaklaştırır. Neden böyle söyledik? Tüm bu gerçeklikler birbirinden farklı mı derseniz; ahreti düşünmeyen bir dünya düşüncesi eksiktir ve böyle düşünmek insanı ve yaşadığı hayatı –ontolojik açıdan- anlamdan mahrum kılacağı için, insanı dünyadaki asli gerçeğinden uzaklaştırır, anlamsızlık çukurlarına iter. Bu durum, insanı anlam bütünlüğü ve gayecilik açısından yaşanan hayattan kopartır; İmam-ı Gazali’nin “deli” dediği keyfiyet… Bu asli gerçekten koptuktan sonra, gerçeklerin dünyasından koparması ise insan ilişkilerinin gerektirdiği sağduyudan da kopuk ve adeta narsist, sadece kendi merkezli değerlendirmelerle yaşayan insandır. Kendini sağlıklı sanan ama ruhi ve rasyonel dirilik ve uyanıklıktan kopuk insan tipi ki; her türlü yanlış değerlendirme, onun için farkındalığın dışındadır artık… Ham (olgunlaşmamış), gerçeklik yetisi zayıf, irrasyonel davranışları benimsemiş insan tipi…
Bizi manevi dünyamızdan uzaklaştıran üçüncü, gerçeklikten kopuk insan tipi ise, yani önceki aşamaları geçmiş ama maneviyata talip olduğu halde doğru değerlendirmeler yapamadığı için yol alamayan insan tipidir ki, yanlış savunma mekanizmalarını kullanan insan olmak onun kendi manevi gerçeğinde sağlıklı yol alabilmesine de engel olmaktadır. Çünkü manevi terakki, insanın kendiyle ilgili gerçeklerden kaçmaması ciddiyetine dayanmaktadır. Kendimizle ilgili gerçekleri görmemek için ya kendimizin deve kuşu olmak gibi garip bir duruma düşmek ya da kendini keşfetme yolunda gayretli bir ârif olmak… Savunma mekanizmalarını kullanmakla kullanmamak arasındaki anlamlı farkın insan olma yolundaki bedeli budur. Pisliğin üstünü yokmuş gibi örtmek değil, temizlemek ve tertemiz olmaya çalışmak…
4. Nefsin itmesiyle her türlü pisliği yapabileceğini ama asla hiçbirini yapmaman gerektiğini ve yapmayacağını bil ve unutma... Bu konuda önce Allah’a, sonra kendine olabildiğince güven.
Günümüzün yaygın insan mizacı, maalesef sürekli kendini iyi, günahsız ve yeterli hissetmeye dayalı bir psikolojiyle yol alan bir erkân üzere davranmaya ve düşünmeye alışmıştır. Çünkü muhasebe ruhu yitirilmiş ve varlık duygusu öne alınmıştır. Bu ferdi ve toplumsal kayıp, çok derinlerde büyük yaralar açmıştır. “Pehlivanı düştüğü yerden ayağa kaldırmak” içinse, “küçük halkada yapılacak büyük işleri” hiç ihmal etmeden, tekrar, usulünce ihya etmek gerekmektedir. Bu yollarda başarılı olmanın şartı ise yine bu yollarda mürşidsiz yürünemeyeceğini bilmekten ve unutmamaktan geçmektedir. Kimki bu zamanda “ben tek başıma her şeyi hallederim” derse büyük yanılgı içindedir ve hüsrana uğramaması temenni edilir. Nefsin her türlü pisliği ve cürümü işleyebileceğini kabul etmek ise zaten bilinen kuru bir kabulün üzerine yatmak değildir. Bundan kasıt, öncelikle “ben başkayım nefsim başka” demeyi bilmektir. İnsan o nefsin kendine imtihan için verildiğini bilmiyorsa, bütün bildikleri bir hiç hükmünde kalır zaten. Aksi halde insan, içinden geçen her şeyi gerçek manada kendine mâlederek asla yol alamaz ve ümitsizlik girdabında boğulur kalır. Sırf bu düstur bile bir ömür boyu nefisle mücadelenin temelini oluşturur. Düşmanını tanıyan her zaman ona karşı silah hazırlayabilme imtiyazındadır. İnsanoğlunun sorgulanacağı şey “niye nefsin var?” sorusu değil, nefsiyle niçin mücadele etmediğidir. Nitekim nefsin inkarı küfürdür. Mürşid ise sadece bizim gördüğümüzü değil, göremediklerimizi, -aysbergin su altındaki kısmını- gösterir ve tedavisinde yardımcı ve baş faildir. “Hilali göremiyorsan, hilali görenlere git ki bayramı göresin.” düsturundaki neş’e…
5. Sen kendini affetmeye kalkarsan ya haksızlık ya da torpil yaparsın. Ama kendini hiç affedememek en yanlış psikoloji ve ruh halidir. Bir önceki maddeki insan tipi nasıl bir ifratsa, bu ruh hali de başlıbaşına tefrittir.Yere düşünce kalkabilmenin şartı, öncelikle kendini affetmek, nefsine bu anlamda da zulmetmemektir. Çünkü nice günahlar vardır ki, tövbesi adamı ihya eder. İnsanı insan değil, Allah(cc) affeder. Kendini bir türlü affedemeyenler için gazanız mübarek ola diyorum. Allah’a (cc) emanet olunuz.