Çocuk ve Ergenlerde Anti-Sosyal Davranışlar

 

Psikolog Nesli Emircioğlu Yalçınkaya

Yaşadığımız toplum içerisinde belirlenmiş ve genel kabul görmüş sosyal davranışlar var. Doğumumuzdan itibaren çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde sergilediğimiz davranışların sosyal yaşamla ve kurallarla çelişmemesi ve uygunluğu önemlidir. Uygun olmayan bu anti-sosyal davranışların bazıları; yalan söyleme, çalma, suç ve şiddete eğilim.

YALAN SÖYLEME

Yalan söylemek bir hatayı gizlemek amacıyla gerçeğe uygun olmayan bir girişimde bulunmaktır. Anti-sosyal bir davranış olan yalanın amacı başkalarını yanıltmaktır. Anne ve babaların çoğu, çocuğun gerçeğe sadık kalmasını çok erken bir dönemde isterler. Oysa 3 yaş çocuğunun ‘inanılmayacak öyküler’ uydurması ve taklit oyunlarından hoşlanması doğaldır. Hayal gücü geniş olan çocuk için öykü uydurmak ve taklit oyunu, yalan söylemek değildir ve bunu engelleyici girişimde bulunulmamalıdır. 

Yaşamının ilk 5 yılında çocuğun yalan söylemesi konusunda endişe etmeye gerek yoktur. Gerçeğe sadık kalma çocukta giderek gelişen bir olgudur. Çocuğun gerçeğe sadık kalması konusunda ısrar etmek ve çocuğa yalan söylediğini kanıtlama girişiminde bulunmak yanlıştır. 4-5 yaşından itibaren hayal gücü ile ilgisi olmayan, şaka ve düş gücü ürünü olmayan yalanlar üzerinde durulmalı; gerçeği kasıtlı olarak değiştirme eğiliminde olan çocuğa ‘Eğer doğruyu söylemezsen, sana ne zaman ve nasıl inanmalıyım?’ sorusu sorulmalıdır.

YALAN SÖYLEMEYİ NASIL ÖĞRENİRİZ?

Bilinçsizce ve zarar verme eğilimi olmadan yaptığımız herhangi bir hatadan dolayı büyük bir ceza almışsak, çok büyük kızgınlık ya da tepki ile karşılaşmışsak, karşılaştığımız benzer durumları olduğundan farklı gösterme eğilimi içinde oluruz. Ağır cezalar ve kızgınlıklar çocuğu yalana iter.

Bir başka sebep de ilgi eksikliğidir. İlgi çekmek isteyen çocuk yalan söyleyerek dikkati üstüne çekmek ister. Taklit de yalanın altında yatan sebeplerden biridir. Çocuk yakın çevresinde bu tür eğilimler içinde olan bir yakınını örnek alıyor olabilir.

Başka araştırmacıya göre yalanın altında yatan dört sebep vardır; aşağılık duygusu, suçluluk duygusu, saldırganlık ve kıskançlıktır.

Hayal gücü ürünü olabilecek yalanların ötesinde (belli bir yaşa kadar) üzerinde durulması gereken PATOLOJİK YALAN’dır. PATOLOJİK YALAN, duygulanım bozukluğunun bir belirtisi olarak görülür ve bu durumda çocuk sevinçli ve kaygısız görünür. Patolojik yalanın en belirgin özelliği gerçeğe çok yakın olmasıdır. Duygulanımda bir gerilimin ifadesi olan patolojik yalanda olmayacak şeyler anlatılır, olanı abartmak, hayret verici biçimde sunarak dikkati ve ilgiyi üzerine çekmek amacı vardır.

Patolojik yalan üzücü, sıkıntı veren bir gerçeğin reddini belirtebilir, hatta çatışma objesi hakkında olabilir. Kardeşi daha fazla ilgi gören ve onu kıskanan bir çocuk, kardeşinin hasta olduğunu hatta öldüğünü anlatabilir. Yalan alışkanlık haline geldiğinde, hiçbir amacı ya da çıkarı olmasa da söylenebilir. Yalancılık olayı çevresel ilişkilerle birlikte ele alınmalıdır. Aşırı baskı, ağır cezalar v.s. yalana iten sebeplerdir.

ÇALMA/HIRSIZLIK

Anne-babaların çocuklara mülkiyetle ilgili haklara saygı göstermesi konusunda eğitim vermemesi ya da bu konuda başarılı olamamasıyla ilgili olarak sorun yaşayan çocuklar, çalma davranışını sergileyebilirler. Mülkiyet kavramı doğuştan yoktur, çocuğun yaşına ve gelişimine göre mülkiyetin anlamı anlatılmalıdır. Çocuk çevresinde gördüğü, hoşuna giden ya da eksik olan gereksinim duyduğu eşyaya sahip olmak isteyebilir. Küçük yaşlarda başkalarına ait şeyleri alma eğilimi görülür ama bu ‘çalma’ değildir. 

Çalma davranışı, anne babadan yana yeterli sevgi ve ilgiyi göremeyen ve bireysel-toplumsal haklar konusunda yeterli bilgi sahibi olmayan çocuklarda görülebilir.

Bu davranışın gelişmemesi ya da varsa ortadan kaldırılması için temel anlamda yapılması gerekenler şunlardır;

- 7-8 yaşından itibaren yaşına ve ihtiyaçlarına uygun harçlık verilmesi

- Anne-babanın ilgiyi ve sevgiyi eksik etmemesi

- Mülkiyet ve toplum kurallarının vurgulanması

SUÇ VE ŞİDDETE EĞİLİM

Çocuğun doğumundan itibaren gelişiminde normal sayılan ve toplumca kabul gören davranış biçimlerini sergilemesi aileden ve yakın çevreden aldığı eğitim ve okulun da bu eğitime katkısıyla dengeli bir yaşamla mümkündür. Sevgiden ve ilgiden yoksun büyümüş, ailesi ile iletişimi kopuk ve problemli ortamlarda yaşayan çocukların iç dünyaları da problemli ve çatışmalarla doludur. Yasakların ve cezaların yoğun olduğu ve yaptığı en ufak hatanın ağır cezalarla karşılandığı ortamlar çocuk içinde öfke yaratır ve daha çok suç ve şiddet eğilimi içinde olmasına yol açar. Aile içinde şiddeti gözlemleyen çocuklar, bunu kanıksayarak kendi hayatlarında da yaşarlar. Ses tonları, aile içinde bireylerin birbirleriyle kurdukları iletişimin şekli, sorunları çözme yolları önemlidir ve çocuk tüm bunları model alarak taklit yoluna gider. Şiddetle büyütülmüş çocuklar şiddete alışık olurlar ve gelecekte de hayatlarında şiddeti uygularlar.

PROBLEMLİ ÇOCUKLARA DAVRANIŞ BİÇİMLERİ

Bir davranışın sorun olup olmadığını belirleyen onun hangi yaşta ve yoğunlukta olduğudur. Örneğin, 5 yaşında bir çocuğun huysuzluğu ve öfkesi başka birine zarar vermediği sürece normal sayılabilir. Ancak yaşımızla beraber davranışın yoğunluğu artıyorsa problem ele alınmalıdır.

Gerek aile gerekse okul ve arkadaş çevreleri çocuklarımızın hayatında sağlıklı bireyler olarak yaşayabilmeleri için son derece önemli modellerdir. Anne-baba olarak bizlere düşen temel görevler vardır. Çocuğumuzun bir günü nasıl geçirdiğini sormak, sıkıldığı bir konu varsa paylaşmak, gittiği ortamları ve arkadaşlarını tanımak ve gelişmeleri uzaktan da olsa takip etmek, yaşının ihtiyaçlarına ve ailenin ekonomik durumuna uygun haftalık ve günlük harçlık vermek, çocuğun günlük yaşantısına duyarsız kalmamak… Burada önemle dikkat edilmesi gereken tüm bu yaklaşımların tarzının nasıl olacağıdır. Örneğin çocuğunuzun günün nasıl geçtiğini sormak paylaşmak için olmalıdır, ‘hesap sormak için’ değil. Çocuklarımız özellikle ergenlik dönemine doğru artık büyüdüklerini ve her şeyin doğru ve yanlışlarını bildiklerini sanırlar. Ailenin yargılayan, suçlayan ve hesap soran tavrı onları öfkelendirir ve aileden uzaklaştırır. Çocuk bu noktada yalana, daha ileri safhalarda da suça yönelir. Şiddet ve suç eğilimi doğuştan değildir. Yaşamın bireyleri şekillendirişi, aile ve okulun yakın çevre olarak hayatımıza kattıkları son derece belirleyicidir. Bir sorun gelişmişse ailelerin bu konuda önce kendilerini ve yakın çevreyi sorgulamaları gerekir. Anlayış ve iletişimin çözmeyeceği hiçbir sorun yoktur.