Efendimiz (s.a.v.) “Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet gününde Allah Teâlâ, yedi insanı, arşın gölgesinde barındıracaktır.” buyurmaktadır. Bunlardan birisi de: “Birbirlerini Allah için seven ve buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan” buyurmuştur. (Buhari, Ezan 36)
Yani birbirini Allah için sevenleri, Allah için dost olanları kastetmektedir. Açıkça görülüyor ki, İslam’da dostluk çok önemli bir kavramdır. Bu nedenle hem dost olmak hem de dostları çoğaltmak İslam’ın çok önem verdiği bir erdemdir.
“İyi arkadaşla kötü arkadaşın misali, misk taşıyanla körük çeken insanlar gibidir. Misk sahibi ya sana kokusundan verir veya sen ondan satın alırsın. Körük çekene gelince, ya elbiseni yakar yahut da sen onun pis kokusunu alırsın.” (Buhari, Büyû 38)
“Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin.” (Ebu Davud, Edeb, 19)
“İnsan sevdiği ile beraberdir.” (Buhari, Edeb, 96)
“Mü’min, mü’min kardeşinin aynasıdır.” (Ebu Davud, Edeb, 49) gibi hadisi şerifleri de dostluğun önemini ortaya koyuyorlar.
Yüce Rabbimiz de Kur’ân-ı Kerîm’inde: “Allah, iman edenlerin dostudur…” (Bakara, 2/257) diyerek müminlerin dostu olduğunu bildirmekte ve dolayısıyla müminleri de kendisiyle dost olmaya davet etmektedir. Bu yüce iltifata mazhar olmak için gayret etmek, aklı başında her müminin elbette öncelikle amacı olmalı…
Şüphesiz ki İslam tarihi içinde, müminlerin ortaya koydukları çok güzel dostluk örnekleri var… Mesela Hazreti Peygamberin (s.a.v.) ashabına (r.a.) dostluğu ve ashabın da gerek Efendimizle gerekse kendi aralarında ortaya koydukları dostluklar gibi.
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır...” (Tevbe, 9/71) ayeti bu dostluğun iman mayası ile yoğrulduğunu açıklıyor... Aynı ayetin içinde Rabbimiz dostluğun şartlarını ise şöyle özetliyor:
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe, 9/71)
Yalnız ki, dost olmak da dost bulmak da hiç kolay değildir… İslam büyükleri dostluğun tarifini çok güzel yapmışlar.
Mesela, ünlü İslam âlimi Şeyh Sâdî der ki: “Dostlar zor zamanda işe yararlar. Gerçek dostluk, o zaman belli olur. Yoksa sofra başında düşmanlar bile dost görünürler.” diyerek gerçek dostluğun hakikatini iki cümle ile özetlemiş.
Hazreti Mevlana da “Bir kılıcın dayanıklılığına, sert bir cisimle çarpıştığında, kırılmaz sağlam kalırsa güvenebilirsin, dostlar da öyle anlaşılır.” diyor...
O zaman böyle denemelerden, imtihanlardan geçmeyen dostluklara pek güvenmemek gerekir... İşte bu nedenlerle de dostluk birdenbire olmaz, dostluk zamana bağlı bir erdemdir.
Dostluk zamana bağlı bir yaratmadır
Allahu Teâlâ’nın zamana bağlı yaratmaları vardır. Dostluk da zamana bağlı bir yaratmadır. Dostlukta fedakârlık vardır, emek vardır, o yüzden kıymetlidir. Sebepler âlemi denilen bu dünya hayatında zamana bağlı yaratmalar çoktur. Mesela evrenin yaratılışı bile böyledir. Allah (C.C.) evren’i yaratırken “ol” diyerek onu bir anda yaratabilirdi, ama öyle yapmadı. 15 milyar yıl gibi bir süreçte, belirli evrelerden, belirli tekâmüllerden geçirip tedricen yarattı. Yine bir annenin, çocuğunu doğurması da tedricen bir yaratmadır. Allah (C.C.) ol deseydi olurdu, ama bir anne çocuğunu 9 ayda doğurur. Bunun için ne sıkıntılar, stresler, gerginlikler, korkular yaşar. Bu tedricen yaratılışın çok çeşitli hikmetleri vardır. Bu hikmetlerinden birisi: bir anne kendi çocuğuna çok emek verdiği için çocuğa daha çok değer verir, çocuğu daha çok sahiplenir ve sever.
İnsanoğlu yaratılışı gereği ilk tanışmada birini sevebilir, ama onunla hemen dost olamaz. Dostluk için belirli bir zamanın geçmesi, kişilerin dostlarını denemesi, test etmesi, imtihanlardan geçirmesi gerekir.
İnsanların bu dünya hayatında tanıdıkları, arkadaşları ya da dostları olur. Arkadaşlarımız aynı zamanda dost adaylarımızdır. Yani onları dost olarak değil, dost adayı olarak görmek gerekir. Çünkü dostluk yukarıda da anlattığımız gibi zamana bağlı bir değerlendirmedir. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ashabı bile dostluklarında aynı değildiler. Yani Peygamberimize hepsi dost olamadılar. O’nun (s.a.v.) dostları Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali idi… Bu meseleyi böyle anlamak gerekir.
Şüphesiz İslam tarihi iftihar vesilemiz güzel dostluk örnekleriyle dolu...
İnikas yani benzeşme dostluğa bağlıdır
Bizim iki amacımız olmalı. Birinci amacımız Allah’a (C.C.) dost olmak, ikinci amacımız Allah (C.C.) için dostlar elde etmek ve dostlar kazanmak, onun için de dostluk yapmak.
Dostluk sadece Allah (C.C.) için birbirini sevmek değildir. Sevgi, fedakârlık, diğergamlık gibi erdemlerle birleşince dostluk oluşur. İnikas yani benzeşme de dostluğa bağlıdır. Hiç kimse durduk yere “Ben bugün sigaraya başlayayım.” deyip sigaraya başlamaz. Bütün kötü alışkanlıkların başlangıcında kötü dostların, kötü arkadaşların tesirini görürüz. İçki, kumar, gibi tüm zararlı alışkanlıklar kötü arkadaşların, kötü dostların eserleridir. Dolayısıyla “Üzüm üzüme baka baka kararır.” atasözünde olduğu gibi iyi dost adamı iyi, kötü dost da kötü yapar.
O zaman “Dost mu üstündür, yoksa anne baba mı üstündür?” diye sorsak, dost daha üstündür demek gerekecek? Elbette ikisinin de yeri ayrı olsa da insanın hayatına etki ve katkısı anlamında dostluklar daha üstündür. Mesela anneni seversin ama onunla dost olamayabilirsin. Ancak hem sever hem de dost olursan bu daha güzeldir.
Evet, Allah (C.C.) için birbirini sevmek büyük bir ibadettir. Sevmek karşıdakinin iyiliğini en az senin kadar hatta daha fazla düşünmektir. Büyükleri büyük yapan sevgileri ve fedakârlıklarıdır. Sevgi ve merhamet duygusu birleşince şefkat duygusu ortaya çıkar. Bunların yanına güven, fedakârlık katarsan bu, dostluk olur.
Allah’a (C.C.) dost olmak için de kullardan başlamak lazım
Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün pazara gitmiş iki adet misvak almış. Misvakların birisi doğru diğeri eğri imiş. Eğri olanı kendine almış, doğru olanı arkadaşına vermiş. İşte dostluk böyle bir diğergamlık, fedakârlık, cömertlik gibi erdemleri de içinde barındırır. Bu nedenle eğer Allah dostu olmak istiyorsak bunun en kolay yolu, iyi insanlarla dost olmaktır. Sevginin kemali fedakârlıktır. Fedakârlığın akabinde de ele geçen dostluktur. Sadece menfaatlerinin peşinden giden bir insan Allah’a ve başka kimselere asla dost olamaz.
En büyük dost, Allah’tır. Allah’a dost olmak için de kullardan başlamak gerekir. Eğer Allah (C.C.) dostu olmak istiyorsak buna insanlardan dostlar kazanarak başlamalıyız. Çünkü dünyada dostlarının olması, Allah (C.C.) dostluğuna gidecek yolun da aynı zamanda bir merhalesidir...
Kıldığımız namazlar, tuttuğumuz oruçlar, bizi mahşerde kurtarmayabilir. Allah korusun doğrudan cehenneme gidebiliriz. Bu ibadetlerimizle beraber güzel ahlaklı olmak, yakınlarımıza, iyi insanlara dost olmak her zaman daha garantili bir kurtarıcıdır.
İyi ahlaklı olmak zordur. İrade ister, sabır ister, nefis ile ciddi mücadele ister. Menfaatinin zıttına davranmak ister. Bu nedenle de güzel ahlak Allah katında faziletçe imandan sonra gelir, bütün ibadetlerden üstündür.
O zaman dost olma mücadelesi vermek lazım. Herkes burada birbirine dost olabilir. Ya dost olabileceği arkadaşları seçip onlarla dostluğunu geliştirip Allah için ahirette, “Allah’ım işte bu kardeşim benim dostum.” diyebilir. Dostluğun manevi kârından, faydasından ahirette faydalanabilir.
İnsanlar dostlukla mutlu olur
İnsanoğlu yaratılışı gereği dostlukla mutlu olur. Egoist adam, bencil adam, zevk alır ama mutlu olamaz. Mesela baban ölse, sen bu acıyı içinde alabildiğine yaşarken, sana baklava ikram etseler, bu baklavayı yerken yine onun tadını alırsın. Ama bu sende mutluluk meydana getirmez. Bedenin bazı işler ve yiyeceklerden lezzet alması ile mutluluğu karıştırmamak gerekir. Mutluluk ruhun zevkidir ki bu manevî bir şeydir. Bunun için insanın bedeni acı çekerken dahi ruhu mutlu olabilir. Mesela sevdiklerimiz için yaptığımız fedakârlıklar bizi bedenen yorsa da bundan ruhumuz haz alır.
Aile içi ilişkilerde de dostluk önemlidir
Baba evlat, baba eş ilişkilerinde de dostluk önemlidir. İnsan annesinin, babasının, eşinin ve çocuklarının dostu olmalı. Babanın, eşi ve evlatları ile ilişkilerinde dostlukla beraber Allah ilişkisindeki gibi bir korku da olmalıdır. Biz kullar, Allah’ı (C.C.) çok sevmeli hatta aşk derecesinde sevmeliyiz ama aynı zamanda korkmalıyız da… Allah (C.C.) kul ilişkisinde korku olmazsa olmaz bir duygudur. Zira korku duygusu büyük bir itici güçtür. İnsanlar, günahlardan sakınmaya, kötülüklerden uzaklaşmaya daha çok bu korku duygusu ile muvaffak olur.
Babalar çocuklarına dost olmalı ama vakarlarından taviz vermeden…
Allah (C.C.) kul ilişkisinde olduğu gibi aile içi ilişkilerde de sevgi ve korku iç içe olmalı… Senden korkmayan evlat sana asla saygı duymaz. Çocuğunu çok mu seviyorsun o zaman çocuğun senden gerektiği kadar korksun da… Korkarsa inan seni daha çok sever. Babalıkta korku ağır basacak ama seni de aynı zamanda sevecek.
Buradan şunu çıkarmalıyız: Babalar ev hayatında, aile içi ilişkilerde vakar ve saygınlıklarını asla yitirmemeliler. “Evde aile reisi olan bir baba da çocuklarına karşı çok sevecen, merhametli, şefkatli, cömert, güler yüzlü yani dost olmalı ama vakar ve ciddiyetini de her zaman korumalıdır. Çocuklarının iyi yetişmesi için bir babanın bu ayarı iyi tutturması gerekir. İyi bir eğitim için bu tavır kaçınılmaz bir zorunluluktur. Mesela, biz Vali olsak, Bakan, Başbakan olsak vakarlı olmamız nasıl gerekliyse aile içinde de bu saygınlık korunmalı. Yoksa ev içindeki idareciliğimizi gerektiği gibi yerine getiremeyiz. İslam, otorite boşluğunu, disiplinsizliği sevmiyor. Aile içi ilişkilerde otorite İslam’ın koyduğu ilkelerdir. Bunun uygulayıcısı ise erkektir…
Allah’a (C.C.) emanet olun.