İslam kültüründe ve irfanında “kalbe” yüklenen anlama dair neler söylenebilir?
İslam dininde kalp, sadece fizyolojik bir organ olarak değil, aynı zamanda insanın inanç, düşünce ve davranışlarının merkezi olarak görülür. İslam inancında güzel bir davranışın salih amel olarak kabul edilmesinde imanın, niyetin ve ihlasın hayati bir rolü olduğu bilinmektedir. Bu bağlamda, imanın, niyetin ve ihlasın merkezi olan kalp, hem sevgi, şefkat, merhamet gibi olumlu duyguların hem de kin, nefret, öfke gibi olumsuz duyguların merkezini teşkil etmektedir. Bir duygunun etkililiği, doğrudan kalpten gelmesiyle doğru orantılıdır. İnsanoğlunun en önemli yükümlülüğü olan imanının da geçerli olması kalpten ve samimi olması ile mümkündür. Bu nedenle kalp, imanın tezahür ettiği, yani bireyin Allah (c.c.) ile olan inancını somutlaştırarak O’na itaat ve ibadet eylemlerini gerçekleştirmesine zemin hazırlayan bir organ olarak önemli bir konuma sahiptir. Herhangi bir amel veya ibadetin dini açıdan geçerliliği, öncelikle niyet ile doğrudan ilişkilidir. Niyetin de merkezi olarak kabul edilen kalp, bireyin ibadetlerindeki samimiyet ve ihlasın da kaynağıdır. Bu bağlamda, bir amel veya ibadetin makbul sayılabilmesi için kalpteki niyet, ihlas ve samimiyetin belirleyici olduğu söylenebilir. Bu durum, Bakara suresindeki “Allah, sizi kasıtsız yeminlerinizden dolayı sorumlu tutmaz, fakat sizi kalplerinizin kazandığı (bile bile yaptığınız) yeminlerden sorumlu tutar.” (Bakara,2/225) âyet-i kerîmesi ile de desteklenmektedir. Zîra Yüce Allah (c.c.), kasıt olmaksızın dil alışkanlığı ile yapılan yeminlerden dolayı kişiyi sorumlu tutmamaktadır. Bu ayet, bireyin sorumluluğunun, dışsal davranışlardan ziyade içsel niyet ve kasıtla doğrudan ilişkili olduğunu göstermektedir.
Küfrün ve şirkin karanlığına gömülmüş kalpleri iman ve tevhîd nuruyla aydınlatan Peygamber Efendimiz (s.a.s.): “Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün ...
Yazının tamamını dergimizden okuyabilirsiniz.