İnsan İlişkilerinin Temeli

Korkmaya yazdığım yazım, bir nebze içimdeki duyguları da önüne katarak büyüyen kartopu misali kalemimin ucunda… Mürekkep, kalemin dili. Beyaz sayfayı dolduran kelimeler ise birer araç ve araç olmaktan ibaret. Peki hayatımız için, insanlarla olan ilişkilerimiz için en önemli araçlar neler ve biz bunların ne kadarını doğru bir şekilde kullanıyoruz? Ailemizde, işyerimizde, yolda ve aklınıza gelebilecek yerlerde insanlarla ilişkilerimiz nasıl ve neye dayalı? Merhamete mi, acımaya mı, adalete mi, yoksa tahammüle mi? Etrafımızdaki en yakın insandan en uzağa kadar insanların oluşturduğu dairenin merkezinde ne var?

Yaşamımız her birimize göre çeşitli zorluluklarla dolu. Kimimize göre çileyle, bazılarına göre ise mücadeleyle geçiyor. Günler, aylar geçiyor ve kum saati hep aleyhimize işliyor. Geçen bir saniye bile geri alınamazken biz ne yapıyoruz? Sosyal ilişkilerimizi düzene koymaktansa "aman canım"ların girdabında kayboluyoruz. Kaale almaktansa umursamamayı, sabretmektense sadece tahammül etmeyi tercih ediyoruz. Sevmek yerine ise kabuğumuza çekilmeyi, bencilliğimizi daha da ağırlaştırırken maalesef merhametimizi ve adaletimizi terazinin ağır basmayan tarafına koyuyoruz. İşte hayat dairemizin merkezinde yaşayan tehlikeli duygular…

Oysa annemizi, babamızı, ailemizi, arkadaşlarımızı doğal olarak severiz. Onlar için herşeyi göze alırız, merhamet ederiz. Peki, ya bu çemberin dışında kalan insanlar? Onlarla ilişkilerimizde ne kadar samimiyiz, ne kadar saygı duyuyoruz? Bu çemberin içinde kalan insanlar için de kendimizden ödün vermediğimiz de olmuyor mu? Bu tablo, insana çarpım tablosunu hatırlatıyor. Sevgiyi saygıyla çarpınca sonuç samimiyete götürüyor. Ne olursa olsun çemberin içinde kalanlar için… Bencilliği anlayışsızlıkla çarpınca merhametsizlik ortaya çıkıyor, çemberin içinde ve dışında kalanlar için… Bu bileşenler kimine göre değişebilir. Ancak bu, onların hayatımızda yer almadığı gerçeğini, insanları sevmesek bile saygı duymamız gerekliliğini değiştirmez.

Kocaman bir çember yapalım, hayatımızı ve kalbimizi de merkezine koyalım. Kalbimizin nasıl olmasını istiyoruz? Bizi yaratan, bizim kalbimizin nasıl olmasını istiyor?
Elbette içi sevgi, merhamet, sabır ve adaletle dolu olmasını ister ve hepsine sahip olacak kadar TALEP VE İSTEK...

Bize düşen, bu merkezi daha da güzelleştirmek ve bu çemberi genişletip farklı insanlara kucak açmak, açılmak…

En başta bizi yaratana açmalı yüreğimizi. O'ndan bihaber yaşayan gönül ziyandadır. Allah sevdiği kulunu kullarına sevdirirmiş. Kullarının kalbine o sevme duygusunu koyarmış. Kalp orada yumuşar, hassaslaşır ve çağlar. Fakat Rabbi'nden uzakta yaşayan yürek var ya, işte o hüsrandadır. Kurumuş ağaç gibi, kızgın çöl gibidir. Yalnız ve verimsiz. O'nun yarattıklarına karşı da hep mesafeli durur. Sevdiğini sanır serap misali, gerçek sevmelerden uzak. O uzaklık insanı iç alemine bir götürür ki bencilliğinde hapseder ve sürekli kendi dev aynasından dünyaya bakan biri olur… Çemberin merkezinde bencillik padişahı otururken kim sevmeyi, meşakkati, acıları, ödün vermeyi göze alacak, sabredecek, hiç değilse tahammül edecek!..

Evet sabretmek, iç aleminde insanı Rabbi'ne yaklaştıran, sosyal yaşamda ise ilişkilerin tabir yerindeyse omurgası gibi, iskeleti gibi, yemeğin tuzu gibi. Tuzsuz yemek yavandır. Sabırsız her duygu da yavandır, çıplaktır. Hastanız var mesela. Kim olursa olsun ona merhamet edersiniz, herşeyiyle ilgilenirsiniz. Fakat "bir yere kadar" deseniz bile sabırla yoğrulmuş bir merhamet duygusu sizi sarıp sarmalarsa hastalık da bakmak da size ağır gelmez.

Ve gerçek sabır duygusu, neye nasıl sabredebilmek gerektiği ölçüsünde Allah'a teslimiyet; iskeletin eti olur, bedeni olur. Rabbi'nden geldiğini bilmek ise o bedenin ruhu olur…

Gerçek anlamda sabretmeyip olanları kabullenmek, ben ne yapsam da zaten sonuç bu olacaktı demek tahammülün ta kendisi. Mecburum bunu çekmeye, başa gelen çekilir demek de, birileri bunun sabır cümlesi olduğunu zannetse de tahammülün ta kendisidir. İşte sabrettiğini sanıp mükâfat beklemek de insanı sevapların hayallerinde yüzdürür.

Sabretmek, kendini bir kenara koyup Allah'tan geldiğine sonuna kadar inanıp, bu konuda hiç tereddütsüz severek razı olmaktır. Ve yakınmadan, dövünmeden sessiz bir yakarıştır…
Her anlamda, herşeyde, insanlarla olan her ilişkimizde sabretmek, Rabbimiz'in katında bize mükâfat kazandırırken kalbimizde derin ve sarsılmaz bir yer eder. Duygularımızı, inandığımız değerleri korur, insanlara ve yaratılan herşeye sorgulamadan, yargılamadan daha da yaklaştırır. Allah'a yaklaştırır. Allah'a yakın olan ise kullarının yakınında, içinde, arkasında ve yanındadır.

Bizi sosyal varlık olarak yaratan Allah, bize bu araçları doğru anlamda kullanmak için vermiştir. Bizim üstümüze düşen en büyük kul olma görevlerinden biride, hayatımızı saran dairenin merkezindeki kalbimizi düzeltmek, insanları sevmek, onlara ve olanlara Rabbimiz'i razı etmek için sabretmek ve bunu en içten istemek…

İstemek…

TALEP ETMEK…