Her etkileyici iletişimde değişmez dört temel unsurun varlığı göz önünde bulundurulur. Bunların her birinin çeşitli özellikleri, hem teker teker hem de birbirleriyle etkileşim içinde iletişimin etkinlik derecesini belirler. Bunlar; kaynak, mesaj (ileti), araç(kanal) ve alıcı (hedef)dir.
1. Kaynak
Mesajı düzenleyen ve ileten kişi ya da kişilere kaynak denir. Kaynak, iletişimin başladığı yer ya da kişidir. Mesajlar ile mesajların etkisi, geldikleri kaynağa göre yorumlanır. Yakınmalar ve övgüler geldiği kaynağa göre değerlendirilir. Kaynağın sunduğu, ilettiği mesajın dinleyiciler tarafından kabul görmesi, onların tutum ve davranışları üzerinde etkili olması, kaynağın inanılır ve güvenilir görülmesine bağlı olduğu anlaşılmıştır. Hangi kaynaklara daha çok inanılır ve güvenilir? İnanılır ve güvenilir olmak için kaynağın hangi özelliklere sahip olması gerekir? Bu sorulara cevap bulmak için yapılan araştırmalar; toplumda yüksek saygınlığı olan, alanının uzmanı olan, iletişimi kendi kişisel ya da grupsal çıkarı için kullanmayan, tarafsız, art niyetsiz, samimi ve hasbi davranan kaynağın daha inanılır olduğunu ortaya koymuştur.
Bu bilgiler ışığında diyebiliriz ki, din hizmeti yürüten kişi, kurum ve kuruluşlar, yaptıkları hizmetin niteliğine uygun olarak toplumda saygınlık ve güvenirlik katsayılarını sürekli yüksek tutmak zorundadırlar. En başta da, yapılan din hizmeti karşılığında cemaatinden herhangi bir çıkar beklentisi içinde olmamalıdırlar. Kendi şahısları bir yana, camisi için para toplayan din görevlilerinin bile, cemaatin bir kısmı tarafından hoş karşılanmadığını ortaya koyan araştırmalar vardır.
Toplumumuzdaki insanların bilgi ve kültür seviyesi sürekli artmaktadır. Özellikle büyük kentlerde çok hızlı bir değişim görülmektedir. Yükseköğrenim görmüş, dünyadaki gelişmeleri yakından izleyen, farklı kültür ve hayat tarzları arasında karşılaştırmalar yapabilen, sorgulayıcı ve araştırıcı bir yaklaşımla olaylara bakan bir dinleyici(cemaat) kitlesi oluşmuştur. Bu gelişmeler karşısında din hizmetlerinin etkin ve verimli olabilmesi, ancak bu görevi yapan kişilerin mesleki kalitelerinin yükseltilmesine bağlı gözükmektedir. Halkın bilgi ve gelişmişlik seviyesinin gerisinde kalan, eski bilgi ve anlayışlarını ısrarla sürdüren kimselerin eliyle yürütülen bir din hizmetinin tatmin edici sonuçlara ulaştırması beklenemez. Bu bakımdan, din görevlilerinin öğrenim seviyelerini sürekli olarak yükseltmeye yönelik düzenlemelere gidilmesi, lisansüstü akademik çalışmalara özendirilip teşvik edilmesi, bu yola girmiş olanlara bazı imkân ve kolaylıklar sağlanması büyük önem taşımaktadır.
Televizyon ve radyo gibi geniş halk kesimlerine seslenen iletişim araçlarında dini konuların, araştırmalarıyla tanınan ve geniş kabul gören, akademik unvana sahip, uzman kimseler tarafından anlatılması, kabul düzeyini artırıcı bir etki meydana getirmektedir. Buna karşılık, farklı yorum ve değerlendirmelere açık, ya da ancak uzman kişilerin içinden çıkabileceği bir kısım teknik ve ayrıntılı dini konuların ilahiyatçılar tarafından geniş halk kesimleri önünde tartışılmasının kafa karıştırıcı, şüphe uyandırıcı, güven azaltıcı bir etki meydana getirdiği de bir gerçektir. Bu bakımdan ilim adamlarımızın öncelikle kendi aralarında tartışıp uzlaşmaları gereken meseleleri halkın huzuruna taşımamaları, hem kendilerinin saygınlığı hem de samimi bir dini yöneliş içerisindeki kişilerin ruhi ve manevi sağlıkları açısından büyük önem taşımaktadır. Ayrıca, dini inanç ve değerlere art niyetle yaklaşan kimselerin haksız tenkit ve karalamalarının da önüne geçilmiş olur.
Kaynağın sevilen, beğenilen, tanınan, hoş ve sempatik bir kimse olması da iletişimin etkisini artıran kendi başına önemli bir faktör olarak bulunmuştur. İletişim kaynağı sevdiğimiz, tanıdığımız, beğendiğimiz bir kişi ise, açıkça bizi etkilemeye çalıştığı belli olsa bile bu etkiyi âdeta severek kabul etmekte, hatta belki de onu memnun etmek ister gibi davranabilmekteyiz. Sevgi her zaman etkiyi ve etkilenmeyi artırır. İnsanlar tanıyıp sevdikleri kimselere “evet” demek eğilimindedirler. Ayrıca sevilen, beğenilen iletişimci, alıcı için aynı zamanda taklit edilebilecek ya da özdeşim kurulabilecek bir model olarak belirebilir. Bir kişinin genel olarak sevilebilirlik derecesini etkileyen bir özelliği, fiziksel çekiciliği olarak ortaya çıkmaktadır. Araştırmalardan elde edilen bulgulara göre, iyi görünümlü kişilere otomatik olarak yeteneklilik, dürüstlük, incelik, zekilik… gibi özellikler yüklenmektedir. “Görünümü iyi ise her şey iyidir.” diyen bir bilinçaltının işbaşında olduğu söylenebilir.
Benzerlik ve tanışıklık da sevgiye yol açan diğer faktörlerdir. Kendimize benzeyen, kendisiyle sık sık karşılaştığımız insanları severiz ve onların isteklerine kolayca karşılık veririz. Bunun yanında, günümüzde beden dilinin önemi gittikçe daha çok fark edilmekte ve üzerinde durulmaktadır. Özellikle duygusal mesajların, ilişkiyle ilgili tutum ve tercihlerin aktarılmasında beden dili, sözsüz mesajlar en etkili faktördür.
2. Mesaj (İleti)
İletişimin başarısı, mesajı kimin verdiği kadar, ne söylendiği ve nasıl söylendiği ile de ilgilidir. Bu konuda yapılan araştırmalar mesajın, dinleyicinin görüşü ile benzer ya da farklı olması, tek yönlü/çift yönlü olması, bilgi/duygu ağırlıklı olması, olumlu/olumsuz içerik taşıması... gibi boyutlar içerisinde etkisinin ne olacağı üzerinde odaklanmıştır.
İletişimde dile getirilen görüşün, dinleyicinin sahip olduğu görüşten çok ayrı ya da çok benzer olması durumlarında önemli bir etki meydana getirmediği tespit edilmiştir. Birinci durumda, dinleyicinin direnme ve savunma mekanizmaları devreye girmekte, görüş farkı daha da abartılarak iletişimin hedefi, kaynağın istediği yerden daha uzaklara itilebilmektedir. İkinci durumda ise, arada zaten fazla bir fark olmadığı için dinleyici onu daha da küçülterek kendi görüşü ile aynılaştırmakta, böylece herhangi bir tutum değişimi olmamaktadır. Buna karşılık, orta derecede bir görüş farkı, dinleyicide tutum değişimi yönünde zorlayıcı bir etki meydana getirmektedir. Bununla birlikte, kaynağın inanılırlığı her durumda belirleyici bir rol oynamaktadır. Şöyle ki, dinleyicinin görüşünden oldukça farklı bir görüşü savunan bir mesaj, eğer yüksek inanılırlığı olan bir kaynaktan geliyorsa tutum değişimine yol açabilmekte, düşük inanılırlığı olan bir kaynaktan gelen ve dinleyicinin görüşünden çok az farklı bir mesaj ise reddedilebilmektedir.
Buna göre; dini konuların halka sunulmasında, yerleşik inanç ve alışkanlıklarla taban tabana zıt ya da şimdiye kadar duyulmamış çok yeni yorum ve değerlendirmeler taşıyan görüşlere yer verilmesinde oldukça dikkatli olmak gerekmektedir. Eğer böyle bir zorunluluk varsa, halk nezdinde itibar ve saygınlığı yüksek, sevilen-sayılan, otoritesi tartışmasız kabul gören kimseler vasıtasıyla bu hizmetin yürütülmesi en uygun yoldur. Ayrıca, köklü bir görüş değişikliğini hedef alan dini iletişimde, azdan çoğa tekniği uygulanmalı, tedrici bir şekilde ama yine de orta seviyede bir görüş farkı gözetilerek mesajlar sunulmalıdır.
Bir görüş, onun karşıtı olan görüş, iddia ve deliller de dikkate alınarak dile getirildiğinde, daha inandırıcı olmaktadır. Bu durumda dinleyicinin zihninde oluşabilecek şüphe ve tereddütler peşinen giderilmekte, mesajın aldatıcı bir propaganda olarak algılanarak reddedilmesinin önü kesilmektedir. Bununla birlikte, eğer dinleyicilerin bilgi, kültür ve zekâ seviyesi yüksekse, dinleyici mesajın muhtevası ile aynı görüşte değilse, konu iyi bilinen basit bir konu ise, karşıt görüş dinleyici tarafından biliniyorsa ve dinleyici daha sonra karşıt görüşün propagandasına maruz kalacaksa, bu şekilde iki yönlü iletişim daha etkindir. Bunun tersi durumlarda ise tek yönlü iletişimin daha etkin olduğu görülmektedir.
Günümüzde yabancı din ve ideoloji temsilcilerinin İslam dinine ve Müslümanlara yönelttikleri birçok iddia, itham ve itirazlar bulunmaktadır. İslam dini hakkında yeterli bilgisi olmayan kimseleri, özellikle bir arayış ve gelişme içinde olan gençleri ciddi olarak etkileyebilen bu tür olumsuz propagandalara karşı, çok iyi düzenlenmiş, akla uygun ve ikna gücü yüksek kanıtların zaman zaman topluma sunulması büyük önem arz etmektedir. Bu karşı görüşlerin görmemezlikten gelinmesi, dini iletişimin kabul edilebilirlik düzeyini düşürebilir. Küreselleşmenin dünyamızı sardığı ve kitle iletişim araçlarının bilgiyi her alana ulaştırdığı bir ortamda, tek taraflı olarak sadece İslam’ın kendi doğrularını dile getiren, övücü ve yüceltici bir söylemle yetinmek, günümüz insanı için tatmin edici olmayacaktır. Kur’ân’ın hitap tarzı incelendiği zaman, karşı görüşlere kapalı ve tek yönlü olmadığı, aksine indiği dönemdeki tüm muhalif grupların itiraz ve görüşlerini ciddiye alarak, bunların geçersizliklerini ortaya koyduğu görülebilir. Aynı bakış açısının günümüz için de geçerli en etkin ikna yolu olduğu açık bir gerçektir.
Bununla birlikte; dar ve kapalı çevrelerde, dinine samimi olarak bağlanan ve yaşamaya çalışan, kültür seviyesi düşük kimselerden oluşan cemaat ortamlarında, İslam karşıtı görüşlerin ya da ilmi seviyesi yüksek dini delil ve yorumların; ihtilaflı, tartışma ve farklı yorumlamalara açık dini meselelerin dile getirilmesinin, dinleyenler üzerinde olumsuz etkilere yol açması da kaçınılmazdır.
İletişimde mesajlar, ya düşünce ya da duygu ağırlıklı olmak üzere iki kısma ayrılır. Yalnızca akla ya da yalnızca duygulara hitap eden mesajların yer alması, pek uygun görülmemektedir. Yerine göre bu iki tür mesaja da yer verilmesi, ikna ediciliği güçlendirici ve kabul düzeyini artırıcı olmaktadır. Ancak burada işlenen konular kadar, dinleyicinin özelliklerinin belirleyici olduğu kabul edilmektedir. Akla hitap eden mesajların daha çok eğitim ve zekâ düzeyi yüksek olan kimseler üzerinde etkili olabileceği; duygusal muhtevalı mesajların ise daha çok eğitim ve zekâ düzeyi düşük kimseler üzerinde etkili olabileceği öngörülmektedir. Bununla birlikte, iletişim konusu dinleyiciyi ne kadar ilgilendiriyorsa, ona ne kadar yakınsa, duygusal nitelikli bir mesaj o ölçüde etkili olabilir. Çünkü insanlar ancak ilgilendikleri konularda duygusal olabilirler, aksi takdirde duygusallık tuhaf olarak nitelendirilip şüphe ile karşılanabilmektedir.
Korku uyandırıcı mesajların ne ölçüde etkili olduğunu aydınlatmaya yönelik bazı araştırmalar şu gerçeği ortaya koymaktadır: Az bir korku uyandırma, iletişimin etkililiğini artırırken, çok fazla korkutma kötü ya da tersine sonuçlar verebilmektedir. Bunun yanında, korku uyandırıcı iletişimin dinleyiciyi istenen davranışa yöneltebilmesi için bu davranış hakkında anlaşılabilir ve uygulanabilir basit yönerge ve yol göstermelerin çok yararlı olduğu görülmüştür.
Dini öğretim ve irşat hizmetlerinin günümüze uzanan ve gelenek hâline gelmiş yöntemleri içerisinde, kişinin kendisi hakkında olumsuz duygular uyandırmaya yönelik, korku yaratıcı ve cezalarla tehdit edici mesajlara daha çok başvurulduğu bilinmektedir. Bu tekniğin bazı kişileri belli durumlarda dine güdüleyici olumlu bir etkisi olsa da çoğu zaman ters tepen olumsuz etkiler yaptığı görülmektedir. Günümüz insanlarının sevgi, müjde, umut ve mükâfat içeren olumlu dini mesajlara daha çok ilgi duyduğu ve bu yolla dini davranışlara daha çok motive olduğu söylenebilir. Özellikle cehennem korkusu, Allah tarafından cezalandırılma tehdidini içeren mesajlara karşı tepkisel tutumlara her yaştaki insanlarda rastlanabilmektedir. Çocuklara yönelik dini eğitim programlarında korku uyandırıcı anlatımlar, esas itibariyle son derece yanlış ve sakıncalıdır. Gençlerin dini eğitim ve irşatlarında ise dengeli ve ihtiyatlı şekilde zaman zaman korku ve suçluluk duygusu uyandırıcı mesajlardan yararlanılabilir. Özellikle saldırgan tabiatlı kimselerin “cezacı” iletişimi, “yumuşak” iletişimden daha fazla kabul etme eğiliminde oldukları göz önüne alınırsa, bu konuda dinleyicinin özelliklerinin belirleyici olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim yetişkin ve özellikle yaşlılar için güven ve umut verici, bilgiden çok dini hayatı daha iyi yaşamanın pratiğini gösterici, bizzat kendilerinin dile getirdikleri sorulara cevap oluşturucu mesajların ilgi çekici ve etkileyici olduğu söylenebilir.
İletişimin, hedef aldığı kimselerin inanç ve düşüncelerini, hayat tarzlarını değiştirme konusunda açık bir davette bulunması durumunda “direnme” ile karşılaşma ihtimali her zaman yüksektir. Dini değerlerin kalıcı hâle getirilmesinde, dolaylı ve üstü örtülü anlatımın zengin imkânlarından yararlanmak en uygun yollardan birisidir. Olayların tabii akışı içerisinde kişiye yeni bir bakış açısı sunan bir durumla karşı karşıya kalan bir kimse bundan çok fazla etkilenebilmektedir. Çünkü bu tür bir iletişim doğrudan kişiyi etkileme amacı taşımadığından, yani art niyetle yapılan bir “propaganda”ya benzemediğinden daha güvenilir olarak algılanmaktadır.
Bu bilimsel gerçek, dini/ahlaki anlatımda kıssa ve hikâyelere neden çokça başvurulduğunu bize açıklamaktadır. Dini iletişimde kıssa ve hikâye yoluyla mesaj aktarımının iki bakımdan önemi vardır. Birincisi: Dini hakikatler fizik ötesi(gayb) âlemle ilgili olduğu için, bunları ifade etmede “sembolik” ve “çağrışım yaptırıcı” bir dilin kullanılması kaçınılmazdır. İkincisi: Kur’ân’ın asıl hedefi insanlara bilgi vermek değil, onların ahlâk ve zihniyet dünyalarında bir dönüşüme yol açmak olduğundan, bunun en etkili yolu, insan kavrayışının en bütüncül yönüne seslenmektir. Beynimizin sağ yarım küresinin bağlantılı olduğu bütüncül düşünce ve kavrayış sezgisel, ilişkisel ve metaforik bakış açısı, beynimizin sol yarım küresinin bağlantılı olduğu mantıksal, analitik düşünme yeteneği kadar önemlidir. Kişinin var olan yaklaşımlarında yapması istenilen değişiklikler, ancak sezgi ve fantazinin serbest bırakılmasıyla gerçekleşir. Bu anlamda kıssa, hikâye ve mitoslar, beynin bütüncül yeteneklerini etkileyici ve harekete geçirici bir öneme sahip bulunmaktadır. Dini konularda sembolik dilin tasvir edici olmaktan çok telkin edici, çağrışım yaptırıcı bir süreç olarak devreye girdiği kabul edilmektedir. Bu bakımdan dini öğretim ve irşat hizmetlerinin her seviyesinde kıssa ve hikâye dilinin bütün imkânlarından yerine göre yararlanmak önem taşır.
3. Araç (kanal)
İletişimde mesaj taşıyan sinyalleri; kaynaktan alıcıya ve geribildirimi de alıcıdan kaynağa taşıyan araçlar, kanallar vardır. İletişim; ya iletişim kuranın doğrudan, yüz yüze etkinliklerinden oluşur, ya da kitle iletişim araçları vasıtasıyla gerçekleşir. Kullanılan biçim, iletişimin oluşturulmasını ve anlaşılmasını etkiler. Bu sebeple, değişik iletişim biçimlerinin, yerine göre denenip kullanılması, iletişimin başarılı olması bakımından önem taşır.
Araştırmalara göre, iletişimde en etkili tarzın yüz yüze, doğrudan görüşme ve ilişkiye dayalı yol olduğu tespit edilmiştir. Araya başka vasıtaların(kitap, broşür, radyo, televizyon, internet...) girmesi, böylece kaynak ile alıcının ayrı düşmesi, etkinin gücünü azaltmaktadır. Şahsî etkinin çok daha fazla olması, yüz yüze ikna etmenin çok daha esnek olmasından ileri gelmektedir.
Yapılan araştırmalar, en etkili iletişim aracının “kişisel sunu” olduğu konusunda birleşmektedir. Bunu, radyo(sesli) ve yazılı-resimli (kitaplar, fotoğraflar vb.) iletişim izlemektedir. Televizyon ve filmler etkinlik açısından kişisel sunu ile radyo arasında yer almaktadır. Bununla birlikte, okul çağı çocukları üzerinde yapılan araştırmalar, filmlerin ve televizyonun, fikir ve tutumlar üzerinde uzun zaman kaybolmayan önemli bir etkisi olduğunu ortaya koymuştur. Televizyon ve filmler, programa daha yoğun katılma duygusu yaratabilmekte ya da belirli bir dizi kavramın benimsenmesini sağlamaktadır. Bunun yanında kitle iletişim araçlarının sosyal sistemin bütünü üstünde ezici bir gücü vardır. Kültürü süzgeçten geçirerek yönetirler, kültürel bazı unsurları öne çıkarırlar, bazı fikirlere önem kazandırır, diğer bazılarını değersizleştirirler, kültürel alanı kutuplaştırırlar. Kitle iletişim araçlarından geçmeyen mesajlar, toplumun değişimi üstünde çok küçük bir etkiye sahiptir. Kitle iletişim araçları, olayların ve değerlendirme etmenlerinin bütününden hareketle, olayları kollektif olarak hissettirmeye, koşullandırmaya ve bunlarla bir mesaj akımı oluşturmaya, dolayısıyla teknik yöntemlerle sosyal bünyeyi sulamaya çalışırlar. Özellikle Türkiye gibi toplumsal değişme ve kalkınma süreci içerisinde bulunan toplumlarda, kitle iletişim araçları, bireye yeni sosyal roller ve değerleri öğretmede ve pekiştirmede etkili bir araç olarak kullanılabilmektedir. Kitle iletişim araçları içerisinde televizyonun ayrı bir önemi vardır. Bunun sebebi, televizyon yayınlarının bir anda çok sayıda kişiye ulaşması kadar, ses, yazı ve görüntüye aynı zamanda yer verebilmesidir. Bu özellik onun etkileyici gücünü artıran önemli bir faktördür. Televizyon yayınları, en önemli duyu organlarının alıcı kapasitesini harekete geçirerek, kişinin bütün algı dünyasını etkileyebilmektedir. Ancak, burada “önce cezbet, sonra ikna et” kuralına göre düzenlenen yayınların daha etkili olduğu ve reklamcılar tarafından yaygın şekilde kullanıldığı bilinmektedir. Son zamanlarda internet yoluyla iletişimin sağladığı imkânlar, bilginin uluslararası düzeyde dolaşım ve değişiminde çok büyük ufuklar açmıştır.
4. Alıcı (Dinleyici)
Her çeşit insanı kapsayacak evrensel tek bir hitap biçimi imkânsız denecek kadar zordur. Çünkü iletişimde mesaja repertuarını empoze eden alıcıdır. Alıcıya ait olmayan tüm unsurlar, gösterge olarak tanınamaz; alınabilir, fakat algılanamaz, kavranamaz. Kaynak, alıcıya anlam değil mesaj iletebilir; fakat bu mesaja herkes kendine göre anlamlar verebilir. Bizim karşımızdaki kişiye anlattığımız bir şeyi o kendine göre anlayacaktır. Belki de ortaya, anlatılanlarla anlaşılanlar arasında büyük farklılıklar çıkacaktır. Başarılı bir iletişim, alıcı hakkında doğru ve yeterli bilgilerin elde edilmesi ve bunun dikkate alınmasına bağlıdır. Alıcı, ona sunulan mesajda kendini bulabilmelidir; olan bitenden hareketle, olacak üzerinde belirli bir tahmin yapabilmelidir. Yapılan araştırmalar, dinleyicilerin çeşitli özelliklerinin iletişimin sonucunu önemli ölçüde belirlediğini ortaya koymaktadır.
Alıcıya ait özelliklerin başında yaş gelmektedir. Çocuk ve gençlerin ikna olmaya daha açık, yetişkin ve yaşlıların düşüncelerinde daha ısrarlı oldukları ve yıllardır süregelen alışkanlıklarını kolay kolay değiştirmedikleri yönünde bulgular vardır. İnsanların ikna olmaya en açık oldukları yılların 18-25 yaşları arası olduğu, bu yaştaki insanların en fazla tutum değişikliği gösterdikleri tespit edilmiştir. Bazı araştırmalar ise, ikna yolu ile tutum değişimine en açık olunan yaşların 7-9 olduğunu göstermektedir.
Dini iletişimde çocuklara tek yönlü, basit, anlaşılabilir dini bilgiler yanında, daha çok somut dini uygulamalar ve örnek davranışların telkin edilmesi önemli gözükmektedir. Gençlere yönelik dini iletişimde ise çift yönlü, kendi kendilerine seçim yapma ve karar vermelerine yardımcı olacak, ışık tutacak bir yaklaşımın dikkate alınması gerekir. Bununla, gençlerin manevi değerleri keşfetme, özenme, önemli dinî şahsiyetlerle özdeşim kurmalarına yol açan bir iletişim tarzı ön plana alınmış olmaktadır.
Yetişkinlik dönemi, dini hayatın genel olarak canlılık ve denge kazandığı bir dönem olduğu için, bu dönemdeki insanlar daha çok inandıkları değerleri hayatın içinde gerçekleştirme, yaşadıkları hayatı inanç dünyaları ile birleştirme ihtiyacı duyarlar. Dolayısıyla bu yaştakilere yönelik dini iletişimde hayatı kolaylaştırıcı, pratik sorunlarla başa çıkma imkânı veren, ilişkileri güçlendirici konu ve yaklaşımlara ağırlık verilmelidir.
Hayatın diğer birçok alanlarında olduğu gibi dinî alanda da cinsiyet farkları bazen büyük önem taşıyabilmektedir. Erkekler olayları daha iyi yorumlayıp daha seçici ve dikkatli dinlerken, kadınların biraz daha duygusal, sezgisel ve parçacı yaklaştıkları görülmüştür. Kadınlar dinledikleri mesajın çok azını reddettiklerinden, onun çoğunu dinlerler. Erkekler ise mesajı dinlerken tüm mesajın genel bir yapısını oluşturduklarından dolayı, mesajdan daha tutarlı bir anlam çıkarırlar. Erkekler kadınlardan daha fazla söz keserler. Kadınlar erkeklere oranla konuşma ortamında daha fazla sessiz dururlar. Kadınlar konuşma ortamında daha az yarışmacı ve daha az sokulgan iken, erkekler daha fazla kazanmacı ve yarışmacı görünmektedirler. Sonuç olarak, erkekler daha fazla konuşup daha fazla söz keserken, kadınlar daha fazla sessiz kalmaktadırlar. Dini mesajları algılama ve yorumlamada kadınlarla erkekler arasında belirgin farklar göze çarpmaktadır. Genelde kadınların duygusal mesajlara daha açık oldukları ve erkeklere kıyasla daha kolay ikna oldukları söylenebilir. Olayların dramatik, acıklı yönleri kadınları derinden etkiler ve sarsar. Kalabalıklardan oluşan dini ortamların, kadınların dini ilgi ve duygularını coşturduğu görülür. Kaynağın konuşma tarzı ve dış görünümüne erkeklerden daha fazla önem verirler. Yardımseverlik, acıma, şefkat ve fedakârlık eğilimleri çok güçlü olduğu için bu yöndeki dini telkinleri kolayca benimser ve hemen uygulamaya yönelirler. Kadın dindarlığının daha çok mistik, hurafelere dayalı inanış ve uygulamalar içerdiği yönünde görüş ve gözlemler vardır. Fakat ülkemizde yapılan alan araştırmalarında, bunu tam olarak destekleyecek veriler elde edilememiştir.
İletişimde, dinleyicinin zekâ ve anlayış seviyesi, eğitim durumu, her zaman göz önünde bulundurulması gereken bir husustur. Dinleyici grubunun gerek okullarda aldıkları bilgiler, gerekse yaşadıkları hayatın içinde doğrudan edindikleri tecrübe ve kazanımları, olaylara bakış tarzını, gelecekle ilgili beklentilerini ve olayları denetleme ve yönetmedeki yeterliliklerini önemli ölçüde etkiler. Ayrıca kişinin eğitim düzeyi, onun diğer insanlarla ilişki tarzına, farklı inanç, görüş ve davranış biçimlerine göstereceği hoşgörü düzeyine, tutumlarının oturmuşluğuna, yoğunluğuna ve tutarlılığına da etki eder. Eleştirel düşünce ve kelime haznesinin genişliği de yine büyük ölçüde eğitim seviyesiyle ilgili olan bir husustur. Kur’ân-ı Kerim’de, üç farklı hitap tarzı ile dinî davet ve telkinin yapılması buyrulur: (Nahl 16/125). Bunlar: aklî ve bilimsel kesin deliller içeren “hikmet” yolu; güzel öğüt ve nasihatler içeren “mev’iza” yolu; karşılıklı diyalog, konuşma ve tartışmayı içeren “en güzel cedel” yolu olarak ifade edilmektedir. Buna göre, zekâ ve öğrenim seviyesi yüksek olan kimselere dini iletişimin aklî, ilmî ve felsefî terminoloji eşliğinde sunulması yerinde olacaktır. Buna karşılık, zekâ ve öğrenim düzeyi düşük kimseler için en etkili tarz, kolay anlaşılır, sık tekrarlara ve somut örneklere dayalı, kıssa ve hikâyelerle zenginleştirilmiş bir anlatım tarzıdır. Dini iletişimde, dinleyicinin durumuna göre tartışma, karşılıklı görüş alışverişinde bulunma da etkili şekilde kullanılabilir. Ancak bu tekniğin kullanılması son derece dikkat ve özen gerektirmektedir. Çünkü tartışma ortamında “direnme” ve “savunma mekanizmaları” çok kolayca devreye girebilmekte, bu da mesajın doğru olarak anlaşılması ve ikna sürecinin gerçekleşmesini engelleyebilmektedir.
Cemaat ortamının, kalabalık dinleyici kitlesinin, yapılan konuşma ve telkinlerden kolayca etkilendiği öteden beri bilinen bir gerçektir. İnsanlar kolektif bilinç ve grup kimliği içerisinde, tek başına olduklarından daha istekli ve canlı şekilde sosyal etkiye açık duruma gelmektedirler. Başarılı hatip ve liderler, cemaatin/kitlenin bu özelliğinden yararlanarak, onları etkileme ve yönlendirme imkânını çok iyi kullanmasını bilirler.