Son zamanlarda İlahi Sevgi’ye engel olduğu düşüncesinden hareketle Allah’tan korkulmaması gerektiği yönünde mühendislik projeleri hazırlandığı gözleniyor. Bu çalışmaların nedeni olarak da geçmişten günümüze kadar sürekli olarak korku kaynaklı cehennem ve azap temalarının işlendiği öne sürülüyor. Yaşam felsefesini sanal dünya üzerinden biçimlendiren zavallı yeni kuşak, Hristiyan algılarını çağrıştıran bir salt sevgi kurgusuyla yetişiyor. İslam kültüründe sevgi/korku kavramları terminolojik bakışla havf/recâ olarak kabul görmüştür. Bu kavramlar da statik değil dinamiktir. İmanın vücudu bu iki ayak üzerinde dengede durur. Bir adım öne atıldığında diğer ayak vücudun ağırlığını paylaşmak üzere hemen harekete geçer. Güncel öğretide kişiler salt sevgiye yönlendirildiğinde, denge noktasından kaymalar meydana geliyor ve tartıyı doğru göstermeyen bir terazi ile ölçüm yapmak kaçınılmaz hale geliyor. Bu mütevazı çalışmamızla sevgi-korku denkleminde değerleri uygun zemine oturtmayı düşündük.
SEVGİ - MUHABBET - MEVEDDET
Sevgi; yakın ilgi duymak, kendi varlığı ile yöneldiği hedef arasında kopmayacak bir bağlantı kurmak ve varlığını karşı tarafa akıtmak, transfer etmektir. Aslında sevginin tanımı yapılmaz; “tatmayan bilemez” denilerek zevk edilmesi istenir. Hedeflediği şeye göre çok çeşnili biçimlerde, envai tür sevgiden bahsedilebilir. Biz seven-sevilen bağlamında Vedûd olan Rabbimiz’in sevgisini konuşalım; Aslında Allah’ı, Peygamberimiz’i ve Dînî değerlerin tümünü sevmek asıldır. Bu asliyet elbetteki Allah ile ilintilidir. Sevgi asıl disiplin saikidir ve diğer değerler bunun çevresinde şekillenir. Sevginin kalitesi, derinliği, geçerliliği ve kabul edilebilirliği hayati önem taşır. Allah sevgisi taşıyan insanları büyüklerimiz iki sınıfa ayırmışlar;
I-Sevgileri Yüzeysel Olanlar
Bunlar, nimetlerin kaynağı olduğu için Allah’ı severler. Bu sevgi ellerine geçen nimetlerin azlığına ve çokluğuna göre değişir. Allah’tan güzellik ve iyilik görürlerse sevgileri artar, az ikram görürlerse sevgileri de azalır. Allah verdiğini geri alırsa onlar da sevgilerini geri çekerler. (Fecr 15-16) Bunlar Allah sevgisine başka sevgileri karıştırırlar. Yalnız cennetin köşk ve saraylarından, hûrilerden yararlanmak, orada zevk sürmek ve neşelenmek amacıyla kulluk yaptıkları için kazançları bu kadarla sınırlı kalacaktır. Bunlara daha ilerisi ve ötesi yoktur. İnsana canının arzu ettiği ve aklının erdiği şeyler verilir. Bu sınıfa dahil olanların anladıkları, bekledikleri ve ulaşacakları bu kadarla sınırlıdır. Bunlar resmi isterler; ressamı isteyecek kapasiteye ulaşamamışlardır. Hediyeyedir iltifatları; hediyeyi verene değil!
II-Özleriyle İçtenlikle Sevenler
Onların Allah sevgisi; kudret, ilim, hikmet ve mülkün gerçek sahibi Allah olduğu içindir. Onlar isim ve sıfatları idrak edenlerdir. Bütün nimetleri ellerinden alsa bile Allah’ı sevmeye devam ederler. Bunlar cennet ve içindekilerden ziyade, öncelikle mülkün sahibini isteyenlerdir. Bağlılık koltuğuna oturanlar, Allah’ın yakınında olanlar ve ilahi tecelliye kavuşarak akıl almaz zevklere boğulanlardır. Bu basiret sahipleri, derin bakış ve öze yöneliş yeteneklerine sahip olduklarından “Illiyyin Makamı” ile ödüllendirilirler. Bu makama müstehak olanların elde edecekleri güzellikleri akıl boyutuyla kavramak imkansızdır. Allah’ın cemalini bir kez müşahede etmek, sonsuza kadar cennette kalmaktan daha zevkli, daha keyiflidir. Bunlar ressama taliptir; ressam zaten resimler okyanusudur! Sevgi taşkın ve aşkın bir hale büründüğünde dağınıklık, kontrolsüzlük, disiplinsizlik gibi sekr duyguları ve dilde şatahatlar nüksedebilir. Böyle hallerde denge noktasını bulmak ve o güvenlik alanında durmak gerekir. Bast adı verilen bu gönül genişliği halinde reca’nın, ümitvar olmanın durgun sahillerine demir atmak lazım gelir.
Yüzeysel ve içten sevenlerin muhabbetleri arasındaki algı farkını İmam-ı Gazali (ks) şöyle anlatır; “Beş yaşındaki çocuk oyuncaklardan, şekerden, top oynamaktan zevk alır. Aklı o kadarına yeter. Yetişkin insanın zevkleri çok daha başkadır. Yetişkin insan, küçük çocuğa büyüklerin tattığı zevkleri anlatmaya çalışsa çocuk bunu anlamaz. İşte avamın Allah sevgisi ile seçkin insanların muhabbeti bu kadar farklıdır.”
Bir insanda İlahi sevginin işaret ve göstergeleri şöyle özetlenebilir:
I-Allah’a kavuşmayı ve O’nu görmeyi arzu etmek
Gönül, sevdiğini görmek ister. Görmek, bakmak değil bambaşka bir şeydir! Onun yanında ve onunla beraber olmak, onun çok yakınında olmak ister. Hasret çekmek ve ayrı kalmak istemez. Âşık sevgilisine kavuşmak ister. Muhabbet, sevgiliye kavuşma ve onun güzelliğini görme heyecanı içinde bulunan kalbi coşturur. Efendimiz “Kim Allah’a kavuşmayı sever ve isterse Allah da o kimseye kavuşmayı sever. Allah’a kavuşmak istemeyen kimseyle Allah da buluşmak istemez.” buyurur. (Buhari)
II-Kavuşmak Arzusuyla Ölümü İstemek
Âşık ölmeden Allah’a kavuşamaz. Ayrıca bütün sevdiklerimiz de ölümün ötesindeki âlemde bizleri bekliyorlar. Mevlânâ bu duygularla ölümü “düğün günü” olarak dillendirmiş (şeb’i ârûs). Dost, dosta ulaşmak iştiyakı içindedir. Bişr-i Hâfî “Ölümü ancak şüphede olanlar sevmezler.” buyurur. Ancak bu konu doğru anlaşılmaya muhtaçtır. Şöyle ki; sevgiliye kavuşma arzusuyla ölümü arzu eden kişinin; sağlıklı, rahat, mutlu ve huzurlu iken bunu istemesi gerekiyor. Efendimiz (sav) bunalımlı, sıkıntılı olanları, depresif ruh hâli yaşayanları, çok acı çekenleri intihardan korumak için “Ölümü temenni etmeyiniz!” buyurur. (Buhari) Kaderden kaçmak isteyenlerin veya öldükten sonra başlarına geleceklerden habersiz olanların böyle cahilâne dilekleri olabiliyor. İnsan iyi gününde, aşk ile, sağlıklı bir hâlet ile ve hasretle çıkış kapısını gözlemelidir. Allah’a kavuşmak arzusuyla ölümü beklemelidir. Aksinden hareketle Allah ve onun var ettiği tüm güzellikler ötelerde iken, bu çöplükte kalmak için ayak diretmenin sakîm bir kalbe, bir inanç bozukluğuna delalet ettiği açıktır. Dünyaya kazık çakmak isteyenlerin niyeti hiç de iyi değildir!
III-Allah’a Bağlılık
Muhabbet ehlinin bağlılığı çok kuvvetli olmalıdır. Hiçbir söz, hiçbir aslı olmayan haber veya nefsânî kuruntular onu bu muhabbetten ayırmamalıdır. İnsan maddî ve manevî değerlerini korumakta yürekli olmalı, sevgilisini savunurken en yüksek düzeyde taassup göstermelidir. Yeryüzünde herkes kâfir olsa bile o tek başına iman ve merbutiyet göstermeli, muhkem kaleler gibi dimdik ayakta durmalıdır. Bu, sevginin ve tahkîki imanın alametidir. Sevgide gevşeklik olmaz. Sevgilinin aleyhinde tolerans, hoşgörü olmaz; olamaz. Tam ve kusursuz sevmek gerekir. Tam ve olgun sevginin alameti de onun dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmektir. Hristiyanların Tevhid’den sonraki en hoşlanmadığı İslamî terminoloji, hubbu fillah ve buğzu fillah’tır. (Misyoner stratejistlere göre, Mesih bekledikleri ve Hz. Meryem’i sevdikleri için Müslümanlar Hristiyanlığa yatkındır. Onların gözünde her Müslüman potansiyel Hristiyan’dır. Bu noktadan hareketle diyalog ve hoşgörü bağları kurarak Müslümanların kalplerindeki kin ve nefret bariyerlerini yıkmak, onlar için bir mühendislik projesidir. Nefret duygularımız söndüğünde biz de bittik demektir. Henüz bir yol katedememiş olabilirler ama üzerimizde sabırla ve ümitle çalışıyorlar! Buna binaen tarihin hiçbir döneminde -Allah için nefret duygularını diri tutmak- bugünkü kadar önemli olmamıştır). Onu beğenmeyenleri sevmemelidir. Âşıklar, sevgililerinin delisi olur, onların hoşnut olmayacağı bir şey yapmazlar. İki zıt şeyin sevgisi bir kalpte, bir arada yerleşemez. Düşmanlarından nefret edilmedikçe, Allah’a dost olunamaz.
IV-Kur’an-ı Kerim Okumak
“Ya Resûlallah! Allah’ın en çok sevdiği amel hangisidir?” diye sordular. O da “Kur’an’ı başından sonuna kadar okumak, bitirince de tekrar başlamaktır.” buyurdu. Allah’ın kitabını okumak ve öğrenmek için toplanan kimselerin üzerine müthiş bir gönül huzuru iner. Onları Allah’ın rahmeti kuşatır, melekler o huzurda öbeklenirler. Ona selam olsun ki Efendimiz “Ümmetimin en faziletli ibadeti Kur’an okumaktır.” buyurdu. (Suyûtî) Abdullah b. Mes’ud “Birinin Allah’ı sevip sevmediğini öğrenmek istiyorsan, Kur’an’ı sevip sevmediğine bak!” buyurur. Kur’an’ı seveni Allah sever. Kur’an sevgiliden gelen mektuptur, kula referanstır. Âşıklar sevgiliden gelen bu mektubu okur, tekrar okur ve tekrar okurlar. Her okuyuşta sevgilinin sözlerinden farklı anlamlar çıkarır, farklı düşüncelere ve zevklere kapılırlar.
V-Kalp ve Dil ile Allah’ı Anmak Zikrullah
Bir şeyi çok seven onu çok anar. Âşık, sevgilinin adını dilinden düşürmez ve hep kalbinde hazır tutar. Bu zorlamayla değil kendiliğinden olur. Şarkıda geçtiği gibi, değil gündüzleri geceleyin rüyada bile sevgilinin ismi sayıklanır. Âşıklar sevgiliden bahsederken; “Onu unutamıyorum, kalbimden söküp atamıyorum, onu düşünmeden yapamıyorum!” derler. Yerde ve gökte bulunan herşey Allah’ı tespih eder; yani görevleri ne ise onu yaparlar. İnsan ise Allah’ı zikreder. Zikir, akıl ve şuur ile gerçekleştirilen bir eylemdir; yani insan da zikrederek sevdasının görevini yapar. Biteviye kaç kez sayıklar adını, kaç kez anar, lafı döndürüp dolaştırıp kaç kez ona getirir; kendisi de bilemez. Hakkı seven âşıkların eğlencesi tevhid olur.
VI-Usanmamak Yılmamak
Sevgi temelleri üzerine inşa edilen amele tembellik nüfus edemez. Zorluklarla karşılaşılsa bile sevgilinin hizmetinde bulunmak zevk verir. Belki beden yorulur, bitkin düşer ama kalp genişlediği için neşeli ve huzurludur. Allah’ın nuru kalbe aksettiğinde kalp genişler, nur çekilip gittiğinde kalp daralır. Usanmak, bıkkınlığın alametidir. Bu da sevginin tükendiğini gösterir. Kâfirlerin kalpleri daraldığı için, ibadet, Kur’an ve Dînî sohbetlere tahammülleri olmaz. Böyle bir ortama kazara düştüklerinde, konuyu değiştirmek istediklerini, infilak edecekmiş gibi iç sıkıntısı yaşadıklarını ve nihayet eteklerini toplayarak kalkıp gittiklerini görürüz.
VII-Onsuz Yapamamak
Çocuk oyuncağına sıkı sıkı sarılır. Ondan hiç ayrılmak istemez. Uykuya yatarken bile oyuncağına sarılır. Gezmeye gittiğinde onu yanında götürür. Elinden aldıkları zaman ağlar. Tekrar eline geçtiğinde sevincinden yere göğe sığmaz. Onu kendisine vereni veya hediye edeni de sever. Sevgiye gark olmuş insan tıpkı bu çocuk gibidir. Allah’tan başka hiçbir şeyde huzur bulamaz. Münkirin üç ruh halinden bahsedilir: Daima huzursuzluk, daima yoksunluk duygusu ve daima hırs. Görüldüğü gibi kâfir bile bu hayatı Allah’sız götüremiyor, yapamıyor, olmuyor. Keşke bilselerdi!... Bu üç maddeyi tersine çevirdiğimizde problemsiz bir insan portresiyle karşılaşırız. Bunun nedeni Allah ile kurulan daimi irtibattır.
KORKU VE İLAHİ KORKUYU GEREKTİREN NEDENLER
Korku ile zarara uğrayacağımız, tahrip olacağımız duygusunu yaşarız. Bizi aciz bırakan ve varlığımızı tehdit eden bir güç kaynağıyla karşı karşıya buluruz kendimizi. Saçlarımızın sayısı kadar çok korku türleri olmakla birlikte hiçbir korku türü haşyetullah/mehafetullah ile boy ölçüşemez. Haşyet, Rabbin celalinden korkmaktır. Haşyet aktif korkudur. Kişi, Kahhar sıfatının tecellisini adeta ense kökünde hisseder. Ancak panik, endişe ve ümitsizlik hali had safhaya çıktığında bu taşkınlık “kabz”a sürükleyebilir. Bu durumda kişi rollerini terk edecek düzeyde ye’se kapılabilir. Bir denge noktasına ihtiyaç vardır. İşte İttika kökünden gelen takva burada devreye girer. Takva; Allah’tan sakınmak, Allah’tan korunmak, mekrini celbedecek davranışlardan kaçınmak anlamlarına gelir. Kontrol ve disiplin onunla sağlanır. Kişinin kendisine çeki düzen vermesi ve yasak bölgeden, mayınlı alandan uzak durması daha iyi değil midir? Yanlış davranışlarımızın Allah tarafından takdir edilecek muhtemel sonuçlarını düşünerek tedbir alma hali takvadır. İşitildiğinde kulağa hoş gelen, katolizm kökenli bir Hristiyan tekerlemesi vardır; “Seven sevdiğine koşar, korkan korktuğundan kaçar!” derler. Oysa korku, sevginin zıddı değildir. Güzellik sevilir ama azametten de korkulur. Beşeri münasebetlere indirgendiğinde sevgi ve saygı tümleyen ve tümlenen gibidir. Buradan hareketle Allah’ın en saygıdeğer varlık olduğunda kuşku yoktur. Rabbin karşısında zelil, hakir ve hor olmak gerekir. Korkmayan şımarır, küstah ve ukalâ olur. Bunu hata, kusur ve günah işlemek takip eder. Çocuğumuzu örnek olarak düşünelim; bizi çok seviyor ama bizden hiç korkmuyor!... Sözümüzü hiç dinlemiyorsa, tepemize çıkıyorsa, şımarıyor, bize ve çevresine zarar veriyorsa, küstahlık ediyorsa ona haddini bildirmez miyiz? O bize “Çok sevdiğim için sözünü dinlemiyor, şımarıyor ve senden korkmuyorum!” diyecek olursa biz de ona “Hayır sevgi bu değil!” demez miyiz?
Arifler “Hiç korku olmadan yalnız sevgi ile Allah’a ibadet eden mahvolur. Yalnız korku ile ibadet eden de Allah’tan uzaklaşır. Hem sevgi hem de korkuyu birlikte taşıyanı Allah sever kendine yaklaştırır, ona öğretir, yollarını açık tutar ve herşeyi ona kolaylaştırır.” demişlerdir.
İLAHİ KORKU TÜRLERİ
-Azametin korkusu: Allah’ın azametini anlamak öncelikle korkutur. Allah’ın yüz çevirmesi, araya perdeler koyması, kendisinden uzaklaştırması, kalpten nuru çekip alması her an mümkündür. O dilediğini işler. Dilediğini işlemek mutlak özgür ve mutlak kayıtsız olmakla ilintilidir. Hükümranlığı hikmetlerle doludur ve bazıları bizce anlaşılabilir. Mesela Hz. Adem ve Hz. Yunus’u düşünelim; onlar peygamber oldukları halde bir zaman için de olsa perdelendiler.
Uzaklaşma korkusu
Önceden yakınlaşmış olanlarda görülen bir korkudur. Uzaklığa alışkın olanlar zaten yakınlığın ne demek olduğunu bilmediklerinden, yakınlık zevkini tatmadıklarından bu korkunun ne anlama geldiğini bilmezler. Aşk, coşku bir an kaybolacak olsa ne olur? Suyu kesilmiş musluk gibi öylece kalırız. Bir adam düşünün ki her gözünü kapattığında kendisini cennette buluyor. Yani bu kadar keşfi açık ve yakîni fazla. Ama bir gün yine gözlerini kapatıyor fakat hiçbir şey göremiyor! Herşey alınmış kendisinden. İşte uzaklaşma korkusu ancak sürekli ilerlemeyle ortadan kalkar.
İlerleyememe korkusu
Olduğu yerde kalma korkusudur. Yakınlığın sonu yoktur. Öyleyse aynı yerde öylece durmak insanın ilerlemediğini gösterir. Bu durum insanı korkutmalıdır. Efendimiz (sav) bu nedenle “İki günü aynı olan zarardadır.” buyurdu. (Beyhaki) Çıkılması gereken uzun bir merdiven önümüzde dururken bir basamakta öylece kalakalmak ne anlama gelir? Hadis-i kudside Rabbimiz; “Kulluk etmek yerine dünya şehvetlerini tercih eden âlimi, bana yalvarıp yakarma zevkinden mahrum ederim.” buyurur. Alimler dünya şehvetlerine kapılma korkusu yaşarlar. Seçkin kişiler benlik iddiasına ve kibre kapılmaktan korkarlar. Çünkü bu tuzaklara düşen artık ilerleyemez. Her makam ve statünün kendisine göre tuzakları/sınavları vardır.
Kaybettiği makama bir daha çıkamama korkusu
Bir anlık yüz çevirme kişiyi yerinden yurdundan edebilir. Sevgiliyi kaybetme ihtimali insanı sürekli korkuda tutar. Tahsis edilen statüyü kaybetmekten korkmak gerekir. Rütbeler, apoletler her an sökülebilir.
Değişme korkusu
Bir insan Allah’ı severken günün birinde bu sevgisini fani mahlukata transfer edecek olursa Allah’ın gazabına uğrayacağı muhakkaktır. Bundan korkulmaz mı? Rabbimiz bir kuluna mekrini tecelli ettirecekse o kulda meydana gelecek hal değişikliğinin sebebini de ondan gizler. Yani sevgi insana bilmediği taraftan geldiği gibi, muhabbetsizlik de bilmediği taraftan gelir. Kişi iyi halini aşamalarla terkederek sonunda bambaşka birisi olur. Böyle bir duruma düşmekten korkmak, nefsi kontrol ederek bu hale gelmekten sakınmak gerek.
Sevmek Önemli
Seven, sevgilisinin terkinden korkar. Kişinin erozyona uğrayarak değişmesinin belirtileri şöyle sıralanır:
-İyiliklere yönelmede tembellik ve isteksizlik göstermek.
-İyiliklere ve güzelliklere gönlün daralıp, bunalması.
-Allah’ı anmaktan usanç, bıkkınlık ve sıkıntı duymak.
-Günlük ibadet, ders ve ritüelleri edâ etmemek, edememek.
Marifetullah Allah’ı Tanımaktır
Ârif de marifet sahibi... Sıradan insanlar marifetin bir zerresine bile güç yetiremezler. Korkunun ve sevginin ne demek olduğunu ancak Allah’ı tanıyanlar hakkıyla idrak edebilir. Âriflerin marifeti açıklaması yasaktır. Eğer bütün insanlar marifet sahibi olsaydı, herkes dünyadan yüz çevirirdi. Başını alan dağlara kaçardı. Alış-veriş, pazar, üretim, sanayi, teknolojik ilerleme olmazdı. Eğitim öğretim olmaz, alimler ilim öğretmez kendi başlarının derdine düşerlerdi. Çarşı pazar işleriyle kimse uğraşmayacağı, herkes dünya hayatını terkedeceği için açlık ve kıtlık baş gösterirdi. Kadınlar çocuk bile doğurmaz, erkekler çalışmazdı. Dünya hayatı tükenir harap olurdu. Kimse bina yapmaz, bir şey üretmez, keşif ve icatlar gerçekleşmez, kültürler gelişmez, şehirler oluşmazdı. Diller susar, ayaklar yürümez, eller hareket etmezdi. Sözün kısası kimse taşı taşın üstüne koymaz, yerinden kıpırdamadan öylece donar kalırdı. Allah’ın (cc) bir çok sır ve hikmetleri vardır. İşte dünya hayatı, gafil ve perdeli olan insanlar eliyle sürüp gitmektedir. Böylece uykuda olan gafillerin iyi bir tarafı ortaya çıkmaktadır; dünya çarkını döndürmek! Bizlerde görülen hareket ve aktiviteler hep gaflette olmamızın alametidir. Bu nedenle korku, sevgi ve ümitlerimiz de gaflet ağlarıyla örülmüştür; Arifler hariç!...
Ezcümle Doğru Haberci (sav) sevindirici ve korkutucu olarak gönderilmiştir (Beşir/Nezir). Bunlar zıt değil simetrik kavramlardır; sağ göz, sol göz veya sağ adım sol adım, sağ kanat sol kanat gibi. Biri olmadan diğeri görevini yapamaz.