Peygamberimiz: “Sizden önceki ümmetler çok soru sormak (kesret-i sual) ile helak oldular.”
“İlim hazinedir. Anahtarı soru sormaktır. Soru sorun ki Allahu Teala sizlere merhamet etsin. Çünkü soru sormakla dört kişi mükafat alır: Soran, cevap veren, dinleyen ve bunları seven.” buyuruyor.
Çelişki gibi gözüken bu iki hadisi nasıl anlamak gerekir?
İnsanın bilmediği hususları sorması, araştırması kadar doğal bir şey olamaz. Din, insanın hem dünya hem de ahiret mutluluğunu amaç edinen bir kurumdur. Konu bu kadar önemli olunca dinde derinleşme ve enginleşme ihtiyacı bir içgüdü, bir insiyak olarak belirmektedir. İslamî terminolojide sıkça kullanılan azimet, takva, zühd, vera… gibi kavramlar da bu arayışın bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Kişi soru sorarak dinini öğrenmeye çalışacaktır. Dinî konularda gösterilen hassasiyet acaba dinde aşırılık mıdır?
İnsan, hem beden hem de ruhtan müteşekkil bir varlıktır. Bu nedenledir ki dinimiz İslam, onun hem bedenî hem de ruhî ihtiyaçlarını dikkate almış, dolayısıyla âfâkı ile enfüsü arasında enfes bir denge kurmuştur.
İslam, yaratılışa en uygun hükümleri ihtiva ettiği için itidali emretmiş, bu çizginin altına ya da üstüne taşmayı aşırılık olarak görmüş ve uygun bulmamıştır.
Meşru olmak kaydıyla dinimiz, insanı hiçbir zevkten mahrum etmediği gibi, kendisini bütün bütün ibadete vererek bedenini hırpalamayı da uygun bulmamış ve takatinin ve gücünün üstünde görevler yüklememiştir. Nitekim ayette;
“Allah, hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemez...” (Bakara, 2/286) buyrulmuştur.
İslam’da kolaylık asıldır. Bu husus, hem Kur’an-ı Kerim hem de hadis-i şeriflerde oldukça sık vurgulanır:
“...Allah size kolaylık ister, zorluk istemez...” (Bakara, 2/185)
“Allah size sıkıntı vermek istemez, ama sizi tertemiz yapmak ve şükredesiniz diye üzerinize nimetini tamamlamak ister.” (Maide, 5/6)
“...Allah dinde size hiçbir zorluk yapmadı...” (Hac, 22/78)
“Şüphesiz bu din kolaydır. Bir kimse dinde kendini zorlarsa din ona galip gelir. (Yani o kimse yorulup ezilip büsbütün amel edemez hale gelir.) Öyleyse itidalden ayrılmayın.” (Buhari, İman)
Diğer bir hadis meali de şöyledir:
“Orta yolu tutunuz. Amellerinizi kemâle yaklaştırınız. Sabahleyin zeval ile akşam arasında ve bir parça da gece çalışınız. İtidalden ayrılmayınız. Maksada erişirsiniz.” (Buhari, Rikak 18)
Efendimiz’e hangi amel daha sevimlidir diye sorulduğunda; “Az da olsa devamlı olanıdır.” Bir başka hadiste de; “Dinde aşırı gidenler helak oldu.” (Müslim, İlim 4) buyurmuşlardır.
ÇOK SORU SORMAK
5N 1K: Ne? Ne zaman? Nerede? Nasıl? Neden? Kim? sorularını içerir. Nereden? sorusunu da ekleyerek “6N 1K” olarak kabul mümkündür. Ayrıca başka soru kelimeleri de vardır. Ancak sıraladığımız kavramlar bilgi ve hakikate ulaşmakta evrensel temel soru sözcükleri olarak genel kabul görmüştür. Dinî hayatın tanziminde de bu sorular vazgeçilmez unsurlardır. Dolayısıyla bu soru kelimeleri olmaksızın hiçbir şeyi öğrenme ve bilmenin mümkün olmayacağını da peşinen kabul etmek gerekir. O zaman bu soru kelimelerinin nerede, ne zaman ve nasıl kullanılması gerektiği hususu özel bir önem taşımaktadır.
“Çok soru sormak” ile “aşırılık” arasında belli bir mantık bağı bulunduğu, sanırız izahtan varestedir. Aşağıda izah edeceğimiz hadis-i şerif bu hususta çok çarpıcı, ibretamiz, ihtar, mesaj ve derslerle doludur:
“Hz. Peygamber’e (sav) sorular sordular. Soruda öylesine aşırı gittiler ki, bir gün minbere çıkıp (öfkeyle): “Sorun, her sorunuza cevap vereceğim!” dedi. Cemaat bu sözü işitince korkuyla başlarını öne eğdiler. Başlarına mühim bir hadise gelmekte olmasından korktular. Enes (ra) devamla dedi ki: “Ben sağıma soluma bakmaya başladım. Bir de ne göreyim, herkes elbisesini başına sarmış ağlıyordu (Kimseden ses çıkmıyordu). Derken, münakaşa falan ettiği zaman, babasından başka birisine nisbet edilen bir kimse ilk konuşan oldu: “Ey Allah’ın Resulü! Babam kimdir?” dedi. Resulullah (sav): “Baban Hüzafedir.” buyurdu. Hz. Ömer (ra) de: “Rabb olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, peygamber olarak da Muhammed’den razıyız. Fitnelerden Allah’a sığınırız.” dedi. Hz. Peygamber (sav) de: “Hayır ve şer, her ikisinin de bugünkü kadar bol indiğini hiç mi hiç görmedim. Bana, cennet ve cehennem gözle görülecek hale getirildi ve onları şu duvarın önünde gördüm.” dedi. {Bir rivayette şu ziyade var: ...Bunun üzerine şu ayet indi: “Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kur’an indirilirken onları sorarsanız size açıklanır, (ama üzülürsünüz). Allah sorduğunuz şeyleri affetmiştir, Allah bağışlayandır, halimdir. Sizden önce bir millet onları sormuştu. Sonra da onları inkar etmişlerdi.” (Maide 101-102)} Buhari, Tefsir, Maide 12, Rikak 27, İ’tisam 3; Müslim, Fedail 134-138, (2359); Tirmizi, Tefsir.
Bu hadisin şerhi sadedinde şu hususları ifade etmek önemlidir:
Efendimiz (sav); “Cehalet hastalığının ilacı sormaktır. Bir şeyde şüpheye düşerseniz benden sorun.” buyurmuştur. Hz. Aişe: “Ensar kadınları ne iyi kadınlardır. Haya, onların dinlerini öğrenmeleri, bilgilerini artırmaları hususunda soru sormalarına mâni olmamıştır.” diye övmüştür.
İbni Mesud: “İlmin artması taleple, anlaşılması soru iledir.” demiştir. Hasan Basri de: “Kim utanç belasıyla ilim talebinden geri kalırsa cehalet için şalvar giyer. Öyle ise ilim talebinde utanmayı kovarak kendinizden cehalet şalvarını atın. Zira kimin yüzü yufkaysa ilmi de yufka olur.” şeklinde nasihat etmiştir.
Bazı rivayetler mezkur ayetin nüzûlüne, haccın sayısıyla ilgili bir sorunun neden olduğunu belirtir. Şöyle ki; “Oraya -Kâbe’ye- yol bulabilen insana, Allah için Kâbe’yi haccetmesi gereklidir.” ayetiyle hac farz edildiği zaman, cemaat: “Her sene mi?” diye sorar. Efendimiz cevap vermezler. Cemaat tekrar tekrar “Her sene mi?” diye ısrarla sorar. Efendimiz sonunda: “Hayır, eğer evet deseydim her yıl yapmanız vacip olurdu. Şayet vacip kılınsaydı güç getiremezdiniz.” buyurur ve bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil olur.
Efendimiz’in soru sormayı sınırlandıran uyarılarından bir iki örnek verelim:
“Ben sizi terk ettikçe siz de rahat bırakın. Soru sormayın. Zira sizden öncekileri sorularının çokluğu ve bir de peygamberleri hakkında ihtilafları helak etmiştir.”
“Allah farzlar emretmiştir. Sakın onları ihmal etmeyin. Bir kısım da yasak sınırlar koymuştur, sakın bunları aşmaya kalkmayın. Bazı şeyleri de haram kılmıştır, sakın bunları ihlal etmeyin. Bazı şeylere de -unuttuğu için değil- acıdığı için yani rahmet olsun diye sükut buyurmuştur, sakın bunlardan soru sormayın.”
“Müslümanların cürüm yönüyle en büyüğü o kimsedir ki; haram edilmemiş bir şeyden soru sorar da onun sorusu üzerine o şey haram kılınır.”
“Allah sizde görülen üç şeyden nefret eder: Dedikodu, malı ziyan etmek, çok soru sormak.”
Efendimiz’in bu husustaki uyarıları sahabeyi soru sorma noktasında öylesine ihtiyatlı hale getirmiştir ki, bu ihtiyat bir çoğunda korkuya dönüşmüştür; “Biz soru sormayız, olur ki hakkımızda Allah bir vahiy indiriverir veya Resulullah bir söz sarfeder de ilanihaye hakkımızda ar olarak kalır.” diyenler olmuştur.
Bu edep Ashab arasında istikrar bulduktan sonra, Ebu Hureyre, Hz. Aişe gibi cesaretiyle tanınanlar dışında kimse soru sormaya cesaret edemiyordu. Tabi ki bu adabı bilmeyen bedeviler hariç. Enes Hazretleri: “Resulullah’a soru sormada bedeviler insanların en cüretkârlarıydı.” der. Bu yüzden Resulullah’ın huzurunda iken beraberlerinde bir de bedevinin bulunması ashabı sevindirirdi. Çölden soru soracak “akıllı” bir bedevinin gelmesi temenniler arasındaydı. Hatta bir kısım meselelerin sorulması için “cahil” bedevilerin teşvik ve tahrik edildiğini rivayetlerde görmekteyiz. Şâtıbî’ye göre, Cebrail’in zaman zaman bedevi kıyafetiyle gelip soru sorması ile bu temenni arasında bir irtibat bulunmaktadır.
Muhyiddin-i Arabi, Resulullah zamanında soru yasağının konmasını “insanlara zorluk getirecek bir vahyin gelmesini önleme düşüncesine” bağlar ve ilaveten derki: “O’nun (sav) vefatından sonra bu endişe kalktı ancak seleften gelen pek çok rivayet; vukua gelmeyen meselelerin sorulmasını yasaklamakta, mekruh addetmektedir.”
Diğer bir kısım rivayetler, Resulullah’ı ilgilendiren meselelerde halkın birbirine sorduğu helal şeyler hakkında da Resulullah’a çokça soru sormaları üzerine bazen “haram” hükmünün geldiğini belirtir ve bu cümleden olarak Hz. Cabir; telaun (lanetleşme) ayetinin çok soru sormak sebebiyle geldiğini söyler. Bizzat Efendimiz’in ifadesiyle Şâri, “unuttuğu için değil, insanlara merhameti nedeniyle” bazı meselelerin muğlak kalmasını istemiştir. Bu bir kolaylık ve rahmet vesilesidir, soru yasağı bunun için konulmuştur.
Bir adam Resulullah’a (sav) gelerek: “Ben et yediğim zaman kadınlara karşı zaafım artıyor ve bende şehvet galebe çalıyor. Bu sebeple et yemeyi nefsime haram ettim.” dedi. Bunun üzerine şu ayet indi: “Ey iman edenler! Allah’ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın. Doğrusu Allah, aşırı gidenleri sevmez. Allah’ın size verdiği rızıktan temiz ve helal olarak yiyin. İnandığınız Allah’tan sakının.” (Maide 5/87-88)
Buradan anlıyoruz ki, nefse hakim olmanın meşru yolu helal olanı haram kılmak değildir. İbadet, gözün haramdan sakınması ve nefsin arzularının meşru sınırlar içerisinde tatmin edilmesidir. Nefsle mücadelede sünnete uygun olan yol budur. Aksi durum dinde aşırılık demektir.
Resulullah Efendimiz, Allah’ın bu uyarılarını Müslümanlara anlatmış ve takva adı altında İslam’da olmayan hareketleri İslam’ın bir parçasıymış gibi göstermeye çalışanlara göz yummamıştır. Peygamberimiz’in hayatı, dinde aşırılığa karşı uyarılarla doludur. İşte bunlardan birkaç tanesi:
“Her şeyin bir şevki vardır. Her şevkin bittiği bir zaman vardır. Yapacağı işe bu şevki duyan kişi işini yaparken mutedil hareket eder. Ve bu itidali devam ettirirse muvaffak olacağını ümid edin. Şayet aşırılığa düşerek dikkat çekmiş ve parmakla gösterilecek hale gelmişse ona itibar edip salihlerden sanmayın.” (Tirmizi)
Hz. Aişe anlatıyor. “Yanımda Esed kabilesinden bir kadın vardı. Peygamber içeri girdi. ‘Bu kimdir?’ diye sordu. ‘Falancadır, geceleri hiç uyumaz ibadetle geçirir.’ dedim. Resulullah, ‘Sus yeter, size takat getirebileceğiniz amel yaraşır. Siz ibadet yapmaktan usanmadıkça Allah sevap vermekten usanmaz. Allah’ın hoşlandığı dini amel, kişinin devamlı olarak yaptığı ameldir.’ buyurdu.” (Buhari)
“İnsanların sual sormakta o kadar ileri gideceğinden korkulur ki, hatta mahlûkatı Allah yarattı, Allah’ı kim yarattı diyecek olurlar. Böyle sualler sordukları zaman İhlas suresini okuyun, sonra üç kez sol tarafa tükürerek şeytanın şerrinden Allah’a sığının.” (Buhari, Müslim)
Rivayet olunur ki bir gün Resulullah (sav) ashabına kıyameti tavsif etmiş ve son derece de inzarda bulunmuştu. Ashab-ı Kiram bundan etkilenip bir sahabenin evinde toplanmışlar, daima oruçlu olmaya, döşek üzerinde uyumamaya, et ve yağlı yememeye, kadınlara yaklaşmamaya, koku sürünmemeye, dünyayı terk etmeye, eski çul paçavra giyinmeye karar vermişlerdi. Bu durum Resulullah’a ulaşınca: “Ben böyle emr olunmadım, muhakkak ki nefsinizin üzerinizde bir hakkı vardır. Binaenaleyh oruç tutunuz, iftar ediniz, ibadet ediniz, uyuyunuz. Ben namaz kılarım, uyku da uyurum, oruç tutarım iftar da ederim, et de yerim yağ da yerim, kadınlara da mukarenet ederim. Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir.” buyurmuşlardır.
İmam Şâtıbî şöyle der: Çok soru sormak yerilmiştir. Bunlardan on tanesi şöyledir:
1- Dinî hiçbir faydası olmayan şeyi sormak: Bir kimsenin Peygamber’e “Babam kimdir?” diye sorması gibi. 2- İhtiyaçtan fazla olan şeyi sormak. Hac hakkında bir adamın: “Her sene mi yapılacak?” diye sorması gibi. 3- O anda ihtiyacı olmadığı halde soru sormak: “Sizi bıraktığım sürece siz de beni bırakın.” buna delildir. (Müslim, Fedail 131) 4- Zor ve kötü meseleleri sormak. Nitekim, bilmece gibi yanıltıcı sözler kullanmak yasaklanmıştır. 5- İbadetle ilgili konularda hükmün illetini sormak. Hayızlı kadının orucu kaza etmesinin sebep ve hikmetini sormak gibi. 6- Derinleştirerek ve zorlaştırarak sormak. İsrailoğullarının sığırının mahiyetini ve rengini sormaları gibi. 7- Sünnet ve Kitab’ın rey ile çeliştiğini ortaya koymak için soru sormak. Bundan dolayı Saîd: “Sen Iraklı mısın?” demiştir. 8- Müteşabihler hakkında soru sormak. İmam Malik’e “İstiva” dan sorulması bu kabildendir. O, “İstiva malûmdur…” şeklinde cevap vermişti. 9- Geçmiş kimseler arasında meydana gelen olayları sormak. Ömer b. Abdülaziz şöyle demiştir: “Allah, o kanlardan ellerimi korudu. Ben artık dilimi onlara bulaştırmam.” 10- Zora sokmak, susturmak ve mücadelede galip gelmek için soru sormak. Şöyle buyrulmuştur: Allah’ın en çok buğzettiği adam, aşırı mücadeleci olan adamdır.
Görüldüğü üzere eleştiri konusu yapılan sorular; kötü niyetli, gereksiz, zararlı, nefsani, faydasız olan sorulardır. Yoksa hakikati arama noktasındaki her bir soru, zaruri hatta şarttır, mübarek ve muazzezdir.
Dinde aşırılığın; gereksiz, çok soru sormanın ötesinde günümüzde de çok farklı tezahürler söz konusudur:
Bağnazlık, yobazlık, şaz fikirler ileri sürmek, farklı olacağım, kendimi kanıtlayacağım endişesi yani aşağılık kompleksiyle radikal çıkışlar yapmak, geleneği inkar etmek, “Kur’an bize yeter” masumiyetiyle “Sünnet”i dışlamak, ifrat derecede “tarihselci” yorumlara kapılmak, materyalizm ve pozitivizmin etkisiyle keşif, keramet, mucize… gibi metafizik fenomenlere zorlama rasyonel izahlar yapmak, “vesile”yi, tasavvufu inkar etmek, dine ideoloji gömleği giydirmek… vs gibi.
Allahu Teala ebedi hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Asr’a andolsun ki, hiç şüphesiz insan hüsrandadır. Ancak iman edenlerle salih amel işleyenler, bir de birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.” (Asr, 103/1-3)
Abdillahi’s-Sekafi (rh.a.) rivayet ediyor: Dedim ki: “Ya Resulallah! İslam hakkında bana öyle bir söz söyle ki, onu senden sonra hiçbir kimseye sormayayım.” Resulullah (sav): “Allah’a iman ettim de ve istikamet et. (Dosdoğru ol!)” buyurdular. (Müsned, Ahmed b. Hanbel)
“Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra istikamet üzere devam edenlere melekler ölümleri anında; “Korkmayınız, üzülmeyiniz, size vaad olunan cennete sevininiz.” diyeceklerdir.” (Fussilet, 41/30)
“Doğrusu Rabbimiz Allah’tır deyip de istikamet üzere gidenlere korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir. Onlar cennet ehlidir. İşlediklerine karşılık olarak orada ebedi kalacaklardır.” (Ahkâf, 46/13-14)
Unutmamak gerekir ki en büyük keramet istikamettir.
Her türlü aşırılığın şerrinden Allah’a sığınıyor ve Efendimiz’in (sav) şu hadisi ile yazımızı noktalıyoruz:
“Ey kalpleri halden hale değiştiren (Allahım), kalbimizi dinin üzere sabit kıl.” (Amin)