İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Efendi (k.s.)

Seyyid Osman Hulusi Efendi, mürşidinin sırlandığı kabir ve hazirenin sonradan yapılan giriş kapısına da bir kitabe yazmıştır. Kabrinin baş taşında;

Tarîki Nakşibend-i Pîri Ebcel Mürşid-i Kâmil

Garibu’llah-i Hakkî

Gavsü’l Âzam Şeyh İsmail Hakkı İhrâmi

Engin gönlünde yüce murad-ı hâsıl oldu

TOPRAK, toprağa verildi Hakka vasıl oldu.

02.08.1969

Allahu Teâlâ’nın öyle güzel kulları vardır ki vefat etseler de halkın gönlünde yaşamaya, hatta onları irşad etmeye devam ederler. Örnek hayatları, sohbetleri, kerametleri unutulmaz. Dilden dile gönülden gönüle ve nesilden nesile aktarılır. Hayatlarında olduğu gibi vefatlarında da yol göstermeye devam ederler. Sivas’lı İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi de işte bu vasıfları üzerinde fazlasıyla taşıyan kâmil Allah dostlarından biridir. (1880-1969) yılları arasında yaşamış, din düşmanlığının yoğun yaşandığı zorlu yıllarda, Sivas ve çevresinde manevi bir atmosfer oluşturarak halkın dinî duygularını koruması hususunda önemli hizmetler yapmıştır. Türbesi, manevi havasını her giden kişinin açıkça hissedebildiği, Sivas’ın en feyzli ve cemaati en kalabalık camilerinden birisi olan Ulu Camii haziresindedir. Ziyaretçisi çok fazladır.

O’nun vefatında ben 12 yaşındaydım. Annemden ve Rahmetli Hulusi (Argut) dayımdan İsmail Efendi hakkında çok özel ve güzel şeyler dinlemişimdir. Tekke önü sahra sohbetlerini de hatırlarım. Bizler de o mesire yerine giderdik. Annemler, Tekke önündeki mesire yerinde hem piknik yaparlar hem de orada akan çayda, halı, kilim, yatak, yorgan gibi ev eşyalarını yıkarlardı. Biz de suların serinliğinden ve ortamın yeşilliğinden alabildiğine faydalanır, çocukluk enerjimizi boşaltırdık. Güzeldi o günler, çocukların doğayla baş başa olma imkânı bulduğu, bilgisayarlardaki sanal güzelliklerin henüz esiri olmadığı zamanlardı. İsmail Efendi de doğayla başbaşa olmayı, bu ortamlarda sohbet ve zikir halkaları kurmayı severdi. Hazreti Peygamber’in sancaktarı Abdulvahhabi Gazi Hazretleri’nin türbesinin ayakları altında uzanan ve güzel bir mesire yeri olan Sivas Tekke önündeki yeşilliklerde ihvanlarını toplar, çaylı yemekli sohbet halkası kurar, zikir yaparlardı. 

Hizmet için katlandığı sıkıntılar

İsmail Efendi’nin, sahralarda sohbet ve zikir halkası oluşturmasının bir nedeni de tekke ve zaviyeleri yasaklayan kanunla beraber, kapalı yerlerde yapılan toplantılara sıkı bir takip ve cezaların getirilmesiydi. Bu sıkıntılı dönemlerde ihvanlar İsmail Efendi’ye;

“Efendi, tekke ve zaviyeler kapatılıyor. Siz irşat faaliyetlerinize devam edecek misiniz?” diye sorduklarında o da şöyle anlamlı, güzel bir cevap vermiştir:

“Evet, devam edeceğiz. Gök kubbenin altı bizim tekkemiz. Ay, güneş ve yıldızlar da tekkemizin kandilleridir.” 

Allah için hizmet edenlerin başına gelen sıkıntılar fazlasıyla İsmail Efendi’nin de başına gelmişti. Polis ve jandarma tarafından yapılan takipler, kovuşturmalar, karakola çağırmalar hiç bitmedi. Hatta bir müddet de hapiste yattı.

“Gardaşlarım, 38’de 38 kişi ile 38 gün hapis yattık.” diye bu günleri anlatırdı. (1938 yılı kastediliyor)

 İsmail Efendi başta olmak üzere Hacca gitmek üzere toplanan 38 kişi bir şikâyet üzerine basılmış ve hapsedilmişlerdi. Hatta idamla yargılanmışlardı. Sonuçta beraat çıktı. Ama 38 gün içerde kaldılar. Kendilerini jandarmaya “Bunlar düzeni değiştirmek istiyorlar.” diye şikâyet eden kişiye İsmail Efendi hapisten çıktıktan sonra bir gömlek yaptırıp hediye etmiştir. Eşi bu olayı garip karşılamıştır. “Efendi, o adam sebebiyle içerde yattınız, bir de ne hediyesi?” Mübareğin olaya bakışı ve cevabı ise büyüklere yakışır şekilde manidardır: “İçerde irşad olması gerekenler varmış hanım.”

İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi’nin üzerinde devletin baskıları artınca Ramazan ayının başlarında Şam’a gitmeye karar verir. Eşi Zeynep Hanım’a,

“Fazla eşyalarınızı satın, dağıtın. Biz İstanbul’a nakil edip oradan dede vatanımıza gideceğiz.” diyerek yol hazırlığı yapılır. İstanbul’a giderek Eczacı Bekir Efendi’de misafir kalınır. Misafir kalınan evde gece mâna aleminde kundak içinde bir çocuk verilir.

“Bu çocuk kimdir?” diye sorar;

“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir. Rum’da O’nu büyüteceksin.” denilir. Bunun üzerine hicretten vazgeçer. 15 gün sonra İstanbul’dan Sivas’a geri dönerler. (Rüyada Resûlullah’tan mâna, Muhammed Ümmeti’dir. Rum da Anadolu’yu ifade etmektedir.)

İrşad faaliyetleri yanında köprü, çeşme, cami yapımı veya onarımı gibi hayır işlerini de hayatı boyunca hiç bırakmaz. Bu nedenle Çaykurt’ta köprü yapılırken iflas bile eder. Bütün mallarına haciz gelir. Alacaklıların taarruzuna maruz kalır. Bir gün yine evine alacaklılar gelir. Alacaklıların anlayışsızlığı yüzünden evin üst katına saklanmak zorunda kalır. Bu darlık, sabrın mükafatının verildiği, Rabbin yardımının yetişip sabrın  zafere dönüştüğü bir an olur. Zira üst kata saklanınca annesinden kalmış bir sandığı görür ve birden Annesi Hacı Aişe Hanım’ın: “Oğlum daraldığın zaman bu sandıkta Allahu Teâlâ’nın izniyle para olur. Paraya daraldığında oradan al.” sözünü hatırlar. “Hele bir bakayım” deyip sandığı açınca sandığın ağzına kadar para ile dolu olduğunu görür. Evet, sabrın zafere döndüğü an gelmiş, kudret hazinesi açılmıştır. Bütün borçları böylece Allahu Teâlâ’dan gelen yardım ile ödenmiştir.

Bu olaydan sonra Şeyhinin “Arif-i billâhlar, dünyada hiç gam çekmezler.” sözünü hatırlar ve çok şükreder.

İsmail Efendi’nin hizmet anlayışı

İsmail Efendi’nin hizmet anlayışı, günahkâr kullara yaklaşım şekli bugün de örnek alınması gerekecek güzelliktedir. İnsanlara karşı duyduğu sevgi, şefkat ve merhamet hislerini hizmet anlayışında da görmek mümkündür. İcazet aldığında, başına sarık sarmaya başlayan İsmail Hakkı Toprak’a bir gün babası, “Oğlum İsmail, sen sarık ol!” diye telkinde bulununca işin özünü kavrar ve bir daha sarık sarmaz.

Şapka devrimi olur. İsmail Efendi fitne çıkmasın diye şapka takar ama hata mı yapıyorum diye bir gün bu işe canı çok sıkılır. Bu konuda eleştirilere de maruz kalmaktadır. Bu şapka için adam asıyorlar, biz bu kasketi takmayalım ve dışarıya da çıkmayalım diye niyet eder. Fakat o gün mâna alenminde Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) görünür ve der ki: “İsmail Efendi oğlum, Ümmet-i Muhammed’i irşada çık vazifeni yap.”

Bu durum karşısında rahatlar ve yaptığı işin doğruluğunu, insanlara hizmetin asıl gaye olduğunu anlar. Kasketi takınır dışarı hizmete çıkar. Soranlara;

“Oğul, eğri ayağa eğri ayakkabı yaparlar. Biz de öyle yapıyoruz.” der.

Birgün Efendi Hazretleri’nin huzurlarında sohbet esnasında, orada hazır bulunanlardan birkaçı: “Efendim, size gelen herkese, tefrik etmeden ders veriyorsunuz. Bunun hikmeti nedir?” diye sorar. Efendi der ki:

“Gardaşlarım! Eskiden medrese, tekke gibi ilim irfan yerleri vardı. Camiler aslî mekânlardır, tali mekânlar kalmadı. Tarikata girme hevesiyle gelenleri biz boş çeviremeyiz, fakat bizim bir gönül dairemiz vardır ki, bizce malumdur.”

“Bir kimse bostanına karpuz eker. Karpuzları büyüdükten sonra, en iyilerini satıp para kazanır. Ondan ehvenini eşine dostuna ve aile efradına yedirir. Geriye kalanını da hayvanlarına yedirir. O bostan ekenin bunda bir zararı var mı?

Gardaşlarım! O ders verdiğimiz kimse hiçbir şey yapmayıp da kötü ahlaklarından vazgeçse, bu da bir kâr değil midir? Gardaşım en azından beş vakit namazını bırakmaz.”

İsmail Efendi’nin manevi büyüklüğünü işaret eden sözleri 

İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Efendi’nin yaşı yetmişbeş olunca der ki:

“Gardaşlarım! 1955 senesinde Seyyid Abdülkâdir Geylânî kuddise sırruhu’l-azîz Hazretleri vazifesini bi-zâtihî temessül ederek beşeri âlemde bize teslim etti.”

Oğlu Kâzım Bey’e, Ulu Camii’den çıkınca geriye bakarak der ki: “Kâzım, Ulu Camii de Gavsu’l Âzam mescidi oldu.”

“Gardaşlarım! Gavslık Kadirî’lerden Nakşî’lere verildi.” diyerek Gavslık makamının  ikram edildiğini edeben ima ederler.

“Zaten ezelde tanışmamış olsa idik burada buluşmamız mümkün olmazdı. Şeyhimin hakka yürümesinden sonra bu mukaddes vazife bize verildi. 12 tarikatı bize teslim ettiler, biz bakıyoruz.”

İsmail Efendi üzerinde görülen olağan üstü haller

İsmail Efendi’nin sohbetine katılmış her Sivaslı’dan ayrı bir kerametini dinleyebilirsiniz. Annemin babası olan dedem, Erzincanlı Bıçakçı Hafız lakabı ile bilinirdi, İsmail Efendi’nin talebelerindendi. Annem, hem dedemi hem de İsmail Efendi’yi hâla çok anlatır. İsmail Efendi her ne kadar Sivas’ta ikamet etse de yaşadığı dönemde ünü vilayet sınırlarını aşmış bir Allah dostudur. Ben rahmetli dayımdan çok kereler bizzat dinlediğim iki olayını anlatmak istiyorum.

Hulusi dayımın her defasında ağlayarak anlattığı, İsmail Efendi’ye ait bizzat başından geçmiş büyük kerametler vardır. Ben bu vesileyle, rahmetli dayım adına sadakayı cariye olması için bu iki olayı neşretmek istiyorum. 

Hulusi dayım şöyle anlatırdı:

Babam çok genç yaşlarda, 45 yaşında vefat etti. Ben o zaman 16 yaşındaydım. Vefattan önceki yıllarda İsmail Efendi’yi babam evinde çok misafir etmişti. Evin büyüğü vefat edince, evde en büyük erkek ben kalmıştım. Yaşım küçüktü ve artık İsmail Efendi’nin bizim eve gelme nedeni kalmamış, bizim ev sohbetleri noktalanmıştı. Bu yıllarda ben menenjit denilen o zamanın en tehlikeli hastalıklarından birine yakalandım. Evde yatalak vaziyette yatıyordum... İşte bu günlerde bir gece rüyamda ihtilam oldum. Gusül abdesti almam gerekti. Ama derdimi evden bir kimseye anlatmaya utanıyordum. Zira hep kadındılar. Öyle bunaldım ki bu halden Allah’a yalvarıyor bir çıkış yolu arıyordum. Aklıma birden İsmail Efendi geldi. Dedim ki içimden: “Allahım, İsmail Efendi Allah dostudur. Ne olur, şu halim ona malum olsa da gelip beni hamama götürüp bir yıkasa.” Ben bu duyguların, düşüncelerin henüz içindeydim ki İsmail Efendi’nin bizim bahçeden sesi geldi. Önce yan komşuya selam verdi. Konuştular, sonra bizim evin kapısı çalındı. Annem açtı. İsmail Efendi anneme diyordu ki:

“Hacı anne Hulusi oğlumu versen de hamama götürüp yıkasak olmaz mı? Bize müsaade eder misin?”

(Dayım bu sahneyi anlatırken her defasında son derece duygulanır, nefesi tıkanır, gözleri yaşarır, olayın devamını anlatmakta zorlanırdı.)

Neyse, annem İsmail Efendi’yi görünce şaşırdı, buyurun efendim dedi. İsmail Efendi yanında beyaz yüzlü, pehlivan görünüşlü iki kişiyle içeri girdi. Bana baktılar ve annemden bir sofra bezi gibi bir şey istediler. Beni bohçaladılar... İçlerinden biri beni bohça içinde sırtına attı. Doğru hamama... Bir güzel yıkadılar. İsmail Efendi bir sepete de çeşitli meyvelerden doldurttu. Sepetle beraber hadi Hulusi oğlumu annesine teslim edin dedi. Beni eve getirdiler. Ben ileriki yıllarda İsmail Efendi’nin yanında gelen o iki kişiyi de Sivas’ta çok aradım ama bulamadım. Onlar kimlerdi hâla çok merak ediyorum.

Bir defasında babam sağken şöyle bir olay oldu. Bizim evde sohbet var ama İsmail Efendi sohbette yok. Gecenin ilerleyen saatlerinde ihvanların kalbine mürşitlerine olan muhabbetin tesiriyle bir iştiyak düştü. Dediler ki: “İsmail Efendi’yi kalben dilesek gelir gecemizi şenlendirirler mi acaba?” Böylece gönülden onu istemeye ve çağırmaya başladılar. Ben küçüğüm, olayı izliyorum. Biraz sonra kapı çalındı. Heyecanla kapıya koştular. Gelen gerçekten İsmail Efendi’ydi. Selam verdi. Başka bir şey söylemedi. İçeri girdi “Bir seccade serin.” dedi. Ses çıkarmadan iki rekât namaz kıldı. Sonra “Ben gidiyorum, bir daha böyle varlı-vakitsiz rahatsız etmeyin.” dedi. Biraz kızmış bir hali vardı. Çıktı gitti...

Abdest vesvesesi olan Sivaslı bir arkadaşın başından geçen olay

Zekeriya Ulusoy isimli yurt müdürü anlattı:

Ben Said Nursi Hz.’nin risalelerinin okunduğu toplantılara katılan ve tarikatlara ilgisi olmayan, inanmayan birisiydim. İsmail Efendi’yi bilirdim ama sohbetlerine çağırırlar gitmezdim. Dolayısıyla İsmail Efendi beni ne tanır ne bilir. Ben abdest konusunda çok vesveseliydim. Aldığım abdest olmadı diye bir daha, bir daha alır çok eziyet çekerdim. Buna engel olamıyordum. Bu sıkıntım devam ederken bir gün yolda İsmail Efendi ile karşılaştım. Bana yönelip buyurdular: “Oğlum aldığın abdest oluyor, bir daha bir daha abdest alma. Onunla namazını kıl.”

Beni tanımaz, halimi bilmez, gerçekten şok oldum, çok şaşırdım. Bu olaydan sonra sohbetlerine devam etmeye başladım.

İsmail Efendi’nin yolumuzda ışık olacak sözleri 

“Amelleriniz tartılmadan önce, kendinizi hesaba çekiniz. Hakikat ve hidayet yolundan ayrılmayınız. Cenâb-ı Hakk’a ihlâs ile ibadet etmenizi tavsiye ederim. Allahu Teâlâ, dünyada hayrı da şerri de insanların tercihine bırakmıştır. Sakın ha kendinizi gafletten koruyunuz. Size hoş görünse de fenalıktan, günahlardan sakınınız. Allahu Teâlâ’nın emirlerini yerine getiriniz, çünkü emirlerin yapılmaması bir felâkettir. Ölüm yolunu kolaylaştıracak yegâne şey, sizin amellerinizdir.

Her türlü musibet ve belâlar, kişinin tekâmül sebeplerindendir.  İnsanın kendi hatasını görmesi kadar güzel irfan olmaz. Bunların hepsini unutup kulluk vazifesinde bulunmak, yani cismindeki canı gibi, dostu canında bulmak en güzeldir.

Gardaşlarım! Ananız, babanız mı üstün yoksa biz mi? Elbette biz üstünüz. Onlar sizi ulvi âlemden süfli âleme getirdiler. Biz ise, o ulvi âleme götürmeye memuruz.

Gardaşlarım! Kim bizi severse, bizle yaşarsa, bizim sevgimizle ölürse, mahşerde beraber oluruz. Her canlı ölür. Allahu Teâlâ ve muhabbet bâkî kalır.

Gardaşlarım! Vefat eden gardaşımız için Kelime-i Tevhid Hatmi okuyalım. Cehennemde olanı dahi çıkarır, inşallah...”