Peygamber Efendimiz’e hayattayken defalarca suikast girişiminde bulunulmuştur. Bu girişimleri sonuçsuz kalanlar Peygamberimiz’den sonra O’ndan iz taşıyan ne varsa hasmane davranışlarını devam ettirmişler. Önce halifelerini şehid etmişler. Sonra da Uhud’da Peygamberimiz’in kanı yere düşerken Allahu Teala’nın, Cebrail’e “Habibimin bir damla kanı yere düşerse yeryüzünde bir daha hiçbir şey yeşertmem.” dediği o kanı taşıyan evlatlarını şehid ederek kendilerince intikamlarını almışlardır. Bu zihniyet her çağda değişik surette fiiliyatta bulunmaya devam etmiştir. Günümüzde ise Peygamber’e ittibayı (hâşâ) Allah’a isyan, O’nun sahabelerinin ve tâbilerinin yolundan gitmeyi zayıflık ve “varisim” dediği velilerin sözüne uymayı şahsiyetsizlik olarak aksettiriyor. Kısacası edepsizliğin adı ilm-i tefekkür zannedilip, iblisin gönüllü adamlığı yapılıyor. Gelinen son noktada ise ilim kılıcını kuşanan temsilcileri, sureti haktan gözükerek Allah Resulü’nü hatırlatan her sözü, davranışı ve âşıkların hallerini değişik isimler takarak katletmeye devam etmektedir. Ehl-i Sünnet âlimlerinin yıllar yıllar önce halledip kapattığı konuları sanki mal bulmuş mağribi gibi, yeni mevzularmışçasına gündeme taşıyorlar. Hikmet ilminden nasibini almamış bu kişiler maalesef müçtehitlik, müceddidlik veya Mehdilik şizofrenisi içerisinde her gün bir tv’de, gazetede vb. yayın organlarında reytingcilerin mezesi olmaktadırlar.
Şu bir hakikattir ki Allah (cc), bir lütfu olan hikmet ilmini herkese vermemektedir. Musa (as) gibi ulu’l âzam bir peygambere hikmet ilmini Hızır (as)’dan tahsil ettirmiştir. O gün Hz. Musa’yı (as) bu konuda irşad eden Hızır’ın, yaşadığımız zamanda da biz biliyoruz ki “Kardeşim” diye hitap edip manevi rehberlik yaptığı, hikmet deryası büyük gönül erleri hâla aramızda yaşıyor. Rabbime binlerce kere şükürler olsun.
Bize bu toprakları vatan olarak bırakan ceddimiz, O Nebiler nebisini o kadar çok sevmişler ki;
İsmini, çocuklarına koymayı edepsizlik addedip “Muhammed’i Mehmet” yapmış, Allah yolunda cihat eden erlere ise “Mehmetçik” ismini vermiştir. Edep öyle bir seviyeye ulaşmış ki, Hicaz Demiryolunu yaptıran II. Abdulhamid Han “Peygamberimiz, rayların sesinden rahatsız olmasın.” diye Medine’deki raylara keçe döşetmiştir. Sultan Abdülmecid ise; “Resulullah’ın Ravzasında zeytinyağıyla yanan kandil olmaz.” diyerek şahsi parasıyla gül bahçeleri satın almış. Ve o bahçelerin güllerinden damıtılan gül yağlarıyla kandiller yanmıştır. Kendisi için “Hakimü’l Haremeyn” diye hutbe okunan Yavuz Sultan Selim Han ise bizzat müdahalede bulunup kıyamete kadar insanlığa ders olacak bir davranış sergilemiş “Hakimü’l Haremeyn değil, Hadimü’l Haremeyn olacak.” sözüyle yönettiği devletin de var oluş sebebini ortaya koymuştur.
Rebiülevvel ayını geride bıraktık. Miladi takvime göre ise Nisan ayındayız. Biz yine Kutlu Nebi’nin doğum gününü vesile edip var olan sevgimizi kor haline getirmeye çalışacağız.
Resulullah Efendimiz’in doğumuna her dönemde özel önem verilmiştir. Mesela Osmanlı zamanında Rebiülevvel ayında okullarda dersler bırakılır, bir ay boyunca sadece siyer dersleri yapılırdı.
Asrı saadet devrinde de Ashabı Kiram efendilerimiz de sevgilerini bizzat övgü dolu sözlerle dile getirmişlerdir. Hz. Aişe’den rivayet edilen olay;
“Resulullah (sav) şair olan Hassan’a mescidde bir minber koyar. Hassan da onun üzerinde durarak Resulullah’ı (sav) öven veya müdafaa eden kasideler söyler. Resulullah da “Allah’ın Resulü’nü övdüğü veya müdafaa ettiği sürece, Allahu Teala, Hassan’ı Ruhu’l kudüs (Cebrail) ile destekler!” derdi.
Enes (r.a.) anlatıyor;
“Resulullah (sav) kaza umresi için Mekke’ye girdiği zaman, Abdullah bin Revaha önünde yürüyor ve şöyle bir kaside okuyordu:
Ey Kâfir oğulları! Yolundan çekilin,
Bugün Kur’an’a dayanarak boyunlarınızı vurabiliriz,
Hem öyle bir vuruş ki başı gövdeden ayırır,
Ve dostu bile dosta unutturur.
Bunun üzerine Hz. Ömer ona; “Ey İbni Revaha! Resulullah’ın önünde ve Allahu Teala’nın hareminde mi kaside okuyorsun?” diye çıkışınca, Resulullah şöyle dedi: “Ya Ömer! Onu rahat bırak. Zira söyledikleri Kureyşliler için oklardan daha fazla tesirlidir.”
Ka’b bin Züheyr (ra) Müslüman olmak için Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in yanına geldiğinde, bizzat huzurunda onu metheden ve “Kaside-i Bürde” diye meşhur olan uzun bir kaside okumuş. Bunu çok beğenen Resulullah Efendimiz çıkartıp hırkasını hediye etmiş. Buna binaen de “Kaside-i Bürde” (yani hırka kasidesi) denilmiştir. O hırka şu anda Topkapı Sarayı’nda “Hırka-i Saadet” odasında muhafaza edilmektedir.
Celaleddin es-Suyuti “Vesail” isimli kitabında şöyle buyurmuştur: “Bir evde, mahallede, cami veya mescidde Mevlidi Şerif okunsa, orayı melekler sararlar ve onlara salevat getirirler. Orada bulunan cemaate Allahu Teala, rahmetini ve rızasını verir. Melekler (Yani Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail) o cemaate dua ederler. Cenab-ı Hak da onlara, o meleklerin duası üzerine rahmetini ve rızasını verir.”
Rezzin’in Urve (ra) şu olayı nakleder:
“Süveybe, Ebu Leheb’in azatlısıdır. Peygamberimiz’in doğduğunu ona müjdelediğinde Ebu Leheb, onu azat etmiştir. Ebu Leheb kâfir olarak öldüğünde, İslam üzere olan Abbas (ra) onu rüyasında büyük bir hüsran içinde gördü. Ona, “Ne ile karşılaştın?” diye sordu. Ebu Leheb, “Sizden sonra hiç de iyi bir şeyle karşılaşmadım. Ancak Süveybe’yi azat ettiğim için her Pazartesi gecesi, başparmağının boğumunu göstererek bana; buradan az bir su veriliyor.” diye karşılık vermiş. Süveybe, Peygamberimiz’e süt emzirmiş ve dadılığını da yapmıştır.”
Peygamber Efendimiz’e en büyük düşmanlığı yapan Ebu Leheb bile yaptığı bu davranışla diğer cehennem ehline tanınmayan bir imtiyaza sahip olmuştur.
Şairin dediği gibi; “Ya Resulallah, senden bahsetmekle benim sözlerim güzelleşiyor.” Evet O’nu andıkça ve yolunda çalıştıkça bizler şeref kazanıp nimetlere gark oluyoruz.
Rabbim muhabbetimizi ziyadeleştirsin…