İlahi Aşkı Süsleyen Sanat Tezhip /Ayşe Koç

Feyz: Bu kadar güzel eserler ortaya koyan bir grubu tanımak isteriz. Biraz seginizden ve kendinizden bahseder misiniz?

Hocamız Emel Türkmen, Klasik Türk Sanatları Vakfı’nda ve Küçük Ayasofya’daki atölyesinde dersler vermeye devam ediyor. Yaklaşık yetmiş civarında talebesi var. Burada icazetli ve icazet alacak, yani diplomalı ve diploma alacak otuz beş talebesinin eserleri bulunmakta. Konumuz Yunus Emre ve iki senedir bu sergiye hazırlanıyoruz. Divandan şiirler seçtik, şiirleri okuduğumuzda aklımıza ayetler geldi. Şiirlerle ayetleri taçlandırdık ve hattatlarla ikisini bir arada yazdık. Çok çeşitli bir hattat yelpazemiz var; Türkiye’den, İran’dan, Irak’tan ve Mısır’dan.

Feyz: Özellikle Yunus Emre’yi seçmenizin nedeni var mı?

Var tabi, Yunus Emre bizim canımız ciğerimiz. Benim şahsi kanaatim Yunus Emre bizim dilimizle konuşmuş ve benim duygularıma tercümen olan bir şahsiyet. Hani insanın içinden bir duygu gelir de bunu diliyle ifade edmez. İşte biz bu işi fırçamızla yapıyoruz, ama dilimizle yapamıyoruz. Dilimizin tıkandığı yerde Yunus Emre’nin şiirleri, ilahileri bize hep tercüman olmuştur. Bunu ben şahsen kendim de yaşadığım için biliyorum. 

Bizim iki sene önce icazet sergimiz oldu. Sergimizin son gününde arkadaşlara, bir Yunus Emre sergisi yapalım diye teklifte bulundum (tasavvuf, şiir ve edebiyata meraklıyım. Acizane bundan dolayı fikir benden çıktı). Arkadaşlar da kabul etti. Çünkü herkeste Yunus Emre sevgisi var, bilsin ya da bilmesin. Hepimiz küçüklüğümüzden beri, sarı çiçek ilahisi gibi O’nun sözleriyle, dizeleriyle büyüdük. İslami hayatımızın şekillenmesinde bize büyük tesirleri oldu. Bu çalışmaya başladığımızda Yunus Emre’nin sade bir Türkçe ile bize hadisleri, ayetleri anlattığını fark ettik. Baktık ki bu şiir bu ayetle alakalı, şu şiir bir hadisi açıklamakta. Biz de bunları kullanmaya karar verdik. Böylece ayetlerle tablolarımızı ve Yunus Emre’nin şiirlerini taçlandırmış olduk. Zaten Yunus’un gayesi de Allah sevgisini anlatmak. 

Feyz: Serginize ilgi şu an nasıl?

İnsanların ilgisi elhamdülillah çok güzel. Serginin afişini görenler, Yunus Emre’yi duyanlar tezhibi bilmese de koşup geliyorlar. 

Feyz: Son zamanlarda tezhibe ilgi ne düzeyde?

Tezhibe son on yıldır çok fazla ilgi var ve yeni yetişen birçok talebe var. 1991’de UNESCO Yunus Emre yılı ilan etmişti. O dönemde tezhip bu kadar bilinmediği için belki basit bir şekilde yani sanatsal açıdan geçiştirildi diyebilirim… 

Feyz: Tezhip sanatı ne zaman tarih sahnesine çıktı? Önceki dönemlere göre bu sanat günümüzde tekrar aslına rucu etti diyebilir miyiz?

Türk tezhip sanatının Anadolu Selçuklulardan başlayarak Osmanlılara kadar uzanan zengin bir geçmişi vardır. En erken tarihli örneklerinden biri günümüzde Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde bulunan 1131 tarihli bir Kur’an-ı Kerim sayfasıdır. Önceki döneme kıyasla, tezhip sanatı Osmanlı’nın son döneminde tamamen gerilemiş, Cumhuriyet’in ilk döneminde de tamamen sekteye uğramış. Fakat Sanayi-i Nefise denilen mektepte hat ve tezhip bazı değerli hocalar tarafından devam ettirilmiştir. Ancak, bunu günümüzde ilk ortaya çıkaran Rikkat Kunt Hanımefendidir. Rikkat Kunt, Faruk Taşkale’ye (Mimar Sinan Üniversitesi’nin profesörlerinden) öğretmiş, O da bizim hocamız olan Emel Türkmen’i yetiştirmiştir. Gelenek devam ediyor ama özellikle şu son on yılda çok büyük bir ilerleme kaydetti tezhip hat sanatı. Çünkü eskiden sadece üniversitelerde öğretiliyordu, belki halka yeterince ulaşamıyordu. Bu iş sadece öğrenmekle değil, sevgiyle ilerleyen bir iş. Ben tezhibi seviyorum, çünkü Allah (cc) ismini süslüyorum. Kur’an’dan bir ayeti süslüyorum. Süslediğim ayetle günlerce beraber oluyorum. Bu, ilahi bir aşkı meydana getiriyor. Ben tezhip sanatını bu duygularla yapmaya çalışıyorum.

Feyz: Bu sanat aynı zamanda bir maharet ve kabiliyet istiyor değil mi?

Elbette kabiliyet ve bilgi gerekli, ama sanatı sadece üniversite eğitimiyle de sınırlandırmamak gerekiyor. Çünkü herkes üniversite sınavını kazanamayabilir, mesela benim gibi. Bizim hocamız kendi eğitimini nasıl aldıysa aynı eğitimi bize de uyguladı. Hatta kendi hocaları Emel Hanım’a, “Biz üniversitede bile bu eğitimi zor veriyoruz talebelere, sen nasıl başardın…” diye söylediler. Tabi burada eğitimci çok önemli, hocamız çok titiz. Sanat olsun diye öğretiyor, bizimle her şeyi paylaşıyor, çok güzel öğretiyor. Burada insanın ufkunun da biraz geniş olması gerekiyor. Sınırları biraz zorlamak ve aşmak gerekiyor. Mesela, klasik eğitimimizi icazet sergimizde gösterdik ama klasik eğitimi aldıktan sonra Allah Teala’nın zihnimize verdiği serbest tasarımları da sergimizde uyguladık. Mesela, Esmaü’l-Hüsna’yı çiçek demeti içinde çiçeklerin yapraklarına yazarak çalıştık. Buradaki sergimizde pek çok eser serbest tasarımdır, klasik tasarım çok azdır burada. Onun için bizim sanatımız edebiyat, şiir ve tasavvuftan besleniyor. 

Şiirleri okuduğunuzda ilham geliyor ve bunu nasıl resmedebilirim diye düşünüyorsunuz ve o aldığınız eğitimle de onu birleştirdiğiniz zaman ortaya özgün eserler çıkıyor. Yunus’un ilahi aşklarını anlatan bir eserine meftun oluyoruz. Onu somutlaştırmak ve dondurmak istiyoruz sanatımızla. Yaptığımız eserler insanların duvarlarını süslüyor, bizim ise kalbimizi süslüyor. 

Biz, özgün çalışmalarımızda biraz yoğunlaştık ama klasik tarzda olan alıcılardan ilk etapta biraz eleştiri aldık. Fakat bu sergimizde, mesela Uğur Derman, Çiçek Derman, Faruk Taşkale hocalarımız bize onay verdiler; sergimizi beğendiler. Onay almak bizim için çok önemli, çünkü bu işin erbabı onlar. Biz sanatsal açıdan onlara hesap vermek zorundayız. Sergimize gelen halkla ilgileniyoruz, tezhibi anlatmaya çalışıyoruz, nasıl yaptığımızı ve duygularımızı anlatıyoruz. İşte o zaman bu sanatın incelikleri ve mana dünyası onları da etkiliyor.

Feyz: Biraz da farklı bir açıdan düşünürsek, insanın tasavvufi hayatta gönlüne düşen yansımaların sanatsal sergilenişi diyebilir miyiz? 

Kesinlikle, zaten tasavvufta bir düstur vardır; her tasavvuf ehlinin bir sanatla meşgul olması istenilir. Allahu Teala salih kulların elinden tecelli eder ki bu, Allah’ın esmasının çok cüzi bir kısmıdır. Tasavvuf ehli güzelliğin kaynağını bildiği zaman, kendisinde tecelli eden güzel hallerin ve güzel sanatın Rabbi’nden olduğunu bilir. İşte o zaman benlik sahibi olmaz. Biz kimlik belirtmek için “Biz yaptık.” diyoruz ama aslında yaptıranın Allah (cc) olduğunu biliyoruz. Bazen öyle anlar oluyor ki biz de o keşmekeşe kapılıp çok güzel yaptığımızı düşünüyoruz. Sonra yorgun ve bitkin bir halde bakıyoruz ki kötü yapmışız. O zaman diyoruz ki çalıştığımız eserin güzel olması için o kadar çabaladık ama istediğimiz sonucu elde edemedik. Yaradanı ve onun güzelliklerini tefekkür edince güzel eserler çıkıyor. Bir de öyle eserler oluyor ki herşey çok mükemmel ama ayet ön planda değil, işçilik çok ön plana çıkmış ve ayet geri planda kalmış. Biz burada ona da çok dikkat ediyoruz. Kesinlikle hattın önüne geçmemeye çalışıyoruz. 

Feyz: Şöyle tasavvur edebilir miyiz mesela? Bir işi yaparken Allah’ın adı ile başlamak ve O’nun rızasını gözeterek niyet almak… Şayet bu düşünce ile bütün işlerimizi yaparsak başarılı olmamak elde değil. Bu güzel mayayı sanatımıza da uygulamak gerekiyor değil mi?

Tabi ki, Allah sevgimizi sanatla ortaya çıkarıyoruz. Bir şair ise bunu dizeleri ile, bir mimar yaptığı yapı ile ortaya çıkartıyor. Eğer bir marangoz ustasıysanız o da size Allah’ın bir emaneti ve Allah’ın bir sanatıdır. O zaman iyi bir marangoz olmanız gerekiyor. İşinizi doğru yapmanız gerekiyor. Doğru yapınca insanlar sizden memnun olurlar ve size teşekkür ederler. Gönül alırsın, beddua değil… Marangoz, mermer ustası, cam ustası, ev hanımı kim ne iş yapıyorsa güzel yapmalı ve Allah’ı düşünmeli. İşte tasavvuf bize bunu öğretiyor. Kim ne yapıyorsa en iyisini yapsın ve herşeyi Allah’ın adına yaptığını bilsin. Çünkü Kudret sıfatı Allah’a aittir biliyorsunuz. Herkeste olan o yetenek Allah’ın bize bir tecellisi. Yaptığımız ne olursa olsun her yaptığımız işte O’nu düşünüyorsak o zaman Allahu Teala ile birlikteliğimiz unutulmamış olur.

Feyz: Çok güzel söylüyorsunuz. Şimdi ailelere baktığımızda herkes çocuklarının hafız olmasını, fıkıhçı olmasını, İslam âlimi olmasını istiyor. Halbuki çocuğunun o işe kabiliyeti olup olmadığını düşünmüyor. Her insan âlim olamaz, bazılarının farz-ı ayn ilimleri bilmesi yeterli olabilir. Bir tasavvuf büyüğü Kasım Efendi’nin dediği gibi, dergâhlar insanların kabiliyetlerine göre ayrıldığı yerlerdir. Sanata meraklı olanlardan hattat olur, spora yeteneği olanlardan güreşçi olur. İnsanların akılları ve yetenekleri farklı farklıdır. Bakıyorsun şimdi herkesi hoca yapmaya çalışıyorlar. Gerçekten de günümüzde sanatlar ihmal edilmiş durumda.

Günümüz tasavvuf erbabına baktığımızda, kadim kültürümüzden gelen bazı meziyetlerimizi göremiyoruz. Yani Osmanlı’dan gelen geleneksel tasavvufun içerisinde tezhip, hat veyahut da bir meslekle uğraşıp onun ehli olma gibi özellikler kaybolmaya yüz tutmuş durumda. Bu yozlaşmayı nasıl değerlendirirsiniz?

Acizane kanaatim, günümüzün şartları çok zor. Gerek medyanın etkisi olsun gerek başka yönlerden olsun insanlar pek çok kötülüğün tesiri altında kaldılar maalesef. Şimdi sosyal hayat çok canlı... Yani biz eğer nefsimize engel olmazsak sosyal hayat bizi çok derin sularda boğar. Televizyon olsun, medyatik hayat olsun veya sosyal faaliyetlerin birçoğu olsun, tahsil hayatı olsun hepsi, bizi çok hızlı yaşamaya sevk ediyor ve kuralları da kendi koyuyor. İnsanı biraz yavaşlatmak gerekiyor şahsi kanaatime göre. Tasavvuf bize “Biraz yavaşla.” diyor, “Daha düşünerek yap.”, “Daha bilinçli yap.” diyor. Maalesef içinde bulunduğumuz sosyal yaşamın bize yüklediği sıkıntılar, insana kendisini ve çevresini unutturabiliyor. Dolayısıyla insanlar kendi kabiliyetlerinin farkında olmadan yaşadıkları gibi, bazen de sanatsal faaliyetlerle meşgul olmaya fırsat bulamıyorlar. Bu manada günümüz şartları hakikaten çok zor. Ben şimdiki nesle baktığım zaman önceki neslin daha şanslı olduğuna inanıyorum. Mesela, televizyon ve bilgisayar (ihtiyacın dışında kullanma) gibi insanları çok fazla oyalayan ve kabiliyetlerinin tezahür etmesine engel olan unsurların geçmiş zamanda olmaması, insanların sanatsal faaliyetlerle daha çok hemhal olmasına olanak sağlamıştır. Günümüz insanının hızlı yaşayışına, aynı zamanda malayani şeylerle meşgul olma da diyebiliriz.

Burada tekrar durumumuzu gözden geçirip yeni nesil gençlerimizi kabiliyetlerine göre yönlendirmeli ve kendilerine olan öz güveni ortaya çıkartmalıyız. Bunu yaparken de sanatın bütün dallarını ve sporun bütün dallarını kullanarak onları eğitmeliyiz. Burada sanatcılara da büyük işler düşüyor... 

Feyz: Bir eser ne kadar sürede meydana geliyor?

Herşeyiniz hazırsa, diyelim ki kafanızda eseri şekillendirdiniz, kâğıdı temin etmeniz gerekiyor ki kâğıt zaten hattata ait ve bunu birebir hattatla görüşüyorsunuz. Diyelim ki sipariş verdiğiniz yazıyı hattat on beş günde de yazabilir, iki ayda da yazabilir. Eserin taslağı zihninizde ise oturuyorsunuz cetvellerle, pergellerle, gönyelerle onun taslağını çıkarıp kâğıdınızı hazırlıyorsunuz. Ondan sonra da düzgün bir şekilde, yazacağınız şeyi çizip boyamaya geçiyorsunuz. Herşey yolunda giderse ve yazınızı da hattattan aldıysanız bir ayda bitebilir. Tabi bu süre eserin ne olduğuna göre de değişebilir. Bazen iki ay süren eserler oluyor. Bazen çok sıkı bir çalışmayla on beş günde de bitebilir. Bazı sanatkârlarımızın eli hızlı oluyor, bazılarının da eli ağır olabiliyor. O tamamen şahsi yetenek ve el becerisi ile alakalı. Eserler, uykusuz kalmadan, sırtınız tutulmadan bitmeyebiliyor; çok çalışmak icap ediyor. 

Feyz: Peki, icazet almak için ne kadar bir süre gerekli?

İcazet eğitimine başladığınızda ortalama üç senenin geçmesi gerekiyor. Fakat diyelim ki siz araya başka dersler soktunuz veya başka meşgaleleriniz var;  ev hanımısınız veya üniversitede okuyorsunuz. Bu durumda bu üç yıl daha da uzayabilir, beş-altı yıl olabilir. Arkadaşlarımızdan evlenenler oluyor, anne olanlar oluyor; sonra kaldıkları yerden devam ediyorlar. Ancak, herşeyinizi bu sanata bağlıyorsanız üç, üç buçuk en fazla dört yıl içinde icazet alıyorsunuz. Tezhip, dönem dönem öğretiliyor. Fatih dönemi, Kanunî dönemi, tuğralar, saz yolu, zariyeler vs. En sonunda da icazetinizi alıyorsunuz…

 

Feyz: Sergideki eserinizde Yunus’un hangi şiirini yazdınız?

Risaletü’n-Nushiye’de yani Yunus Emre’nin divanındaki 66 numaralı şiir. Şiir dokuz kıtadan oluşuyor.

Burada ilk kıtada “Aşk bir güneşe benzer.” diyor. Ayette de bildiğiniz gibi Allahu Teala şöyle buyuruyor: “Güneş’e ve O’nun aydınlığına andolsun.” [Şems, 91/1] Ben bu ayeti okuduğumda düşündüm ki Güneş çok büyük bir fiziki varlık, enerjisiyle hayat kaynağımız. Yunus’un bu şiirini okuduğumda, Yunus da aşkı güneşle anlattığı için demek ki insanı ayakta tutan, ruhunu ayakta tutan da aşk dedim ve aşkı da güneşle anlattığı için Hazreti Yunus’un isminin üstüne de Güneş’i resmettim. Burada tamamen altın üzerine altın çalıştım, iki renk altın kullandım. Sarı altın ve mongo dediğimiz, içinde farklı bir renk tonu olan altın. Ayrıca burada şemsiyeler yapıp içine Efendimiz’in sembolü olan gülleri resmettim. 

Feyz: Semboller de çok önemli.

Lale, Allah’ın sembolü; gül de Rasûlullah’ın sembolüdür. Yani bir gül bir lale yaptığım zaman “La ilahe illallah Muhammedü’r-Rasûlullah” diye düşünülüyor. Secde gülü secde edilecek ayetlerin hizasına, hizb gülü her beş sayfada bir, cüz gülü her yirmi sayfada bir, sûre gülü de her sûrenin başına konur.

Feyz: Tezhip başka nerelerde kullanılmış. Çalışmalarınızda bu sembolleri kullanıyorsunuz. Peki, başka semboller var mı?

Tılsımlı gömlekler de tezhiplenmiştir. Özellikle padişah ve ailesi için hazırlananların tüm yüzeyi hattatlar ve müzehhipler tarafından çeşitli ayetler ve dualar yazılarak altın, gümüş ve kumaş boyaları ile tezhiplenerek doldurulmuştur. Kesinlikle kullanıyoruz. Mesela tezhipte kullanılan bulut motifi yüceliği, yüceleri anlatır. Güneş ötelerde, yükseklerde; aşk da yücelerde. Onun için Güneş’in ışınlarını bulutlarla anlattım yüceleri temsil ediyor diye, yani direk düz ışık hüzmeleriyle değil. Sembol derken mesela rumî dediğimiz motifler pek çok çeşide ayrılıyor. Yalın rumî, delimli rumî, sağılma rumî, burde rumî gibi pek çok çeşitleri var. Bu rumînin asıl kaynağının, Türkler’in İslam’dan önce kullandıkları resimlerin içindeki kuş kanatlarını zamanla geliştirerek kuş suretinden çıkarıp bu kanat şekillerini değişik formlara sokarak şu anda kullanılan rumî motiflerin elde edildiği söyleniyor hocalar tarafından. Kuş, çok kullanılan bir sembol zaten. Mesela Çin’de kullanılan çintemani denilen motifler vardır. Bunların dudağa benzeyen bir şekli vardır üç noktalı. O şekil kaplan derisini sembolize eder. Hatta padişah kaftanlarında o sembolleri çok kullanırlar, padişaha kaplan kudreti versin diye. Selçuklu dönemlerinde zaten aslan motifleri kapı kitabelerinde çok kullanılmış, kartal motifleri falan var. Ayrıca gül ve lalenin dışında çok belirgin bir sembol yok. Her sanatkâr eline aldığı yazı üzerinde (şiir, ayet vb.) yapmak istediğini düşünüyor ve her sanatkârın elinden ve gönlünden çıkanlar resmediliyor. Eskiler kopya edilmiyor. Klasiği öğreniyoruz ama kesinlikle birebir bir eseri kopya etmiyoruz. Bazen halktan sevdiklerimiz, eş dost gelip “Baskı mı? Kopya mı aldınız bir yerden?” diye soruyorlar. Tezhibin nasıl yapıldığını bilmedikleri için biz de tek tek anlatıyoruz: Tezhip sanatı çiçeklerden, yapraklardan, bulutlardan ve rumîlerden oluşuyor. Biz önce bunları tek tek çizmeyi, sonra da bunları bir araya getirip bir kompozisyon oluşturmayı öğreniyoruz. Ondan sonra da bütün klasik eğitimi alıp bu eğitimin üzerine serbest tasarımları geliştirerek bunları yapıyoruz. 

Feyz: Merakı olanlara tavsiyeniz var mı?

Kesinlikle tavsiye ederim. Bütün sanatlar insanı terbiye eder. Mesela ben kendi açımdan söylüyorum, boş vaktim yok. Bütün vaktimi tezhibe ve diğer tahsil ettiğim ilimlere harcıyorum. Ayrıca beni, madde olarak dünyalıktan da kurtaran bir şey bu aynı zamanda. Hani herkesin belli zaafları vardır. Erkekseniz elektroniğe zaafınız vardır, kadınsanız giyime merakınız vardır. Fakat bir sanatla uğraşıyorsanız elinize geçen parayla ben şu hattata şu yazıyı yazdırayım da süsleyeyim diyorsunuz. Yani varınızı yoğunuzu o sanata harcıyorsunuz. Güzel eserler erbapları tarafından takdir topluyor, ilgi görüyor. Yaptığım işle asıl ben memnun oluyorum, huzur buluyorum. Bundan dolayı bu sanatı yapmalarını tavsiye ediyorum. Sadece bu sanatla değil, geleneksel sanatlarımızdan hat sanatı, ebru sanatı ile de uğraşabilirler. Bir de aceleci olmasınlar, insan eğitimi kolay değildir. Kendilerine zaman tanısınlar...