Allah Rasûlü’nün (sav) hayatta olduğu dönemdeki yaşantı ile bugünkü yaşantımıza baktığımız zaman, (o günkü İslam ile bugünkü İslam arasında hiçbir fark olmadığı halde) net olarak ciddi bir yozlaşma görülmektedir. Ne oldu da bu noktaya gelindi dersek bunun birkaç sebebini şöyle sıralayabiliriz:
Bunun birinci sebebi lidersizliktir. Baba evde yokken çocuklarda bir davranış serbestliği vardır ya hani, onun gibi işte. Lidersiz Müslüman, başına buyruk kalır. Kendi keyfine göre yaşar, ibadetini bile kendi keyfine göre düzenler. Keyif derken, örneğin Allahu Ekber nidasını duyduğu anda işini gücünü bırakıp namaza yönelmez; kendince daha önemli olan işlerini bitirdikten sonra, mesela final maçını seyrettikten sonra vakit geçmeden namazını kılar veya sonra kaza eder, ya da onu da yapmaz. Namazdan daha önemli neyi gösterebilir ki bir Müslüman? Demek ki lideri olmayınca insanın lideri kendisi oluyor.
İkincisi paradır. Maddi rahatlık arttıkça, veren el olmaya devam ettikçe, herkes tarafından saygı ve sevgi görmeye devam ettikçe, insanın kendi kendini affetmeleri çoğalır. Neredeyse her hatasını affeder. Oysa af, kendisine ait değildir. Maddi rahatlık bereketini arttırır, gezmesini, öğrenmesini, alıp satmasını, yiyip içmesini ve özellikle de sosyal çevresini arttırır. Sosyal çevrenin artması, bir Müslüman için en güzel, ama aynı zamanda da aşılması en zor engeldir. Çünkü o çevrenin içinde hemen her tür insan vardır ve bu insanların hepsi ile ilgilenmek gerekir. İşte bu ilgilenmelerde kalp zarar görür. Nefsin isteklerine uygun ortam ve kişiler bu çevreden gelir. Bunlarla başa çıkmak ise sanıldığı kadar kolay değildir. Bu adeta, bir arslanı dışarıdan seyretmekle, kafesin içine girip oradan seyretmek arasındaki fark gibi çok zor bir mücadeledir. Yani bu, bazı kör tahmincilerin dediği gibi, insanların sağduyudan uzaklaşmalarının sebebi tahsil düzeylerinin artmasından ötürü değil, paranın getirdiği rahatlığın bir sonucudur.
Bir diğer sebep ise, yine lidersizliğe bağlı olarak ayrı baş çekmektir. Bir insan, her durumda liderinin davrandığı gibi davranmıyorsa, liderinin olup olmamasının ona pek de fazla bir faydası olmaz. Lidersiz gibidir adeta. Temel manada baktığımızda liderimiz Hz. Muhammed (sav)’dir.
O yanımızda yoksa o zaman O’nun yolunda giden birisi vardır. Hâl böyle iken, insan kendi nefsinin dürtmelerinden kurtulamayıp da şundan ötürü namaz kılamadım, bundan ötürü oruç tutamadım, şöyle bir iş başıma geldiği için böyle yapmak zorunda kaldım, şartlarım buna mecbur bıraktı, mecburdum da çaresizdim de vs. gibi kendince sebeplerle kendini diğerlerinden ayrı tutarsa, kendi kendine baba, kendi kendine lider olursa, Allah’a ortak koştuğunun farkına varmaz. Bu zihniyet, nefsin liderliğidir ve nefs kâfirdir.
Yozlaşma da düzelme de gençlikte başlar. En büyük engeller genç insanın önündedir. Bu engellerin en büyüğü de onun nefsidir. Nefsin en kuvvetli olduğu çağ, gençlik çağıdır. Bir genç, en büyük değer olan İslam’ı bilse, bir gün kendisine en büyük itibar ve kimliği sağlayacak olan İslam’ın gerçek değerini görebilse, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettiği yaşta olduğunu bir hatırlasa, İslam davasının kendi asıl davası olduğunu idrak edebilse, yapacağı hizmetlerin onu sosyal yaşantısındaki en mükemmel makama getireceğini de görecektir. İleride bir gün karşısına getirilmesini engellemesi gerektiği özel yaşantısına çok dikkat etmelidir. Gerçek bir Müslüman’ı utandıran tek şey, gençlikte düştüğü hataların önüne getirilmesidir. Gençler, İslam’dan uzak yaşamış olan ebeveynlerinin baskılarından sıyrılacak kadar cesaretli olmalıdırlar. Bir genç, gerçek güç ve kahramanlığın bu olduğunu görmelidir. En cesaretli genç, Allah’ın kendisine vermiş olduğu İslam nimetini sahiplenme cesaretini gösteren gençtir. Gençleri korkak ve pısırık yapan sebep, asıl davaları olan İslam davasından uzak kalmaktır. Gençliğinde heva ve hevesi peşinde koşmuş olan bir ana baba, evladına bu değeri aşılayamaz. Genç, bunu kendi görmelidir. Bir genç, gerçek itibara, spor bir araba veya façalı bir surat ile değil de Müslüman kimliği ile ulaşabileceğini fark etmelidir. Sonuç olarak, gençler bunu göremediği müddetçe, en güzel yıllarını uyuşuk ve mayışık bakışlarla geçirerek heba ederler.
Gelinen nokta budur ve ana sebeplerin de birkaç tanesi bunlardır. Yani bahanelerle, kendi kendimizi kandırmakla geldiğimiz bir noktadır. Bunların hepsi de şüphesiz imtihandır ve imtihanlar en çok uğraştığımız işlerle, en çok beraber olduğumuz kişilerle, en çok sevdiğimiz şeylerle yapılır. En değerlilerimiz ve en çok zamanımızı alan kişi ya da konularla imtihan ediliriz, basit meselelerle değil. Hizmet ve ibadetimizden verdiğimiz her taviz, nefsimizin bize vurduğu hain bir darbedir. Hiçbir mecburiyet, İslam’ın temel taşlarından taviz vermeyi gerektirmez. Kendimize bir taviz veriyorsak bu tavizi bizden nefsimizin istediğini hemen hatırlamalıyız. Müslüman, Allah adına kendine taviz vermez. Müslüman, nefsinin isteklerine bahane aramaz. Dost da düşman da bellidir. Dost, Allah’ın dostu, düşman da nefsimizdir. Kulluğumuza uydurduğumuz hiçbir bahane zekâmızın ürünü değil, nefsimizin ürünüdür. Allah’a emanet olunuz