Hikmet Ehli Olmadan İdeal İnsan Olunamaz/ Şenel İlhan Beyefendi’nin Sohbetinden

“İnsanları Rabbin’in yoluna hikmetle ve güzel öğütlerle davet et.”1

Bu ayette Rabbimiz açıkça, İslam’ı tebliğ ile vazifeli kimseler hikmet ehli olmalı veya hikmet ehli olmaya önem vermeli mesajını veriyor. Bu ilahi ikazdan anlaşılıyor ki hikmetten nasibi olmayan bir âlimin irşadı da tebliği de eksiktir. O zaman bu ilahi uyarı çerçevesinde hikmet sahibi olmak nedir ne değildir öğrenmeli ve bunu gündemimize almalıyız. Zira benim nazarımda da hikmetten nasibi olmayan bir âlimin, internetin arama motorlarından farkı yoktur. İnternet sana her türlü bilgiyi verir ama hikmeti veremez, orada hikmeti bulamazsın.

Evet, piyasada çok âlim var, her tarafta her kanalda konuşuyor ilim satıyorlar; ama ben hikmetli konuşanını pek görmüyorum veya varsa da çok azlar. İnşallah işte biz bunları toparlayıp nasipli ve iyi niyetli olanlarını hikmet sahibi yapacağız. Benim sohbetime katılan sizlerin diğer insanlardan bariz farkınız hikmet boyutunuz; bunun farkına varın, kıymetini bilin.

Peki, hikmet nedir, hikmet sahibi olmak nasıl olur, hikmet sahibi insan nasıl anlaşılır? Şimdi bunu anlamaya çalışalım:

Hikmetin lügatlerimizde birçok anlamı var. Mesela, hikmet; ilim, sır, gaye, fayda, adalet, felsefe gibi anlamlar içeriyor. “Bu anlamlardan hareketle, eşyanın hakikatinden bahseden veya eşyadaki gizli ilâhî sırları ve gayeleri ortaya çıkaran ilme hikmet ilmi denmiş. Eşyanın hakikatinden ve gayesinden söz ettiği için felsefe de ilm-i hikmetten sayılmış. Ama tam olarak bunun hakkını verememiş. Çünkü felsefeciler, bu çalışmaları sonunda ortaya insanların tatbik edebilecekleri, onları dünya ve ahirette mutlu edebilecek bir hayat nizamı, bir ahlâk düzeni ortaya koyamamışlar. Onun için gerçek hikmet, felsefede değil nübüvvettedir. Çünkü nübüvvette eşyanın hikmeti, doğrudan doğruya, o eşyanın yaratıcısından öğrenilir. Faraziyeyle, şahsî ve indî görüşlerle değil.

Hikmet ehli olmak deyince, bir İnsandaki akıl kuvvesinin her türlü aşırılıktan uzak durarak istikamet üzere olmasını, yaptığı işleri en doğru ve en uygun biçimde yapmasını anlıyoruz ki bu akla, selim akıl diyoruz.

Bu konuyu önemine binaen biraz açacak olursak, insan nefsi üç kuvvete sahiptir. Düşünme gücü, öfke (gazap) gücü ve arzu (şehvet) gücü. Gerek İslam filozoflarının gerek Yunan filozoflarının buluştuğu bu üçlü tasnif hem psikolojinin hem de ahlâkın temeli sayılır. İşte bu üç kuvvetin dengede bulunmasından ise çeşitli faziletler doğar.

Ahlak üzerine kafa yoran filozoflar nefste bulunan bu üç kuvvetten hareketle dört ana fazilet tespit etmişlerdir: hikmet, şecaat, iffet, adalet. Hatırlarsınız sohbetlerimizde bunlardan çok bahsederiz. Bu faziletlerden hikmet; her şeyi, tüm varlıkları, nasıl iseler öylece bilme anlamına gelir ve düşünme gücünün bir faziletidir. Nitekim zekâ, analiz yapabilme, hatırlama, süratli kavrayış, derin anlayış vb. hep hikmetin kapsamına giren faziletlerdir. 

Şecaat ise gazap kuvvetinin ıslahı neticesinde ortaya çıkan bir fazilettir; yani atılganlık ile korkaklık arasında orta bir hali teşkil eder. 

İffet de yine aynı şekilde arzu (şehvet) kuvvetinin kontrol edilmesi ve itidali ile hâsıl olur. Adalet ise her üç gücün dengeli bir şekilde insanda bulunmasıyla elde edilir. 

Bir halin fazilet olması için onun nefste iyice yerleşmesi gerekir. Bu faziletler, zorlama olmaksızın sizden sudur ediyor, düşünce ve davranışlarınıza bir istikamet veriyorsa size ait erdemlerden sayılır. Yoksa zorlayarak başkasına yardım eden cömert sayılamadığı gibi; hikmet, şecaat, iffet, adalet duyguları nefsinde yerleşik olmayan kişiler de faziletli insanlardan sayılmazlar.

Bu dört temel fazilet bir sehpanın dört ayağı gibi birbiriyle bağıntılı, birbirini destekleyen ve besleyen faziletlerdendir. Yani birisini aradan çekerseniz sehpayı devirirsiniz. O zaman faziletli bir insan olmak için bu dört erdemi de kazanmak gerekir.

“Allah (C.C.) Davud’a saltanat ve hikmet verdi.”2 

Bu ayette Rabbimiz, peygamberlerin hikmet sahibi insanlar olduğunu ve nübüvvet ilminin direkt ilm-i hikmetten olduğunu haber veriyor.Çünkü yukarıda da bahsettiğimiz gibi eşyanın hakikati, insanın varlık gayesi, bunların hepsi yalnız akılla bilenemeyecek bilgiler. Bunlarla ilgili en doğru bilgileri biz nübüvvet ilmi sayesinde öğreniyoruz. Demek ki o zaman Kur’ân-ı Kerîm başlı başına bir hikmet kitabı. Kur’ân-ı Kerîm başlı başına bir hikmet kitabı ama onun da içinde yine nice gizli hikmetler var. Dolayısıyla hikmet ilmi, Kur’ân ayetlerini doğru anlamak ve sırlarını çözmek için de lazım. 

Nitekim “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.”3 ayeti, Kur’ân’daki hikmetleri, yine en iyi kendisine hikmet verilmiş kişiler anlar diye bu gerçeği bize haber veriyor.

Bana göre de “hikmet”in özlü tarifi: “Düşüncede doğru, isabetli, basiretli, algıda ise derin kavrayışlı olmak demek.” İşte böyle insanlar ideal insanlardır. Hikmetle adaleti bir arada anmak lazım; adaleti olmayanın hikmeti olmaz. Açıkçası hikmete tâbi olmak, şeytanda olmayan bir ilme tâbi olmak demektir. Çünkü bilgi derseniz şeytanda fazlasıyla vardı, fakat hikmet yoktu. Bu nedenle hikmet sahibi olmak çok önemli ayrı bir değer, ilim sahibi olmak ayrı bir değerdir. İkisi bir zikredilse de başlı başına ayrı değerler bunlar.

Mesela derin kavrama ayrıdır, fakih olmak ayrıdır. Bu düşünceden hareketle İslam âlimleri, yalnız başına ilmi, hikmetten kabul etmezler. İlimle amel edilmesini, bu ilmin uygulama sahasına konulmasını ve faydalı sonuçlar vermesini şart koşarlar. Büyük müfessir Elmalılı Hamdi Yazır da “Hikmet: İlim ve onunla ameldir; her ikisini cem edemeyene hâkim denmez.”4 demiştir.

Neticede insanın hikmet ehli olması, Rabbi’nin razı olduğu bir kul olmasıyla direkt alakalı. O’nun rızası düşünülmeden, sadece yarattığı varlıkları incelemek ve bunların “nasılını, niçinini” araştırıp ortaya bir şeyler koymak hikmet ehli olmak için kâfi değildir. Hikmette keşif olmalı, feraset olmalı, akıl ve vicdan olmalı, adalet duygusu olmalı. Bu nedenle bakıyoruz ki hikmet incileri, ancak tezkiye ve tasfiye olmuş nefs ve gönül sahibi kişilerde tam olarak oluşup, tecelli ediyor.

Hikmet ehlinin zıddına sefih kişi denir ki saçmalayan kişi demektir.Yukarıda saydığımız faziletlerden şecaat, iffet ve adalet duygusu bir kişide olmadan o kişi hikmet ehli olamaz. Hikmet ehlinin özelliği ilim makinesi olmasıdır; o kişi durmadan ilim üretir. Burası çok önemli. Asla zan makinesi değildir. Yani zan ve spekülasyon üretmez.

Hikmet, insanı her konuda derin bir anlayış sahibi yaptığı gibi, tebliğdeki başarısına da büyük katkılar sağlar.

Bu nedenle Rabbimiz, Hazreti Peygamber’e hitaben: “(Ey Muhammed) Sen (insanları) Rabbin’in yoluna hikmet ve güzel öğütlerle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.”5  buyurmuştur. Bu ayet, İslam’ı tebliğ ile vazifeli kimselerin açıkça hikmet üzere bulunmalarını emreder.

Kur’ân-ı Kerîm’in bazı ayetlerinde geçen hikmet kelimesini bazı müfessirler sünnet olarak da tefsir etmişlerdir. Mesela “Nitekim kendi aranızdan, size ayetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.”6 Müfessirler, burada zikredilen kitaptan maksat Kur’ân, hikmetten maksat ise sünnettir, derler ki bu da doğrudur. Zira Hazreti Peygamber (s.a.v.) elbette ki hikmet sahibiydi. Onun her söz ve fiilinde nice hikmetler nice derin manalar vardı; nitekim az sözle çok engin manaları ifade ederdi. Dolayısıyla Hazreti Peygamber (s.a.v.), tebliğ görevini yukarıdaki ayette ifade buyrulduğu gibi hikmetle yerine getirmişti. O zaman onun varisi olan biz müminlerin veya özellikle âlimlerin de buna çok dikkat etmesi gerekir.

“Hikmetin başı Allah (C.C.) korkusudur.” buyuran Efendimiz’in (s.a.v.) tespitinden hareketle, hikmet duygusu aynı zamanda Allah’tan hakkıyla korkmayı sağlayan ve insanı her türlü kötülükten de koruyarak bu sayede insanı Rabbi’ne yaklaştıran, sevgisine ve rızasına mazhar kılan önemli bir erdemdir.

Netice olarak, ilahi emirlerin faydasını anlama yeteneği, güzel fiilleri meydana getirme melekesi, ilahi ahlakla ahlaklanma, nerede nasıl davranacağımızı belirleme vs. hep hikmet ilminin insanlara katkılarıdır. 

Bütün bu tespitlerden sonra özetle şöyle söyleyebiliriz: Hikmet; şehvetini iffete, gazabını şecaate dönüştürebilmiş adalet sahibi kullara; hak ile batılı, hayr ile şerri birbirinden iyice ayırt etmesi için verilmiş ilahi bir yetenek, ilahi bir nurdur.

Hikmet ehli olabilmek duasıyla Allah’a (C.C.) emanet olun...

Dipnotlar:

1) Nahl, 16/125.

2) Bakara, 2/251.

3) Bakara, 2/269.

4) Bk. E. H. Yazır, Metalip ve Mezalip, s. 46.

5) Nahl, 16/125.

6) Bakara, 2/151.