Helake Götüren Bir Haslet "Ucub"

Kibir, haset, cimrilik gibi çok tehlikeli bir kalp marazı olmasına rağmen halk arasında pek fazla bilinmeyen, manası dikkate alınmayan çok önemli bir kalp marazı, yani manevi hastalık: “UCUB”. Eminim, mikrofon elinizde camileri dolaşın, hatta âlimlere ve hocalara bu soruyu yöneltin, ucub denen manevi hastalığın manasını tam olarak izah edebilecek kişi sayısı çok azdır. “Acaba bende ucub var mı?” diye daha önceden muhasebe yapıp bunun değerlendirmesine girmiş olabilecek kişilerin sayısını ise size bırakıyorum. Ne yazık ki bu tablo, ibadetleri yalnız şekle dönüştüren özden, ahlaktan uzak bir İslam öğretim ve eğitiminin meydana getirdiği tablodur.

Efendimiz (sav) birçok hadis-i şerifle ucub denen kalp marazına dikkat çekiyor ve eğer dikkat edilmezse ümmetini felakete sürükleyeceği konusunda ciddi olarak uyarıyor. 

“Üç haslet vardır. Onlar helâk edicidir: 1. İtâat olunan cimrilik 2. Arkasından gidilen hevâ-i nefs 3. Kişinin nefsini beğenmesi neticesinde ucub’a düşmesi.” (Tirmizi)

“Nefsim elinde bulunan Zat-ı Zülcelâl’e yemin olsun ki günah işlemediğiniz takdirde, ondan daha büyük olan ucub’a düşeceğinizden korkarım.” (Münzirî’nin et-Terğîb ve’t-Terhîb)

“Helâk olmak iki haslettedir: Allah’ın (c.c.) rahmetinden ümitsiz olmak ve ucub’a kapılmak.” (İbni Mes’ud)

Bu maraz öyle önemli ki ashâb-ı kirâm gibi bir topluluk, ucub sebebiyle savaş kaybediyor. Rabbimiz, olayın vahametini kalplere ve akıllara kazımak istercesine, kutlu sahabi topluluğuna Huneyn gazâsında, Müslüman askerlerin çokluğuna rağmen önce bir mağlubiyet yaşatıyor. Kur’ân bu olayı şöyle anlatır: 

“Andolsun, Allah birçok yerde ve Huneyn savaşı gününde size yardım etmiştir. Hani, çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat (bu çokluk) size hiçbir yarar sağlamamış, yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Nihayet (bozularak) gerisingeriye dönüp kaçmıştınız.” (Tevbe, 9/25)

Huneyn gazasında, ashâb-ı kirâmdan bazıları derler ki: Biz sayıca ve kuvvetçe çoğuz; bundan sonra artık mağlup olmayız, yenilmeyiz. Ashaptaki bu psikoloji Efendimiz’in kulağına gidince Allah’a değil de kalabalık oluşlarına güvendiklerini, bununla böbürlendiklerini ve bu güç ve kuvvetle savaşı mutlaka kazanacakları şeklinde ucuba kapıldıklarını görür ve bu hale üzülür. Neticede kalıcı bir ders olarak önce bir yenilgi, sonra da zafer yaşarlar. Bu olay müminlerin sayıca az veya çok olsalar da güven duygularının kaynağında Allah’a iman, Allah’ın yardımına güven olması gerektiğini fark etmelerine, Allah’ı (c.c) unutarak kendilerinde bir güç ve kuvvet olduğu kanısına kapılmalarının ve bu sebeple kibirlenip böbürlenmelerinin ciddi bir kalp marazı olduğunu derinden algılamalarına ve hem de ciddi olarak tevbe etmelerine vesile olur… Rabbimiz, Kur’ân’daki emirlerinin daha iyi kavranması ve anlaşılması için birçok meseleyi böyle bizzat yaşatarak öğretmiştir. 

Ucub Nedir?

Lügatte: “Kendini beğenme, böbürlenme” diye tarif edilir. Kendini beğenme, böbürlenme birçok sebepten olabilir. İlimden, amelden, maldan mülkten, sayıca çokluktan, güçten kuvvetten vs.

Asrımızın en önemli mütefekkirlerinden ve çok değerli âlimlerinden ilim, irfan, hikmet ehli Şenel İlhan Beyefendi, diğer bütün ahlaklarda olduğu gibi ucub konusunda da kendine has üslubuyla çok daha anlaşılır tespit ve tarifler yapmıştır. İnşallah ucub denen afeti onun sohbetlerinden istifade ile anlamaya çalışalım:

“Ucub; Allahu Teâlâ’nın insana verdiği güzellikleri ve büyüklükleri, Allah’ı (c.c) dışlayarak sahiplenmek ve egosuna mal etmektir.”

“Ucub; yapıp ettiklerini yalnız kendine bağlamak, Allah’ın yardımıyla yaptığını unutmak, Allah’tan ayrı yaptığını düşünerek, kendini Allah’tan (c.c) müstağni görerek amelini beğenmektir.”

“Ucub; beş kuruş ettiğine inanmaya ihtiyacı olan insanların, kendilerini beş kuruş sanmalarıdır. Kendinde hiçbir zaman Allah’a (c.c) nispetle bir varlık görmeyen insanlarda bu hal olmaz. Allah’ın yanında, Allah’a rağmen kendinde bir varlık, bir güç, bir kuvvet görme ihtiyacı aslında bir kişilik ve şahsiyet sorunudur. Şahsiyetli insanlar, hem kendi gözlerinde hem insanların gözlerinde büyümek için Allah’ı dışlayarak büyümek gibi ucuz bir yola tevessül etmezler.”

“Ucub; yaptığı iyi iş ve amellerine ve ibadetlerine kendince kabul edilmiş icazeti vermek, Allah’tan bu sebeple hak talep etmektir. Mesela, ‘Allahım! Senin için yıllardır amel, ibadet yapıyorum, hâlâ fakirim, hâlâ hastayım...’ demek.”

Bu tariflerden anlaşılan ve altı çizilmesi gereken en önemli ifade şudur: Ucuba neden olan duygu; kişinin kendini Allah’tan müstağni yani ayrı sanarak, böyle bir psikolojiyle ben yaptım, ben ettim, benim malım, benim aklım, benim gücüm, benim amelim, benim ibadetim… demesi ve Allah’ın tüm yardımlarını görmezden gelerek boş bir gurur ve kibirle işlerini ve eylemlerini yalnız kendine mal etmesi ve kendine bir bakıma tanrılık vasfı yakıştırmasıdır…

Ucubun Nedenleri

Enaniyet, bencillik, sevgisizlik, cahillik, gaflet, gurur, kibir, ahmaklık, muhakeme bozukluğu, adaletsizlik, kendi gözündeki küçüklüğünü kamuflaj gibi, ucubun birçok nedeni vardır. 

Dikkat edilmesi gereken önemli mevzu, ucubun soyut subjektif alanlarda devreye girmesidir. Zira subjektif alanda insanın kendini kandırması, olayları kendi lehine tevil etmesi kolay olur. Bu kaygan alanda benlik duygusu, enaniyet de devreye girince insanın objektifliği hepten gider; süper zekâ bile olsa aptal durumuna düşer ve bir sürü hatalar yapar.

Somut alanlar böyle değildir. Mesela adam fakirse zenginim diye ucublanamaz. Zenginliğini ispat edecek görsel delillere ihtiyacı olur. Ama maneviyat subjektif, soyut bir alandır. Bu alanda kimin manen zengin, kimin fakir olduğunun tespiti zordur. Ancak “Allah bilir” demek gerekir. Amel ve ibadetlerin kabul edilip edilmediği meselesi de böyle. Bu alanlarda insanların kendilerini bir şey sanması, buna inanması, amellerine kabul edilmiş icazeti vermesi ve kendini kandırması kolay olur. Dolayısıyla ucub’da muhakeme bozukluğu, değerleri takdir zafiyeti vardır. Ucuba düşen insanlar, kendi amellerini değerlendirirken de karşısındakinin amelini değerlendirirken de adaletsizdir. Bu tutumları onları kendi hatalarını, eksikliklerini ve acizliklerini görmemeye, amel ve ibadetleriyle böbürlenmeye, kaçınılmaz olarak da ucuba sevk eder.

Ucuba Yakalanma İhtimali Yüksek Olan Kesim Kimlerdir?

Menfî anlamdaki benlik ve varlık duygusundan kaynaklanan ucub, şeytanın hastalığıdır. Dolayısıyla şeytanı bu hastalığa düşüren nedenler insan için de geçerlidir. Malumdur ki, Allah’ın (c.c) huzurundan kovulmadan önce şeytanın ilmi de ameli de hizmeti de çoktu. Kibir, öfke, haset, sevgisizlik, adaletsizlik… gibi duygularının devreye girmesinden meydana gelen muhakeme bozukluğu ve büyüklenme ile bütün güzel işlerini mahvetti, yok etti. Hazreti Adem’e yapacağı bir tevazu hamlesi aslında iblisin bu öldürücü derdine derman olacaktı. Ama o tedaviyi değil, öfke ve gururu seçti. Bu anlamda Kur’ân ve hadislerde kötülüğe örnek gösterilen şeytanın düştüğü bu durum, insanlık için ayakların kayabileceği noktaları işaret etmesi ve hatta objektif olarak göstermesi anlamında, müminlere bir rahmettir.

Demek ki âlimlerin, hizmet edenlerin, amel ibadeti çok olanların bu hastalığa daha dikkat etmesi gerekir. Özellikle İslam’ın zahirine dikkat ederek yaşayan, sorumluluk duygusu yüksek ama sevgi ve muhabbet tarafı az olan insanlar ucuba karşı daha müteyakkız olmalıdırlar. İbadetlerin mekanik olarak yapılması, kişileri kibre ve ucuba kolay iter. İbadetlerde sevgi ve muhabbeti öncelemeyen, ahlak ilmine ve bunun inceliklerine önem vermeyen ama zahiri ilmi çok olan kişilerin ucub ve kibre yakalanmaları kolay hatta kaçınılmazdır. Bu tür kişilerin daha dikkatli olmaları, sohbet ederken kendilerini kurtulmuş görerek sohbet etmemeleri, nasihatler ederken kendi nefslerini de muhatap almaları gerekir.

Evet, özellikle bu kişiler amellerin zahirine çok dikkat ederek yaşarlar. Cemaate, nafile namazlara çok dikkat eder, sünnetleri mümkün mertebe yerine getirir, sevabı çok olarak rivayet edilen tesbihatları da çokça yaparlar. Ve böylece kendilerince cehennemden kurtulmuş bir psikolojiye girerler. Veya kendilerine cennet beratı verirler. Yani psikolojileri böyledir. Çünkü onlara göre amellerinin hepsi peşinen kabul edilmiştir, üzerlerinde bu rahatlık vardır. Ameli az insanları küçümserler. Fırsat buldukça eleştirir, azarlarlar. Kendilerinin eleştirilmesine, hatalarının söylenmesine de asla tahammül gösteremezler. Çünkü dedik ya onlar kendi gözlerinde, her ameli makbul kullar, duası mübarek insanlardır. İşte bütün bunların altında yatan tehlikeli hastalık ucub ve gururdur. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi bu hastalığın en önemli sebebi, dürüstlüğü kaybetmek neticesi oluşan muhakeme bozukluğu ve değerleri takdir zafiyetidir. Kendi amellerine not verirken ve değerlendirirken de karşısındakinin amellerini değerlendirirken de adaletli ve hakkaniyetli değildirler.

Ucubun Zararları

Ucub, adamı kibir sahibi yapar. Kibir de sevgisiz yapar. Sevgisizlik benciliği, bencillik ucubu doğurur ve böyle gider. Sevgisizlik bütün kalp marazlarının köküdür. Sevgiyi elde etmek için çalışmak birinci öncelik olmalıdır. 

Ucub sahibi kişi günahlarından rahatsızlık duymaz. Günahlarını hatırlamaz, araştırmaz. Onları araştırmaya kendisini mecbur hissetmez. Günahlarından hatırladığı kısımları ise küçük görür, tevbe ve telafisine çalışmaz. Allah’ın (c.c) rahmetine güveni fazladır. Hep bağışlandığını zanneder! İbadet ve amellerini ise aksine büyük ve yeterli görür. Allah’ı -hâşâ- amelleriyle minnet altına sokan bir psikolojiye girer.

“Verdiğini çok bularak başa kakma.” (Müddessir, 74/6) ayeti bu duruma örnektir. Katâde (r.a.) bu ayetin tefsirini yaparken  “Amelinle minnet etme!” demiştir.

Allah’ın (c.c.), bu ibadetleri yapması hususundaki yardımlarını görmezden gelir. Veya bir iki küçük amel ve ibadetle kendini kurtulmuşlar içinde görür. Kendini yeterli gördüğü veya amellerini beğendiği için amellerinde ihlâs var mı düşünmez. Ucuba, kibre, riyaya düşebilme risklerini hesaba katmaz. Bu konuda başkaları ile istişaresi de olmaz çünkü onlara ihtiyaç hissetmez. 

Ucub sahibinin Allah ile olan ilişkilerinde de ciddi problemler vardır. İbadetleri yalnız kendi güç ve kuvveti, ilmi ile yapmış gibi bir duygu içinde olduğu için şükrü az olur. Rabbin yardımını dışladığı için Rabbin yardımı da ondan kesilir. Nefsiyle başbaşa kalır, gurur ve kibir batağına yuvarlanır, şeytanlaşır. Rabbin gazabını hak eden bir konumda durduğu halde kendini cennetliklerin en üstünü sanacak kadar ahmaklaşır. Yaptıklarını yeterli görür. Amellerini ve manevi terakkisini dondurur. Tövbeyi unutur, nasihat dinlemez, kendisine kurtulmuş, amellerine de kabul olmuş onayını verir. Bu konu ancak Rabbimiz’in bilgisinde olan bir şeydir. Muhasebe yapmaz, hatasını fark etmez. Çevresine karşı şımarık ve de kibirli olur. Tevazusunu kaybeder. Dolayısıyla insan ilişkilerinde de sağlıklı bir diyalogu yakalayamaz.

Ucubun Çaresi 

Ucubun kaynağı bencillik, daha da özü dürüst olmamaktır. Resullullah Efendimiz’in (sav) Hûd suresindeki “…Emrolunduğun gibi dosdoğru ol…” ayeti beni kocalttı, demesi bu anlamları ifade eder... O zaman ucubun birinci derecede çaresi dürüstlüktür. Değerleri takdir ederken insan dürüst olmalı, hakkaniyet ve adalet ölçülerini elden bırakmamalıdır. Kendi yapıp ettiklerini kıymetlendirip değerlendirirken de başkalarının amellerini, yapıp ettiklerini değerlendirirken de ben akıllıyım deyip kendi aklını referans ve ölçü almamalıdır. Şeytan, Hazreti Adem’i değerlendirirken öyle yaptı. Kibirli insanların ölçüsü kendileridir. Bu çok yanlıştır. Bu değerleri değerlendirirken akılcı ol, bu ne demek? Bir değerin kıymet ölçüsü veya doğruluk ölçüsü ne ise ona göre değerlendir. Mesela bu bir dini bilgiyse dini referanslara göre değerlendir. Yani, doğruluğunu Kur’ân’a, hadislere, nas’lara onaylat. Dünyevi bir bilgiyse bilimsel kıstaslara göre onun doğruluğunu test et. Aklını böyle kullanmayan adamın ben akıllıyım demesi onu akıllı etmez. Bu, kişiler de kibir oluşturur. Buna bedevi kibri denir. Şeytan da böyleydi. Şeytanı Ademe karşı saygı göstermek ve eğilmekten meneden şey ucubu ve olayları kendinde bir varlık görerek değerlendirmesiydi. Şeytan niye böyle aptal duruma düştü? Ucubu, kendini beğenmesi, kibri onu dürüstlükten uzaklaştırdı da ondan. Zira bu alan yukarıda da değindiğimiz gibi soyut, subjektif, sisli puslu bir alandır. Bu alanda insanların kendilerini kandırmaları, olayları kendi lehlerine tevil yapmaları kolay olur. Ucuba düşmemek için dürüstlükten ve adaletten ayrılmayacağız.

Bir de sevgisizlerde ucub kolay gelişir. İçe dönük kompleksli adamlarda sevgisizlik, sevgisiz adamlarda da ucub kaçınılmaz olur. Sevgi dolu olmak, sosyalleşmek, hem ucubun hem de mutlu olmanın ilacıdır. Kendi dünyasında ucublu adam aynı zamanda kompleksli adamdır. Sosyal olan kişi mutlu olur. Ucublu kişi egosantrik, bencil bir kişidir. Kendi benliği için, kendini kurtarmak için çalışan, Ümmet-i Muhammed’e sevgi, şefkat duymayan kişiler ucub’dan kurtulamazlar.

Ucuba Benzeyen Ama Ucub Olmayan Tutumlar 

Ameli beğenmek her zaman ucub mudur? Hayır, bunun inceliği de önemli. “Ucub: Allahu Teâlâ’nın insana verdiği güzellikleri ve büyüklükleri Allah’ı (c.c) dışlayarak sahiplenmek, egosuna mal etmektir.” Bu tarifi yukarıda yaptık. Bu tariften anlaşılan şu ki Allah’ın üzerimizdeki nimetlerini, O’nun yardımlarını dışlamadan sahiplenmek ucub değil. Aksine yapılması lazım olan, gerekli olan bir şeydir. Allah’ın (c.c) verdiği güzel şeyleri yok saymak, onlara hiç muamelesi yapmak veya burada kendi iradesinin hakkını vermemek de ucubla mücadelede yapılan büyük yanlışlardandır. Allah sana hayra ve şerre kullanabileceğin hür bir irade vermiş ve sen iradenle güzel şeyleri tercih ediyorsun. “Sana gelen her iyilik Allah’tandır, başa gelen her kötülük de nefsindendir.” (Nisa, 4/79) ayetine göre iyilikler Allah’tandır ama sen de şer yerine hayrı, güzeli tercih etmişsin. Bu tercihinden dolayı kendine bir sevinme, övünme, bir şükür payı çıkarman elbette ucub değil olması gereken müspet bir duygudur. Bu duyguları anlamaya, bunların sevincini yaşamaya çok ihtiyacımız var. Bunlardan kaçmak ucubla mücadele değil, müspet benlik ve izzet-i nefsle mücadeledir ki çok yanlıştır...

“Büyük olmak suç değil büyüklenmek suçtur.” Her ahlak sohbetinde üzerine basarak bu önemli konuyu anlatıyoruz. Her zaman orta yolu bulmak ve ortada yürümek önemlidir. İnsanda müspet bir varlık duygusu, müspet bir benlik duygusu olmalı; bunun adına izzet-i nefs diyoruz. Şahsiyetli, kişilikli Müslümanlar bu duygular sayesinde oluşur. Zilletli, dilenci ruhlu, kendisine saygısı, sevgisi olmayan Müslümanları Allah ve Peygamber niye sevsin? Bu düşünce İslam’a yapılmış en büyük hakarettir.

İnsan böbürlenmeden, kibirlenmeden ve bu güzelliklerin Allah’tan olduğunu unutmadan kendi kıymetini bilecek, bu değerlerini Allah (c.c) yolunda kullanmak için gayret içinde olacak. Yapıp ettiklerini yalnız kendine bağlamadan, Allah’ın yardımıyla yaptığını unutmadan, güzel işler güzel ameller yapabilmişse şükür ve hamd edecek. Fakat bunlarla böbürlenip bunlara güvenip yatmayacak, Allah (c.c) katında bütün amelleri sanki kabul edilmiş gibi kendi kendine icazet vermeyecek. Allah’tan bu sebeple hak talep etmeyecek, “Allahım! Senin için yıllardır amel, ibadet yapıyorum, hâlâ fakirim, hâlâ hastayım...” demeyecek. Böyle derse işte bu ucub’dur. Güzel ameller vesile kılınarak Allah’a dua edilebilir ama illa olacak diye bir inanca sahip olunmaz, Allah’ın böyle bir şey için yardımı mecburmuş gibi bir duyguya girilmez. Duaları bu dünya şartlarında kabul olmayınca bozulmak, hakkının yenildiğini düşünmek gibi psikolojiler ucub görüntüleridir.

Sonuç 

İmam-ı Gazali (r.a.) dahil birçok âlime göre kalp marazları haramdır. Onlara sahip çıkmak farzdır. Bu kalp günahlarına önem vermeyen adamın hali, içki içip zina edip hem de namaz kılan adamın durumuna benzer. Zira kibir de riya da cimrilik de ucub da aynı içki, zina gibi büyük günahlardandır. İnsanın nefsiyle ve kalp marazlarıyla mücadelesi “Benim nefsim ne aşağılık.” demekle de olmaz. Kişi ancak nefsini tanırsa bu hal kendiliğinden oluşur. Bunun için de bir bilene hastalıklarını sormak ve bunları iyice anlayıp tespit etmek gerekir. Kalp marazları tabir edilen kötü huylardan kurtulmak için en kolay ve kestirme yol ise: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” (Tevbe, 9/119) ayetine kulak vererek buradaki inceliği anlamaktır. Sadıklarla olmak nefsimizle mücadelede en geçerli ve kolay yoldur. 

Allah’a (c.c) emanet olun.