Gazali’ye Göre Aklın Aydınlanması Nasıl Olur? / Dr. Ramazan Fevzi Kahtalı

Akıl, mahiyeti itibarıyla nedir? Gazali düşüncesinde akıl, müstakil olarak nasıl ele alınıyor? Çeşitleri var mıdır? Düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Akıl sözlükte, menetmek, zapt etmek, engellemek, alıkoymak, yakalamak, cezbetmek, bağlamak, deveyi ipe bağlamak, tutmak, zihin, idrak etmek, nefsin arzularını bağlayan yükümlülük anlamlarında1 kullanılmıştır.
Akıl, “zatında maddeden mücerret, fiilinde maddeye bitişen bir cevherdir. Akıl, kalpte hak ile batılı ayırt eden nur, insan bedenini yöneten tasarruf eden soyut bir cevherdir.”2
Mutasavvıflar aklı, cüzî ve küllî, ya da akl-ı meâş ve akl-ı meâd olmak üzere iki kısma ayırmışlardır. “Akl-ı meâş dünya işlerini düşünen, hak ve hakikate varamayan akıldır. Akl-ı meâd ise, ahireti düşünen ve ilm-i ledünne erip zatı ilâhiyyeye ulaşan akıldır.”3
Erken dönem sûfîleri, akıl kavramını ahlak ile ilişkilendirmişlerdir. Ahlakı güzel olan bir insan kâmil akıl sahibi olur. Aklın kâmil olmasının yolu nefis terbiyesi yaparak aklı yetkinleştirmektir. Yani nefis terbiye edilirse kalp nurlanır, akıl güçlenir ve aydınlanır.
Tasavvufta cüz’î akıl ile dünya işleri, küllî akıl ile de âhiret işleri yürütülür. Aklın ilk çeşidi, ruhun nurundan, ikincisi ise hidayetin nurundan meydana gelmiştir. Buna göre; cüz’î akıl, bütün insanlarda mevcuttur. Küllî akıl ise sadece tevhid inancına sahip kimselerde bulunur.4 Bundan dolayı sûfîler, “sadece cüz’î aklı bazı hususlarda eleştirmişlerdir. Zira küllî akıl, heva ve hevesten uzak, Allah’ın emirlerine itaat eden akıldır.”5
Gazâlî, aklı, birçok eserinde farklı şekillerde ele almıştır. Bunun nedeni ise aklı ele aldığı konu bağlamında açıklamasıdır.
Gazâlî, İhyâ adlı eserinde, aklın tarifi ve hakikati konusunda, akıl kelimesinin müşterek birçok manalara geldiğini insanların bu durumu unutmaları nedeniyle ihtilafa düştüklerini söyler. Arkasından aklın dört manada kullanıldığını ifade eder.
1- İnsanların diğer canlı hayvanlardan ayrılmasını sağlayan haslete akıl denir. İnsanlar bu akıl ile nazarî ilimler öğrenme kabiliyeti kazanır ve birçok hüner ve sanat elde eder. Gazâlî, Haris b. Esed Muhâsibî’nin akıl tarifini zikrederek, aklın nazarî ilimlerin kendisiyle anlaşılan bir tabiat olduğunu, akıl Allah’u Teâlâ’nın kalbe akıttığı bir nurdur ki, insan onunla eşyayı anlamaya istidat kazanır sözüyle bu duruma işaret ettiğini söyler.
Gazâlî, bu tanıma göre, “zarurî ilimlerden gaflet eden veya uykuda olduğu için zarurî ilimler kendisinde bulunmayan kimseler, bu tabiata sahip oldukları için yine akıllıdırlar. Cismin, kendisiyle ihtiyarî hareket edip duyu organlarını kullanabileceği hayatı, bir tabiat olduğu gibi akıl da bazı hayvanların kendisiyle nazarî ilimler edinmeye hazırlandığı bir tabiattır. Ancak insanı hayvandan ayıran en önemli fark, insanda akıl ile ilim yaratılırken hayvanlar ve canlı varlıklarda ilim yaratılmaz.”6 şeklinde ifade eder.
2- Kelamcıların, “mümkün olan şeylerin var olabileceğini, mümkün olmayanların olamayacaklarını anlamak gibi zaruri ilimlerdir dedikleri tariftir. Küçük bir çocuğun, caiz olan şeyleri caiz, muhal olan şeyleri muhal kabul etmesi, ikinin birden çok olduğunu, bir adamın bir anda iki yerde bulunamayacağını bilmesi gibi zaruri ilimlerdir. Gazâlî, bu tarifi doğru kabul etmektedir ve yanlış olan şeyin ise diğer garîzaları inkâr edip yalnız bu ilimleri kabul etmek” olduğunu söyler.
3- “Tecrübelerden elde edilen ilim akıldır. Gazâlî’nin bu akla tecrübe dendiğini, kim tecrübelerden anlar ve kendisini olgunlaştırırsa o kişiye akıllı; kim de tecrübelerden bir şey anlamazsa, ona da ahmak veya cahil dendiğini” söyler.
4- “Gazâlî’nin ‘akl-ı müstefâd’ dediği bu akıl ise; insanın bütün işlerin neticesini anlayıp ve sonu tehlikeli olan geçici lezzetlere davet eden şehvetini yenen kişinin aklıdır, bu kimselere de akıllı sıfatının verildiğini”7 ifade eder.
Gazâlî, bu dört aklın manasından birinci mananın asıl ve kök olduğunu, ikinci mananın birincinin en yakın bir dalı olduğunu, üçüncü mananın ise birinci ve ikinci manaların dalları olduğunu bunun nedenini ise tecrübî ilimlerin tabiî ve garîzî kuvvetle elde edildiğini, dördüncü mananın ise aklın son meyvesi ve akıldan beklenen netice olduğunu ifade eder. Birinci ve ikinci aklın manalarının tabiî, üçüncü ve dördüncü aklın manalarının ise kesbî8 olduğunu belirtir.
Gazâlî, yine İhyâ adlı eserinde aklı iki kısma ayırmaktadır:
“Birincisi; eşyanın hakikatini bilmekten ibaret olan akıldır ki, kalpte bulunan ilim sıfatından ibarettir.”
“İkincisi; akıl denmekle, ilimleri anlayan manası murat olunur ki, o zaman da kalbin kendisi olur. Hâlbuki biz biliriz ki, her âlimin, bizatihi kendisiyle kâim olduğu bir varlığı vardır. İlim o varlığa giren bir vasıftır. Sıfat ise mevsufun aynı değildir. Bazen akıl denir ve bununla bilen kimsenin vasfı murat edilir. Bazen akıl denir ve idrakin mahalli yani idrak edenin kendisi kastedilir. Peygamberimizin (s.a.v.) ‘Allahu Teâlâ’nın ilk yarattığı şey akıldır.’9 dediği akıl budur. Zira ilim manasındaki akıl, arazdır. Arazın bir mahalle ihtiyacı olduğu için, ilk yaratılmasına ihtimal verilemez, mahallinin daha önce ve hiç olmazsa kendisi ile birlikte yaratılması iktiza eder. Aynı zamanda cevhersiz araza hitap da mümkün değildir.”10
Gazâlî, bu tanımında aklı ikiye ayırarak, birinci manadaki akıl, kalpte bulunan ilim, ikinci manadaki akıl ise, kalptir.
Gazâlî, aydınlanmış aklı savunur. Sûfîlerin akl-ı meâd dedikleri ahireti düşünen akıl bu akıldır. Sûfîler sadece düşünen akla ise akl-ı meâş demişlerdir. Gazâlî, akl-ı meâşın eksik olduğunu savunmuştur. Gazâlî’nin savunmuş olduğu nurlanmış aklı anlayamayan çevreler Gazâlî aklı inkâr etti diyerek kolaycılığa kaçmışlardır.
İnsan aklının anlamadığı yerde aklının sınırlı ve aciz olduğunu kabullenip, sınırsız ve zamansız en büyük akla yani Allah’a teslim olması gerekir. Allah’ın nur attığı akıl ise aydınlanıp metafizik âleme sıçrama yapan akıldır. Allah’ın bu akla nur vermesi için o kişinin dinini takva boyutunda yaşaması gerekir.
Gazali düşüncesinde akıl; kalp, ruh ve nefisle ilişkilendirilerek işleniyor. Zaman zaman biri diğerinin yerine de kullanılıyor. Bunu nasıl değerlendirmeliyiz?
Gazâlî akıl kavramını nefis, kalp ve ruh kelimelerinin yerine veya eşanlamlı olarak kullanıldığını ifade eder. Akıl kalp ile iç içe geçmiş bir hakikattir. İnsan kalbinde maddi gözün kusurlarından uzak bir kalp gözü vardır. Gazâlî’ye göre kalp gözü nur ismine daha layıktır ve bu kalp gözüne bazen akıl bazen ruh bazen de insanî nefs demiştir. Gazâlî kalp gözünün maddi gözün kusurlarından korunduğu için buna akıl ve nur da denilebileceğini söylemiştir.
Kalp kelimesi, terim olarak ise Gazâlî’nin de ifade ettiği şekilde iki manada tarif edilmiştir. “Birincisi, göğsün sol tarafında bulunan, tıp ilminin alanına giren cismani kalptir.”11 “İkinci manası ise şuur, vicdan, idrak, his, duygu, akıl ve irade gücünün merkezi olan ruhanî kalptir.”12 Mutasavvıfların “hakikat-ı insaniyye, felsefecilerin nefs-i nâtıka dedikleri bu kalptir. Bu yönüyle insana âlim, ârif, müdrik denilmiştir. Allah’a muhatap olan, sorumlu tutulan, ceza ve mükâfat alan bu nûrânî cevherdir.”13
Gazâlî, akıl kavramının kalp ile iç içe geçmiş bir hakikat olduğunu vurgular.
“Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla görmezler kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvan gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.”14 “Kalbi olanlar için bunda öğüt vardır.”15 Bu âyetlerde ise “akletme fiili kalbe nispet edilmiş, yani düşünmenin ve anlamanın kalbin bir işlevi olduğuna dikkat çekilmiştir.”16
Gazâlî’ye göre ruh, insanın, görülmeyen, müdrik ve âlim olan bir parçasıdır. Gazâlî, “İnsanî ruhun kuvvetlerini, insanî olması nedeniyle bilici ve yapıcı güç olmak üzere iki bölüme ayırmaktadır. Bu güçlerin her ikisine de akıl ismini vermektedir, ancak olaylar bilici güçte şekillendiğinden ve bilici gücün hizmetinde olmasından dolayı asıl yapıcı güce akıl demektedir. Yapıcı güç, insan bedenini düşünceye has cüzî ve muayyen fillere doğru harekete sevk etmenin başlangıcıdır.17
Gazâlî, “kalpte ilâhî nur adını taşıyan bir garîze bulunduğunu söyler. ‘Allah kimin kalbini İslâm’a açmışsa, o, Rabbi katından bir nur üzere olmaz mı?’18 bu âyette geçen nur kavramına, akıl, basîret, iman ve yakîn nuru da denildiğini, bu isimler üzerinde durmaya gerek olmadığını, zayıf görüşlü insanların ihtilafın manalarda olduğunu, manaları lafızlardan anlamak istediklerini söyleyerek, bunun ise olması gerekenin aksi olduğunu ifade eder. Kalp, hayal ve his ile bilinmeyen manaları anlamak vasfı ile bedenin diğer cüzlerinden ayrılır. Bu garîzeye ‘akıl’ adı verilebilir. Ancak bazı sûfîlerin eleştirdikleri akıl bu akıl değil, münazara ve mücadele yollarının kendisiyle anlaşılan manadaki akıldır. Aklın meşhur olan bu manası kastedilen akıl değildir. İnsanı hayvandan ayıran ve Allah’ın kendisiyle bilindiği akıl en aziz sıfatlardandır. Onu yermek doğru değildir. Bu akıl garîzesi, eşyanın hakikati kendisiyle bilinsin diye yaratılmıştır. Onun tabiatının iktizası, mârifet ve ilimdir.”19 diyerek sûfîlerce eleştirilen aklı izah etmiştir.
Gazâlî, Kur’ân’ın, insanların kalp gözünü açan bir nur olduğunu, insanın Kur’ân’a uygun bir yaşantısı olduğu zaman o insanın aklının nurlanacağını ve sağlam bilgi elde edeceğini “Şu Kur’ân insanların kalp gözlerini açacak bir nur, sağlam bilgi edinmek için bir hidayet ve rahmettir.”20 âyeti ile delillendirmiştir.
Yine akıl ile ilgili kavramlara baktığımızda, manevi terakkinin gerçek göstergesi, sonucu ve semeresi olan hikmet, basiret, marifet, tefekkür ve yakîn ile irtibatlandırılıyor. Değerlendirir misiniz?
Tasavvufta hikmet, genel olarak “ilâhî sırların ve gerçeklerin bilgisi, varlıkların varoluş amaçlarının kavranması, sebeplerle bunların sonuçları arasındaki ilişkilerde ilâhî iradenin rolünün keşfedilmesidir.
Gazâlî, ahlakı güzelleştirmenin batınî dört kuvvetinin olduğunu söyler, bu kuvvetlerin; “İlim kuvveti: Bunun güzelliği, iyiliği, sözlerde doğruyu ve yalanı, inançlarda hak ile batılı, işlerde güzel ve çirkini kolayca ayırt edebilecek bir hâl olmasıdır. İlim sayesinde bu kuvvetlerin elde edilmesinden meydana gelen neticeye de hikmet denir. Gazap Kuvveti: Bunun güzelliği, azalıp çoğalmasının hikmete uygun olmasındadır. Şehvet Kuvveti: Bunun güzelliği de hikmetin, yani akıl ve şeriatın işaret ettiği gibi olmasındadır. İtidal Kuvveti: Bu ise şehvet ve gazabı, akıl ve şeriatın işaretinin altında zapt etmektir şeklinde açıklamasını yaptıktan sonra hikmetin ihtiyarımız ile yaptığımız işlerde doğruyu yanlıştan ayıran bir hâl ve keyfiyet”21 olduğunu söyler.
Tasavvufta basîret, genel olarak akıl ve kalp kavramları ile beraber kullanılmıştır. Akıl, Allah’ın kalplere yerleştirdiği basîret nurudur. Basîret aynı zamanda kalp gözü demektir. Kalp gözü olmayanın baş gözü de yok demektir. Basîret körlüğü, baş gözünün körlüğünden daha tehlikelidir.22 Basîret, Allah’ın nuru ile bakma şeklinde de izah edilmiştir. Firâset ise, basîretin eş anlamlısı olarak kullanılmaktadır.23
Mutasavvıflara göre mârifet, kalbin Allah ile olan hayatı, Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanıyanın niteliği, birbirini izleyen nurlarla Hakk’ın kalplere doğması, ilâhî bir vasıf24, kalbe atılan bir nurla iç aydınlığa kavuşma hali, kalp gözüyle ilâhî gerçekleri görmektir. Mârifetin özüne ancak sülûk ve manevî terbiyeyle kavuşulur. Ancak hâkim görüşe göre mârifet, Hakk’ın bilinemeyeceğini bilmektir.25
Gazâlî, “nurlanmanın anahtarı ve basîret sahibi olmanın başlangıcının tefekkür olduğunda şüphe olmadığını, ilim, mârifet ve anlayışların, tefekkür sayesinde olduğunu, tefekkürün faziletini ise ‘Onlar, ayakta iken, otururken, yanları üstünde yatarken, Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: Rabbimiz sen boşuna yaratmadın derler.’”26 âyeti ile Allah’ın tefekkürü övdüğünü27 ifade eder.
Tasavvufta yakîn, “genel olarak kalpte hâsıl olan ve şüphe ihtimali bulunmayan bilgidir.28 Yakîn şüphenin ortadan kalkması, kalp gözü, müşâhede ve mutlak teslimiyet hali29 olarak da tanımlanmıştır.
Bütün bu terimler Kur’ân nuruyla aydınlanan kalbin yani aklın ürünleridir.
Akıl-zikir ilişkisi, başlı başına ilginç ve olağanüstü bir konu. Düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Zikir, sözlükte “bir şeyi anmak, hatırlamak, terim olarak, Allah’ı anmak ve unutmamak suretiyle gafletten ve nisyandan kurtuluş” anlamında kullanılmıştır.30 Zikrin hakikati, Allah’tan başkasını unutmaktır.31
Aklın hakikati kalp, mecâzi kalp ise akıldır. Kalp hakiki akıldır ve birbirinden ayrılmaz. Aklına Allah’ın nuru akmayan kimsenin aklı tekâmül etmez. Tekâmül için ise zikre ihtiyaç vardır.
Necmeddîn-i Kübrâ, “zikrin nuru kalbi tamamen kaplayıp hâkimiyeti altına aldığı zaman kalp gözünün açılacağını ve bununla karanlık yerlerde bile eşyanın görülmesinin mümkün olacağını”32 ifade eder. Zikir ile kalp Allah’ın muhabbeti ve nuruyla aydınlanıp, varlık sahnesine çıkan her tür nesnenin ilâhî sırları ve hikmetleri düşünülünce insan kendini tamamen Allah’a teslim eder ve basîret gözü açılır. Her nesne ayna gibi Allah’ın farklı bir isminin ve sıfatının tecellîsini yansıtarak, kişiyi adım adım zât tecellîsine götürür. Bunların sonucunda ise sâlik bütün zerreleriyle Allah ile hemhal olur.33
Allah’ı sürekli zikreden kalp cilalanır. Günah kirlerinden temizlenir ve o kalbe Kur’ân’ın manalarının tecellîleri akar. Kalp nurlanır, akıl aydınlanır.
Hakikati arama düşüncesi, Gazali’ye nasıl bir yol izletti. Bu merhalelere dair kısa bir değerlendirme alabilir miyiz? Çevremizde bu denli fikir çilesi çeken insanlar görebiliyor muyuz?
Gazâlî, “gençlik döneminden elli yaşına kadar sürekli araştırdığını, engin denizlere dalıp durduğunu, denize her dalışında korkak bir kimse gibi değil, cesur bir dalgıcın dalışı gibi daldığını, karanlık hiçbir delik ve kuytu yer bırakmaksızın araştırıp incelediğini”34 ifade eder.
Gazâlî, geniş çaplı araştırmalarının sonunda tasavvufu araştırmak istediğini kendisi el-Munkız mine’d-Dalâl’da şöyle ifade eder: “Benim için ilim amelden çok daha kolaydır. Bu nedenle işe önce onların nasıl bir ilme sahip olduklarını, nasıl bir teori ile hareket ettiklerini öğrenmekle başladım. Bu amaçla bu ekolün yazmış oldukları kitapları okumakla işe koyuldum. Bu nedenle öncelikle Ebû Talib el-Mekkî’nin Kûtu’l-Kulûb adını verdiği bu eser ile Haris el-Muhâsibî’nin kitaplarını okumaya başladım. Bunların yanında Cüneyd el-Bağdâdî’den ve İmam Şiblî’den, Bayezîd-i Bistâmî’den ve bunların büyüklerine ait zatlardan aktarılan ifadeleri okuyup inceledim. Böylece bu ekolün bilimsel manadaki amaçlarının künhüne, temeline indim, bunlara muttali oldum.”35
Gazâlî, bu araştırmalarından hareketle kendi kendine tedris faaliyetlerindeki niyetinin Allah rızası için değil makam, mevki, şöhret kazanmak için olduğunu, bu durumdan kurtulmak için Bağdat’ı terk edip etmeme düşüncesinin kendisini sürekli meşgul ettiğini şu sözleri açıkça ifade eder: “Sabah olunca ahiret arzusu beni kaplıyor, akşam olunca şehvet orduları ona saldırıyor ve onu dağıtıyordu.” Dünya arzularının kendisini zincirleriyle mevki ve makama doğru çektiğini, imân münâdisinin ise “Göç et, göç et, geriye çok az bir ömrün kaldı, önünde uzun bir yolculuk var. Sahip olduğun ilim ve amel riya ve gösterişten başka bir şey değil. Ahiret için bugün hazırlanmazsan ne zaman hazırlanacaksın?” diye seslendiğini belirtir.36
Gazâlî bütün bu çalışmalarının sonucunda ilim yoluyla elde edilmesi ve öğrenme imkânı olmayan, ancak o hali yaşamak suretiyle kazanılabilecek olan bilgilerini ve yaşamlarını sûfîlerin en has olan kişileriyle irtibat kurmak, onlar gibi yaşamak ve şu an yaşamakta olduğu huyları bırakmak için onlara intisap ile gerçeği öğrenebileceği kanaatine varır.37
Gazâlî, tasavvufa dair araştırmaları sonunda ahiret saadetini bulabilmesini sadece Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda hareket etmek suretiyle takva ile nefsi hevâ ve hevesinden uzak tutmakla kazanılabileceğini anlar.38

 

1 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, 11/458-465.
2 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, (Ankara: Rehber Yay., 1997), 97.
3 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, (İstanbul: Anka Yay., 2005), 44.
4 Sühreverdî, Avârifü’l-Maârif, 592.
5 Bekir Köle, “Tasavvufa Göre İlâhi Hakikatlerin İdrakinde Aklın Konumu”, Iğdır Ü. Sosyal Bilimler Dergisi Yay., 3, (2013), 84.
6 İmam Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, (Lübnan/Beyrut: Dâru’l-Ma’rife, 1982/1402, 1/85.
7 Gazâlî, İhyâ, 1/86.
8 a.g.e., 1/86.
9 Dâvud b. El-Mecd “Kitâbu’l-Akl”’de Mürsel olarak rivayet etmiştir. bk. Gazâlî, İhyâ, 3/4; Gazâlî, İhyâ, 1/83; İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, (Ankara: Akçağ Yay., 1989), 6/365; Ebû Ümâme, Ebû Gâlib, Ömer b. Ebî Sâlih, Saîd b. Fadl, Ebû Hemmâm Velîd b. Şücâ’, Muhammed b. Yahya el- İsfehânî senediyle el-Mu’cemü’l-Kebîr’de, bk., Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, thk. Abdülmecid es-Selefî, (Beyrut: Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, 1986), 8/283; “Ebû Hureyre, Ebû Osman el-Hindî, Fadl b. Îsâ er-Rakkâşî, Hafs b. Ömer Kâdı Haleb, Muhammed b. Bekâr er-Reyyân, Ahmed b. Zünceveyh Kattân el-Bağdâdî senediyle el-Mu’cemü’l-Evsât’ta geçmektedir.” bk. Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsât, thk. Abdülmuhsin b. İbrahim el-Hüseynî, (Kahire: Dâru’l-Harameyn, 1996), 2/235.
10 Gazâlî, İhyâ, 3/4.
11 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, (İstanbul: 1979), 1/209-210.
12 Muhammed b. A’lâ b. Ali Tehânevî, Keşşâfu’I-Istılâhâti’l-Fünûn, (İstanbul: Kahraman Yay., 1984), 2/1170.
13 Gazâlî, İhyâ, 3/3; Cürcânî, Kitâbu’t-Târifât, 178; Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, 1/209-211.
14 el-A’râf Sûresi 7/179.
15 Kâf Sûresi 50/37.
16 Süleyman Uludağ, “Kalb”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yay., 2001), 24/230.
17 a.g.e., 41.
18 ez-Zümer Sûresi 39/22.
19 Gazâlî, İhyâ, 4/307-308.
20 el-Câsiye Sûresi, 45/20.
21 Gazâlî, İhyâ, 3/54.
22 Vahit Göktaş, Mahmud Sami Efendi Hayatı ve Tasavvufi Görüşleri, (Ankara: Kalem Neşriyat. 2000), 219.
23 Süleyman Uludağ, “Basîret”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yay., 1992), 5/103.
24 Ebû Nasr Abdullah b. Alî b. Muhammed Ebû Nasr Abdullah b. Alî b. Muhammed et-Tûsî es-Serrâc et-Tûsî, el-Lümâ fi tarihi’t- tasavvufî’l-İslâmî, nşr. Abdülhalim Mahmud-Tâhâ Abdülbâki Sürûr, (Kahire: 1960), 56; Abdulkerim b. Hevâzin b. Abdilmelik el-Kuşeyrî, er-Risâle, nşr. Abdülhalim Mahmud, (Kahire: 1966), 601; Ebû Bekr Tâcü’l-İslâm Muhammed b. Ebû İshâk İbrâhîm b. Yâkûb el-Kelâbâzî el-Buhârî, Kitâbü’t-Taarruf, nşr. Abdülhalim Mahmud-Tâhâ Abdülbâki Sürûr, (Kahire: 1960), 63.
25 Uludağ, “Mârifet”, D.İ.A., 28/55.
26 Âl-i İmrân Sûresi 3/191.
27 Gazâlî, İhyâ, 4/424.
28 Ebü’l-Hasen Alî b. Osmân b. Ebî Alî el-Cüllâbî el-Hücvîrî, Keşfu’l-Mahcûb, ter. Süleyman Uludağ, (İstanbul: Dergah Yay., 1982), 464; Kuşeyrî, er-Risâle, 85.
29 Ebû Bekr Tâcü’l-İslâm Muhammed b. Ebû İshâk el-Kelâbâzî, Kitâbu’t-Taarruf li mezhebi ehli’t-Tasavvuf, nşr. Mahmûd Emîn en-Nevâvî, (Kahire: 1980), 122-123.
30 Reşat Öngören, “Zikir”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi., (İstanbul: TDV Yay., 2013), 44/409.
31 Cebecioğlu, Tasavvuf Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 783.
32 Öngören, “Zikir”, D.İ.A., 44/410.
33 Ali Tenik-Vahit Göktaş, Zikir, (İstanbul: Erkam Yay., 2015), 15.
34 İmam Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Gazâlî, el-Munkız mine’d-Dalâl, thk. Mahmûd Bîcû, (Kahire: el-Mektebetü Tevfîkiyye, ts.), 578/579.
35 Gazâlî, el-Munkız, 594-595.
36 a.g.e., 596.
37 a.g.e., 595.
38 a.g.e., 595.