Vefanın En Büyük Temsilcisi Hz. Peygamber (s.a.v.) / Hasan Tahsin Karaman

Öncelikle vefa nedir? Ahlaken bunu bir sebep-sonuç ilişkisi içinde mi anlamalıyız? Özellikle Allah’ın (c.c.) kullara vefası Yüce Rabbimizi tanımak için çok önemli. Konuyu biraz anlatır mısınız?
“Vefa, en temel anlamıyla bir kimsenin her türlü söz ve eyleminde sadâkati esas alarak hareket etmesidir. Bu kapsamda sözünde durmak, ahdine ve akdine sadâkat göstermek, emanete riayet etmek, bir işi tam ve kusursuz yerine getirme kararlılığına sahip olmak da vefâ kapsamına girmektedir.” Lügatlerin derli toplu ve kısaca tarifini yukarıdaki gibi söylesek dahi, eskiler bazı şeylerin sözün endazesiyle ölçülemeyeceğini, dil dudakla tarifinin nakıs olacağını ifade ederler. ‘Vefa’ bir yanıyla bu vasfı taşır. Basit anlamıyla onu bir alışveriş, bir teati olarak anlamak yanlış olur. Kademe kademe herkes kabı ölçüsünce bir vefa gösterme ve bir vefa bekleme modundadır. Ahlaken eğitim penceresinden bakıp adabı muaşeret çizgisinde bazı kurallar öğretilir, talep edilir, vefalı olma hali hep övülür.
Bu basit yaklaşımın ötesinde girift, bir ömür kesintisiz devam eden bir hal vardır ki; işte bu asıl eğilmemiz gereken noktayı işaret eder.
Mevla’mızın kullarına yönelik vefasını ‘Vefa Sultanı’ kitabımızda müstakil bir bölüm ayırarak anlattığımız Mekke’den hicrete güç yetiremeyenlerin macerasında en çarpıcı manada görebiliriz; Hafif silahlarla müsellah, dileseler ata yurtları Mekke’yi bir hamlede alabilecek Peygamber ordusuna, Fetih Suresi 25. ayetinde beklemeleri ihtar edilir: “Onlar, inkâr edenler ve sizi Mescid-i Haram’ı ziyaretten ve (ibadet amacıyla) bekletilen kurbanlıkları yerlerine ulaşmaktan alıkoyanlardır. Eğer, oradaki henüz tanımadığınız inanmış erkeklerle, inanmış kadınları bilmeyerek ezmeniz ve böylece size bir eziyet gelecek olmasaydı, (Allah, Mekke’ye girmenize izin verirdi). Allah, dilediğini rahmetine koymak için böyle yapmıştır. Eğer, inananlarla inkârcılar birbirinden ayrılmış olsalardı, onlardan inkâr edenleri elem dolu bir azaba uğratırdık.”
Maksat mazlum, mağdur müminlerin zarar görmemeleri, Mekkeli şirk elitlerinin dikkate bile değer bulmadığı gönlü kırık mazlumların göklerden vefa ile sarılıp kucaklandığı bir vefa tablosudur yaşanan…
Kulların Allah’a (c.c.) vefası nasıl olmalı?
Bu nokta insanlığın ayağının kaydığı sınav güzergâhıdır; vefa ister Mevla’mız bizden… Eksik, noksan, günahkâr da olsak vefamızda samimi olmamızı bekler. Gel gör ki; binlerce yıllık insanlık serüveni bu konudaki başarısızlık öyküleriyle doludur. Kur’an’ı Kerim’deki kavimlerle ilgili anlatılan olaylar hep bir vefasızlık sonucuyla karşı karşıya bırakır bizleri… Araf Suresi 102. ayet; “Biz onların çoğunda, sözünde durma diye bir şey bulmadık. Ama gerçekten onların çoklarını yoldan çıkmış kimseler bulduk.” ifadesiyle bu hakikati göz önüne serer.
Madem insanın ömrü bir vefa sınanışıdır, öyleyse yapılması gereken içten, en samimi mahiyette bir vefa örneği olma yolunda çaba göstermektir aslolan. Yapmacık tavırların ötesinde, karaktere dönüşmüş bir vefa örneği olarak yürüyebilmek hayatın sarp yollarında.
Vefanın en büyük örneği ve temsilcisi olan Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimizin hayatında vefa örneklerinden bahseder misiniz?
Hz. Peygamberin (s.a.v.) vefasına gelince onu tavsif edebilecek sıfat ‘Vefa Sultanı’ oluşudur: Çocukluğundan son nefesine kadar dünya sahnesindeki her yansıması göz kamaştıran bir vefa tablosudur. Rabbine, ashabına çevresindeki canlılara, eşyaya, mekâna her şeye ama her şeye yansıyan bir vefa hüzmesi, O Risalet Güneşi’nden tulû etmiştir. Müminlerin Annesi Hz. Aişe’yi ziyaret eden bir sahabe heyeti Efendimizin(s.a.v) ahlakını sorarlar. Bu suale hayretle cevap veren annemiz;
-Siz Kur’an okumuyor musunuz? O’nun ahlakı Kur’an’dı! buyurur. Vahiyle bezenmiş, kâinat vitrininin emsalsiz vefa mücevheri, üç beş cümlenin kuşatıcılığının çok ötesinde bir mahiyet arz eder.
Kitabımız bunun mütevazı bir seçkisinin çabasından vücut bulmuştur. Güzelliğiyle emsalsiz, genişliğiyle uçsuz bucaksız bir gülistanı, bir buketle temsil ve ifade ne kadar zorsa “Vefa Sultanı”nın bu hususiyetiyle anlatımı o kadar güçtür.
Sahabe-i kiram efendilerimizin Hz. Peygamber’e (s.a.v.) karşı vefaları nasıldı? Bu mümtaz vefa örneklerinden bahseder misiniz?
Sahabe-i Kiram, Efendimizin (s.a.v.) gönül yansımalarıyla karakter eğitimini tamamladıkları için kuşaklar arasında en üstün olma vasfını elde etmişlerdir. Nurun membaı olan Efendimize (s.a.v.) yakınlıkları ölçüsünde elmas karakterlerinin karatı ziyadeleşmiştir. Mesela sahabe arasında ‘Sıddîki Ekber Hz. Ebu Bekir’ vefa mevzusunda bir zirveyi temsil eder. Malını, mülkünü, canını, her şeyini bir vefa adabıyla Resûlü Kibriyâ Efendimizin (s.a.v.) yoluna serişi onun hayatının özetidir. “Bir ‘sevgili’ nasıl sevilir?” sualinin cevabını hayatıyla ortaya koymuştur mesela… Yunus Emre tabiriyle “Dil dudak deprenmeden sözü işiten” bir nezaket ve incelikle, hiçbir talebi olmadan bir adanıştı onun yaşantısı…
Hulefâ-yı Raşidin, Aşere-i Mübeşşere, Müminlerin Anneleri, kısaca merkeze yakınlıkları mertebesini esas alarak her yüce şahsiyet ayrı ayrı vefa tecellilerine makes olmuşlardır. Bize düşen onların aynalarına düşen bu emsalsiz güzellikteki görüntüleri öncelikle kendi ruhumuzda sonra çevremizde yaşanır kılmaktır. Zaten hayatı anlamlı kılmanın başkaca yolu da bulunmamaktadır.
Hadis ve megazi kitaplarının ismini bile kaydedemeyip “siyahi bir kadın sahabi” olarak vasfettikleri, Mescid-i Nebinin süpürülmesi işini üslenen sahabe annemizin ölümünde Medine’de bulunamadığı için cenazesine iştirak edemeyen Allah Resulü (s.a.v.) bunu kendisine dert edinir. Ashabıyla beraber gariban kadıncağızın kabri başında gecikmeli olarak cenaze namazını ifa eder. Dünyalardan değerli duasıyla kabri şenlendirir. İmaj zehirlenmesinin son raddesindeki günümüz zavallılığına verilecek en güzel vefa cevabıdır bu hadise… İnsanlar statüleriyle değil takvaları, gönül güzellikleriyle değerlendirilirse yaşanılabilir hayat…
Sahabe-i kiram efendilerimizdeki vefa örneklerinin günümüze yansımasının nasıl olması gerektiğini düşünebiliriz?
“Vefa günümüze nasıl yansımalı?” sualine gelince; eğer niyetimiz iki cihanımızı mamur etmekse bir ucundan başlamalıyız. Amasız, fakatsız, mazeretsiz mütevazı bir hamlemiz olmalı… Pratikte neyin nasıl olduğunu yaşayan bir seçkin nesil, emsalsiz bir örnekliği bırakmışsa geride, bize düşen sonsuzluk kervanı ardı sıra yürümek… Pazarlık yapmadan, sonuç beklemeden, alışveriş mantığının sığlığına düşmeden, bıkmadan, usanmadan, yılmadan devam etmesi gereken bir çaba bizimkisi…
Her şeyin sanal âlemde tatsız tuzsuz bir hal aldığı, artan imkânlarımızın bizi kandırmak yerine deniz suyu misali susuzluğumuzu arttırdığı bir vasatta yeniden “vefa ehli” olmaya azmetmekten başka çıkar yol yok! Yapmamız gereken “vefalı bir dünya” inşasının yolu, bunu başaranların nasıl yaptığını araştırmak, okumak, bilmek ve yapmaktan geçiyor…