TORUNU KEMAL YILDIRIM ile, 7 Şubat 2013’te kaybettiğimiz, ŞEYH SEYYİD ÖMER ZAHİD EL – CEZERİ Hz.’ni Konuştuk...
Anadolu’da evliyalar hep birlik ve beraberliğimizin mayası olmuşlar. Şeyh Seyyid Ömer Zahid El-Cezeri Hz. de bunlardan biri. Siz, torunu olarak bize dedenizden bahseder misiniz?
Aynen buyurduğunuz gibi dedem de yıllarını hizmete adamış ve insanları birbirine kaynaştırmış sevdirmiş bir gönül eridir. Kısaca biyografisinden başlarsak sohbetimize kendisi 1892 Muharrem ayında Cizre’nin Ere köyünde dünyaya gelmiştir. Babası Seyyid Molla Ahmet, Annesi Seyyidetü’l Rahime Hanımdır.
Seyyid Ömer, ilim öğrenmeye dört yaşındayken, babasının el yazısı ile yazdığı elif-ba cüzüyle başlar. Altı yaşlarındayken Kur’an’ı hatmeder. O sene, babası Molla Seyyid Ahmet, Şeyh İbrahim Hakkı El-Hüseyni ile birlikte irşad hizmetindeyken Nusaybin’in Tilhasan köyünde vefat eder. Seyyid Ömer altı yaşındayken yetim kalmıştır. Kur’an’ı, tecvidi, sarf, akide-i İslamiye derslerini annesinden alır. Annesi âlime ve saliha bir hanımdır. Babası çok âlim, ilmiyle amel eden bir zattır ama Seyyid Ömer’e babasından ilim öğrenmek nasip olmamıştır. Dedem onbir yaşlarında Cizre’ye gelir. O zamanki Cam’a (Ulu Camii) Medresesi’nde ilim tahsil eder. Ardından Cizre Kırmızı Medresesi’nde ilim tahsiline devam eder. On yedi yaşlarındayken Suriye’ye gider. Suriye’de bulunduğu dört yıl içerisinde şeyhi ve üstadı olan Şeyh İbrahim Hakkı El-Hüseyni’den ilim, hakikatlar ve tasavvufi ilimler de öğrenir. Bunun yanı sıra bir müddet sulûk ve uzlette bulunur. Ardından Mısır’a geçer. Orada mahreç ilmiyle ve hadis ilmiyle de alakalı bilgiler alır. İki yıl Mısır’da kaldıktan sonra Cizre’ye geri döner. O esnada abisi Şeyh Seyyid Abdullahi Zahid El-Cezeri Hz. yedi yıl uzlette kaldıktan sonra Cizre’ye dönmüştür. Seyyid Ömer Hz. ilmiyle amel eder ve hem talebe okutur hem de abisinin hizmetinde bulunur. Abisinden çok büyük tasavvufi ilimler alır. Onunla bulunduğu müddet içerisinde Seyyid Ömer gündüzleri Davud orucu tutar, gecelerini de abisiyle birlikte ibadetle geçirir. Seyyid Ömer küçük yaştan itibaren büyük zorluklarla, darlıkla ilim tahsil etmiştir. Bir sohbet esnasında, on iki yaşlarındayken yaklaşık üç gün yiyecek hiçbir şey bulamadıklarından yemek yiyemediğini ve o esnada da büyük yokluk ve kıtlık olduğunu söyler. İnsanlar çevrede bulunan otları ve yaprakları dahi toplayıp yerlerdi. Seyyid Ömer Hz. üç gün yemek yemediğinden çevrede yiyecek birşeyler ararken Raze Mira (Mirlerin Bağı) denilen yerde bir ağaçta siyah bir meyve görür. Bu siyah meyveyi koparır ve yer. O siyah meyve acı zeytindir. Üç gündür bir şey yemeyen Seyyid Ömer Hz. meyvenin acılığından dolayı düşer, bayılır. Böyle büyük zorluklar içersinde seyr-i sulûk yapar. Kolay değil gerçekten zor bir iş. Neticede üç buçuk sene kadar Şeyh Seyyid Abdullahi Zahid El-Cezeri’nin hizmetinde kalıp tasavvufi hakikat ilimleri alır. Bu esnada da Şeyh Seyyid Abdullah Zahidi’nin çok kerametlerine şahit olmuştur.
Seyyid Ömer 1935 yılında üstadı Şeyh Seyyid İbrahim Hakkı tarafından Suriye’nin Hadid köyüne çağrılır. Şeyhi ona icazet vermek istediğini söyler. Seyyid Ömer ise “Ben buna layık değilim efendim” der. Üstadı ısrarla vermek ister. O da kıramaz ve kırk gün tekrardan sulûkta bulunur. Ardından icazetini alarak döner. Üstadının şartı, zahidlik yapmama ve sürekli oruç tutmamasıdır. Ona sadece Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutma izni verir. Hayatı boyunca da bu emre uyar.
İlim öğrettiği yıllarda hem eğitim verir hem de evin geçimi için bazı işler yapar. Otuz yaşlarındayken bir küçük bakkal açmıştır. Bugüne kadar insanların yalan söylemeyeceğine inanır. Bu inancının sonucunda insanlar borçlarını ödemediği için dükkânını kapatmak zorunda kalır. Kendisinden hayatı boyunca şaka dahi olsa yalan duyulmamıştır.
İlim okuttuğu dönemlerde çok defa gözaltına alınmıştır. Büyük zorluklarla topladıkları kitaplar dahi imha ediliyordu. Bir seferinde gözaltından çıktıktan sonra mescide döndüğünde kitaplarının yırtılıp tuvalet çukuruna atıldığını görmüş ve bu duruma çok üzülüp oturup ağlamıştır. Bir seferinde yine gözaltına alınır; on gün kadar gözaltında kaldıktan sonra ilim okuttuğu yere dönünce abdest almak için kuyudan su çeker. Kuyudan çektiği suyun kovasında yırttıkları Kur’an-ı Kerim’in parçalarını görür. Muhtelif zamanlarda defalarca gözaltına alınır… En son 1938 yılında Şeyhe Raş Mescidi’nde ders okuttuğu esnada baskına uğrar. Kendisini gözaltına alırlar. Sakalını keser, sarığını alırlar. Herhangi bir suç bulamadıklarından dolayı yaşı geçmesine rağmen kendisini askere sevk ederler. Sevk esnasında yanında başka bir kişi daha kelepçelidir. Yüzlerce insan içinde sadece bu iki şahsın kelepçeli olduğu bir sevkiyattır bu. Yanındaki şahsın cinayet ve bazı kötü suçlardan dolayı bu durumda olduğunu öğrenir. Onun suçu ise hizmettir. Cizre’den Nusaybin’e otuz sekiz günde ulaşırlar ve yolculuk esnasında namazlarda dahi ellerini çözmezler. Kendi anlattığına göre;
“Bir akşam bizi ahıra benzeyen bir yere kapattılar. Ahırın içinde yaklaşık bir buçuk metre gübre bulunuyordu. Yanındakine hadi akşam namazını kılalım dedim. Yanımdaki “Efendim, bu halde de namaz olur mu?” diye söyledi; olur dedim. Teyemmüm alarak namaz kıldım, yanımdaki şahısta benimle birlikte eğilip kalkmak zorunda kalıyordu. Ve Rabbim ona hidayet nasip etti ve tövbe etti. Nusaybin’e ulaştığımızda askeri yöneten subay yanıma geldi ve “Siz kimsiniz?” diye sordu. Ben “Ömer Elçioğlu” dedim. “Şeyh Seyyid Ömer siz misiniz?” diye sordu. Evet deyince “Müsaade ederseniz elinizi öpmek istiyorum.” dedi. Bunun üzerine subay “Ben iki üç gündür rüyamda ve tek başıma uyanık haldeyken sizin adınızı duyuyorum. Ayrıca siz bu durumdayken dahi sizde bazı haller gördüm. Sizin olduğunuza kanaat edip geldim.” dedi. Elimi çözdü ve “Efendim, sizden yana bana verilen bilgilendirmede sizi şiddetle kötülüyorlar ve size eziyet etmem isteniyor.” dedi. Nusaybin’den trene bindirildik, Sivas’a kadar bu subay hiç hürmette ve saygıda kusur etmedi ve çevresindekileri tembihleyerek bana iyi davranmalarını emretti. Bu sürede Allah’ın izniyle bu subay da tövbe edip namaza başladı. Sivas’ta trenden indirip araçlarla bizleri Gelibolu’ya sevk ettiler. Bulunduğumuz tümende 18 ay acemi birliği toplam 55 ay askerlik yaptım.”
Yolculuk esnasında geçen zamanı askerlikten saymamışlar. Yaklaşık 5 sene evden uzakta kalmıştır. Askerdeyken usta birliğini aynı tümende sıhhiye olarak yapıyor. Ramazan akşamları öylesine çok teravih namazı kılanlar oluyor ki, büyük çadırlar kurulduğu halde onlar bile yetmiyor. Onlara imamlık yapıyor. Askerden döndüğünde Cizre’deki Şeyhe Raş Mescidi askerlerin kullandığı ahır ve hamama dönüştürülmüştür. Buna çok üzülmüştür. Daha sonra buranın mescide çevrilmesinde büyük mücadelede bulunmuştur. Cizre’de ders eğitimlerine devam ederken, bunun yanısıra köylerde kasabalarda dolaşıp Kur’an’ı sünneti anlatıyordu. Okumamış ailelerin çocuklarını ilim öğrenmeleri için medreselerde okutturuyordu. 1946 yılında üstadı Şeyh İbrahim Hakkı Hz. Suriye’ye çağırır. Çevredeki bütün halifelerine “Yahudiler azdılar, Müslümanlar’a büyük zulüm ediyorlar.” der. Beş ay kadar Ömer Efendi Hz. Yahudilere karşı mücadelede bulunmuştur. Döndükten sonra yine hizmetlerine devam etmiştir. Kendisine resmî imamlık verildiği halde resmî görevi kabul etmemiş ve normal kendi imkanlarıyla geçimini devam ettirmiştir. 1990 yılında Cizre’den Konya’ya göç etmiştir. 1995 yılında Konya’dan Gaziantep’e göç ederler ve 2000 yılında eşi Gülsüm Hanımı kaybeder. Kendisi de 2013 yılında Hakk’a yürür. Şeyh Seyyid Ömer El-Cezeri’nin toplam 13 çocuğu olmuştur. Bunlardan sadece 4 tanesi hayattadır. En büyükleri Seyyid Muhammed, ikincisi Seyyid Muhammed Bahir, üçüncüsü Seyyidetü’l Haşia, dördüncüsü ve halifesi olan Şeyh Seyyid Muhammed Haşi’dir.
Bediüzzaman hakkındaki görüşleri nelerdir ve kendisine devlet tarafından gönderilen mektuptan bahseder misiniz?
Kendisi, Bediüzzaman’ın bu asrın Müceddidi olduğunu ifade eder ve Risaleleri mütalaa ederdi. Bir gün mescidde oturmuş Risalelerden birini mütalaa etmekteyken yazılar birbirine girip o anda bir sudan yansıma gibi Üstadın simasının gözüktüğünü görür. Tam o anda kapı açılır, kapının açılmasıyla bakınca tekrardan Risale yazı olarak gözüne görünür. Üstadın büyük bir âlim olduğunu, sadece dünya ilmiyle insanlara hitap etmediğini, Allahu Teala tarafından İlm-i Ledun ile insanlara hitap ettiğini, Risalelerin bu yolla kaleme alındığını söylerdi. Bir gün mescitten eve dönerken, eşi ona bir mektup geldiğini söyler. Mektubun devlet tarafından geldiğini görür. Mektubun içeriğinde Üstad hakkında kötü ithamlar ve ona itibar edilmemesi gerektiğini vurgulayan yazılar bulunmaktadır. Bunu görünce sinirlenip bu mübarek zat hakkında böyle şeyler söylendiğine kızıp mektubu yırtmıştır. Daha sonraları “Keşke bu mektubu yırtmasaydım, elimizde bir delil olarak zalimlerin asıl yüzünü belli eden bir belge olurdu.” demiştir.
Bazı Menkıbelerini Anlatabilir misiniz?
Bu zatın bazı halleri vardı. Bu haller üzerine yanına gelenler ve çevresindeki insanlar açıktan kerametlerini görürlerdi. Birkaç tanesini kısaca anlatayım:Bunlardan biri, ilk defa ziyaretine gelen Mehmet Ergüleç’in ağzından:
“Yanımdakilerle birlikte bize hoşgeldiniz dedi. Adımı sordu. Mehmet olduğunu söyledim. Hayır senin adın Muhammed dedi ve namazlarını kıl buyurdu Şeyh Efendi. O aralar, yanımdakiler dahi benim namazı terk ettiğimi bilmiyorlardı. Bunun üzerine tövbe ettim ve namazlarıma devam ettim.
İnsanlarla Muamelesi ve Ahlak Anlayışı nasıldı?
Şeyh Seyyid Ömer Zahid El-Cezeri Hz. güler yüzlü, yumuşak ahlaklı idi. İnsanlara muamelesi ve ailesinin fertlerine karşı son derece halimdi. Yanına gelen şahıslara ısrarla rahat oturmalarını tekrarlardı. Yanında kaç kişi olursa olsun bu şahıslara hal hatır sorar, yüzlerine bakaraktan tebessümle sohbet ederdi. Ahlakı tamamen sünnete uygun bir halde uygulardı, sünnetin dışında herhangi bir davranış ve harekette bulunmazdı. 1996 yılında ayağı kırılmıştı. Aylardan sonra ilk defa camiye gitti. Dönüşte evin kapısına geldiğinde sağ ayağıyla içeri giremedi, kapının önünde “Ya Rabbi ben sünnete muhalif olsun diye değil, mazuratım olduğu için sağ ayağımla giremiyorum. Beni Affeyle Ya Rabbi.” dedi. Birgün banyodan abdest alıp çıktığında çocuklardan biri kapısına gelmişti. İçeri girmek için bir dakikadan az olmak üzere beklediği halde çıkınca “Evladım kusura bakma seni beklettim.” diye hitap etti. İnsanlara sünnete tâbi olmalarını hep tavsiye ederdi. Güzel ahlakın en önde gelen uygulamalardan olduğunu söyler; “Halim olun ve insanların kalbini kırmayın. Çünkü Peygamberimiz (sav) güzel ahlakı tamamlamak için gelmiştir. Küçük ve büyük, zengin ve fakir, makamlı ve makamsız hepsi Allahu Teala’nın kuludur. Allah (cc) insanlara kalplerine göre muamele eder. Siz güzel ahlak sahibi olun ve kimseyi incitmeyin.” derdi. Özellikle anne ve babaya, eşlere, çocuklara karşı merhametli olmayı tavsiye ederdi.
Bildiği ile amel edenlerin insanlar üzerinde tesiri çoktur. Bu bağlamda Ümmet-i Muhammed’e tavsiyeleri nelerdir?
İnsanlarla diyaloğunda ve tavsiyelerinde; “Kur’an’ı çok okuyun, hiç okuyamazsanız günde iki sayfa dahi olsa Kur’ansız kalmayın. Kur’an biz insanlara ve alemlere rahmettir, hidayettir, şifadır, kurtuluştur.” derdi. Peygamberimiz’e (sav) tâbi olmamızı ve onun sünnetinden ayrılmamayı tavsiye eder; “Ayakteyken, oturduğunuzda, yan üstü uzandığınızda Allahu Teala’yı zikredin ve çokça Salevâtı Şerife getirin. Namaza önem verin. Güzel bir taharet ve abdestle kılınacak bir namaz inşallah kabul olur. Namazı vaktinde kılmaya önem verin. O mübarek namaz sizi kötülüklerden alıkoyar. Eğer namaz kıldığınız halde kötülükler içerisindeyseniz namazınızı kontrol edin, çünkü o namazın hakkı verilmemiştir.” şeklinde ihtar ederdi. Hep şu sözleri tekrarlardı: “Gözünüze ve ağzınıza dikkat edin, çünkü ağızdan çıkacak bir söz senin felaketin olabilir. Gözlerine dikkat et, nazardan kaçın, nazar kalbe birer ok gibi saplanır ve kalbi karartır. Kalp ise temiz ve paktır. Ancak Allahu Teala’yı zikretmeye yakışır.”
Böyle bir zatı bize tanıttığınız için çok teşekkür ederiz. Bütün ömrü hizmet ve mücadele ile geçen bu Ehl-i Beyt ağacından olan ŞEYH SEYYİD ÖMER ZAHİD EL – CEZERİ Hz.’ne okuyucularımızın bir fatiha okumaları dileğiyle…
Çok mutlu oldum, okuyucularımızın dualarına da gönülden amin diyorum
Borçlarını Ödeyebiliyor musun?
Dedemi ziyarete giderdim. Onun yanına gelen insanlar kendileri bahsetmediği halde dedem onların içerisinde bulundukları maddi ve manevi durumlarla alakalı sohbet ederdi. Örneğin, borcu olan kişiye “Maddi kazancın ne kadar, borçlarını ödeyebiliyor musun?” şeklinde konuya girerek sohbet ederdi. Zamanında, bulunduğu bölgede ona bazı kişiler tarafından eziyet ediliyordu. Bu şahıslardan biri, Seyyid Ömer Hz. hakkında ileri geri konuşuyordu. Bir gün çarşıda ileri geri konuşan kişi Cizre’de çarşının ortasında “Beni rahat bırak Ya Şeyh Ömer!” diye defalarca bağırıyordu. Bunun üzerine çevresindekiler ne olduğunu sorunca ileri geri konuşan adam “Şeyh Ömer karşımda bana ok fırlattı.” dedi. Halbuki çevresindekiler Şeyh Ömer’in burada olmadığını ve Şeyh Ömer’in irşadda olduğunu söylediler. Adam ise yeminler ederek karşısında ona ok fırlattığını söyledi ve bir haftaya kadar bu adam öldü.
Mehmet Ata (kızından torunu)