Dünyada Dostu Olan Ahirette Dostsuz Kalmaz / Şenel İlhan Beyefendi'nin Sohbetinden

İlim İrfan ve Hikmet Ehli Şenel İlhan Beyefendi'nin Sohbetinden

İnsanların, dünya hayatında olsun ahirette olsun dostlara ihtiyacı vardır. Gerek dünyayı gerek ahireti güzel bir sofra olarak değerlendirecek olursak dostu olmayan insanlar, bu güzel ziyafetteki en güzel yemekleri kendilerinden mahrum eden insanlar gibidirler. Mü’minler mü’minlerin dostlarıdır. Hayatın sıkıntılı dönemlerinde dostların tesellisi gibi hiçbir şey insana huzur vermez. Yine dostlar olmasa birçok sıkıntılar aşılamaz. Aynı şekilde mutluluklar dostlarla paylaşıldıkça daha çok artar. O sebeple dostlar edinilmeli ve çoğaltılmalıdır. Sahabe-i kiram zamanında bu dostluklar çok kıymetli idi ve bunlara çok değer verilirdi. Mesela, Efendimiz (s.a.v.) Hz. Ebubekir’i (r.a) dost olarak seçmişti. Acı ve tatlı günlerinde onunla olmak O’na huzur verirdi, dert ve mutluluklarını onunla paylaşırdı. İnsanlar Allah için birbirlerinin dostu olurlarsa Hz. Allah da onların Mevlâsı, dostu olur. Allah (c.c.) bir insanın Mevlâsı olursa dünya ve ahirette işleri güzel olur. Bu sebeple bu dünyada dostlar edinmeye önem vermemiz gerekir.

Cennet Nimetlerinin En Güzellerinden Birisi Oradaki Dostluklardır

Dostluklar ahiret hayatında da devam edecek. Burada imtihan gereği herkes herkesle beraber olabilir. Hz. Peygamber (s.a.v.) Ebu Cehil gibi adamları irşad etmek için bu tür kişilerle birlikte olabilir. Ama ahirette  böyle olmayacak. İyiler iyilerle, salihler salihlerle, mukarrebler mukarreblerle beraber olacak. Yani cennetteki yakınlıkların devamı için sevgi ve dostluk temelleri burada atılmalı. Dostluk kurabilmek; sevgi, fedakârlık, diğergamlık gibi güzel ahlak ve sencillik istiyor. Bencil, egoist adamların, yalnız kendini seven, kendi menfaatlerine değer veren insanların dostlukları olmaz. Onlar kimseyi sevemez, kimseyle dost olamazlar. İşte böyle bencilliği ve sevgisizliği sebebiyle insanlarla bu dünyada dostluk kuramayan, kötü ahlakı nedeniyle kendisiyle ünsiyet edilmeyen, aranmayan insanlar cennette de dostsuz kalacaklar. Bu konunun önemini iyi kavramak lazım… İslam dini sevgi, dostluk, iyilik, fedakârlık, adalet, gibi her türlü güzel ahlakı topluma yayarak, neticesinde güven, huzur ve barış içinde bir topluluk oluşturmayı hedefler. Sevgiye, dostluğa önem vermeyen adamlar ancak cehennemlik olurlar ki cehennemde de zaten onların dostu olmaz.

Cennet nimetlerinin en güzellerinden birisi oradaki dostluklar olacak. Mesela bu dünya hayatında yeni aldığınız bir elbiseyi, bir ev veya arabayı dostlarınıza göstermek, onların takdir ve beğenilerini almak, bir ev almak kadar önemli ve mutluluk vericidir. Rabbim kullarını böyle birbirlerine her türlü muhtaç yaratmış. Bu durum insanı müstağnilik ve kibirden koruyan çok güzel bir şeydir… İşte bu insanî güzel duygular cennette de olacak ve bir insan cennetteki evini, köşkünü dostlarına göstermek isteyecek. Rabbi’nin ona bahşettiği nimet ve güzellikleri ve cömertlikleri dostlarıyla paylaşmak onu daha çok mutlu edecek. Bu duygular dünyada da böyledir. Paylaşılamayan güzelliklerin verdiği neşe ve sürur değerinden çok şey kaybeder, bu bir gerçek. Mademki dostluklar bu kadar önemli, hem dünyamız hem ahiretimiz için dostluklar kuralım ki burada da orada da dostsuz kalmayalım inşallah.

Kendisiyle Ünsiyet Edilen İnsan Olmalıyız

Ünsiyet İslam’da önemli bir ahlâktır. Kendisiyle ünsiyet edilen insan olmak gerekir. Ünsiyet edilen insan olmak demek; kendisiyle yakınlık kurulabilen, sevilen ve seven, dostluklara açık, ilişkilerde sıcak ve samimi, güler yüzlü, neşeli, yardımsever, cömert, dostları, sevenleri ve sevdikleri olan insanlar olmak demektir. Kibirli, kendini beğenmiş, kimseye ihtiyaç hissetmeyen, asık yüzlü, hoşgörü ve tevazudan uzak ve herkese eleştiri gözüyle bakan ve durmadan hata arayarak insanları aşağılayan adamlar, müstağni, aşırı derecede bencil, egoist adamlardır. Allah bunları sevmez, insanlar da bunları sevmez. Bu adamların bir seveni kendileridir.

“Kur’ân’da Allah (c.c.)  bu durumu “müstağnilik”  olarak ifade ediyor. Bir insanın kendini müstağni sayması demek, kendindeki akıl, ilim, güç gibi bütün güzellik ve özellikleri Allah’tan (c.c.) ayrı kendine mâl etmesi demek oluyor. Böyle insanların bu sebeple kibir ve ucub baskın ahlaklarıdır. Bu tür insanlar kendilerindeki başarıları, Allah’ın yardımlarını dışlayarak yalnız kendi güç ve başarılarına mâl ederler ve dolayısıyla da insanları küçümser, böcek gibi görürler. Onlarla dostluk arkadaşlık kurmaz, aramazlar, sormazlar. Hâlbuki İslam’da dostluk çok önemlidir. Müstağni adamların bu nedenle dostları olmaz.

Sahabenin en önemli özelliği de dostluklarıydı. Kendinize anlaşabileceğiniz tarzda ve özellikte insanlardan bir, iki, üç dost mutlaka seçin. Bu dostlarınızla her şeyinizi ve her derdinizi paylaşın. Bunun lezzeti dünyada hiçbir şeyde yoktur. Bu dostlar ahirette de cennet nimetlerinden bir nimet olarak, çok kıymetli olacaktır. Dostların bir araya gelerek yaptıkları sohbetlerin tadı hiçbir nimette bulunmayacaktır. Burada dostsuz olanlar orada da dostsuz olacaklardır.

Besmele, Sevgi ve Merhametin Remzidir

Mahlûkata karşı olan ilişkilerde sevgi, şefkat, merhamet önemlidir. Allahu Teâlâ’nın en bariz ve öne çıkan sıfatı Rahman ve Rahim oluşudur. Her işin başı olan ve her fırsatta söylediğimiz besmeleyi ve anlamını unutmayalım. Besmelede çok önemli bir hayata bakış şifresi vardır. Bizler bu âleme güzel ahlakı elde etmek için geldik. Güzel ahlakın başı besmelede gizlidir. “Besmele her işin başıdır.” derken bunu anlamak gerekir. Allahu Teâlâ, Rahman ve Rahim olduğunun hatırlanmasını ve bunun unutulmamasını özellikle istediğinden dolayıdır ki her işe besmeleyle başlatır. Ve besmeleyle başlamayan işe hayır ve bereket vermez. Besmele, sevgi ve merhametin remzidir. Mademki Rabbimiz bu derece önem veriyor, bizler de sevgi ve merhamet denen yüce ahlakı elde etmek için çok çalışmalıyız. Yani “Abdurrahman” olmalıyız. Abdurrahman olmak; Allah’ın (c.c) bütün mahlûkatına mümin, kâfir ayrımı yapmadan merhamet eden, yani herkesin hidayet ve irşadını arzulayan, onlar için üzülen ve çalışan kişi olmak demektir. Daha önceki sayılarımızda yayınlanan “Merhametin Kimyası” isimli makalemizde merhameti elde etmenin yollarını ve sırlarını anlatmıştık. Oraya da müracaat ederek bu konuyu tekrar gündeminize alabilirsiniz. 

İslam baştan aşağı güzel ahlaktır. Namaz, oruç tüm ibadetler güzel ahlaka giden yolun kapılarıdır. Namaz, oruç; kötü huylardan, cimrilik, sevgisizlik, merhametsizlik vs. gibi kötülüklerden temizlenmek içindir. Aynı şekilde topluma önderlik yapan imamlar da merhametli olmalı ki merhameti olmayana imam demek zaten cinayettir. “İmam” ile “anne” Arapça aynı kökten türeyen kelimelerdir. Cemaatine anne olamayan; yani bir annenin yavrularına duyduğu sevgi, şefkat, merhameti cemaatine duymayan adam, Allah’tan korksun, ben imamım diye öne geçmesin. Tabi ki burada cami imamlığından değil, cemaat önderliğinden bahsediyoruz. Bu nedenle ölçüdür ki, en azından cemaatine her zaman dua etmeyen bir lider, lider değildir. 

Vefa, benim en önemli ahlakımdır. Birlikte su içtiğimiz adamı ben unutmam. Resulullah’ın (s.a.v.) vefası da dillere destandı. Dostlara karşı, hatta iyilik gördüğümüz her şeye karşı vefalı olmalı, asla nankörlük denen kötü ahlakın etkisine girmemeliyiz. Kula nankörlükle Allah’a nankörlük aynıdır, aynı kötü duygulardan beslenirler. Nankörlükten de şiddetle kaçınmalıyız.

Dostların Seçimine Önem Verelim

Dost; emek verdiğin, sevdiğin, aynileştiğin ve asla vazgeçmeyi düşünmediğin kişidir. Sevgin değişirse o sevgi değildir. Önceden olan sevgi sonradan kaybolmuşsa o ihsana dayalı, iyiliğe dayalı sevgidir. Yani sen o kişinin zâtını değil aslında ondan gördüğün iyilikleri seviyorsundur. Bu kendi menfaatini sevmektir. Sevgi için sevdiğin kişinin mükemmel olması gerekmez. Ahlaken yüzde elli bir iyiliği kötülüğüne baskın olduğunu düşündüğün kişiyi seversin. Hatta bazen çok sevdiğin bir kişiyi, daha sonra sevmediğin duygularına da kapılırsın ve kendine sebebini izah edemezsin. Bunun sebebi şudur: Yaşadığın hoş olmayan olaylar nedeniyle senin gözünde o kişinin kötülük tarafları artmış ve iyilik tarafına baskın gelmiştir. Bu yüzden artık sevmediğini zannedersin, ama o kişi ölürse ağlarsın, o zaman anlarsın o kişiyi hâlâ sevdiğini. Dostlarınla ilişkilerinde sevmediğin tarafı azaltıp sevdiğin tarafı geliştir ki dostluğun artsın. 

Maalesef ahir zaman insanın en büyük problemi sevgisizliktir. Sevgisiz adamlar ise özel mücadele etmeden değişemezler. Seven insan kendini çok güçlü hisseder. İnsanların büyük çoğunluğunu sevgi konusunda yetersiz görüyorum, normalin çok altındalar. Yetişmenin bunda katkısı çok büyük; yani anneden babadan sevgi görmemişlerin sonradan sevmeyi öğrenmesi çok zordur. Sevgisiz adam yeteneksizdir ki onlardan evliya, Allah dostu olmaz. Bunların çoğu cehennem için yaratılmıştır. Bunların cehenneme girmemeleri için, Allah onlara dinamik olarak iyilik yapmaları için fırsatlar yaratır. Bir iyiliklerine de bin sevap verir, bunu başarırlarsa cennete girerler. Yani yüksek nasiplilik, ya çok iyileri ya da cehennemlikleri çıkarır, ortası olmaz, dikkatli olmak gerekir.

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi dostluklar sadece bu dünyada yaşanıp bitmeyecek, asıl ahirette devam edecek. Düşünebiliyor musunuz? Sonsuz olan bir âlemde sonsuz bir ömür içinde, buradaki dostlarınızla beraber yaşayacaksınız. O sebeple dostlarınızı sadece bu dünya hayatı için seçmeyin, ahiretteki ebedi beraberliği de göz önüne alarak, düşünerek seçin. Eş seçerken de bu anlamda önemli. Ebedi olarak beraber olacağım bir hanım diye eş seçimi yapmak lazım. Eşinden olacak çocukların için de aynı duygular geçerli. Çocuklarınızın annesini iyi seçin. Ahirette anne babamız, akrabalarımız ve arkadaşlarımız, iman ile hep birlikte gidebilirsek ebedi olarak bizimle olacaklar.

Bir kısmını bizim için Allah seçiyor, bize seçme şansı yok. Yani Allah küllî iradesiyle belirliyor. Bu konuda Rabbimiz’in seçtiğinin bizim eğitim ve imtihanımız için en uygunu olduğunu bilmeliyiz. Bunu her vesileyle dile getiriyorum; bizim için en uygun olanı, bizim için en güzel olanı olmayabilir. Mesela annemiz babamız gibi yakınlarımızın birçok yönlerini beğenmeyip “Keşke bunlar benim yakınlarım olmasaydı.” diyebiliriz. Eminim ki insanlara tercih hakkı verilseydi birçok insan kendi anne ve babasını tercih etmeyebilirdi. Ama Rabbimiz burada bizim irademizi devre dışı bırakarak, küllî iradesiyle bizim adımıza, netice itibarıyla bizim hayrımıza olacak kararlar alıyor ve seçimler yapıyor.

Bu meseleyi her boyutta düşünebiliriz. Mesela vücut organlarımız, boyumuz, burnumuz, ağzımız, saçımız, kaşımız, gözümüz bize bırakılsa bu organları beğenip seçmeyebilirdik. Çünkü bize göre bu organlarımız en güzel olanı değil. Ama imtihan ve eğitim mantığında bakınca işler birden değişir ve çirkin olan güzel, zararlı olan yararlı konuma gelebilir ki o da bu dünya hayatında imtihan ve gelişmemiz için en uygun olan demektir.

İnsan kendine bu gözle bakınca şimdiye kadar beğenmediği bütün organlarını veya sevmediği eş dost ve yakınlarını birden sevmeye başlıyor. Meğer bunlar benim veli nimetimmiş diyor.

Ölümüze Kâfir Gibi Değil, Müslüman Gibi Ağlayalım

Bu ölçüye göre, bir yakınını kaybeden kişinin ölüm olayından etkilenmesi ve ona duyduğu üzüntünün boyutu da değişiyor. Ölüsüne kâfir gibi değil de Müslüman gibi ağlıyor. Mesela bir Müslüman’ın çok sevdiği bir yakını vefat ettiğinde ağlarken yaktığı ağıtlara bakıyorsun, Müslümanlıktan uzak sözler sarf ediyor. “Vah! Vah! Dünyada gün yüzü göremedi, ev aldı oturamadı, araba aldı binemedi, gençliğine doyamadı!..” Bu tür sözler sarf etmek bir Müslüman’ın inancına yakışır mı?

Üzüleceksen şunlara üzül: “Namazlarını kılamadı, oruçlarını tutamadı, ahlakını güzelleştiremedi, kul haklarıyla gitti. Şimdi orada hali nicedir, onun için neler yapabiliriz?” Sonra da günahlarının affı için Allah’a onun adına istiğfar et, onu kabrinde rahatlatacak işler ameller yapmaya bak; çünkü kabirde onun hayatı devam ediyor.

Anneniz, babanız veya sevdiğiniz bir yakınınız, esirlere kötü muamele yapılan bir kampa esir düşse, sen evinde rahat yatıp uyuyabilir, yiyip içebilir misin? Onun başına gelecekleri hayal etmekten ve düşünmekten sende neşe, huzur, iştah, uyku kalır mı? İşte günahkârlara kabirde, günahına göre belki esir kamplarından beter işkenceler yapılıyor, hadislerde bunları görüyoruz. İşte üzüleceksen sen bunları düşün ve bunlara üzül. O zaman biz ölümüze Müslümanca ağlamalıyız. Ölüsüne Müslümanca ağlayan, “Ahirete gidenler bir daha gelmeyecek, bir daha onları asla göremeyeceğim.” mantığında ağlamaz. “Benim annem, babam, kaybettiğim çocuğum, yakınım, her neyse bunlar sonsuza kadar benimle olacaklar; çünkü kaderleri benimle yazılmış. Ölümle geçici olarak onlardan ayrılıyorum, ama sonsuz olan âlemde, sonsuza kadar o kişiler benim yakınım olarak kalacaklar ve ben hep onlarla yaşayacağım.” duygusu gönlünün bir kenarında iken ağlar. Ve bu ağlama hasretlik duygusundan kaynaklanan bir ağlama olur ki bu da gayet insanî normal bir duygudur. İşte ölümü böyle düşünmek Müslüman’ın acısını da ciddi anlamda hafifletir ve sabrını da kolaylaştırır. 

İslam Kardeşliğe Çok Önem Verir

İslam’ın nazil olduğu dönemde Araplar arasında kavmiyetçilik, asabiyetçilik, soyla sopla övünme had safhadaydı. Kin ve düşmanlıklar, daha açıkçası sevgisizlik bütün gönülleri kaplamıştı. Kur’ân, müminlikle beraber kardeşliği ve özellikle sevgiyi de gönüllere hâkim kıldı. Bunu sadece emir ve yasaklarıyla yapmadı, şöyle ki Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) sevgi, şefkat, merhamet dolu kalbi, mucize ahlakı ve feyz membaı kalbi; taşlar gibi katı, kin dolu kalpleri adeta nurlarla yıkayıp sevgi, şefkat, merhamet dolu sinelere çevirdi. Nitekim ayette Rabbimiz bu önemli nimeti müminlere şöyle hatırlatıyor: “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz…” (Âl-i İmrân, 3/103) Rabbimiz bu kardeşliği sadece Kur’ân’la yapmadı. Yaşayan Kur’ân olan Hazreti Peygamber (s.a.v.) aracılığıyla, O’nun mucize ahlakı, örnekliği ve sohbetleriyle gerçekleştirdi. Bu çok önemli bir tespittir. Bugün sadece Kur’ân’ı ortaya alan ve neredeyse Hazreti Peygamber’i (s.a.v.) tamamen dışarıda bırakan sapık görüşlerin tuzağına düşmemek için çok önemli bir bilgidir. Yani Hazreti Peygamber (s.a.v.) olmadan, sahabede böyle bir ahlakî dönüşüm, imtihan formatında olan bu dünya şartlarında asla mümkün değildi. Aslında aynı şeyler şimdi bu ümmet için de geçerlidir. Sadece Kur’ân’dan veya fıkıh kitaplarından bilgilenen ve onunla İslam’ı yaşamaya çalışan insanlarda, yeterli ahlakî dönüşümler görmek mümkün değildir. Bakın Müslümanlar arasında bugün de cahili Araplarda olduğu gibi bencillik, sevgisizlik, çekememezlik, haset, kin had safhadadır. İşte bu ümmet içinde bu değişimi gerçekleştirecek olanlar gerçek manevi liderlerdir. Müminlerin görevi sadece Kur’ân ve fıkıh kitaplarıyla yetinmek değil, nefslerinde ahlaken değişim gerçekleştirebilecek maddî ve manevî ilimlerle mücehhez İslam alimlerini aramaktır. Tabi ki İslam alimi deyince çok bilen ve çok konuşan değil; sevgi, merhamet, şefkatte Hazreti Peygamber (s.a.v.) gibi örneklik ve önderlik yaparak çevresindeki talebelerini ashab gibi değiştiren, insanların gönlünden kini, sevgisizliği, düşmanlığı temizleyerek onları kendi aralarında sevgi, şefkat, merhamet dolu kişilere dönüştüren alimler anlaşılmalı ve öylelerinin rehberliği aranmalıdır. 

Evet, bizler önder ve rehberlerimizi seçerken bu ölçüler içinde, yani Hazreti Peygamber’i (s.a.v.) her haliyle temsil edebilen kişileri arayıp bulmalıyız ve sonra da ashab kardeşliğini aramızda tekrardan tahsis etmeliyiz ki Kur’ân bizlerden bunu istiyor.

“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurat, 49/10) Görüldüğü üzere bu ayet-i kerime müminleri kardeş yapıyor. Hem öyle ki bu kardeşlik kan bağından önde bir kardeşlik. Buna göre hangi ülkede, hangi dilde ve renkte, hangi ırk ve kavimden olursa olsunlar bütün müminler birbirlerinin kardeşleri ve sadık dostlarıdırlar. Bu kardeşler kendi inançlarına saldıran veya imana karşı küfrü tercih eden kimselere -kendilerine ne kadar yakın olurlarsa olsunlar- asla sevgi beslemezler. Bu anlamda aşağıdaki ayetle ifade bulduğu gibi sadece iman kardeşliğini esas tutarlar.

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir…”  (Mücadele, 58/22)

İşte bu ayetin çerçevesini çizdiği gibi bizlerin hedefi, mümin kardeşliğini tüm Müslümanlar arasında tekrar yaymak ve gerçekleştirmek olmalıdır.

Mümin erkekler ile mümin kadınların, İslam adına birbirleriyle yardımlaşmaları da kardeşliğin bir gereğidir. Bu yardımlaşma, toplumsal hayatta iman ve güzel ahlakın egemen olmasını sağlamak için gereklidir. Nitekim bu amaçla bir araya gelen kimselere Rabbimiz merhamet edeceğinin müjdesini vermektedir.

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe, 9/71)

Kardeş olmak; sevinçte ve kederde beraber olmak, bunu fiili olarak göstermek demektir. Bir anlamda Muhacir-Ensar ilişkisini örnek alıp bu güzel kardeşliği çağımıza taşımak demektir. Medineli olan Ensar, Mekke’den hicret edip gelen Muhacir kardeşleriyle her şeylerini paylaşmışlar, onları hiçbir konuda yalnız ve yardımsız bırakmamışlardı. Şu ayette ifade bulduğu gibi: “Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Haşr, 59/9)

Kardeşlikle ilgili hadisler de çok fazla:

“Hiçbiriniz, kendi nefsiniz için arzu ettiğinizi kardeşiniz için de arzu etmedikçe iman etmiş olmaz.” (Buhârî)

“Müminin mümine bağlılığı, parçaları birbirini bütünleyen bir bina gibidir.” (Buhârî)

“Müminleri kendi aralarındaki merhametleşmelerinde, yardımlaşmalarında bir vücut gibi görürsün. Ki vücudun bir organı ağrırsa vücudunun kalan kısmı uykusuzluk ve humma ile o organ için birbirini çağırır.” (Buhârî, Müslim, Tirmizî)

“Kul, kardeşinin yardımında bulunduğu sürece Allah da kuluna yardım eder.” (Müslim)

“Zalim de olsa mazlum da olsa mümin kardeşine yardım et. Onu zulümden el çektirirsin. Ona yapacağın yardım işte budur.” (Buhârî, Müslim)

İşte bu ayet ve hadislerin ışığında Müslümanlığımızı ve kardeşliğimizi yeniden değerlendirmemiz gerekir. Şimdi maalesef gördüğüm bir gerçeği de söylemeden geçemeyeceğim. Dünyanın dört bir tarafında Müslümanlar, tarihin hiçbir döneminde görülmeyen acılar, çileler ve savaşlar nedeniyle perme perişanken, bunları görmezden gelerek, talebelerine daha takva insanlar olmaları için ne kadar çok zikir çekmesi gerektiğini söylemekten öte bir şeyler yapmayan imam ve cemaat liderlerine de şahit oluyorum. Böyle bir ortamda, komşu Müslüman ülkelerde olan bitene gözleri kapalı, merhametsiz, sevgi ve şefkatten mahrum imam ve cemaat liderleri varsa bunlar Hazreti Peygamber’i (s.a.v.) ne kadar temsil edebilirler veya böyle liderleri lider saymak ve peşinden gitmek ne kadar yerindedir bunu da okuyucuların anlayışına bırakıyorum… Zira zaman ahir zaman, dikkatli olalım, rehberlerimiz bizi İslam’dan başka yerlere götürmesinler.

İslam Kardeşliğini Bozan Tutumlardan Kaçınmak Gerekir

İslam’da kardeşlik iman temeline oturduğu için, müminlerin arasını bozacak her türlü ırkçılık, kavmiyetçilik vs. gibi sunî ayrımlardan kaçınmak gerekir. Zaten bu tür ayrımlar haramdır da. İslam kardeşliğinin önündeki en büyük engellerden birisi özellikle günümüzde her müminin de bunu açıkça gördüğü gibi şüphesiz ırkçılıktır. O sebeple gerek ayetlerde gerekse hadislerde ırkçılığın şiddetle kınandığını görürüz. Ahir zaman ümmetinin birlik ve beraberliğinin önündeki en büyük engellerden birisi de ırkçılıktır. İslam dini, ırk, soy, kavim, vs. türünden insanın elinde olmayan değerlerin üstünlük adına tartışılması yerine; aklın ve mantığın da bir gereği olan iradeye bağlı, değişebilen bir değer olan iman ve takva kriterini üstünlüğe referans kabul etmiştir. Türk, Kürt, Arap, Acem, Laz, Çerkez, Ermeni, Rum vs. müminse kardeştirler. Bunlar içinde en üstün olan ise ahlakı ve insanlığı en güzel olandır. İşte ölçü budur. Nitekim “…Şüphesiz, Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır…” (Hucurat, 49/13) meşhur ayeti bu konudaki tartışmaları bitirmiştir zaten.

İslam’ın müsaade ettiği ölçüde ırkını, milletini sevmenin mahsuru yok, bunu tartışmıyoruz zaten. Zira İslam dini milliyetçiliğe karşı değildir. Sosyal hayatın içine girmediği, bu adam siyahî buna kız verilmez denmediği, başkasına bunu dayatmadığı sürece sorun yok, herkes kendi ırkını sevebilir. Zira ırkçılık izafi bir şeydir. Her kavmin kendine ait özellikleri ve üstünlükleri vardır ve bütün üstünlükler bir kavme verilmiş değildir, bu bir realitedir. Bu üstünlükler birbirlerinden faydalansınlar diye verilmiştir. Bu anlamda ırkçılık akılsızlıktır; aklı olan ırkçılık yapamaz zaten. 

Kardeşliği bozan pek çok husus vardır. Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde bütün bu hususlar açık bir biçimde belirtilir. 

“Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Hucurat, 49/11)

“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (Hucurat, 49/12)

“Birbirinizle kinleşmeyiniz, hasetleşmeyiniz, birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz...” (Buhârî) 

“Bir kişiye, Müslüman kardeşine hakaret etmesi kötülük olarak yeter.” (Müslim)

Sonuç olarak kusursuz dost arayan dostsuz kalır. Bu dünya hayatı bir imtihandır ve bu imtihan dünyasında hepimizin nefs ve şeytan denen azılı düşmanları var. Bu hakikat göz önünde bulundurularak kardeşlerimize bakarsak, bize karşı yaptığı hatalara “ne yapalım nefsi var” mantığında yaklaşır, onu bağışlamak ve hoş görmek noktasında tutarlı, mantıksal ve duygusal bir zemin yakalamış oluruz. Nitekim aynı hatalara nefsimiz bizi de sürüklemektedir ki bu gerçeği nefsimizde her zaman yaşıyoruz. Mademki biz bu dünyaya güzel ahlakı elde etmek için geldik, kardeşlerin hatalarını bağışlamak ve hatalarına rağmen onları sevebilmek en büyük ahlak değil midir?