Doğu Türkistan Kan Ağlıyor / Abdulahad Abdurrahman

 

Doğu Türkistan Maarif Ve Dayanışma Derneği Genel Sekreteri Abdulahad Abdurrahman

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

 

İsmim Abdulahad Abdurrahman, Doğu Türkistan Maarif ve Dayanışma Derneğinin Genel Sekreteriyim. 1971’de Doğu Türkistan’ın Hotan vilayetinde doğdum. 1986 yılında Türkiye’ye geldim. Türkiye’de okuma fırsatı bulamayıp Mısır’a gittim. Mısır’da El Ezher Üniversitesinde okudum; ortaokul, lise, üniversite olarak orada tahsilimi bitirdim. 1997’nin sonunda Türkiye’ye döndüm; memleketime dönemedim. 1997’den beri Türkiye’deyim. Doğu Türkistan’da 8 kardeşim var. Kardeşlerimin şu anda ne durumda olduklarını bilmiyorum. 3 sene öncesine kadar onlarla görüşüyordum, telefonlaşıyordum, hal hatır soruyorduk birbirimize; 3 yıl oldu, hayattalar mı, değiller mi, hangi durumda yaşıyorlar, toplama kamplarındalar mı, hapishanedeler mi, öldüler mi, bilmiyorum, haber alamıyorum. Türkiye’de Doğu Türkistan’ın sesi olmaya çalışıyoruz.

Doğu Türkistan’daki güncel durumdan bahseder misiniz?

Açıkçası, halkımızın çoğunluğu Doğu Türkistan’ı bilmiyor. Bilmemesinin de sebebi, Doğu Türkistan’ın Çin işgalinde olup da kapalı bir kutu halinde olması, dış dünyayla bağlantısının kesik olması ve oradan doğru dürüst bilginin gelmemesi. Dolayısıyla Türk halkı bunun bilincinde olamadı, habersiz kaldı.

Doğu Türkistan, 1 milyon 824 kilometrekare toprağa sahip, büyük bir coğrafyaya sahip bir devletti önceden. 1949 yılında Çin Komünist Partisi tarafından işgal edildi. O günden bu yana Doğu Türkistan Çin’in zulmü altında inlemekte, var olma mücadelesi vermekte. Doğu Türkistan’da 35-40 milyon civarında Müslüman Uygur Türkü yaşamaktadır.

Çin 1949 yılında Doğu Türkistan’ı işgal ettikten sonra, orada 1956 yılından 1977 yılına kadar çok büyük bir kıyım yaptı, Kültür Devrimi yaşattı. Kültür Devriminde eskiye dair ne varsa her şeyi yok etti. Âlimlerimiz, yazarlarımız, münevver zatlar hapse atıldı, öldürüldü; medreseler, camiler yıkıldı, kitaplar, Kur’ân-ı Kerîm yakıldı, yok edildi. Düşünün, ben 1971’de dünyaya geldim, 1977 yılına geldiğimizde okumak için Kur’ân-ı Kerîm bulamıyorduk, okutacak adam da yoktu. Öyle bir durumla karşı karşıya kaldık.

Çin yakın zamana kadar böyle çok büyük zulümler yaptı. Atom bombası denemeleri yaptı, kürtaj uygulaması yaptı, başörtüsünü yasakladı, içki zorbalığı yaptı, Ramazan’da oruç tutmayı yasakladı, daha pek çok yasağı uyguladı. Ama Doğu Türkistan halkı hep direndi, kimliğini korumaya çalıştı. En sonunda 2016 yılından beri Doğu Türkistan’ın her bölgesine büyük çapta toplama kampları kurarak, oralara insanlarımızı tıkmaya başladılar. Şu anda 3 milyon ile 5 milyon arasında insanımız Çinlileştirme kamplarında yaşamakta. Evlerimize Çinliler yerleştirilmekte, gençlerimiz Çin’in iç bölümlerine götürülüp oraya yerleştirilmekte, Çinliler de Doğu Türkistan’a göç ettirilmekte. 1949 yılında işgal edildiğinde Doğu Türkistan’daki Çinlilerin oranı yüzde 3’tü, şu anda Çinlilerin oranı yüzde 45’e ulaştı, yani neredeyse yarısı Çinlileşti. Bu kadar Çinliyi göç ettirdiği halde Doğu Türkistanlıları Çinlileştiremedi. İşkenceler yaptı, âlimlerimizi öldürdü, kitaplarımızı yaktı, medreselerimizi, camilerimizi yıktı, Kur’an okutmayı tamamen yasakladı. Hatta bir insan evinde çocuğuna Kur’an öğretse bile, gelip içindeki insanlarla beraber evi yıktıkları zamanlar oldu. Doğu Türkistan halkı, böyle durumlar yaşasa bile kimliğinden asla vazgeçmedi, Müslüman Türk kimliğiyle kalmayı tercih etti. Ama 2016 yılından itibaren Çin Devleti daha fazla caydırıcı bir projeyle geldi. O da, insanları toplama kamplarına götürerek orada Çinlileştirmek, dışarıda kalanların evlerine Çinliler yerleştirmek, evdeki küçük çocukları Çinlilerin evlerine götürerek, onların tahsis ettiği yerlere götürerek orada Çinlileştirmek suretiyle Doğu Türkistan halkını tamamen Çinlileştirmeye yönelik bir proje bu.

Ama zamanında Firavunlar, Karun’lar, Nemrut’lar vardı, Sovyetler vardı yakın zamanda, Roma İmparatorluğu vardı, dünyaya kan kusturuyorlardı; onların hepsi yok oldu gitti. Onlar planlar yapıyorlar ama hepsinin üstünde bir planlayıcı vardır. Sonunda O planlayıcının planı gerçekleşecek; batıl yok olacak, Hak kendini gösterecek diye inanıyoruz.

Doğu Türkistanlı Müslümanlar dinî vecibelerini yerine getirebiliyor mu?

Doğu Türkistanlılara sorular soruyorlar, 40 civarı soru var. Bu 40 sorunun en başında şu yazıyor: “Dine inanıyor musun, inanmıyor musun? Hangi dine inanıyorsun?” İkincisi, “Hangi milletten evlenmek istiyorsun?” “Evinde seccade var mı?” “Pusula var mı?” “Namaz kılıyor musun?” “İçki içiyor musun?” “Ben İslamiyet’e inanıyorum, ben kendi milletimden evlenmek istiyorum, namaz kılıyorum...” gibi, böyle cevaplar verirse kişi, “Bu aşırı dinci, bunun ıslah edilmesi gerekiyor.” diye kamplara alınıyor.

Kampa alınan insanların dışarı çıkabilmeleri için ilk başta kendi dininden vazgeçmesi lazım. Yani “din diye bir şey yok” demesi gerekiyor.

Bu kamplarda her gün saat 7’de insanları sıraya dizip yemin ettiriyorlar. “Ben dine inanmıyorum, Komünist Partisine inanıyorum.” gibi birtakım şeylerin yer aldığı bir yemin metni okutturuluyor. Bu yemin de ilk başta o insanın İslamiyet’ten arındırılması için yürütülen bir faaliyet. Oraya girdikten sonra zaten ibadet diye bir şey yok; ne namaz kılabilirsiniz, ne abdest alabilirsiniz… İbadete yönelik hiçbir şey yapamazsınız. Haram-helal kavramına dikkat edilmez; onlar ne verirlerse onu yiyeceksiniz, içeceksiniz. Bu, İslamiyet’e karşı bir savaş aslında.

Çinliler şöyle bir kanaate varmış gibi gözüküyor: İşgal ettiğinden beri şu ana kadar Doğu Türkistan halkını Çinlileştirmek için çok uğraştı, çok zulümler, çok işkenceler yaptı, pek çok şeyi denedi; ama Doğu Türkistan halkı gün geçtikçe daha çok İslamiyet’e sarıldı, Müslümanlığı daha çok kavradı, kimliğinden ödünç vermedi. Bunu gören Çinliler dedi ki: “Biz bunları bu şekilde Çinlileştiremiyoruz, asimile edemiyoruz; onun için, önce bunları dinlerinden arındırmamız lazım. Müslümanlıktan çıkartmamız gerekir ki bunlar Çinlileşebilsin. Şu ana kadar Çinlileşmemesinin en büyük sebebi Müslüman olmaları olduğu için, bu insanları biz Müslümanlıktan çıkartmamız lazım, ancak o şekilde Çinlileşeceklerdir.” Bu kanaate vardılar. O yüzden bütün güçleriyle şu anda İslamiyet’e saldırıyorlar.

Kamplara alınan kişiler bu şekilde yaşarken, dışarıda da ayrı bir zulüm var. Mesela telefonunuzda Allah yazısı varsa ya da İslamiyet’i sembolize eden herhangi bir işaret, resim ya da bir ses, benzeri bir şey varsa, hemen tutuklanıyorsunuz. İnsanların evlerine Çinliler yerleştiriliyor. Bu yerleştirilen Çinliler Komünist Partisinden eğitim almış, istihbaratçı insanlar ve buraya gelip, evlerde o insanların ne yaptığını rapor haline getiriyorlar. Bu insan namaz kılıyor mu; evinde Kur’ân okunuyor mu, neler yapıyor; bunların hepsini rapor edip yukarıya gönderiyorlar ve ondan sonra bu insanların gelecekte kamplara alınıp alınmayacağına karar veriliyor.

Bu kamplara kadınlar da erkekler de götürülüyor ama erkekler çoğunlukta. Gelen Çinliler, evlerinde erkek olmayanların da evlerine yerleştiriliyor. Bu Çinli erkek onlarla beraber aynı evde yaşıyor. Bu sayede insanların haysiyetini kırmak, namusunu, şerefini, iffetini ayaklar altına almak, iradelerini kırmak istiyorlar.

Doğu Türkistan’da camilere gidemiyorsunuz. İnsanlara camiye gitmek için kâğıt dağıtıyorlar; bir caminin cemaati öbür camiye gidemiyor. Yani şu anda Doğu Türkistan’da İslamî hayat diye bir şey yok. 4 ay önce, “Helal-haram kavramını ortadan kaldıracağız, farklılığımızı yok edeceğiz.” “Milletlerarası farklılığı yok edeceğiz.” diye bir kanun tasarısı hazırlayıp çıkarttılar. Buna göre “Çinliler ne yiyorsa ne içiyorsa onu yiyeceksiniz, onu içeceksiniz; Çinliler nasıl yaşıyorsa aynı şekilde yaşayacaksınız, farklılığınız olmayacak.” şeklinde bir kanun tasarısını çıkarttılar.

Müslümanlar toplama kamplarında hangi şartlarda tutuluyor?

Daha 15 gün önce kamplardan bir Kazak vatandaşı bir hemşerimiz serbest bırakıldı, Türkiye’ye geldi. Onun kaldığı koğuşta, küçücük bir odada 60 bayan kalıyormuş; 30 bayan ayakta beklerken, diğer 30 bayan uyuyormuş, onlar uyandıktan sonra da o ayakta bekleyen 30 bayan uyuyormuş. İki ay içinde orada işkenceyle 9 kadını öldürmüşler. Kadınlar çıplak halde soğuk su tutulup işkence ediliyormuş.

Bizim dünyaca ünlü âlimlerimiz Muhammed Salih Damollam, Abdülhamit Damollam, 85 yaşındaki Abdulahad Mahdum kamplara götürüldüler, orada şehit edildiler.

Tabii ki bu insanların hepsi dindar insanlar, kamplara girip de onların söylemlerine, talimatlarına uyacak değiller; dinini o kadar ucuza vermeyecekler.

Geçen bir ağabeyimiz geldi, o ağabeyimizin oğlu Türkiye’ye gelmiş, sonra Doğu Türkistan’a dönmüş ve toplama kamplarına alınmış. O da burada, bir radyo programında “Benim oğlum alındı, işkence görüyor.” diye röportaj vermiş. Bir hafta sonra Çin’den bir haber geliyor; toplama kamplarına götürülen insanların nasıl eğitildiğini, nasıl ıslah edildiğini gösteren görüntülerin olduğu bir haber geliyor. Görüntülerde oğlu da var. Oğlu “Ben böyle dindardım, böyle ıslah oldum.” diye konuşuyor ama ellerine bakarsanız, bileklerinde kelepçe izleri, parmaklarının kırık olduğunu görüyorsunuz. Ellerini, bileklerini gizlemeye çalışmışlar, yine de görüyorsunuz. Kampları aklamak için yurtdışına servis edilen bir videoda bunu görebiliyorsunuz.

Çinliler ne yapmak istiyorlar?

Çinliler burayı sadece işgal etmekle yetinmeyip, burayı ilelebet kendilerinin yapmak istiyorlar; kendilerinin olsun, orada bir sıkıntı olmasın istiyorlar. Eğer böyle bir hedefe ulaşacaklarsa, bunun için oradaki halkı yok etmeleri gerekiyor. Bu halk var olduğu sürece onların bu hedefine karşı bir engel teşkil ediyor. Çünkü oranın halkı Çin’le aynı değil. Tarihi aynı değil, örf-âdetleri aynı değil, dini aynı değil, dili aynı değil. Yani Doğu Türkistan’daki hiçbir şey Çin’e benzemiyor. Bu bölgenin Çin’in bir parçası olmadığını gösteriyor. “Bu gelecekte sıkıntıya yol açacak. O yüzden, buradaki halkı tamamen yok edersek bu Doğu Türkistan tamamen bizim, ilelebet bizim olacak.” diye, bunun için, oradaki halkı yok etmeye yönelik faaliyetleri yürütüyor, icraatları yapıyorlar.

İkincisi, Doğu Türkistan’da çok zengin maden kaynakları var. Çin’in tamamında çıkan 156 maden zenginliğinin, yeraltı madenlerinin 118 tanesi Doğu Türkistan’da çıkıyor. Yeraltı kaynakları açısından çok zengin bölge. Petrol, doğalgaz, altın, uranyum, kömür bunların başında geliyor. Bu zenginliği elde edebilmek için bu halkı asimile etmesi gerekiyor, bu halkın dinsizleşmesi gerekiyor, İslamiyet’ten uzaklaşması gerekiyor.

Üçüncü olarak da Çin’den Londra’ya kadar devam eden İpek Yolu projesi. Bu büyük bir projenin, 2050 yılına kadar hayata geçirilmesini istiyorlar. Doğu Türkistan, Çin’in batıya açılan kapısı ve İpek Yolu projesinin baş tarafı; eğer burada sıkıntı olursa o İpek Yolu projesi gerçekleşmeyecek. O yüzden buranın halkını tamamen kendilerine tabi etmeleri ve bu bölgede sıkıntı olmaması gerekiyor. O yüzden Doğu Türkistan halkını bu şekilde yok etmeye çalışıyor.

İslam ülkeleri, Doğu Türkistan’a destek oluyor mu?

Doğu Türkistan şu anda öksüz, yetim bir durumda. Dünyada Doğu Türkistan’ın sesini seslendiren hiçbir ülke yok. Sadece Türkiye, kardeş olma hasebiyle, tarihi bağları hasebiyle, dindaş olma hasebiyle, gücü yettiği kadar sahiplenmeye çalışıyor, sesini çıkarmaya çalışıyor. Türkiye kendisine saldırılar olmasına, etrafının kuşatılmış olmasına rağmen Uygurlara kucak açmaya çalışıyor ama daha fazla sahip çıkmasını istiyoruz. Çünkü Türkiye, İslam dünyasının son kalesi olarak görülüyor. Burası halifeliğin, hilafetin en son kalesidir. Yine hilafet buradan çıkacak… Türkiye, bize başka devletler sahip çıkmadığı zaman da sahip çıktı. Türkiye dışında, İslam dünyasından hiçbir ses yok.

Doğu Türkistanlılar hangi ülkelere iltica ediyor?

Kırgızistan ve Kazakistan’da 1 milyon 600 bin civarında Doğu Türkistanlı var. 300 bin civarında Suudi Arabistan’da var. Ondan sonra nüfus yoğunluğu sıralamasında Türkiye’de bulunuyor. Başka ülkelere de yerleşmiş Doğu Türkistanlılar var.

Bu ülkelerdekiler seslerini duyurabiliyorlar mı?

Orta Asya’dakiler seslerini duyuramıyor. Çünkü Orta Asya’daki, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan, Şanghay İşbirliği Teşkilatına üye oldukları için aralarında suçluları iade antlaşmaları var. Yani Çin’e bağlılar. Çin’e bağlı oldukları için oralarda faaliyet yürütemiyorlar. Sadece Avrupa’dakiler biraz seslerini duyurmaya çalışıyorlar ama onlar da yeteri kadar değil.

Türkiye’ye, Türk halkına vermek istediğiniz bir mesaj var mı, son olarak ne söylemek istersiniz?

Türkiye halkından şunu istiyoruz: Doğu Türkistan böyle giderse ikinci bir Endülüs olabilir. İnşallah böyle gitmez. Onun için, Türk halkından şunu istiyoruz: Herkes dua ettiği zaman Doğu Türkistan’ı dile getirsin. Duyarlı insanlara sesleniyorum! Herkes özellikle kendi camisinde imamından Doğu Türkistan için dua etmesini, Doğu Türkistan’ı dile getirmesini istesin. Bu bir sorumluluktur, şuurlu insan bunu yapar. “Hocam; Doğu Türkistan için bir dua eder misin?” diyebilir.

İkincisi, bizim söylediklerimizi okuyan, duyan insanlar yanındaki kardeşine bunu anlatsın. “Orada 35-40 milyon civarında Doğu Türkistanlı Çinliler tarafından yok edilmeye çalışılıyor, bunun için ne yapabiliriz?” deyip, böyle bir söylem geliştirerek, kardeşlerine, arkadaşlarına duyursunlar. Duyursunlar ki Türkiye’de bir gündem oluşsun. Şu anda Doğu Türkistan dediğimizde, Türkiye’de insanların yüzde 70’i Doğu Türkistan’ı bilmiyor. Orada 35-40 milyon Müslüman var, bu Müslümanlar Çinlileştirilmek isteniyor. Onun için, her Müslüman’ın, bu söylediklerimizi okuyan, duyan insanların her birinin üzerine bir sorumluluk yüklenmiş durumda: O da, gücü yettiği kadar, ister sosyal medyada olsun ister başka bir mecrada, hangi vasıtayla olursa olsun, başkalarına duyurmak.