Cahiliye ve Modern Çağın Mağdurları

Yakın zamanda mübarek Mevlid Kandili’ni idrak ettik. Miladi 571 yılında, 20 Nisan Pazartesi günü Peygamberimiz (sav) dünyayı şereflendirmişti. Bu kutlu geceyi ünlü şair M. Akif bir şiirinde şöyle tasvir etmişti:

On dört asır evvel yine böyle bir geceydi

Kumdan ayın ondördü bir öksüz çıkıverdi. Ve bu öksüz çocuğun teşrifiyle cehalet ve batıl inanışların kararttığı gönüller aydınlanmıştı, tıpkı karanlık bir geceyi dolunayın aydınlatması gibi…

Efendimiz dünyaya teşrif ettiklerinde, Arap yarımadasında Âdem’den (as) beri süre gelen nebevî mirasın manevi kalıntıları devam ediyordu. Ama bu nebevî inançların üzerine şeytan öyle bidatler, hurafeler sokmuştu ki bu mirası tanımanın mümkünü yoktu. Nebevî miras gitmiş, yerini küfür, şirk ve ahlaksızlığa dair her türlü zulüm ve sapkınlık kaplamıştı. İşte bu aşamada ilahi inayet tecelli etti. Çünkü "Biz, halkı zâlim, âsi, kâfir, duyarsız, temel hak ve hürriyetleri, Allah yolunu, Allah yolundaki faaliyetleri engelleyen nice memleketleri kırıp geçirdik. Onlardan sonra başka milletler var ettik.” (Enbiya, 21/11) ayetinde ifade buyrulduğu şekliyle Hz. Peygamberin teşrifi zamanındaki toplum, halkı zalim, asi, kâfir, temel hak ve hürriyetleri engelleyen insanlar hâline gelmiş bir toplumdu. Hz. Peygamberle birlikte bu toplum ıslah oldu ve huzuru, barışı, adaleti, temel hak ve hürriyetleri benimseyen ve savunan bir toplum hâline geldi. Bu anlamıyla yüce Allah’ın bir kavme Peygamber göndermesi bir rahmetti, tarihin kötü gidişine ilahi bir müdahaleydi.

Peygamberimiz Öncesinde Mekke’nin Durumu (Cahiliye Dönemi):

Kur’an, Arapların İslam’ın ortaya çıkışına bitişik dönemini "cahiliye dönemi” diye adlandırır. Bunun tek anlamı, o günün Arapları arasında bilginin değil de bilgisizliğin, bütün işlerinde hakkın değil de batılın egemen olduğunu vurgulamaktır. Kur’an onların hayat tarzlarını şöyle anlatır:

"...Onlar Allah hakkında cahiliye zihniyetini yansıtan, gerçeğe aykırı bir düşünce taşıyorlar...” (Âl-i İmrân, 3/154)

O günkü Araplar, güneyde Hıristiyan Habeşlerle, batıda yine Hıristiyan Roma İmparatorluğu ile, kuzeyde Mecusi Perslerle komşu idiler. Bunların dışındaki komşuları, putperestlerin yaşadığı Hint ile Mısır idi. Ayrıca bölgelerinde Yahudi kabileleri yaşıyordu. Bununla birlikte Araplar putperest idiler ve çoğunluğu kabile hayatı yaşıyordu. Bütün bu faktörlerin etkisi ile bedevi bir toplum oluşturmuşlardı. Bu toplumda Yahudi, Hıristiyan ve Mecusi gelenekleri birbirine karışmıştı. Bu cahiliye geleneklerini bir şey sanarak yaşıyorlardı. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Eğer yeryüzündeki insanların çoğuna uyacak olursan, onlar seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar sadece zanların peşinden giderler, sırf tahmin yürütürler.” (En’âm, 6/116)

Bedevi olan aşiretler alçak ve seviyesiz hayat tarzlarının yanı sıra savaşlarla, saldırılarla, başkalarının malını ve ırzını çalmakla yaşıyorlardı. Bu yüzden aralarında güven ve barıştan eser yoktu. Emir, galip gelene ve mülk de ona el koyana aitti.

Erkeklerin arasında erdem kabul edilen davranışlar kan dökmek, cahiliye taassubu, kavmiyetçilikle övünmek, büyüklenmek, gurur, zalimlerin yardakçılığını yapmak, mazlumların haklarını çiğnemek, saldırganlık,  kumar, içki içmek, zina, ölü eti yemek, kan içmek ve çürümüş hurma yemekti.

Cahiliyede Kadınların Durumu:

Kadınlar ise insan toplumunun bütün meziyetlerinden yoksun idiler. İradeleri ellerinde değildi. İstediklerini yapamazlardı. Miras hakları yoktu. Yahudilerde ve bazı putperestlerde olduğu gibi, erkekler istedikleri sayıda kadınla evlenebilirlerdi, bunun hiçbir sınırı yoktu. Buna rağmen kadınlar süslü ve güzel görünmek için çırpınıyor, sevdikleri erkeklere davetkâr davranıyorlardı. Aralarında zina ve fuhuş yaygındı. Hatta evli kadınlar bile böyleydi. Acayip görüntülerinden biri de kimi zaman hacca çıplak olarak gelmeleriydi.

Cahiliyede Çocukların Durumu:

Çocuklar ise nesep açısından babalara nispet ediliyordu. Yalnız küçük yaştaki oğullar mirasçı olamıyorlardı. Büyük oğullar mirasın hepsini alıyorlardı. Babanın dul eşi de bu mirasın bir parçası idi. Küçük yaştaki çocuklar, erkek olsunlar, kız olsunlar mirasçı olamıyorlardı. Kadınlar da miras hakkından mahrum idi. Eğer ölen kimse arkasında sadece küçük yaşta erkek çocuk bırakırsa, çocuk babasının mirasçısı olabiliyordu. Ama güçlü yakınlar, yetimi elleri altına alarak malını yiyorlardı. Fakat yetim, kız çocuğu ise aile büyükleri onunla evlenerek malını yiyorlar, sonra onu boşayarak ortada bırakıyorlardı. O yetim kızcağızın ne geçineceği bir malı kalıyor ve ne kendisi ile evlenmek isteyecek ve bu sayede geçimini sağlayacak biri çıkıyordu. Yetim problemleri ile karşılaşmak onlarda çok yaygın bir sosyal yara idi. Çünkü aralarında sürekli savaşlar, saldırılar ve yağmalar görülürdü. Çocuklarının bir bahtsızlığı da şehirler bakımsız ve topraklar verimsiz olduğundan sık sık kuraklık ve kıtlıkla karşılaşılma olayı idi. Bu yüzden açlık korkusu ile evlatlarını kendi elleri ile öldürürlerdi. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Bir erkek için en istenmez şey, kız çocuğu babası olduğu haberini alması idi.

23 Yılda Bir ToplumNasıl Değişti?

Peki, her türlü zulmün adaletsizliğin zirve yaptığı cahiliye toplumundan, 23 yıl gibi kısa bir zaman içerisinde, tarihte bir daha benzeri görülmeyecek bir şekilde aralarında sevgi, saygı, şefkat, merhamet, adalet, temel hak ve hürriyetlere saygı ve bağlılığa dayalı yepyeni bir toplumun inşaası nasıl gerçekleşti? Bu başarının altında yatan sır neydi? Bu konu günümüzde yeniden ciddi olarak araştırılmalıdır. Özellikle "İslami kurallar” deyince hemen bizlere irticayı hatırlatan sözde bilim çevreleri bu gerçeği çok iyi araştırmalıdır. Tarih içerisinde Müslim ve gayri Müslim insaf sahibi birçok sosyolog veya mütefekkir bilim adamı, Efendimizin (sav)  başarısının altında yatan sırrın, getirdiği ilkelerden kaynaklandığını itiraf etmişlerdir. Çünkü bu İlkeler insanları yoktan var eden ve pek tabii olarak onları en iyi şekilde bilen yüce yaratıcıdan gelen ilkelerdir. Açıkçası yukarıda izah ettiğimiz böyle bir toplumda gözlemlenen kısa süredeki köklü değişimin birinci nedeni Kur’an gibi ilahi bir kitabın olması, diğer bir önemli nedeni de Kur’an ahlakıyla hayatı bütünleşmiş olan Efendimizin terbiye metodudur. Bu gerçeği itiraf edenlerden birisi olan Lamartine, Efendimiz (sav) hakkında şöyle diyordu:

"Hiçbir insan, isteyerek veya istemeyerek, bundan daha yüce bir gayeyi gerçekleştirmeye niyet etmemişti. Yüce bir gaye... Çünkü bu, insan üstü bir gaye idi. Yaratan ile yaratık arasına giren hurafeleri yıkmak, Allah’ı insana ve insanı Allah’a vermek, putperestliğin maddi ve çirkin tanrılarından meydana gelmiş hercümerç içinde, kudsi ve makul ulûhiyet fikrini yeniden kurmak... Hiçbir insan, bu kadar az zaman içinde bu dünyada bu kadar muazzam ve payidar bir inkılap yapamazdı... Şayet gayenin büyüklüğü, vasıtaların küçüklüğü ve neticenin azameti insan dehasının üç ölçüsü ise, modern tarihin en büyük şahsiyetlerini bile Muhammed’le kıyaslamaya kim cesaret edebilir?”

"Muhtelif devirlerde insanları idare etmek için Allah tarafından gönderildiği söylenen bütün indirilmiş ve semavi kitapları tam ve etraflı surette tetkik ettimse de hiçbirinde bir hikmet ve isabet göremedim. Bu kanunlar, değil bir cemiyeti, bir hane halkının saadetini bile temin edecek mahiyetten pek uzaktır. Lâkin Müslümanların Kur’an’ı bu kayıttan azadedir. Ben Kur’an’ı her cihetten tetkik ettim. Her kelimesinde büyük hikmetler gördüm. Müslümanların düşmanları, bu kitabın Muhammed’in (sav) sözü olduğunu iddia ediyorlarsa da en mükemmel ve hatta mütekâmil bir dimağdan böyle harikanın doğacağını iddia etmek, hakikatlere göz yumup kin ve garaza âlet olmak manasını ifade eder ki bu da ilim ve hikmetle bağdaşmaz.”

"Ben şunu iddia ediyorum ki Muhammed mümtaz bir kuvvettir. Kudret elinin böyle ikinci bir vücudu, imkân sahasına getirmesi ihtimalden uzaktır.”

"Ben sana çağdaş olamadığımdan müteessirim, ya Muhammed! Öğreticisi ve tebliğcisi olduğun bu Kitap, senin değildir. O, İlâhîdir. O’nun ilâhî olduğunu inkâr etmek, mevzu ilimlerin batıl olduklarını iddia etmek kadar gülünçtür. Bunun için insanlık senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra görmeyecektir. Ben sevgi dolu huzurunda derin bir hürmetle eğilirim.”

Bu konuda örnek çoktur:

"Hakiki demokrasinin ideali İslamiyettir. İslamiyet madde ile ruhu; ahlakla ilmi birleştiren tek dindir. Avrupalıların aradığı din, Muhammed’in dinidir.” Bernard Shaw

"Nasıl olur da, başlangıçta ümmi olan (tahsilsiz, okuma-yazma bilmeyen) bir şahıs, edebi kıymet bakımından bütün Arap edebiyatının bir numaralı yazarı hâline geldikten başka, o devirde hiçbir insanın bilemeyeceği bilimsel gerçekleri -hem de bu açıdan en ufak hatalı bir ifade bulunmaksızın- anlatabilir?” Maurice Bucaille

Bugün Cahiliye Toplumundan Farkımız Ne?

Aradan geçen yüzyıllar neticesinde, insanlık her konuda daha ilerilere gitmesi gerekirken, maalesef günümüzde gelinen nokta sanki cahiliyeye geri dönüştür. Birçok toplumda İslam’ın insanlığa armağan ettiği güzel değerler unutulmuştur. İslam’ın değer verdiği, yükselttiği, aslî hüviyet ve fazîletlerine kavuşturduğu bütün varlıklar tekrar itibar kaybına uğramıştır. Bunlardan en önemlisi de kadınlarımızdır. Kız çocukları ve  kadınlar bu çöküşten bugün fazlaca nasibini almıştır.

Cahiliye toplumunda, kız çocukları fakirlik korkusuyla öldürülüyordu. "...Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırıyoruz” (En’âm, 6/151)

Günümüz Cahiliyesinde Çocukları Katletme Biçimi Değişti.

Fakirlik ve açlık endişesiyle fuhuşa teşvik etmek, dinsiz imansız yetiştirmek, uyuşturucu bağımlısı yapmak; içki, kumar, fuhuş vb. haramlara müptela ederek katletmek. Günümüz cahiliyesi belki kız çocuklarını küçükken toprağa gömmüyor ama büyüdükten sonra onu fuhuş malzemesi yaparak yaşayan bir ölü hâline getiriyor. Bu sebeplerden, İslam’ın, cenneti ayaklarının altına serdiği analar, şeref ve fazilet bakımından göklere çıkardığı meziyetli ve sâliha hanımlar; yerini toplumun ayakları altında ezilmeye yüz tutmuş, iffet, ahlâk ve fazîletten mahrum kalmış zavallı kadınlara terk etmiştir. İnsanların gözlerini boyayan yaldızlarla süslenmiş modern hayat, tam bir câhiliye zihniyetidir. Kadını, nefsinin ve toplumun kölesi hâline getirmiştir. Bu hâliyle kadın, parlak sloganların tuzağına ve sömürülmenin kucağına düşmüş, en hassas duyguları, zayıf bedeni, bütün zerâfet ve güzelliği, asâlet ve şerefi h oyratça ayaklar altında çiğnenmiştir. İtibar iadesi, cahiliye adetlerini bırakarak yeniden Efendimizin getirdiği kutlu mesajlara yönelmekle olacaktır. Efendimizin doğum yıl dönümü,  bu vahim hatalarımızı fark etmeye ve dönmeye vesile olsun duasıyla Allah’a emanet olun.