Bizler Tatlı Su Müslümanlarıyız/Ebubekir SİFİL

Türkiye'nin gündeminde Filistin diye bir mesele var artık. Gazze var, İsrail var, ümmetin vahdeti var… Bu geminin içinde bizim görmeye muhtaç olduğumuz bir manzara oluşmuş. Bu olayda her kesimden İslam'a inanan Müslümanların bu zamana kadar görünmeyen bir dayanışması şeklinde, can siperhane bir dayanışma cereyan etmiştir. Üstelik gemide vicdan sahibi gayrimüslimler de var.

Dünya, belirli hassasiyetler etrafında toplanırken yeni bir oluşuma gidiyor… Dünya, belirli hassasiyetler etrafında toplanıp sivil toplum iradesi oluşurken bizim itikadî zeminimiz, hadiselere Müslüman olarak tepki verme tarzımız ve diğerleriyle bu çerçevede münasebetlerimiz konusunda gerçekten sıkı bir iradeye ihtiyacımız olduğu anlaşılıyor. Bütün dünya devletlerinden müteşekkil insanlarla aynı hedefe gidiyorsunuz. Ortada açık bir zulüm var, açık bir insanlık dışı uygulamalar dizisi var. Bu duruma tepkinizi ortaya koyuyorsunuz. Bir süre sonra bu durum aranızda yakınlaşmaya yol açıyor. Bir süre sonra İsrail askerlerine karşı Yahudi'siyle, Hıristiyan'ıyla Müslüman'ıyla, oradaki kitle aynı tepkiyi veriyor. Aynı tepkiyi, gayeyi gerçekleştirmek için canını ortaya koyuyor. Oradaki insanlar arasında ister istemez bir yakınlık oluşuyor. Bu ilerde karşımıza belki bir problem olarak çıkacak. Zaman içerisinde bu noktaya daha soğukkanlı tiplerle, bizzat olayın içinde olan, olayı yaşayan insanların da kanaatleriyle, tespitleriyle birlikte bir şey söylemek gerekecek…

Fakat şu aşamada önemli olan İsrail'in dokunulmazlığının ihlal edilmiş olması, İsrail'in dokunulabilir bir devlet olduğunun tamamen sivil bir irade tarafından ortaya konulmuş olması. Bu büyü bozuldu, bu tılsım bozuldu. 1967'de Altı Gün Savaşları'nda bilmem kaç tane Arap devletinin yapamadığı işi bir gemideki silahsız insanlar yaptı. İsrail'in en iyi yetişmiş komandoları açık bir şekilde korku ve tedirginlik içerisindeydi. Ellerinde son model silahlar var, son tekniklerle eğitilmiş askerler tamamen savunmasız sivil insanlar karşısında bir tedirginlik, bir ürkeklik, bir korku hali yaşıyorlar. Bu İsrail tılsımının büyüsünün bozulduğunu gösteriyor. Sivil irade tarafından bozulduğunu gösteriyor.

Birincisi ve en önemlisi bu millet iradesini ortaya koyduğu zaman, birlikte hareket ettiği zaman, Allah Teala bu milletin önünü açıyor. Belki farkında değiliz ama en önemli husus bu. Bulunduğumuz yerler itibariyle hepimizin mutlak doğrunun bir boyutunu yansıtan doğruları var ama o mutlak doğru etrafında fiilî bir bütünleşme gösterdiğimiz zaman, böyle bir iradeyi ortaya koyduğumuz zaman Allah Teala bu ümmetin önünü açıyor.

İkincisi; bizler tatlı su Müslümanlarıyız. Bizden önceki nesiller, onlardan önceki nesiller Kurtuluş Savaşı vs. ortamlarında yaşadılar ve fiilî mücadelenin, fiilî direnmenin özneleri oldular. Fakat biz bu güne kadar doğru dürüst böyle bir imtihandan geçmedik. Tatlı su Müslümanları derken bunu kastediyorum. Ellerimiz toprağa yakışmıyor, ellerimiz silaha yakışmıyor. Slogan atıyoruz, yazıyoruz, konuşuyoruz ama icraata gelince böyle bir tecrübemiz de yok. Hep söyleriz "Şehit kanında bereket vardır." Evet, gerçekten şehit kanında bereket var. Şehit kanı toprağa düştüğü zaman Allahu Teala'nın merhamet-i ilahiyesi, rahmet-i ilahiyesi gayrete geliyor. Sema kapıları açılıyor ve Allahü Teala bire yediyüz, bire yedibin veriyor. Bir küçük gayretin kocaman karşılıkları oluyor, devasa yankıları oluyor. Bu da tabii modernitenin getirdiği bir şey; masa başında oturup konuşmak, tartışmak, teoriler üretmek, nazariyatla sınırlı bir Müslümanlık otaya koymak…

Fiiliyata döktüğünüz zaman neticesi hâsıl oluyor. Bunu dengesi içinde, ölçüleri içinde ve planlı biçimde yapmak lâzım. Bu milletin kanaat önderi durumunda önünde bulunan insanların bu noktada irade koyması gerekiyor, bu noktada ortak bir tavır benimsemesi ve bu istikamette yürümesi gerekiyor.

Üçüncü husus; dünyada gerçek anlamda bir zulüm sistemi var, küresel bir zulüm ve sömürü sistemi var. Bu küresel sisteme yerel, lokal tepkiler var. Şu anda ümmet-i Muhammed, ortaya koyacağı iradeyle -bu söylediğim şey bir temenni değil vakanın bizzat kendisidir- bu işin lokomotifliğini olması gerektiği gibi üstlenirse, o iradeyi gösterirse bütün dünyanın mazlumları, mağdurları zulme karşı ortak bir tavır geliştirebilecek. Bunu yapabilecek olan, bunun dinamiklerine sahip olan Ümmet-i Muhammed'dir. Yeter ki suni gündemlerin bizi ayrıştırmasına izin vermeden bu işi en azından zihnimizde düşünerek, zihnimizde kardeş olduğumuzu diri tutarak, canlı tutarak hareket edebilelim.

Zira biz bölündükçe, biz parça parça yapılar halinde yürüdükçe, aslî misyonumuzu olması gerektiği gibi yerine getiremiyoruz. Evet, her adımımızın, her çabamızın bir neticesi oluyor ama olması gerektiği gibi oluyor mu? Olmuyor. Bizi birleştiren en önemli zemin emperyalizme başkaldırı, zulme itiraz vs. değil, bunlar işin görünen lokal boyutları. En temel zeminimiz bu ümmetin insanlık için ortaya çıkarılmış en son ümmet olması ve emr-i bil ma'ruf neyh-i ani'l münker yapması hususu.

Bu bir sistem işidir, bir tecrübe işidir, birikim işidir, medeniyet işidir, her şeyden önemlisi inanç işidir.