Feyz: Efendim, kendinizi okuyucularımıza biraz tanıtır mısınız?
Aziz kardeşlerim, ben Taşovalıyım. Taşova eskiden Tokat’a bağlıydı, şimdi Amasya’ya bağlı. Bunun için ben hem Tokatlıyım hem de Amasyalıyım. Askerliğime kadar kendi memleketimde okudum. Hocalarımdan birisi Mehmet Ali Efendi’ydi. Kendisi Fatih’te okurken Osmanlı medreseleri kapanmış ve memleketi olan Taşova’ya dönmüş. Kendisini burada imam yapmışlar. Bu hocalar Sultan Abdulhamit Hazretleri’nin zamanında yetişmişler. İlk olarak bu hocalardan okumaya başladım (1940’lı yıllardan bahsediyorum). Askerliğimi yaptıktan sonraki dönemlerde, İstanbul’da Sultanahmet Camii’nde müezzinlik yaptım. O zaman iki imam ve dokuz müezzin vardı. Müezzinlerden biri de bendim. Ayrıca, imamlar olmadığı zaman imamlara vekalet ediyordum. Caminin imamlarından birisi Gönenli Mehmet Efendi, bir diğeri de Şeyh Seyyid Şefik Arvasi Hazretleri idi. Bu hocalarımızdan da çok istifade ettim. Ayrıca Medine’de kaldım, Peygamberimiz’in mescidinde sohbet ederdim. Bir dönem de Mekke’de Cebel-i Nur Camii’nde imamlık yaptım.
Feyz: Efendim, 55 ülke gezdiniz. Sizi bu kadar gezdiren, hizmete teşvik eden nedir, bizimle paylaşır mısınız?
Ben İstanbul’da imamlık yapıyorken bir ay izin aldım ve bir arkadaşımla Pakistan’a gittik. Pakistan’da bir yerde otururken beş tane Arap tüccarla karşılaştık. Onlar da iş için Pakistan’a gelmişler, fakat bunlar Lahor kentinde sıcaktan hasta olmuşlar. Daha sonra bizim bulunduğumuz yere Lahor’dan âlimler geldi. Bu âlimler ile Arap tüccarlar birbirleriyle konuşmaya başladılar. Biz de bunların konuşmalarına kulak misafiri oluyoruz. Âlimler, Araplara dediler ki: “Buraya, dini anlatmak için ilk Araplar geldi. Sizin ecdadınızın işi tebliğdi. Sizler de onlar gibi olun, dini tebliğ edin, bu yolda biraz gayret gösterin.” Bunun üzerine Araplar şöyle dediler: “Bizler sizin memleketinize gelince bu söylediklerinizi daha iyi anladık. Biz bu işi yapacağız ama sizden bir isteğimiz var. Sizin memleketiniz biraz sıcak, bizi biraz serin yerlere gönderin de serin yerlerde tebliğde bulunalım.” Bunun üzerine âlimler dediler ki: “Bu isteğinizi kabul edersek ecdadınız bize darılır! Sizin ecdadınızı Rasûlullah Efendimiz 13 sene Mekke’de, 10 sene Medine’de yetiştirdi de onlar İslam’ı tebliğ için sıcak soğuk demeden her yere gittiler. Şayet bizler sizleri sadece serin yerlere gönderir de sıcak yerlere göndermezsek ecdadınız bize darılır.” İşte ben bu konuşmalardan çok etkilendim ve tebliğ için Sibirya’ya kadar gittim. Sahabe efendilerimiz sıcak soğuk demeden İslam’ı anlatmışlar. İnşallah biz de bu yolda ölürüz.
Yine bir örnek vereyim. Hepimizin bildiği Eyüp Sultan Hazretleri kendi evlatları ile gelmiş İstanbul’a. Kendisi de o zamanlar hastaymış. Evlatları kendisine, “Biz senin yerine sefere gidiyoruz; bizim gitmemizden sana sevap var. Sen şimdi hastasın; burada kal, gitme!” diyorlar. Bunun üzerine Eyüp Sultan Hazretleri şöyle buyurmuş: “Beni deveye yükleyin götürün. Şu ayet benim burada kalmama izin vermiyor: ‘(Ey müminler!) Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın. Mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.’ (Tevbe, 9/41)” İşte bu ayet-i kerime Eyüp Sultan Hazretleri’ni İstanbul’a kadar getirmiş. Ayetteki hafif ve ağır olarak savaşa çıkmanın manası; savaş kolay da olsa zor da olsa, aracınız olsa da olmasa da, zayıf da olsanız kuvvetli de olsanız, fakir de olsanız zengin de olsanız, yani sözün özü her türlü kolaylıkta ve zorlukta Allah yolunda hizmet ediniz demektir.
İşte bana hizmet aşkı kazandıran, bu ayet-i kerimeler ve sahabe efendilerimizin her türlü zorlukla mücadele ederek Allah’ın dinine hizmet etmeleridir. Ben de onları örnek alıyorum.
Feyz: Efendim, seyahatleriniz esnasında yaşadığınız zorluklara dair bir hatıranızı bizimle paylaşır mısınız?
Bir Pakistan seferimiz esnasında Irak ile İran arasında paramız bitti. Öyle ki otobüse binecek paramız yok ve 4 arkadaşız. Irak ile İran arasında Nimetullah hocayı kim tanır? Türkiye’de veya Arabistan’da olsak hadi neyse! Adam belki bir yerde sohbetimizi dinlemiştir de görünce bizi tanır. Fakat burası ne Türkiye ne de Arabistan. Böyle çaresiz kalınca ben bir kenara çekildim abdest aldım ve iki rekat hacet namazı kıldım. Namazın ardından ellerimi açtım ve Rabbim’den yardım istedim. Namazı bitirip arkadaşlara taraf döndüğüm esnada bir adam Pakistanca: “Şey Nimetullah, nereye gidiyorsun?” dedi. Ben de: “Allah’a gidiyorum, nereye gideceğim!” dedim. Adam bana: “Ben anladım ki siz bizim memlekete (Pakistan) gidiyorsunuz. Şayet bilet aldıysanız lütfen biletlerinizi iptal ettirin; siz bizim misafirimizsiniz.” dedi. Adamla tanışmaya başladık. Adam Avrupa’dan geliyormuş ve kendisi ticaretle uğraşıyor. Fabrikası için iki tane minibüs almış ve arabalar boş gidiyor. Yüce Rabbim ayağımıza kadar araba gönderdi elhamdülillah. Adam bana dedi ki: “Siz beni tanımasanız da ben sizi iyi tanıyorum. Mekke’de Harem-i Şerif’te sizin sohbetinizi dinlemiştim. Hatta beraberce bir yerde yemek yemiştik.” Adamlar da bizi görünce sevindiler tabi. Arabalara bindik ve elhamdülillah bu vesileyle Pakistan’a kadar gittik. Ben Hacet namazından çok istifade ettim. Bu namaza önem verin. Bir sıkıntınız, bir ihtiyacınız olduğunda iki rekat hacet namazı kılın, Yüce Rabbim istediğinizi verir inşallah.
Feyz: Efendim, biliyoruz ki Japonya’da birçok hizmet yapıyorsunuz. Bu hizmetlerinizden örnek verebilir misiniz?
Tabi, biliyorsunuz ki bizim dinimizde cemaatle namaz kılmak çok kıymetlidir; bunu iyi kavramak lazım. Özellikle her gün sabah namazına gitmek lazım, sabah namazı çok önemli. Hz. Peygamber Efendimiz bir hadisinde şöyle buyuruyor: “Kim yatsı namazını cemaatle kılarsa sanki gecenin yarısını ihya etmiş gibidir. Sabah namazını da cemaatle kılan kişi gecenin tamamını ihya etmiş gibidir.” (Müslim)
Japonya’ya ilk gittiğimiz zamanlarda sabah namazında cami kapalı oluyordu. Biraz gayret edip camiyi sabah namazına açtık. İnsanlara duyuruyoruz, sabah namazında cami açık diye. Bir Pakistanlı Müslüman kardeşimiz bizi evine davet etti. Kendisine, sabah namazına camiye gelmesini tavsiye ettim. O da eviyle cami arasının arabayla 40 dakika olduğunu söyledi. Ben de kendisine: “Bu arabayı Allah sana sabah namazına gelmen için verdi.” dedim. Böyle böyle caminin sabah namazında açık olduğunu herkese duyuruyoruz ve insanları camiye davet ediyoruz. Elhamdülillah cemaatimiz çoğaldı. Çeşitli Müslüman ülkelerin konsolosluklardan da cemaate gelmeye başladılar. Namazdan sonra da Kur’an talimi yapıyoruz.
Şimdi Japonya’da bir okul inşaatı yapıyoruz. Anaokulundan başlayıp üniversiteye kadar devam edecek sistemde bir okul. Buna oradaki Müslümanların çok ihtiyacı var. Japonya’ya gelen bekar Müslüman erkekler (Pakistan, Bangladeş, Sri lanka, Afrika, Türkiye, Arap ülkelerinden) Japon kızlar ile evlenip onları Müslüman yapıyorlar. Bu aileler çocuklarını bize getiriyorlar İslam’ı öğrensinler diye. Babaları Müslüman olan şu anda yüz bin çocuk var. İşte bu çocukların eğitimi için bu hizmet çok gerekli. İnşallah Rabbim bizi muvaffak eder.
Feyz: Efendim, dergimizin çalışmalarını, hizmetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben Feyz dergisindeki kardeşlerimizi seviyorum. Kendileri bizleri daha önce de misafir olarak ağırlamıştı. Allahu Teala Hazretleri sevdiği kullarına hizmeti nasip ediyor. Bu yol Peygamberlerin, sahabelerin, sıddıkların, salih kişilerin, evliyaların yolu. Dergi hizmeti çok güzel bir irşad yolu. Nasıl ki sahabe efendilerimiz sıcak soğuk demeden İslam’ı anlatmak için diyar diyar gezmişler, işte sizler de hizmet için, insanlara İslam adına bir şeyler verebilmek için sıcak soğuk demeden geziyorsunuz. Bir sayfa okuyup imana gelen insanlar oluyor ki bu çok büyük bir hizmettir.
Ben Avrupalarda bir selamla günahı terk eden insanlar gördüm. Bununla ilgili bir hatıramı anlatmak isterim. Bir gün gezerken bir içkili mekânın önünde duran 45 yaşlarında bir adama selam verdim. Kendisiyle biraz tanışıp kısaca sohbet ettikten sonra kendisini camiye davet ettim. Beraber camiye giderken adam ağlamaya başladı. Dedim ki: “Allah’ın evine gidiyorsun, sevinmen lazım. Neden ağlıyorsun?” Adam: “Hocam, ben bir arkadaşımla beraber büyük bir günah işledim. O arkadaşım şimdi bir yere kadar gitti. Geldiğinde yine büyük bir günah işlemeye gidecektik. Onu beklerken siz geldiniz, sizi bana Allah gönderdi.” dedi. Bu kardeşimizin 17 yaşında bir de oğlu varmış, onu da bizim yanımıza getirdi. O da yanımızda hizmete başladı elhamdülillah. Allahu Teala şöyle buyuruyor: “Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır…” (Bakara, 2/257)
İşte hizmet eden kardeşlerimiz bu ayetleri canlı canlı yaşıyorlar. Sizler her gün farklı farklı insanlara selam veriyorsunuz. Bu selamın yanında bir de dergiler, kitaplar veriyorsunuz. Peygamberler de insanlara Allah’ın dinini anlatmışlar; ama sadece anlatmakla kalmayıp insanlara bir de kitap getirmişler. İşte bu hizmet de peygamberlerin hizmetine benziyor; bu yol peygamberlerin yoludur.
Feyz: Efendim, hizmet eden Müslümanlar’a neler söylemek istersiniz?
Kıymetli kardeşlerim, bu hayat yolculuğunda benim yazmaya pek imkânım olmadı. Bundan dolayı yazan kardeşlerimize teşekkür ediyorum. Allahu Teala bana üç şeyi kolaylaştırdı: dinlemek, gezmek, söylemek. Biz insanları davet ediyoruz ve onlar da icabet ediyorlar. Ancak burada şunu gözden kaçırmamalıyız. Biz davet ediyoruz, yani biz vesileyiz. Onlara hidayet veren Allahu Teala’dır. Rabbimiz tebliğde bulunan kullarının sözünü tesirli kılıyor. Bizim görevimiz anlatmaktır. Yüce Rabbimiz ayet-i kerimede, “Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir.” (Zâriyat, 51/55) buyurmuştur.
Mesela, bu endişelerimizi boşa çıkaracak bir hatıramı sizlere anlatayım: Almanya’nın bir şehrinde yanımda bulunan kişilerle beraber hizmet ediyoruz. Onlar beni gideceğimiz yere götürüyorlar, ben de gittiğimiz yerlerde tebliğde bulunuyorum; tabi içkili mekânlara da giriyoruz. Birçok yer gezdikten sonra yanımdakilerden birisi: “Hocam bir de kumar oynayanlar var, onlara da gidelim.” dedi. Bunun üzerine gece saat ikide kumar oynan bir yere girdik. Gittiğimiz yerlerde Türkler var, başka Müslüman ülkelerden olanlar da var. İçeri girince yüksek bir sesle selam verdim. Sonra şöyle söyledim: “Ey Müslüman kardeşlerim, sizin bir hâliniz var ki bu hâliniz peygamberlere benziyor. Gecenin bu saatindeki uyanıklığınız var ya, bu saatlerde peygamber efendilerimiz ümmetlerine dua ederlerdi. İşte sizin bu saatteki uyanıklığınız peygamberlerin bu saatteki uyanıklığına benziyor.” İşte böyle konuşarak onlara Müslüman olduklarını hatırlatıyorum. Tabi onlara biraz konuştuktan sonra kendilerini camiye davet ettim. Elhamdülillah onlar da bizimle beraber geldiler. Bu tür hizmetlerimizde 40 kişinin aynı anda bizimle beraber geldiğini biliyorum.
Bunun içindir ki kıymetli kardeşlerim, insanlar bizi dinlemez diye bir kaygımız olmasın. Allahu Teala insanı kerîm bir varlık olarak yaratmıştır. Bir ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz “Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık…” (İsrâ, 17/70) buyuruyor. Böyle şerefli yaratılmış bir varlık söz dinlemez mi? Biz tecrübelerimizden biliyoruz ki insanlara anlatınca bizi dinliyorlar. Peygamber Efendimiz, “Din nasihattir…” (Müslim) buyurmuş. Bu hadisten de anlıyoruz ki insanlara anlatmak lazım. İnsan söz dinler, bundan kuşkumuz olmasın.
Bizim iki önemli vazifemiz var. Birincisi dinimizi öğrenip yaşamak ve ikincisi de anlatmak. Kur’an’da Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân, 3/104) Şimdi bazı insanlar birilerine nasihatte bulunurken “şunu yapma, bunu yapma” deyip direk yasaklamaktan başlıyorlar. Halbuki ayet-i kerimede Allahu Teala Hazretleri tebliğe nereden başlanılması gerektiğini göstermiş. İlk önce karşındaki insanı hayra, güzel olan şeylere davet edeceksin. İkinci olarak ona İslam’ın emirlerinden bahsedeceksin ve son olarak da ona yasakları bildireceksin.
Tebliğ işi sevgi işidir, sabır işidir, mücadele işidir. Biz karşımızdaki kişiye ilk önce kendimizi sevdirmeliyiz, ona sevgiyle ve şefkatle yaklaşmalıyız. Bu şekilde hareket etmezsek insanlar bizden kaçarlar ve hizmet yapamayız. Bu konuda peygamberlerin hayatını iyi okumalıyız. Hz. Nuh (as) 950 sene yaşayıp tebliğde bulundu. Hz. Muhammed (sav) 63 yıl yaşadı ve bunun 23 senesi peygamberlik göreviyle geçti. Bu söylediğim hususların hepsini peygamberlerin hayatında görebiliriz.
Tabi hizmet edeceğiz, insanlara anlatacağız, nasihatte bulunacağız; ama kendimizi de unutmayacağız. Kendimize de anlatacağız, nasihatte bulunacağız. Bizler de başkalarını dinleyeceğiz, onlardan istifade etmeye çalışacağız. Ayet-i kerimede: “Sizler Kitab’ı okuduğunuz halde insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Bakara, 2/44) buyrulmuştur. Bundan mahrum olmamak, yolumuzdan şaşmamak için de iyilerle beraber olmalıyız. Arkadaşlarımızın nasıl insanlar olduğuna çok dikkat etmeliyiz. Arkadaş, insanın kişiliğinin şekillenmesinde çok önemli bir yer teşkil ediyor. Bizi namaza çağıracak, güzel işler yapmaya teşvik edecek arkadaşlarla beraber olmalıyız. Diğer insanlara da şefkatle yaklaşıp onlara da dinimizi anlatırız. Böylece hem Rabbimiz bizden razı olur hem de Peygamberimiz. Bizler Müslümanlar olarak kendimizi geliştireceğiz, değişmek için gayret edeceğiz. Biz ne kadar iyi olursak hizmetimiz de o kadar bereketli olur inşallah.
Şunu da unutmayalım ki Allah (cc) kendi dinine hizmet eden kullarını yalnız bırakmaz. Kur’an’da Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 47/7) Kıymetli kardeşlerim, bu ayetin anlamını ben Japonya’ya ilk gittiğimde anladım. Şöyle ki: 1975’li yıllardı, bir gün Medine’de Ravza’da sohbet ediyordum. Sohbetimi dinlemiş olan Seyyid Cemil isminde bir zat yanıma geldi ve beni Japonya’ya davet etti. O sene gitmeyince sonraki sene bir daha davet etti. O sene de gitmeyince üçüncü sene telgraf gönderdi. Bunun üzerine gitmeye karar verdim. Medine’deki âlimler bana: “İngilizce bilmiyorsun, Japonca bilmiyorsun; Japonya’ya gidince ne yapacaksın?” dediler. Ben de: “Mübarek bir arkadaşım çağırdı. Biletimi aldım, Allah’a sığınıp gideceğim. Yeni Müslüman olanlara Kur’an okumayı öğretirim, Türklere de sohbet ederim.” dedim. Japonya’ya gittiğimin ikinci günüydü, camide oturuyorum. Adamın biri yanıma geldi ve fasih bir Arapça ile: “Nimetullah Hocaefendi, sen memleketimize Allah için hizmet etmeye geldin; ben de burada bulunduğun müddetçe sana tercümanım.” dedi. Bu kişi Dünya İslam Birliği Başkanı ve kendisi de Japon. Ana dili Japonca, ayrıca Arapça ve İngilizce biliyor. Kendisiyle tanıştıktan sonra artık her yere beraber gidiyoruz. İnsanları sabah namazına davet ediyoruz, otellere gidip tebliğde bulunuyoruz. Yani Allah, dinine hizmet edenin önünü açıyor, ona yardım edecek insanlar ihsan ediyor.
Feyz: Efendim, son olarak dikkat çekici bir hatıranızı anlatır mısınız?
1969 yılında İstanbul’dan Ankara’ya geldik. Bu vesileyle Hacıbayram Veli Hazretleri’nin türbesini de bir ziyaret edelim dedik. Kalacak bir yerimiz de yoktu ve Hacıbayram Camii’nin imamı Zekai Hoca bizleri misafir olarak ağırladı. Zekai Hoca Medine’de görev yapmış ve oradan Hacıbayram Camii’ne gelmiş. Kendisi hem veli bir zat hem de kıraat hocası. Kendisine bir gün cemaatten birisi şöyle der: “Hocam, sen kıraat hocasısın, cömertsin iyi de Medine-i Münevvere’yi bırakıp da buraya nasıl geldin.” Tabi hoca bu sözler karşısında biraz hüzünlenir. Bunu söyleyen adam Peygamber Efendimiz’i rüyasında görür ve Hz. Peygamber (sav) adama şöyle söyler: “Zekai hafızı biz Hacıbayram Veli’ye hediye olarak gönderdik.” Bunun üzerine ertesi gün adam ağlayarak Zekai Hoca’ya gelir ve rüyasını anlatır. Zekai Hoca da: “Maşallah, sen de bu vesileyle Peygamberimiz’i gördün.” der.
Feyz: Sohbetiniz için çok teşekkür ederiz efendim.
Ben de teşekkür ederim.