Tevekkülün Neticesi Teslimiyettir
Tevekkül etmek tüm işlerinde Allah’ı vekil kılmak ona teslim olmaktır. Allah’a (C.C.) teslimsen tevekkülün de var demektir. Allahu Teâlâ ne güzel vekil ne güzel dost ne güzel yardımcıdır... O’ndan emin, O’ndan güvenilir, O’ndan güzel bizi koruyacak, kollayacak, sahip çıkacak başka vekil yoktur. Rabbimiz kendisine güvenen ve tevekkül eden kimseleri her zaman korur gözetir ve yardım eder.
Aşağıdaki ayetlerin ifadesinde görüldüğü gibi, gerçek müminlerin en önemli vasfı en çok Allah’ı (C.C.) sevmek ve her konuda ona güvenip teslim olmaktır.
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun ayetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal, 8/2)
De ki: “Bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O, bizim yardımcımızdır. Öyleyse mü’minler, yalnız Allah’a güvensinler.” (Tevbe, 9/51)
Mesela İbrahim Aleyhisselam Allah’a (C.C.) tevekkül ve teslimde önde bir peygamberdi. Hz. İbrahim ateşe atılırken “hasbiyellah” (bana Allah (C.C.) yeter) dedi ve ateşin yakmaması ile Allah’ın yardımını hemen gördü. Kısaca, insan tevekkül etmekle altından kalkamayacağı bütün yüklerini mutlak güç sahibi Allah’ın kudret eline emanet eder. İsmail Aleyhisselam da öyle idi. İbrahim Aleyhisselam oğlunu kurban ettiği rüyayı görünce önce bu rüyadan kuşkulandı. Karışık bir rüya sandı. Üst üste aynı rüyayı görünce şüpheleri zail oldu ve rüyasının sadıklığını anladı. Anlayınca da oğlu İsmail’i çağırarak “Oğlum böyle bir rüya görüyorum bu rüya hakkında sen ne dersin?” dedi. O da “Babacığım rüyan sadıktır, rüyanın gereğini yap. İnşallah beni Allah’a teslim olanlardan bulacaksın.” buyurdu. Baba oğul ikisi de Allah’a teslim oldular. Allahu Teâlâ da koç göndererek onları bu zorlu sınavdan kurtardı...
Evet, Allah’ a tevekkül etmek ve ona teslim olmak Müslümanlar için önemli bir konudur.
Tevekkülün neticesi teslimiyettir. Teslimiyet ise önce Allah’ın (C.C.) kaderine teslim olmaktır. Yani içinde bulunduğumuz hale razı olmaktır. İrademiz dışında bize imtihan için verilen, annemize, babamıza, eşimize, ırkımıza, boyumuza, posumuza, vs. hoşumuza gitmeyen veya giden her şeye baştan razı olmaktır. Bu verilen şeylerin hangisinden dertli ve şikâyetçi isek bu şikâyetten vazgeçip Allah’a (C.C.) teslim olmak ve bu işlerin arkasındaki hikmeti anlamaya çalışmaktır.
Bu meseleyi inanç ve şuur olarak kalbimize yerleştirdikten sonra ikinci aşaması irademizin hakkını vererek, yapmamız gerekenleri yapmaya çalışmaktır. Zira tevekkülde tembellik yoktur. Bununla ne demek istiyoruz. Öncelikle Allah’ın (C.C.) bize imtihan için verdiği tüm beğenmediğimiz nefs hastalıkları ve kalp marazlarını tespit edip hangisi bizim terakkimize engel çıkarıyorsa dostluk arkadaşlık ilişkilerimize problem oluyorsa onunla mücadeleyi öncelemektir.
Akıllı Bir Kişi Allah’a (C.C.) Dost Olmak Davasından Asla Vazgeçmez
Akıllı bir kişi bu dünya âleminde Allah’a (C.C.) dost olmak davasından asla vazgeçmez. Allah’a (C.C.) dost olmak ise nefsi tezkiye kalbi tasfiye olmadan mümkün değildir. O zaman kendini bu ulvî davaya adayan ve bundan vazgeçmeyen birisi, zaman zaman gaflete düşse veya günahlara düşse de tövbe edip düştüğü yerden kalkar ve nefsi tezkiye, kalbi tasfiye mücadelesinden vazgeçmez. Bu durumda akıllı kişi stratejik davranır. Bütün manevi hastalıklar ile toptan mücadele yerine, ihtiyaca göre bakar hangi hastalığı galebe çalarsa onunla mücadele eder.
İslam iki türlü yaşanır. Birisi paldır küldür diye tanımladığım şekliyle düzensiz, disiplinsiz ve amaçsız bir yaşama şeklidir. İkincisi sistemli yaşamaktır. Paldır küldür yaşamak, yaşamında yüksek bir hedefi, ideali olmayan, ahlaken değişip terakki edip iyi bir kul, olmayı hedeflemeyen kişiler için geçerlidir. Onlar çok takva, çok ibadet ehli kişiler de olabilir. Ama bu kimselerin içinden Allah dostları gibi yüksek şahsiyetler yetişerek çıkmazlar. İkinci tür Müslümanlık sistemli Müslümanlıktır. Sistemli Müslümanlıkta kişinin bu dünyada bir hedefi, amacı vardır. Onun amacı ölünce sadece cennete gitmek değildir. Onun amacı bu dünyada nefsi tezkiye, kalbini tasfiye ederek Allah’a dost olmak, Allah’a (C.C.) sevgili bir kul olup rü’yetullahla şereflenmektir. Rü’yet, elbette cennet nimetlerinin en üstünüdür.
Sistemli Müslümanlar akılları gereği kendi başlarına olamazlar. Nefs marazlarının hepsini kendi başlarına tespit edemeyeceklerini ve onlardan kurtulamayacaklarını bilirler. O yüzden ilk iş olarak hep bu yolda arkasından gidebilecek bir rehber, bir kılavuz ararlar. Kendilerinden önce bu yolları aşmış Allah’a (C.C.) ulaşmış bir mürşid, bir murakıp arayışına girer, onu bulmadan rahat etmezler. Bulunca da onun eteğine sımsıkı yapışırlar. Ona manevi konularda tam teslim olurlar. Bir doktora hastanın teslim olması gibi, bilirler ki çare o doktorun tavsiyelerinde ve verdiği reçetelerde gizlidir. Aradıklarını bir doktorda bulamazlarsa doktor değiştirirler ama asla bu büyük ideallerinden vazgeçmezler. İşte bu kullar talepli, yetenekli, muhabbetli kullardır ki mutlaka hedeflerine varırlar. Bu yüksek amaçla bu dünyada gayret etseler, hedeflerine ulaşamasalar, onların terakkileri kabir âleminde de devam eder ve ahirette gayeleri onlara ikram edilir. O kişileri Allah (C.C.) ahirette yine kendine dost yapar ve bu güzel niyet ve gayretleri orada karşılığını bulur.
Allah (C.C.) Kendine Dost Olmak İsteyenleri Çok Denemelerden Geçirir
Allah (C.C.) dostu olmak gerçekten zordur. Çünkü Allah (C.C.) mutlak varlıktır. Sen de O’nun dostu olmak istiyorsun. Bu ne büyük bir lütuftur. Allahu Teâlâ haklı olarak kendine sonsuz değer verir. Bu verdiği değeri bir kulun hak etmesi için de onu çok imtihanlardan geçirir. İbadetler ile dener, günahlardan kaçınmak ile dener, belalarla musibetlerle dener. Bu şekilde kişiyi belli bir kıvama gelene kadar dener de dener. Bütün bu denemelerden sonra o kişi arzu edilen gelişimi gösterirse “şimdi oldu der” ve onu dost olarak seçer.
Nefs Hastalıklarının Varlığından Bir Kul Hesaba Çekilmeyecektir
Nefs hastalıklarının varlığından bir kul hesaba çekilmeyecektir. Bu hastalıkların varlığı el ayak gibi göz gibi bize imtihan için verilen organlar hükmündedir. Bu hastalıklar onu günaha sürükler o kul da buna engel olamazsa o zaman hesap da sorumluluk da başlar.
Böyle bir durumda olan kişinin önünde iki mantıklı yol vardır. İkisinden birini mutlaka seçmelidir. Üçüncü yol günaha razı olmaktır. Birinci yol, nefs marazlarından kökten kurtularak bir ömür artık onların sorun çıkarmasının önünü almaktır. İkincisi ise hastalıklara karşı teyakkuzda olup bir ömür mücadele içinde yaşamaktır. Yani onlar sana günah işletmezlerse sorun yok demektir. Mesela, cimriliğin, korkaklığın, hasedin, kibrin, yalanın, riyakârlığın vs. gibi hastalıklarınla hep baş ederek yaşıyor, onların başını serbest bırakmıyorsan başarılısın demektir. Bunun için böyle kişilere ben kolaylık olsun diye hep iyilik ve ihsan üzere yaşamayı, sistem olarak belirlemelerini tavsiye ediyorum. Bu kişiler bu yolda giderlerse başarılı olurlar. Üçüncü sınıf ise hiçbir şey yapmayan Müslümanlar ki bunlar otomatik olarak nefse tabii olurlar. Nefs-i emmareye tâbi olmak ise yine otomatik olarak kötülüklere tabii olmak demektir. Zira bıçak keser, ateş yakar, nefs-i emmare de insana tabiatı gereği hep kötülükleri ve günah işleri yaptırır. Bu nedenle nefsinin eline kendisini terk ve teslim eden bir kişi psikolojik kendiliğindenlikle devamlı kötülükler yapar. Öyle ki çoğu zaman kötü işler yaptığının farkında bile olmaz. O halde bir Müslüman asla üçüncü yolun yolcusu olmamalıdır.
O zaman ne yapacağız?
Ya nefsimizin marazlarından kökten kurtulacağız ya da bir ömür onunla mücadele içerisinde olacağız, başka bir yol çıkmaz sokaktır.
Allah’a (C.C.) emanet olun.