Din ve Dindarlığın Benlik Saygısına Etkisi / Doç. Dr. Nurten Kımter

Benlik saygısını etkileyen unsurlar nelerdir?

Benlik kavramı birtakım yaşantılar sonucunda oluşur. Benliğimiz doğduğumuz andan itibaren, başımızdan geçen sayısız olaylarla, çevremizde temasta bulunduğumuz kişilerin etkisiyle yavaş yavaş oluşur. Dolayısıyla bireyin benlik kavramı oluşumunda pek çok husus etkilidir. Dolayısıyla benlik kavramının gelişiminde olduğu gibi benlik saygısının da yüksek ya da düşük olmasında pek çok faktör etkili olmaktadır. Bunlardan kısaca söz etmek gerekirse; birincisi anne-baba tutumlarıdır. Erken bebeklik döneminde gelişmeye başlayan benlik saygısı, çocuğun çevresiyle etkileşimine ve deneyimlerine bağlı olarak gelişir. Önce bebeğin en yakınında olan ve ilk sosyal temasta bulunduğu anne-baba ve bireylerinin daha sonra arkadaş ve öğretmenlerinin davranış ve tutumları ile şekillenir. Anne-babalar çocuklarına farkında olarak veya olmayarak günlük yaşam tarzları ve davranışlarının tutarlılığıyla arkadaş kazanmayı, arkadaş olmayı, karar vermeyi, sorun çözmeyi, sevmeyi ve sevilmeyi, başarısızlıkla başa çıkmayı, paralarını idare etmeyi vs. pek çok şeyi öğretmek suretiyle benlik saygılarının gelişimine katkıda bulunurlar.

Kendimiz hakkındaki değerlendirmelerimiz, düşüncelerimiz, kısacası benlik saygımız üzerinde en etkili olan kimseler en yakından ilişkili olduğumuz ve bizim için en çok önem arz eden kimselerdir ki bunlar da öncelikle anne-babamız ve diğer aile bireyleridir. Nitekim yapılan araştırmalar da bu hususu ortaya koymaktadır. Bireylerin ruhsal yönden sağlıklı ya da olumsuz bir kişilik ve benlik geliştirmeleri anne-baba tutumlarına, dolayısıyla anne-baba ve çocuk arasındaki ilişkinin niteliğine bağlıdır. Psikolojik olgunluğa erişmiş olan anne-babalar, çocuklarının benlik saygılarına olumlu yönde katkıda bulunurlar. Anne-babanın çocuğuna karşı olan tutumlarını genel olarak ‘demokratik, otoriter, aşırı koruyucu ve ilgisiz’ olmak üzere dört grupta toplamak mümkündür: 

Demokratik aile ortamında güven verici, destekleyici ve normal sınırlar içinde hoşgörü vardır. Demokratik aile ortamında çocuğa değer verilir, çocuk olduğu gibi kabul edilir, yeteri kadar sevgi ve şefkat görür, çocuğun duygu ve düşüncelerine saygı duyulur, çocuğun ilgi, ihtiyaç ve yetenekleri göz önünde bulundurulur. Eğer, anne çocuğunu yeteri kadar sever, ilgi gösterir, besler, bir sıkıntısı olduğunda onu kurtarmaya çalışırsa bebek kendisini değer verilen ve sevilmeye layık birisi olarak algılar, böylece yüksek benlik saygısının temelleri atılmış olur. İlgili, kabul edici ve destekleyici bir anne-baba tutumu ergenlerin kendilerine daha fazla güven ve daha yüksek benlik saygısı geliştirmelerine yardımcı olmaktadır. Değersizlik duygusu kökenini, çocukluk yaşantılarından alır. ´Sen-ben anlayışı’ yani ‘ben bilirim, sen bilmezsin; ben değerliyim, sen değersizsin; ben güçlüyüm, sen güçsüzsün’ temeli üzerine kurulmuş olan bir aile ortamında yetişen çocuk ise kendisini, bu tür ilişkiler içerisinde, mutlaka ama mutlaka aciz ve değersiz hissedecektir. Dolayısıyla, anne-babaların çocuk üzerindeki tesirleri, etki güçleri tahminlerinden çok daha fazladır. Çocuğun kendisine karşı olumlu bir benlik kavramı geliştirmesi ve benlik saygısının yüksek olması için, içinde bulunduğu ailedeki kişiler arası ilişkilerin güven verici, saygı, sevgi, hoşgörü ve esnek bir yaklaşımda olması gerekir. Anne-babanın ittiği, umursamadığı, değer vermediği bir çocuğun ya da gencin kendisine saygı duyması mümkün değildir. Yapılan pek çok araştırmada anne-babalarının demokratik bir tutum sergileyen kimseler olduğunu ifade eden çocuk ve gençlerin benlik saygılarının ve kendilerine güvenlerinin oldukça yüksek olduğu tespit edilmiştir. Baskıcı-otoriter, ilgisiz ve sevgisiz ailelerde yetişen çocukların ise ezilme, horlanma ve benimsenmeme sonucunda yaralanan benlik saygılarının diğer çocuklardan önemli ölçüde düşük olduğu tespit edilmiştir. Benzer şekilde aşırı koruyucu ve himaye edici bir tutumla yetiştirilmiş olan çocuklar da devamlı olarak bir yetişkinin korumasını ve kollamasını arayan, girişimci olmayan, sorumluluk almaktan çekinen, kendilerinin yapması gereken işleri başkalarının yapmasını bekleyen, benlik saygıları (özgüvenleri) düşük, zayıf - silik kişilik sergileyen bireyler olabilmektedirler.

Aile dışındaki sosyal çevrenin de çocuğun benlik saygısı üzerinde etkisi büyüktür. Birçok kuramcı ve araştırmacı, anne-baba ve yakın çevrenin, olumlu bir benlik kavramı ve benlik saygısı gelişiminde büyük bir etkiye sahip olduğunu ortaya koymuştur. Çocuk, benlik kavramını, öncelikle anne-baba, kardeş, arkadaş, öğretmen vs.den öğrenir. Bu öğrenme süreci bebeklikten itibaren başlar. Çocuk sosyal çevredeki bu kişilerin kendisine ait yakıştırmalarını kişiliğine katar, giderek kendisini onların gördüğü gibi görmeye, algılamaya ve değerlendirmeye başlar. Sosyal çevredeki kişiler, örneğin; kardeş, arkadaş ve öğretmenleri çocuğa karşı olumlu sıfatlar yakıştırıyorlarsa olumlu bir benlik kavramı, olumsuz sıfatlar yakıştırıyorlarsa olumsuz bir benlik kavramı geliştirir. Olumsuz bir benlik kavramı geliştiren çocukta kendisine karşı güvensizlik duygusu gelişir, kendine karşı benlik saygısı azalır. Çünkü kendimiz hakkındaki düşüncelerimiz büyük ölçüde, diğer insanların bizim hakkımızdaki düşüncelerinin yansımalarıdır. Karşılaştığı bütün insanlar kendisine bir ‘hiçmiş’ ve değersizmiş gibi davranan hiçbir insan, kendisine duyduğu saygıyı ve değeri uzun süre asla koruyamaz. Aile ortamı ile birlikte okulun, kişiliğin bütün kısımlarının gelişmesinde etkili olduğu bilinmektedir. Okulun önemli bir boyutu olan sınıf ortamı, bilhassa öğretmenin öğrencilerle etkileşimi benlik saygısı üzerinde son derece etkilidir. Eğer öğretmenin öğrencilerle ilgili yorumları, negatif, aşağılayıcı, saldırgan, endişe yaratıcı olmak yerine, olumlu, destekleyici, teşvik edici ise bu yaklaşım, onların benlik değerini (saygısını) arttırmaya katkı sağlayacaktır.

Fiziksel görünüm ve sağlık durumunun da benlik saygısı üzerinde etkisi mevcuttur. Bir kimsenin fiziksel görünümü, beden yapısı, organ eksikliği, sağlık durumu, geçirdiği hastalıklar da benlik saygısının gelişimini ve niteliğini etkilemektedir. Son yıllarda yapılan araştırmalar, benlik saygısı ile fiziksel görünüm ve sağlık durumu arasındaki korelasyonun yüksek olduğunu göstermiştir. Ergenlerde de benlik saygısı ile beden imgesi iç içedir. Dolayısıyla toplum standartlarına göre kendisini idealin altında algılayan kimseler kendilerine karşı olumsuz bir tutum ve birtakım duygular geliştirirler. Bu anlamda obezite ile benlik değerinin azalması arasında doğrusal bir ilişki olduğuna dair araştırmalar mevcuttur. Obez bireyler, kendi bedenlerini iğrenç ve tiksindirici buldukları gibi başka kişilerin de kendilerini küçük gördüklerini düşünürler. 

Anne-babanın ölmüş ya da boşanmış olması da benlik saygısına etki edebilmektedir. Yapılan pek çok araştırmada ailenin psikolojik durumunun ve parçalanma durumunun çocuk ve gençlerin benlik gelişimini olumsuz yönde etkilediği tespit edilmiştir. Dolayısıyla, ailesiyle birlikte olan, onların duygusal desteğini hisseden ve onlarla bütün sorunlarını paylaşan ergenler, kendilerine daha fazla güvenmekte, bu sebeple de sağlıklı bir kişilik ve benlik geliştirmektedirler. Dolayısıyla anne-babanın aralarında anlaşıyor olmasının ve anne-babanın yüksek eğitim düzeyine sahip olmasının gençlerin benlik saygılarını olumlu yönde etkilediği tespit edilmiştir. Yapılan araştırmalarda, anne-babanın ayrılmış olması gencin ya da çocuğun benlik saygısını düşürürken, anne ya da babadan birisinin ölmüş olması benlik saygısını düşürmemektedir. Ayrıca, ayrılmış olan çiftlerin çocuklarında daha sık depresyon ve psikomatik rahatsızlıklara rastlanmaktadır. 

Gerçek benlik ile ideal benlik arasındaki fark da benlik saygısına etki etmektedir. Kişinin algıladığı benliği (kendini nasıl gördüğü) ile ideal benliği (nasıl olmak istediği) arasındaki farkın büyük olması düşük benlik saygısının bir anlatımı olurken, gerçek benlikle ideal benlik arasındaki farkın azlığı, uyumun varlığı yüksek benlik saygısını ifade etmektedir. Başka bir deyişle kişinin gerçek benliği ile ideal benliği arasındaki tutarsızlık, düşük benlik saygısına; uyum ise yüksek benlik saygısına yol açar. 

Yine boş zaman aktivitelerinin benlik saygısına etki ettiği gözlenmektedir. Rutin uğraşların ve güncel sorumlulukların dışında yeni yeteneklerin ve özelliklerin kazanılması bireyin benlik saygısını arttırmada etkili olan faktörlerden bir diğeridir. Diğer bir deyişle çocuk ya da gençlerin kendilerini iyi, değerli, eşsiz ve önemli hissetmeleri için imkânlar sağlamak, benlik saygısını arttırma yollarından birisidir. Bu sebeple anne-babalar, çocuklarının benlik saygılarını geliştirebilecek kaynakları çoğaltmalıdırlar. Örneğin; değişik oyuncaklara, kitap ve müzik aletlerine, spor yapma, özel ders ve seyahat imkânlarına sahip olan çocuklar, bu imkânlara sahip olmayan çocuklara göre kendilerini daha çok geliştirme dolayısıyla daha yüksek benlik saygısına sahip olma şansına sahiptirler. 

Benlik saygısına etki eden bir diğer önemli faktör de zekâ ve okul başarısıdır. Benlik saygısı, bir anlamda kişinin kendi kişisel özelliklerini beğenmesi, değerli ve başarılı görmesini ifade ettiğinden, bireyin sosyal pozisyonu ile benlik saygısı arasında ciddi bir ilişki vardır. Genel olarak benlik saygısı, bireyin sahip olduğu statü ve rollerin sonucunda oluştuğu için benlik saygısı düzeyi ve sürekliliğine ilişkin olarak en temel değişkenin, akademik ve sosyal başarı olduğu ileri sürülmektedir. Zira insanın başarıları onun toplum içinde fark edilmesini ve statü kazanmasını sağlar ve benlik saygısı için somut bir temel oluşturur. Öğrencilerin, okula ve derslere karşı tutumu zamanla kendi kendine karşı tutumunu, kendisinin nasıl bir insan olduğu hakkındaki görüşünü ve kendine güvenini belirlemektedir. Zekâ düzeyinin de akademik ve sosyal yönden başarılı olmada etkisi büyüktür. Bu sebeple zeki çocukların ve gençlerin, arkadaşları arasında benimsenme ve beğenilme şansları daha yüksektir. Bu tür çocukların ilgileri çeşitli olup çabuk kavrayabildikleri ve öğrenebildikleri için bu durum onlara çevrede ve okulda üstünlük kazandırmaktadır. Kazanılan her yeni başarı, kendilerine olan güvenlerini pekiştirmekte, dolayısıyla benlik saygısı düzeylerini arttırmaktadır.

Sosyo-ekonomik düzeyin de benlik saygısına etki ettiği görülmektedir. İnsanların kendilerine saygı duyabilmeleri, en azından toplumsal saygı kaynaklarını içeren yüksek statülere sahip olup olmamalarına bağlıdır. Statü ve prestij artışı, modern dünyada, maddi olanaklarla yakından ilişkili olup sağladığı tatminlerle, örneğin; markalı bir araba, lüks bir yaşam ve toplumsal saygı anlamına gelmektedir. Diğer taraftan sosyo-ekonomik düzeyin düşük olduğu kesimlerde çocukların temel ihtiyaçları bile tam olarak karşılanmamakta, çocuk sayısının fazla olması nedeniyle çocuk ailesinden yeterli sevgi, anlayış ve güveni görmeyebilmektedir. Dolayısıyla, temel ihtiyaçları ve sevgi ihtiyaçları giderilemeyen kişilerde benlik saygısının yüksek düzeyde olması beklenemez. Yapılan araştırmalarda, varlıklı üst sınıflardan gelen gençlerin ve çocukların benlik saygılarının yüksek olduğu, buna karşılık alt toplumsal sınıflardaki gençlerin benlik saygılarının daha düşük olduğu gözlenmiştir.

Cinsiyetin benlik saygısına etkisi söz konusudur. Cinsiyetin, yani kız ya da erkek olmanın, benlik saygısını da etkilediği ileri sürülmüştür. Yapılan pek çok araştırmada erkeklerin benlik saygısı düzeylerinin, kızlardan daha yüksek olduğu gözlenirken, bazı araştırmalarda ise, kızların benlik saygısı düzeylerinin daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte çok az sayıdaki araştırmada da benlik saygısı puan ortalamalarının, cinsiyete göre farklılık arz etmediği görülmüştür. Herhangi bir konuda cinsiyet grupları arasındaki farklılaşmanın nedenleri araştırıldığında genellikle kalıtsal, biyolojik etkenler, hormonların etkisi, aile, çevre, eğitim gibi toplumsallaşma süreci etkenleri ve sosyal rol kazanımının önemli olduğu görülmüştür. Bu bağlamda dünyamızın, gücün ve saygınlığın erkeklerin tekelinde olduğu bir dünya olması gerçeği, büyük ölçüde tarihî süreç içerisinde kadının yerinin göz ardı edilmiş olması ve erkek egemen kültürün ve toplumun kadınlar üzerindeki baskısı, kadınların benlik saygısının düşük olmasında etkili olabilmektedir.

Anne-babanın eğitim durumu ve mesleki statüsünün de benlik saygısına etkisi söz konusudur. Anne-babanın yokluğu ve ilgisizliği, çocuğun kişilik gelişimini, benlik yapısını ve ruh sağlığını olumsuz yönde etkilerken anne-babanın öğrenim düzeyinin yüksek olması, çocukla kuracakları ilişkinin olumlu yönde gelişmesini sağlayabilir. Eğitim düzeyi yüksek olan anne-babalar çocuğuyla daha iyi iletişim kurarken, eğitim düzeyi düşük olan anne-babalar, geleneksel yöntemlere daha fazla bağlı kalmak suretiyle, çocuğa daha fazla baskı uygulayarak, benlik gelişimini olumsuz yönde etkileyebilirler. Nitekim çocuk ve gençlerin annelerinin eğitim düzeyi yükseldikçe, benlik tasarım düzeylerinin de yükseldiği, yani annenin öğrenim durumunun çocuğun benlik ve kişilik gelişiminde önemli rol oynadığı yapılan araştırmalar sonucunda gözlenmiştir. Kendisini her yönden yetiştiren anne-babalar, ergenin içinde bulunduğu dönemi anlayarak sevgi, saygı, destek ve kabul içeren tutum sergileyebilmekte ve ergenin olumlu bir benlik kazanması için gerekli ortamı sağlayabilmektedir. 

Meslek statüsünün düşüklüğü, gelir düzeyinin az olması ile de paralellik göstermektedir. Araştırmalarda babaların mesleki statüleriyle ilgili olarak da, babaları polis, subay vb. gibi silah taşıyan gençlerin benlik saygılarının daha düşük olduğuna dair elde edilen bulgular son derece ilginçtir. 

Ailedeki doğum sırası ve kardeş sayısının benlik saygısına etkisi söz konusudur. Yapılan araştırmalarda, benlik saygısı ortalaması ile kardeş sayısı arasında da bir ilişki olduğu görülmüştür. Ailedeki çocuk sayısının benlik saygısı düzeyine etkisini şu şekilde açıklayanlar olmuştur: Ailedeki çocuk sayısı, eşler arasındaki iletişimi etkileyerek olumsuz bir ilişki sergilenmesine sebep olabilmektedir. Yaşanan bu çatışma ortamı da gencin kendini kabul düzeyini etkilemektedir. 

Ayrıca çok sayıda çocuğu olan kadınların, düşük benlik saygısına sahip olduklarını, bunun da çocuğa yansıyabileceğini ileri sürenler olmuştur. Bunun yanında çok çocuklu ailelerde çocukla yeterince ilgilenememe durumu yaşanabileceği, bu durumun da çocuğun benlik saygısına olumsuz yönde etki edeceği söylenebilir. Ailedeki kardeş sayısı ve doğum sırası dikkate alınarak yapılan araştırmalarda, tek çocukların, kardeşleri olan çocuklara göre benlik saygılarının daha yüksek olduğu, hatta tek çocuk erkekse benlik saygısının daha da yükseldiği gözlenmiştir. Yine bu konuyla ilgili olarak yapılan araştırmalarda kardeşlerinin hepsi kız olan erkek çocukların benlik saygılarının, kardeşlerinin hepsi erkek olan erkek çocuklardan daha yüksek olduğu gözlenmiştir.

Toplumsal ve kültürel etkenlerin de benlik saygısına etkisi söz konusudur. M. İkbal’e göre fert, saygısını toplumdan alır. Dolayısıyla milli değerleri besleyip geliştiren, bunların ‘fikrî-kavramsal yapısını’ veren bir kültür ve değer çevresinde ve her şeyden önce özgür bir çevrede, benlik saygısı yüksek bireyler yetişebilir. Zira toplumun diri ve aktif bir üyesi olmak, kişiye şahsiyetini geliştirerek kolektif bir amaç ve güçlü olma duygusu kazandırmaktadır. 

Bunun yanında insanda güvensizlik yaratan, güven duygusunu ve saygısını zedeleyen unsurların başında, ekonomik ve toplumsal alanlardaki emniyetsizliğin geldiğini ileri süren psikologlar olmuştur. Ayrıca bazı psikologlar, insan yaşamının değerini ve insan onurunu tanımayan, kişiyi iradeden yoksun bırakan ve onun fiziksel kaynaklarından son kırıntısına kadar yararlandıktan sonra onu imha eden bir dünyanın etkisi altında, sonunda kişisel egonun değerini yitirdiğini ifade ederek bir başka toplumsal ve kültürel etkene dikkat çekmişlerdir. Benlik saygısına tüm bu faktörlerin dışında, stres, başarısızlık, yalnızlık, insanın kendisini yeterince tanımaması, sevmemesi ve kendine yeterince zaman ayırmaması vs. gibi faktörler de etki etmektedir.

Din ve dindarlığın benlik saygısına etkisi nedir? Din ve dindarlığın benlik saygısı açısından önemi nedir? Günümüzde bazı şeyler yerli yerine oturmuyorsa bu duruma dair neler söylemek istersiniz? 

Din, benlik ve kişilik gelişimindeki önemli faktörlerden birisidir. Çünkü din, insan hayatına anlam kazandıran, insana umut, teselli, güven ve gerçek değerini veren temel bir unsurdur. Din, insana yönelik mesajlarıyla benlik bilincini ve değerini yücelten ve koruyan güçlü bir içeriğe sahiptir. Her şeyden önce Allah inancı, benlik saygısı gelişiminde temel faktörlerden olan ve insanın varlığını emniyet altına alma, koruma, güvenme, dayanma, sığınma, kabul görme, sevilme vb. gibi ihtiyaçlarının karşılanmasında büyük bir etkiye sahiptir. İnsanın kendini tanıması, varlık sınırının dokunduğu en üst ve en alt sınırları tanımasıyla yakından alakalıdır. Zira bir insan kendisini değerlendirirken, kendi içsel gözlemiyle ve başkalarının gözlemleriyle ayrıca bir de Yaratıcı’nın bakışıyla değerlendirmesi gerekir ki, böylece kendisini gerçekçi bir şekilde tam olarak tanıyabilsin. 

İnsanın kendisini bilmesi, tanıması, bir gaye ile temellendirmesiyle ve onu ‘kendisi’ yapan özellikleri geliştirmesiyle gerçekleşebilir. Bununla birlikte kendimizi tanımak, sıradan bilgiyle, sadece düşünceyle kazanılan bilgiyle gerçekleştirilemez. Allah inancı, davranışa yön veren bir özellik kazandığı zaman, kişilerin hayatını ve karakterini mucizevî bir şekilde değiştirir, onlara cesaret verir ve kendine saygı duygusu kazandırır. Bu sebeple dinî inançları güçlü olan kimseler kuvvetli ‘ben’ (ego) yapısına sahip olurlar, kişiliklerinin kuvvetli ve zayıf taraflarını şuurlu ve gerçekçi bir şekilde görür ve kabul ederler. Bu nedenle bazı psikolog ve filozoflar, bu gerçeği dile getirmek için imanı, insanın varlık âlemini anlamlandırma ve bu âlemde kendi yerini belirleme çabası olarak tanımlamışlardır. Kur’ân’a göre, insan ilahî Yaratıcı’nın eşsiz eseri, kâinatın gözbebeği, en büyük âlem kendisinde saklı olan, ancak kendisini küçük ve değersiz zanneden bir varlıktır. Yüce Allah, topraktan yarattığı insana kendi ruhundan üfleyerek onu şerefli ve güzel bir konuma getirmiş, en son meleklerin bile ona secde etmesini istemiştir (Tin, 4-5; Secde, 9; Sad, 72; Hicr, 29). Yüce Allah’ın kusursuz, mükemmel ve mütenasip bir şekilde yarattığı (İnfitar, 6-7; Kehf, 37…) insan, dış güzelliğine ve ahengine bir de ruhî ve aklî boyut eklenmiş olan seçkin bir varlıktır. 

Allah geceyi, gündüzü, güneşi, ayı, hatta bütün yeryüzündekileri insanın hizmetine sunmuştur (Nahl, 12). İnsanlar yaratılış bakımından şerefli olma vasfında eşittirler, bu konuda cins, ırk, renk, erkek, kadın, fakir, zengin, zayıf ve güçlü ayrımı yoktur. Bu sebeple benlik saygısının dinî bir değer olduğunu söylemek mümkündür. Din, bireye sevgi kavramını yaratana ve yaratılana sevgi duyabilme yeteneğini sunarken, aslında bir açıdan da benliğine ulaşma sevgisi ve aşkını sunmuş olur. İnsan başkalarının benliklerine sevgi ve saygı duymak suretiyle kendi benliği için de sevgi ve hürmet kazanır. Yunus Emre’nin dile getirdiği, ‘Yaratılanı sev Yaratan’dan ötürü’ sözünde insanın kendisi de ‘yaratılan kapsamındadır’, bunun dışında tutulmamıştır. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ifadesiyle başkalarını da kendisi kadar seven, düşünen ve onların iyiliğini isteyen bir kimse gerçek bir mü’mindir. Bu sebeple din insana başkalarını sevmeyi öğütlerken aynı zamanda, kendisini sevmesini ve saygı duymasını da öğütlemiştir. Böylece benlik saygısının arttırılmasına katkıda bulunmuştur. İslam inancına göre bizler, ‘Rahman’ ve ‘Rahim’ sıfatlarına sahip ve bizi kendi öz annemizden daha fazla seven, bize merhamet eden Allah’ı, bizi saran, kucaklayan bir anne gibi severiz. İşte inanan insan başka varlıkları ve Allah’ı sevebildiği için kendisine karşı da sevgi duyar. Diğer taraftan, benlik saygısı açısından diğer önemli bir değer de hoşgörüdür. İslam inancı başkalarının ayıp ve kusurlarını örtmeyi, onları görmezlikten gelmeyi ve hoş görmeyi bir erdem sayarken başkalarının ayıp ve kusurlarını araştırmayı, onları utandıracak birtakım tavır ve davranışlarda bulunmayı yasaklamıştır. Ancak kendi kendisinin kusurlarını hoş görebilen, eksik ve kusurlarına rağmen, kendisine saygı duyabilen kimse, gerçekte başkalarını da hoş görebilir ve onlara saygı duyabilir. Kısacası İslam inancının öğütlediği hoşgörü ve tolerans ilkesi de benlik saygısını arttırıcı bir fonksiyon icra etmektedir.

Bununla birlikte, dinî inançlar insana güven duygusu kazandırmak suretiyle de benlik saygısının gelişimine katkıda bulunmaktadır. Erikson’a göre din, insanın temel güvensizliğini aşması için toplumda yerini almış bir kurumdur. Esasen iman, kelime olarak boyun eğmek, kabullenmek, tasdik etmek vb. gibi anlamlara gelmesine rağmen tüm bu manaları ‘itminan’ kelimesine indirgemek mümkündür ki, bu da ‘güvenmek’ demektir. Böylece iman eden birey, sadece Tanrı’nın varlığını onaylamakla kalmamakta, aynı zamanda kendisini O’na teslim ederek O’nun güvencesi altına girmiş olmakta, bu dünyada bulamadığı güveni temin etmiş olmaktadır. İnsanın, kendisini güçsüz, iradesini zayıf hissettiği anlarda kendisine bir teselli ve himaye arama yoluna giderek dinî inançlarla ümit ve güven bulması hayatî bir unsurdur. İman, bir anlamda inanan ve inanılan arasındaki karşılıklı güven ilişkisidir. Böylece Allah’a güven içerisinde olan insanın kişiliği, tam olarak gelişip olgunlaştığı gibi benlik saygısı da yüksek olur. Ayrıca Yüce Allah’ın insanı özgür ve irade sahibi bir varlık olarak yaratması da onun benlik saygısını arttırıcı bir husustur. Kur’anî anlayışla, insanın sonucuna katlandığı özgür bir iradeye sahip oluşu da insanın benliğine verilen değeri ifade etmektedir. Dolayısıyla insan bir şeydir, ancak her şey değildir. Onun saygın ve değerli oluşu Allah’ın varlığı karşısındaki konumu sebebiyledir. İnsanın kendine olan saygı ve güveni, Allah’a olan saygı ve güven temeline dayanmalıdır. Aksi takdirde temelsiz, sığ ve yüzeysel bir kendilik saygısı ve kendine güven insanı tatmin etmediği ve gerçekçi olmadığı gibi sürekli de olamaz. Modern insanın kendisine sevgisi, dolayısıyla da güveni yoktur. Bütün bunların oluşabilmesi için inanç temelinin bulunması gerekir.

Ölçüsüz bir gurur ve büyüklenme içerisinde olan kimseler kendileri üzerinde hâkim ve otorite olan bir Yaratıcı’yı inkâr ve reddederek, bir anlamda kendi benliklerini ilâhlaştırmaktadırlar. Dolayısıyla, insandaki, ‘olumsuz benlik hissi’ (negative self feeling) ve ‘her şeye kadir olma isteği’, yani kibir ve zillet tabi gerginlikleri doğuran iki aşırı uçtur ve dengelenmeleri gerekir. Kısaca söylemek gerekirse, bağımsızlık, kendini beğenme, kendi kendini yeterli görme, kendi gücüne sınırsız güvenme vb. tutumlarla yani kibir ve büyüklenme ile dindarlık arasında olumsuz bir ilişki olduğu gibi, kendini hakir görme, kendi değerini alçaltma, benlik saygısından yoksun olma, yani ‘olumsuz kendilik duygusuna’ yol açan kişilik yetersizlikleri de insanı gerçek bir iman ilişkisine götüremez. Dolayısıyla din insanın kendisini bilmesi ve tanımasında, kâinattaki yerini ve değerini gerçekçi bir şekilde tayin etmesinde ve belirlemesinde çok önemli bir mihenk taşıdır. Ayrıca benlik saygısı gelişiminde dinin, anlamlandırma, açıklama, kimlik kazandırma ve baş etme işlevleri çerçevesinde de olumlu birtakım katkıları olduğu söylenebilir. Bir anlam sistemi olarak din, dünyayı anlamada yardımcı olduğu gibi, bazı olaylara ilişkin tahminlerde bulunma, olayları kontrol altında tutma duygusu kazandırmakta ve insan hayatı ve geleceği ile ilgili bilgiler sunmaktadır. Hayatın belirsizliklerini kapsayan bu bilgiler, insanın kendisine güvenmesini sağlamakta, karşılaşılan problemlerle mücadele azmini arttırmaktadır. 

Dini inanç gibi dua ve ibadetlerle de insandaki benlik saygısının arttırılmasında önemli rol oynar. Dua, inanan insana iç huzuru ve refahı, depresyona yol açabilecek zorluklara karşı sabır ve dayanma gücü vererek bir teselli ve ümit kaynağı haline gelmektedir. Bu sebeple dua eden mü’min, Yaratıcısına güvenir, O’nun her türlü tehlike ve felâketlerden kendisini koruyacağına, dualarının O’nun katında bilindiğine ve duyulduğuna inanır. Dua sayesinde, İlahî Kudret’in kendisinin imdadına koşacağına güvenen insanın, ruhunda güven duygusu artar, ümitsizlikten kurtulur, cesareti, gücü ve enerjisi çoğalır. Çoğu zaman korku, güvensizlik, çaresizlik ve mahrumiyet duyguları içinde kıvranan insan için bir yardım çağrısı niteliğinde olan dua, insanların kendilerini daha kontrollü hissetmelerini, geleceğe daha iyimser bakmalarını, güven ve amaç duygusuna sahip olmalarını sağlamak suretiyle kendilik saygılarını arttırıcı bir rol üstlenir. Dua kişinin derin yönlerini, sınırlarını, kaynaklarını keşfetmesini ve kendisi hakkındaki farkındalığını arttırmak, kendisini olduğu gibi görmesini ve gerçekçi bir şekilde değerlendirip kabul etmesini sağlamak suretiyle de benlik saygısının gelişmesine katkıda bulunur. 

Mü’minleri belirli zamanlarda Allah’la karşı karşıya getirerek din duygusunun kuvvetlenmesine sebep olan ibadetler, insanı dünyanın küçük ihtiraslarından sık sık kurtarıp, Allah huzuruna davet eder, vicdan muhasebesine çağırır, ruhun temizlenmesini sağlayarak ruha huzur ve güven verir, iradeyi güçlendirir, ahlâkın yükselmesine, kişiliğin bütünleşmesine, benlik yapısının güçlenmesine ve benlik saygısının yükselmesine katkıda bulunur. Bir bütün olarak ibadetler insanın kendisini gerçekçi bir şekilde değerlendirebilmesini, kendisine ve diğer varlıklara sevgi ve saygı duymasını sağlayarak psikolojik olgunlaşmanın itici güçleri olurlar. Örneğin; cemaatle, yani toplu olarak kılınan namazlar Müslümanlar arasındaki birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularını geliştirmesinin yanında bireyleri içedönük olmaktan kurtararak dışadönük ve sosyal kişiler haline getirir. Böylece toplu olarak kılınan namazlar sayesinde diğer insanlarla iletişimi ve ilişkileri güçlenen onları sevip saygı duyabilen insan, kendisini de sevmeyi ve kendisine saygı duymayı öğrenecek, böylece benlik saygısı artacaktır. Yine hacca giderek, evrenselliği algılayan Müslüman’ın diğer insanlara karşı saygısı ve hoşgörüsü artacak, böylece kendilik saygısı da yükselecektir. 

Ayrıca ibadetler, insanın varlık yapısında var olan kibri, gururu ve bencilliği yıkarak tevazuyu ve diğergamlığı yerleştirir. Örneğin; namaz ibadetindeki beden hareketleri hem ferdi benliğin tasdikini hem de Allah karşısında yok oluş ve boyun eğişi temsil eder. Özetle belirtmek gerekirse, İslam dinindeki ibadetler, kişinin ruhuna huzur ve güven duygusu vererek, iradesini güçlendirerek, zorluklara karşı dayanma gücünü arttırarak, kendisi ve etrafındakilerle barış içerisinde uyumlu bir şekilde yaşamasını sağlayarak ve kendisini gerçekçi bir şekilde görüp değerlendirmesini ve kabul etmesine imkân hazırlayarak, benlik saygısının arttırılmasında etkin bir rol oynamakta, ruhi dengelilik ve şahsiyet bütünlüğü kazandırmaktadır. Başka bir deyişle, benlik kavramının ve dolayısıyla benlik saygısının gelişiminde akademik başarı, cinsiyet, ırk vb. gibi değişkenlerin yanı sıra din/dindarlık değişkeni de büyük ölçüde etkili olmaktadır.

Dinî hayat zaman ve şartlara bağlı olarak değiştiği gibi dinin yaşanma biçimi olan dindarlığın doğası da bağlam ve durumlara, toplum ve kültüre göre değişebilmektedir. Bu anlamda özellikle Batı literatüründe oldukça geniş bir şekilde ele alınan benlik saygısı ile dindarlık ilişkisini konu alan araştırmalarda birbirinden farklı sonuçlara ulaşıldığı görülmektedir. Bununla birlikte bu konu ile ilgili olarak gerek Batı’da gerekse ülkemizde yapılan araştırmaların büyük bir kısmı din ile benlik saygısı arasında pozitif bir ilişkinin varlığını ortaya koymuştur. Diğer taraftan bazı araştırmalarda ise her iki değişken arasında negatif ve nötr ilişkilerin olduğu da gözlenmektedir. Dindarlık-benlik saygısı ilişkisi kapsamında bazı araştırmacılar, hangi tür dindarlığın benlik saygısını olumlu yönde etkilediği sorusunun cevabını araştırmışlar ve böylece benlik saygısı ile dinsel yönelim biçimleri arasındaki ilişkiyi ele almışlardır. Bu bağlamda yapılan araştırmaların bir kısmında içe dönük ve dışa dönük dindarlıkla öz saygı arasında anlamlılık derecesine ulaşan hiçbir ilişki olmadığı gözlenirken bir kısmında ise içe dönük dindarların öz saygı düzeylerinin anlamlı derecede daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. İçe dönük ve dışa dönük dindarlık yönelimleri yanında nasıl bir Tanrı tasavvurunun benlik saygısı üzerinde olumlu bir etki yaptığı da araştırılmıştır. Bu çerçevede gerçekleştirilen bazı araştırmalar neticesinde ‘seven’, ’koruyan’ ve ‘kollayan’ bir Tanrı tasavvuruna sahip olanların; ‘cezalandırıcı’ ve ‘otoriter’ bir Tanrı tasavvuruna sahip olanlara göre daha yüksek bir benlik saygısına sahip oldukları görülmüştür. Başka bir deyişle ‘şefkatli’ ve ‘seven’ bir Tanrı tasavvuru ile benlik saygısı arasında pozitif, ‘cezalandırıcı’ ve ‘korkutan’ bir tanrı tasavvuru ile benlik saygısı arasında negatif bir ilişki olduğu görülmüştür. 

Anlaşılacağı üzere gerek Batı’da gerekse ülkemizde yapılan pek çok ampirik araştırmada, dindarlıkla benlik saygısı arasında genellikle pozitif, bazen negatif bir ilişki olduğu, bir kısım çalışmalarda da her iki değişken arasında anlamlı bir ilişkinin olmadığı gözlenmektedir. Dindarlık ile benlik saygısı arasındaki korelasyonlardan farklı sonuçların ortaya çıkmış olması dindarlık ile benlik saygısı arasındaki ilişkinin tek yönlü ve doğrusal olmadığını akla getirmektedir. Zira bu hususta dindarlığın çok boyutlu olarak ele alınıp alınmaması, farklı dindarlık türleri (dinsel yaşantı biçimleri), Tanrı tasavvurları, sosyo-kültürel çevre vb. gibi faktörler etkili olduğu gibi kullanılan ölçme araçları, seçilen örneklem ve farklı türden metot ve tekniklerin kullanılmış olmasının da son derece etkili olduğu söylenebilir.