Ahlakî İncelik / Şenel İlhan Beyefendi'nin Sohbetinden

Eskiden mürşitler kabiliyetli müritlerini şu üç özellikten tespit ederlerdi: Hayâ, saygı ve talep. Kimde bu üçü varsa bu müritlere gözlerini diker ve onların üzerine titrerlerdi. Zira şu bir hakikat ki bu özelliklerden biri eksik olan, manen yetişip de kâmil mümin, kâmil insan olamazdı.

Tabii bugün de iyi bir talebe için bu özellikler geçerli…

Ancak bu üç vasfı üzerinde taşıyan bir talebe manevî anlamda en yüksek zirvelere çıkabilir, çünkü kısaca bu özellikleri açacak olursak:

Mesela, aklın en önemli göstergelerinden birisi hayâdır… Bir kişinin ki gerek insanlardan gerek Allah’tan utanma, çekinme duygusu güçlü ise o kişi akıllı ve maneviyata kabiliyetli bir kişi demektir. Zira utanma duygusu olan hayâ, ancak varlık duygusu, ben duygusu güçlü kişilerde olur. Bu nedenle şahsen ben, eğer patolojik bir problemi yoksa utangaç çocukları görünce onlarda var olan güçlü benlik duygularını görür ve “işte bunlar yetenekli çocuklar, akıllı çocuklar.” derim. Zira delilerin veya akıl problemi olan kişilerin ben duygularının zayıf olduğu ve bu sebeple hayâsızca işleri çok rahat bir şekilde yaptıkları, toplum içinde rezil olmaktan korkmadıkları bilinen bir gerçektir.

Akıllı insan demek temyiz gücü yüksek insan demektir… Bu tür kişiler hem kendilerini hem çevrelerini tetkik edip denetleyebilir, ahlakî eksiklerini de güzelliklerini de fark edip, gerektiğinde değişim ve gelişim için gayret içine girebilirler.

Talep ise manevi anlamda Allah dostu olmaya veya Allah’a yakın bir kul olmaya duyulan arzunun şiddetini ifade eder. Kimde Allah sevgisi fazla ise o kişide şiddetli bir talep vardır ve hiçbir güçlük onu bu arzusuna ulaşmaktan alıkoyamaz. Bu sebeple manevi büyükler talepli talebeleri görünce çok sevinir ve o talebeler üzerine çok titrerlerdi... Evliyanın büyüklerinden bir zat, talebin önemine dikkat çekmek için şöyle demiştir: “Hiç kimseyi manevi makamından dolayı kıskanmadım ama talepli bir insan beni kıskandırır, öyle ki ona olan hasedimden mezarımda bile dumanım tüter.”

Bu nedenle manevi anlamda Allah’a yakın kul olmak isteyenler için şiddetli talep sahibi olmaları çok önemlidir.

Saygı ise yaratılmış her varlığa kendi yaratılış formatına uygun değer vermek demektir... Büyüğe büyük gibi, küçüğe küçük gibi, kadına kadın gibi, âlime âlim gibi… Hatta hayvanlara bile onların yaratılışlarına uygun saygı duymak gerekir...

Dikkat edin sevgi demiyorum, sevgi daha zor bir duygudur ve sevmenin şartları faklıdır ama saygı akılla, ilimle elde edilecek ve irade ile de ortaya konabilecek, uygulanabilecek bir davranıştır...

Ben şahsen Allah’ın hiçbir mahlukatına daha şimdiye kadar saygısızlık yaptığımı hatırlamıyorum. Herkese, kişiliğine, şahsiyetine, toplum içindeki kariyerine, kimliğine, etiketine uygun saygı duyar ve bu saygıyı hissettiririm ve kimseyi asla küçümsemem. Böyle bir kibre ben hayatımda düştüğümü hatırlamıyorum. Zira hak edene hak ettiği saygıyı göstermemek ve hissettirmemek akılsızlıktır, hayâsızlıktır…

Benim insanlarda görmek istediğim en önemli özelliklerden birisi değer takdir duygusudur. En çok kızdığım ve eleştirdiğim şeylerden birisi de yine değer takdir duygusu noksanlığıdır. İnsanlardaki saygısızlığın en önemli sebebi de bu duygu noksanlığıdır. Ben böceklerle ilişkiye girsem onlara bile saygısızlık yapmam… Zira her varlığın yaratılışından onda var olan, saygıyı hak edecek bir üstünlüğü, bir güzel tarafı mutlaka vardır…

İşte her varlığa saygı duyulması gereken yönlerini görerek saygı duyabilmek çok önemli bir erdemdir… Ve bu ahlakî incelik, ancak üstün yetenekli, maneviyata kabiliyetli, Allah’a yakın kulların özelliklerinden bir özelliktir.

İslam dini her zaman üzerinde durduğumuz gibi öncelikle güzel ahlak dinidir. İslam’ın güzel ahlaka yaklaşımı ise başlı başına mucizedir. Güzel ahlakın çerçevesi en güzel bir biçimde İslam’la çizilmiş ve yine güzel ahlak, tüm yönleri ve incelikleri ile sadece İslam’da dört başı mamur bir halde tanımlanmış ve kemale ulaşmıştır… Bu nedenle yüce İslam ahlakı, felsefeyle, akılla tespit edilemeyecek ve beşeri hiçbir çabayla ulaşılamayacak bir zirvede durur…

İslam ahlakı onu yaşayanların akıl ve anlayışlarına göre detaylarda çok ince farklılıklar arz eder…

İslam ahlakı onu yaşayanların akıl ve anlayışlarına, ilimdeki derinliklerine, kabiliyetlerine ve manevî durumlarına göre detaylarda çok ince farklılıklar arz eder. Avam bir Müslüman’ın İslam ahlakından anladığı ile bir âlimin anladığı detaylara inince çok değişir… Yine bir âlime göre bir velinin veya bir veliye göre de onun manen üstünde olan başka bir velinin veya bütün bunların üzerinde olan bir peygamberin güzel ahlak anlayışında incelikler cihetiyle derin farklılıklar görülür.

Bu söylediklerimizden hareketle biz İslam’ın ahlakını avamın anlayışına göre kaba huyların ve irfan ehlinin anlayışına göre de ince huyların bir bileşkesi olarak görebiliriz veya böyle bir tasnife tabi tutabiliriz…

Yani daha açığı şunu demek istiyoruz ki, İslam’da güzel ahlakın içerisine giren cömertlik, sabır, merhamet vs. gibi bütün güzel huyların kaba ve ince olmak üzere iki cephesi vardır...

Misaller vererek konuyu açarsak ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır eminim.

CÖMERTLİĞİN İRFANÎ ANLAMDA TANIMI

Cömertliği ele alalım. Cömertlik, sözlük anlamı itibariyle “Para ve malını esirgemeden veren, eli açık, bonkör, ikramı çok seven anlamlarına gelir.” Yukarıdaki tarife uygun olarak bir kişi para ve malını esirgemeden veriyorsa ikramı çok seviyor, çevresine karşı bonkör davranıyorsa kabaca bir cömertlik tanımı içindendir… Yani bu cömertlik tanımı aslında avamın anlayışını ifade eden bir tanım olur. Halbuki cömertliği yaparken insanları incitmeden yapıyor, bununla karşıdaki kişileri minnet altına almayı düşünmüyor ve bunu hissettirmiyor, ileride düşman olunsa bile yaptığı cömertliği başa kakmıyor, bu cömertlikten bir menfaat dönüşü beklemiyor, sırf Allah için bunları yapıyorsa ve israfa da düşmüyorsa cömertliğini irfanî bir boyuta taşımış demektir.

SABR-I CEMİL SABRIN ZİRVESİDİR

Sabra gelelim şimdi… Güzel ahlakın temelini oluşturan en önemli erdemlerden birisi de şüphesiz sabırdır. Sabır olmadan hiçbir güzelliğe ulaşmak, o güzelliğe sahip olmak veya o güzelliği korumak mümkün değildir. Sabrın kabaca tanımı veya sözlük anlamı: acı, yoksulluk, haksızlık vb. üzücü durumlar karşısında ses çıkarmadan onların geçmesini bekleme erdemi demektir. İslami anlamda ise sabır: nefsi bağlamak, akıl ile duyguları kontrol altında tutmak, duygular devreye girince aklın kontrolü kaybetmemesi demektir… Sabretmek aktif bir süreçtir. Sabır mazoşistlik değil haktan yana tavır koymaktır. “Allahım, bunu sen istedin ya, ben de senin istediğini istiyorum!” demektir. İnsana isabet eden bir eza, bir cefa, bir bela veya hastalığa şikayet etmeden katlanmanın yanında meşru daire içinde o sıkıntıları aşmak, onlardan kurtulmak için mücadele etmek de sabrın tanımı içindedir. O zaman sabır; duyguların her türlüsüne karşı sabretmek, akla ve İslam’a göre yaşamak demek olur. 

 Sabrın zirvesi sabr-ı cemildir... Sabr-ı cemil, daha önce bunun çok bahsini yaptık; bela ve musibetin isabet ettiği andan itibaren duygularını kontrol altına alan, duygularındaki zayıflığa yenilmeyen, en derin acılar içinde olsa bile sabır ile bu acıyı çevresine hissettirmeyen, normal hayatında ki davranışlarını, en büyük bela anında ve sonrasında devam ettirebilen kimselerin sabrıdır…

Yani özetle, akıl ve iradeleri duygularına galebe çalan, bu konuda duygularına yenilmeyen kişiler sabr-ı cemil sahibi kişilerdir ve bu kişiler kamil insan sıfatını hak eden kişilerdir. Kur’ân’da bu ahlak peygamberlerin ahlakı olarak anlatılır, nitekim Yakup (as) da bu ahlakı yüceliğe sahip bir peygamberdir.

Kur’ân, Yakub Aleyhisselam’ın bu özelliğini şöyle anlatır:

“(Yusuf’u kuyuya bırakıp) akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler.

Ey babamız! Biz yarışa girmiştik. Yusuf’u da eşyamızın yanında bırakmıştık. (Bir de ne görelim) onu kurt yemiş. Her ne kadar doğru söylesek de sen bize inanmazsın, dediler.

Bir de üzerine, sahte bir kan bulaştırılmış gömleğini getirdiler. Yakup dedi ki: Hayır! Nefisleriniz sizi aldatıp böyle bir işe sürükledi. Artık bana düşen, güzel bir sabırdır (sabr-ı cemil). Anlattıklarınıza karşı yardımı istenilecek de ancak Allah’tır.” (Yusuf, 12/16-18)

Yakup (as)’ın, Kur’ân’ın ifadesiyle bu acı olay karşısında vakarlı ve metin duruşunu bozmadığını, feryat-figan edip ortalığı yıkmadığını görüyoruz… Bu tavrı ise Allah tarafından beğenilerek sabr-ı cemil olarak tanımlanıyor ve insanlığa örnek olması için de Kur’an’da özellikle anlatılıyor…

MERHAMETİN ADALETLE DENGELENMESİ GEREKİR

Merhamet de sözlüklerde kabaca “Bir kimsenin veya bir başka canlının karşılaştığı kötü durumdan dolayı duyulan üzüntü, acıma hissi.” olarak tarif edilir. Halbuki, merhametin dengelenmesi ve adalet duygusu ile sınırlarının çizilmesi, belirlenmesi gerekir. Yoksa bu merhamet, marazi yani hastalıklı bir merhamet olmaktan kurtulamaz…

Yine tevazuu önemli bir erdemdir ama bunun da inceliği zillete düşmeden, izzet-i nefsten taviz vermeden bu erdeme sahip olmaktır.

Vakar da bir müminde olması gereken çok önemli bir duygudur. Bunun da korunması ve inceliği kibre düşmeden olmalıdır…

Neticede bütün güzel duyguların kaba anlamları yanında ilim, hikmet ve adaletle bakınca irfan boyutunda birçok inceliklerinin olduğu görülecektir. Ve kâmil insanlar, bu incelikleri anlayan, bunlara talip olan ve hayatına bu incelikleri katma mücadelesi veren kişilerden çıkar.

Yani avamın işi değildir bu incelikleri anlamak ve yaşamak…