İSLAM’IN ANA İLKESİ HAKKI HAYATA HÂKİM KILMAKTIR
İslam; sevgi, şefkat, merhamet, hoşgörü, hürmet, adalet, hürriyet, barış, huzur, kardeşlik, ilim, irfan, güzel ahlâk gibi manevî değerlerin yüceltildiği; kula kulluk yerine Allah’a kulluğun, karşılıklı sevgi ve saygının hâkim olduğu nezih bir toplum modelini öngörmektedir.
Eşsiz bir medeniyet projesi sunan İslam’ın bu üstün Rahmet Toplumu’nu kurmadaki ana gayesi; insanlığın dünya ve ahiret saadetini temin etmek, yeryüzünde hayır ve iyilikleri tavsiye etmek, şer ve kötülüklere engel olmak, hakkı hayata hâkim kılmaktır.
İslam Tarihi’nde sadece bu ulvî mesajın verilmesiyle yetinilmemiş, bu amacın gerçekleştirilebilmesi için her konum ve durumda gerçeklerin yaşanması, ifade edilmesi ve yaşatılması emredilmiş, -henüz insanlık ortaçağın karanlıklarında iken- insanlığa her açıdan örnek olacak müstesna bir toplum oluşturulmuş ve eşsiz bir medeniyet kurulmuştur.
İslam, mü’minlere iyilikleri tavsiyenin yanısıra kötülüklerin önlenmesini de emretmiştir. İslam toplumunda içki, kumar, uyuşturucu madde kullanma gibi zararlı alışkanlıklar; fuhuş, zina, livata gibi cinsel suçlar; faiz, rüşvet, karaborsa gibi haksız kazançlar; haksız yere cana kıyma, eziyet, işkence gibi fiziksel baskılar; borcunu zamanında ödememe, ücretlinin hakkını tam vermeme, görevi bilerek ihmal etme gibi kusurlar; gurur, gösteriş, kıskançlık gibi ahlâkî zaaflar, hukukî müeyyidelere ek olarak nefis terbiyesi, manevî eğitim ve samimî uyarılarla engellenmeye çalışılmış, ahlâkî eksiklikler manevî metotlarla tedavi edilmiştir.
Kur’an ve Sünnet’te farklı ama kesin ifadelerle hakkı tavsiye emredilmiş, iyiliği emretmek ve kötülüğe engel olmak müminlere “farz” kılınmıştır. Bu konuda Kur’an ve Sünnet iyiliği emretme ve kötülüklere engel olma (el-Emri bil-ma’ruf ve’n-nehy ani’l-münker), hakkı tavsiye etme, cihad, Allah’a davet, tebliğ ve hatırlatma (tezkîr) ifadeleri sıkça yer almıştır.
Hakkı Tavsiye, En Hayırlı Ümmetin Bariz Özelliğidir
“En hayırlı ümmet” vasfını taşıyan Muhammet Ümmeti’nin bu üstünlüğe erişmesinin temel sebepleri arasında iyiliği emretme ve kötülüklere engel olma özelliği bulunmaktadır. En üstün toplum, en değerli cemaat, en hayırlı ümmet olabilmek ancak imanla birlikte iyilikleri emretme ve kötülükleri önlemekle mümkündür.
“Siz, insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülüklere engel olursunuz ve Allah’a iman edersiniz.”(Âl-i İmrân, 3/110)
Burada kullanılan iyilik (ma’ruf) kavramı Kur’an ve Sünnet’in meşru gördüğü her türlü hayırlı eylem, faydalı söz, davranış ve düşünceleri ifade etmektedir. Aynı şekilde kötülük (münker) kavramı da Kur’an ve Sünnet’in meşru saymadığı her türlü haram, çirkin, iğrenç söz, davranış ve düşünceler ile kişinin kendisini, ailesini, inancını, namusunu, aklını, vatanını ve mülkiyetini tehdit eden her türlü zararlı söz, davranış ve düşünceleri ifade etmektedir.
Hakkı Tavsiye, Her Mü’minin Görevidir
Hakkı tavsiye etme sadece din görevlilerinin, âlimlerin ve irşad erbabının görevi değildir. Her mü’min kul, gücü yettiği kadar iyiliği emretmek, kötülüklere engel olmak ve hakkı tavsiye etmekle yükümlüdür. İslami davet ve tebliğ noktasında her Müslüman bilgisi, yetkisi, imkânı ölçüsünde sorumludur. Bu görevin ihmal edilmesi sosyal dengenin bozulmasına, ahlaki değerlerin zayi olmasına ve toplumun çürümesine sebep teşkil edecektir.
Her yönetici, emri altında bulundurduğu kişilerden sorumlu olduğu gibi; her aile reisi de aile fertlerinden aynı şekilde sorumludur. Öğretmenler öğrencilerinden, amirler emirleri altında bulunanlardan, işverenler işçilerinden sorumludur.
Dolayısıyla Müslüman’ın; eşi, çocukları, kardeşleri ve yakınlarında gördüğü bir takım kötülükleri engellemesi ve onlara iyilikleri tavsiye etmesi en önemli manevi görevidir.
Hakkı Tavsiye İçin “İhtisas Grupları” Oluşturulmalıdır
Her mü’min, iyilikleri emretmek ve kötülükleri engellemekle yükümlü ise de; iyilikleri emredip kötülükleri engelleyecekler ilk planda âlimler, irşad elemanları, eğitimciler ve yöneticilerdir.
İslam toplumunda herkes bu görevi elinden geldiği kadar yerine getirmeli, herkes manevi yangını söndürme konusunda -imkânlar, ne olursa olsun- insani görevini yerine getirmelidir. Mutlaka bu konuda uzmanlaşmış, gerekli bilgi, deneyim ve donanıma sahip bir itfaiye teşkilatı oluşturulmalıdır. Çünkü ferdî imkânlar büyük yangınları söndürmede yetersiz kalacak ve yangının yayılması engellenemeyecektir.
İyilikleri emretmek ve kötülüklere engel olmak çok önemli bir farzdır. Bu farzı yerine getirmek üzere bu konuda mütehassıs bir ilim, irşad, davet ve tebliğ grubunun oluşturulması farz-ı kifayedir.
“İçinizden hayra davet eden, iyiliği emreden, kötülüklere engel olan bir grup bulunsun. İşte bunlar gerçek kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân, 3/104)
Hakkı Tavsiye, İman ve Nifak Arasındaki Bariz Farktır
İyilikleri emretmek ve kötülüklere engel olmak mü’minlerle münafıkları ayıran en önemli özelliklerden biridir. Mü’minler iyilikleri emredip, kötülükleri engellerken; münafıklar da kalplerindeki hastalık, gönüllerindeki çürüklük ve ruhlarındaki karanlık sebebiyle bilerek kötülükleri emredip ve iyilikleri engellemektedirler.
“Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir. Kötülüğü emreder, iyiliklere engel olurlar.” (Tevbe, 9/67)
Hakkı tavsiye görevindeki tutumumuz, bizlere imanımızın kalitesini ve derecesini ölçme imkânı sağlar. Hakkı tavsiye etme; imanımızın selameti, neslimizin manevi emniyeti, dünya ve ahiret saadetimizin sigortası niteliğindedir. Bu görevin bilerek ve özürsüz olarak ihmali şuursuzluk, ruhsuzluk, duygusuzluk ve sorumsuzluk demektir.
Hakkı Tavsiye, Dostluk ve Kardeşlik Gereğidir
Kendi aralarında iyilikleri emretmek ve kötülükleri engellemek iman kardeşliğinin ve dostluğunun bir gereğidir. Mü’minler, mü’min kardeşlerine ve dostlarına olan sevgi, rahmet ve şefkatin bir gereği olarak onlara iyiliği emreder ve onları kötülükten sakındırırlar.
“Mü’minler birbirlerinin dostudurlar. İyiliği emreder, kötülüklere engel olurlar.” (Tevbe: 9/71)
Mü’minlerin birbirlerinin dostları olmalarının anlamı; birbirlerini sevmeleri, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermeleri, birbirlerine kardeşçe davranmaları, dünya ve ahireti kazanma noktasında birbirlerine destek ve yardımcı olmaları demektir. İyilikleri emretmek ve kötülükleri engellemek, bu manevî desteğin ve insani yardımın en bariz göstergelerinden biridir.
Mü’min kardeşimizin maddi hastalığının tedavisinde yardımcı olmamız insani görevimiz olduğu gibi; manevî hastalıklarının tedavisinde de yardımcı olmamız aynı şekilde insani ve İslami görevimizdir.
Hakki Tavsiye; Elimiz, Dilimiz Ve Kalbimizle Yapılır
İyilikleri emretme ve kötülüklere engel olma hususunda üç ayrı merhale söz konusudur. Bu farz yerine getirilirken mü’minlere asıl emredilen husus, iyiliklerin yaşatılması ve kötülüklerin bizzat ve bilfiil engellenmesidir. Kötülüklerin bizzat engellenmesi hadis-i şerifte “elle değiştirme” şeklinde ifade edilmiştir.
“Sizden kim, bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin.”
Kişinin harama eliyle engel olma imkânı yoksa ya da eliyle engellemesi başka kötülüklerin işlenmesine sebep olacaksa bu konuda ikinci adım atılır. Tebliğ yapan kişinin bir kötülüğe eliyle bizzat engel olması, onun öldürülmesine, işkenceye uğramasına veya daha büyük bir fitnenin meydana gelmesine sebep olacaksa; kötülüğe eliyle müdahale etme yerine, diliyle engel olma yoluna başvurmalı ve “nasihat” yolunu tercih etmelidir. Bunun için de hikmetli sözler, güzel ifadeler seçilmeli, en isabetli üslûp kullanılmalıdır.
“Eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin.”
Çeşitli sebeplerden dolayı, bir kimse, dille tebliğ yapma imkânı bulamazsa o kötülüğe karşı memnuniyetsizlik ve hoşnutsuzluğunu kalben belirtmelidir. Kötülükleri ve haramları kalple engellemenin anlamı o kötülüğü çirkin görmek, onun işlenmesine razı olmamak, kalben o kötülüğe buğzetmek demektir. Ancak haramların kalple engellenmesi başvurulabilecek en son tercihtir. Bu durum imanın en zayıf derecesidir.
“Diliyle engellemeye gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin. Ancak bu sonuncusu, imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman 78)
Hakkı Tavsiye Etmeme, Bedeli Ağır Bir Günahtır
İyilikleri emretmek ve kötülükleri engellemek farzını geçerli bir mazeret olmaksızın, bilerek, tamamen terketmek, şer ve çirkinliklere seyirci kalmak, haram ve münkerlere karşı tepki vermemek, toplumda yaşanan kötülükler karşısında duyarsız olmak, ilahi ceza ve duaların reddedilmesine sebep olur:
“Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin olsun ki, ya iyiliği emreder, kötülüklere engel olursunuz; ya da Allah, pek yakında kendi katından sizin üzerinize bir azap gönderir. Sonra O’na dua edersiniz ama duanız kabul edilmez.” (Tirmizi, Fiten, 9)
Hakkı Tavsiye Ederken İslami Prensiplere Uyulmalıdır
Değerli hadis âlimi İbn Receb el-Hanbelî “el-Fark Beyne’n-Nasiha ve’t-Ta’yir” isimli risalesinde nasihat ile ayıplama (yapıcı tenkit ile yıkıcı tenkit) arasındaki farkları gayet güzel bir şekilde açıklamıştır.
Hakkı tavsiye ve uyarı söz konusu olduğunda mutlaka niyet, üslûp ve usûl farkı gündeme gelmektedir. Bu konudaki en önemli prensipler şunlardır:
A. İhlas: Uyarı, sadece Allah rızası için olmalı; uyarıda nefsi tatmin etme, kin, intikam, kıskançlık, gösteriş ve gurur bulunmamalıdır.
B. İlim: Uyarıyı yapacak kişinin ilmî alt yapısı sağlam olmalıdır. İslami ilimlerde ve tebliğ konusunda yeteri kadar bilgiye sahip olmayanların yapacakları hatalı tebliğ ve gereksiz uyarılar fayda yerine zarar getirebilir.
C. Amel: Uyarı için bilgi de yeterli değildir. Din kardeşine uyarıda bulunan kişi, öncelikle aynı hatayı kendisi işlememeli, başkalarına nasihat ederken kendi nefsini ve kendi hatalarını unutmamalı; yapmadığı, yapmayacağı ve yapamayacağı şeyleri kesinlikle söylememelidir.
D. Üslûp: Uyarı, tatlı bir dille yapılmalı, yapıcı bir üslûp seçilmeli, sert, kaba ve kırıcı ifadeler kullanılmamalıdır.
E. Usûl: Uyarı, kişiye özel olarak yapılmalı, başkalarının yanında küçük düşürücü ve ayıplayıcı bir şekilde yapılmamalıdır.
Hakkı Tavsiye, Sanat Ruhuyla Yapılmalıdır
Çocuklara, hanımlara, yaşlılara, hastalara, gençlere, tebliğ yapılırken her grubun psikolojik özellikleri dikkate alınmalıdır. İlim erbabına, ana-babaya ve büyüklere yanlışları hatırlatılırken tatlı bir üslûp kullanılmalı, uyarı samimi bir ifade ile tatlı bir ses tonuyla, muhatabı üzmeden, kırmadan ve gönlünü incitmeden yapılmalıdır.
Hakkı tavsiye etmeden önce İslam’ın tebliğ ve davetteki metodu, nasihat ve irşaddaki ana amacı ve ulvi mesajı iyi bilinmelidir. Bu konuda sadece iyi niyetli olmak ve doğruyu söylemek de yeterli değildir. Doğrunun doğru bir şekilde söylenmesi gerekir.
Tebliğ erbabı nezaket, nezahet, letafet, şefkat, merhamet ve müsamaha ehli olmalıdır. Bu konuda Allah Rasulü’nün muazzez hayatı örnek alınmalı, sünnet-i seniyyesi adım adım izlenmelidir.
Kötülüklere engel olurken Allah rızasını kazanabilmek, istenen neticeyi alabilmek ve fitneye sebebiyet vermemek için; özellikle hakkı takdir edemeyecek durumda olan kıt anlayışlı cahillere, ufku dar seviyesiz kişilere, bid’atçi ve hurafecilere hitap edilirken son derece dikkatli, yerine göre yumuşak veya sert ama mutlaka duruma uygun bir üslûp kullanılmalıdır.
Kur’an-ı Kerim’de beyan edildiği gibi; Hz. Musa ve Hz. Harun (a.s.)’un Fir’avun’a karşı yumuşak söz söylemeleri emredilmiştir. Muhatabımız Firavun bile olsa üslûbumuz yumuşak olmalıdır. Bu da İslam Siyaseti ilminin iyi bilinmesiyle mümkündür.
Bugün Acaba Ne Kadar Hakkı Tavsiye Edebiliyoruz?
Günümüzde gençliğimizin imanı yanarken, ahlâkı dejenere olurken, manevî değerleri tahrip edilirken bu duruma seyirci kalmak, şikayetle yetinmek, kendi kendimize dertlenmek ya da kendi sorumluluğumuzu unutup sadece yetkilileri ve ilgilileri sorumlu kabul edip işin içinden sıyrılmak büyük bir hatadır.
İslam ülkeleri haçlı ordularının, emperyalist işgalci güçlerin yakın tehdidi altında çaresiz, mazlum ve aciz bir konumda iken, imanımızın sesini en gür sada ile haykırmamak, gerçekleri görmezden gelerek zulüm ve haksızlığa tepkisiz kalmak büyük bir günahtır. Zillet içine düşme ve haksızlığa boyun eğme hangi gerekçe ile olursa olsun kabul edilemeyecek bir durumdur.
İman, ibadet, ahlâk, maneviyat noktasında taviz vermemiz istendiğinde, dinimize, imanımıza, Peygamberimiz’e, ülkemize, namusumuza, ezanımıza, kısacası tevhid inancımıza saldırı olduğunda sessiz ve tepkisiz kalmak, hakkı tavsiye görevini ihmal etmek; İlahî himayenin kaldırılmasına, duaların reddedilmesine ve umumî İlahî cezaların meydana gelmesine sebep olacaktır.
Günümüzün yazılı, sözlü ve görüntülü duyuru aygıtlarını, mektup, telefon, telgraf, faks, kaset, CD, e-mail, internet, gösteri, toplantı, panel, seminer, konferans, makale, sergi, radyo ve TV kanalıyla yapılabilecek tebliğ imkânlarını ne kadar kullanıyoruz? Maddî çıkarlarımız zedelendiğinde çırpınan ve çığırtkanlık yapan bizler, manevî geleceğimiz tehdit edildiğinde ne kadar gayretliyiz?