Evet, nasıl başlasam, nasıl anlatsam hikayemi, üzerimdeki bu sonsuz nimetin büyüklüğünü anlatmaya kelimelerin kifayet edeceğini sanmıyorum. Şükrünü ise hiç bir şekilde ifa edemem, biliyorum. Bu, Rabbimin ben aciz kuluna sonsuz bir lütfü, bir keremi idi. Ben hiç bir şekilde bu nimete layık değildim. "Rabbinin fazlıdır bu dilediğine verir" ayeti kerimesi ile bu durumumu izah edebilirim ancak...
Ne nimeti bu diyeceksiniz, hangi durum bu?..
Büyüklerden birisi buyurmuş ki, Rabbül Aleminin üzerimde üç büyük nimeti var ki, bunun şükrü eda edilmez. Bunların birincisi, iman ehli olmamdır. İkincisi, alemlerin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Habibi Kibriya Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimize ümmet olmamdır. Üçüncüsü de Nakşibendi yolundaki bir pirin eteğine sarılmamdır.
Evet, bu sözün doğruluğunu yaşayan bilir, kıymetini bu yoldan istifade edenler hakkıyla takdir ederler. Ama bizler de acizane anladığımız kadarıyla bu nimetin büyüklüğünü çapımız, kabımız kadar anlatmaya çalışacağız ki, okuyanlar inşallah istifade etsinler. Belki bizden daha çok bu nimete sahip çıkar, daha çok istifade eder ve çevrelerini istifadelendiririer...
Evet, ben 1958 yılında Sivas'ta, dünya denen bu faniye teşrif etmişim. Annem, babam kendilerince, dindar bir aile. Onlar da düzenli bir eğitimden geçmeden kendi anne ve babalanndan gördükleriyle yaşamaya çalışanlardan. İman var elhamdülillah, ama bozuk bilgilerin tesiriyle gerçek İslamî anlayış ve şuurdan uzak, sıradan durumdalar. Türkiye'deki genel müslümanların bulunduğu statüdeler... Tabii ki, bu sözlerim onları küçümsemek için değil. Cumhuriyet kuşağı tabir ettiğimiz insanları eğitimsizliğin ne hale getirdiğini ifade etmek için.
Neyse efendim, işte böyle bir vasatta lise çağlanna kadar ibadetli değilse de imanlı bir şekilde büyüdüm.
Lise son sınıfta hayatımda ani bir değişiklik dönemi başladı. Babası Halk Partisi il başkanlığı yapmış solcu bir arkadaşımla samimiyeti ilerletince, birden bir sürü sol yayınla karşı karşıya geldim. Özellikle o zaman bir salgın şeklinde Türkiye'mizdeyayılan Darwin Evrim Teorisi'ne inanma hastalığı beni de bir hayli sarmıştı!.. Ve bu teori ve buna bağlı diğer yayınların etkisiyle 1976-1980 yıllan arasında bir hayli bunalımlı günler geçirdim. Bir tarafta inkara düştüğüm için cumayı, guslü terke-derken bir tarafta Ramazan'da oruç bozmaya güç yetiremediğim değişik hallere girdim ve bunun sıkıntısı ile ne yapacağımı şaşırmışken; bir gün şöyle dua ettiğimi hatırlıyorum: "Allah'ım eğer sen varsan, bana kaybolan imanımı geri ver". Çok yürekten bir dua idi bu dua... Daha sonra bu duanın kaderimin çizgisini nasıl değiştirdiğine şahit olunca, şaşırıp kalmıştım.
Evet, bu duanın üzerinden fazla bir zaman geçmemişti ki. Akademide beraber okuduğum arkadaşlarımdan Gönüller Sultanı'na gitmiş ve başından kerametler geçmiş ve etrafındaki insanlardan da bir hayli kerametlere şahit olmuş bir arkadaşımla, okul şartları beni karşı karşıya getirmişti. Evet okuduğum eserler karşısında, biraz da dünyayı yaşama, günahlara rahatça dalma dürtüsüyle her şeyi maddenin bir eseri olarak görmek, manevi kavramları, manevi güçleri tümden inkar bataklığına saplanmışken. Gönüller Sultanı hakkında duyduğum olağan üstü haller, nefsimin örttüğü imanımın yeniden üzerinin açılmasını sağladı.
Evet, bir hayli.zor teslim oldum Gönüller Sultanına. Ama teslim olduğum, Ankara'daki bir vekilden intisap ettiğim anda, üzerimde şimdiye kadar hiç şahit olmadığım harikulade haller cereyan etmeye başladı İnkar ettiğim bir çok somut olay, bir anda benim için soyut kavramlar arasına karıştı gitti.
İmanım mı? Çok kısa sürede öyle kuvvetlendi ki, her halde başka hiçbir şey bende bu kadar kısa sürede böyle bir değişiklik yapamazdı. Evet, aksine inanmıyorum. Her şeyi de anlatamıyorum. Ancak yaşayan bilir, o yüzden yaşamak lazım. Evet, intisaptan sonraki günlerim, geçmiş hatalarıma ağlamakla geçti. İçimde tarif edemeyeceğim bir mutlulukla beraber, aynı zamanda nasıl böyle bir münkirata düşmüş olduğumun utancını biriikte yaşıyordum.
Çok sevinçliydim. Sanki yeniden doğmuştum, daha fazla sevinçli...
Sevinçlerimin üzerine, Gönüller Sultanı'nın Ankara'ya geleceğini duymak daha fazla sevinç katmıştı. Ankara'ya teşrif ettiler. O'mı görmek, her an yeni kerametler yaşamak demek... O'nu anlatmaksa imanlı gönüllere her şeyden zor... Çünkü O bir Allah Dostu. Allah'ın dostu olmak demek ne demek, daha ne diyelim. Evet yüzseksen derece çark ettim. Herkes ve ben kendime şaşmaktayım. İbadete doymuyorum. Zevk alıyorum, Allah'a kulluk, beni umutlandırıyor. Okul bitti. Ankara'da askeriik başladı. İki yıl askeriikten sonra, himmetle kolay bir şekilde Bayındıriık Müdürlüğü sınavlarını kazanarak Bayındırlıkta Elektrik Mühendisi olarak göreve başladım. Allah'a duam "Ya Rabbi hayırlı bir yere tayin olayım." İlk görev yerim Tokat. Sofiliği çok seviyor ve çok yapmak istiyorum. Ama bilgi hususunda takıntılarım, anlayamadığım noktalar çoktu...
Tokat, evet Tokat, benim için Gönüller Sultanı' nm kıymet ve kadrini ancak anlayabildiğim, Rabbime şükrünü hiç bir zaman eda edemeyeceğim nimetlerinin dördüncüsü.
Tokat'ın güzelliği, Gönüller Sultanı'nı en güzel şekilde anlayan ve bana anlatan Şenel İlhan Beyefendiden kaynaklanıyor. Allah'ım ben O'nu nasıl anlatabilirim. Biliyorum, ne söylesem mübalağa gelecek. Ne anlatsam tereddütle dinlenecek. Çünki o tür insanların sayısı o kadar az ki...
Evet O'nun hayatmdan ve ahlakından parçalara ancak İslami büyüklerinin hayatını anlatan kitaplarda rastlamışımdır. O'nun cömertliğini, merhametini, yiğitliğini, fedakarlığını, arkadaşlığını, vefakarlığını da ancak o kitaplarda...
Ya ilme ihtirası, azmi, talebi, 10 yılı kimi zaman gece gündüz beraber geçirdim. Geceleri uyuduğuna ise hiç şahit olmadım. Sebebini sorduğumuzda; "Gecelerin feyzin! kaçırmak istemem" derdi. Gece sabahlara kadar her şeyi, aç bir insanın yemek yemesi gibi iştahla okur, onları çok güzel bir şekilde özümser, alacağı dersleri alırdı. Sonra, okudukları İslami tüm kaynakar olabildiği gibi, objektif ve tarafsız bir şekilde de hristiyanlığı, yahudiiiği, budizmi, taoizmi veya olmadı Kari Marks'ın diyalektik materyalist felsefesini okumazdı, adeta yutardı. Ben şahidim ki, dinini çok iyi bilen papazlardan çok daha iyi hristiyanlığı; hahamlardan daha iyi yahudiiiği; sıkı budistlerden çok daha iyi budizmi, çok iyi bilir. Sadece bunlar değil elbet, o bilmesi gereken herşeyi tüm detayıyla öğrenmeden rahat olamayan bir insandır. Ve şu sözü, hep beni kendine hayran bırakmıştır; "Bu zaman zor zamandır, bu zamanda müslüman, tek kişilik ordu gibi olmalıdır" derdi ki, zaten O öyleydi. İlmini kendine saklamaktan hiç hoşlanmayan bir insandır Şenel İlhan... Hiç bıkmadan ve yorulmadan büyük bir cömertlikle bizlere, çevresine, kalplere ve kafalara kazırcasına bu konuları anlatırdı. En kalın kafaların alacağı cinsten, yılmadan, ısrarla, sanki kubbenin üzerinde cevizi kaldırmaya çalışırca-sma bir fedakarlıkla etrafındakilere her güzel şeyi vermek isterdi.
Evet, O'ndan kelam ilminin inceliklerinden tut, tasavvufa kadar, felsefeden al, sosyoloji, psikoloji ve kozmolojiye kadar, geçmiş dinlerden mezheplere, bid'at yollara, fırkalara kadar, astronomiden fiziğe kadar gerekli her şeyi bütün inceliklerine kadar aldık.
Neticede yalnız kaldık. Evet çünki etrafımızdaki insanlar -yanlış anlaşılmasın- çok ilkel kaldılar. Ama bu ilkellik, onların kafa yapılarındaki ve İslami anlayış ve pratik hayatta tatbik eksiklikleriyle dopdolu bir ilkellikti...
Evet, bunu aşağı yukarı çok az insan hariç, insanların çoğunda gözlemlemek beni müthiş bir yalnızlığa itmekle beraber, kendimle daha da yoğun bir şekilde hesaplaşmama da neden oldu.
Ne yapmalıyım şimdi? Bu insanlarla yaşamak o kadar zordu ki, artık dünyayı terketmek istiyordum. Ama hiç şüphesiz, bu duyguların ve düşüncelerin sağlıklı olmadığını da biliyordum. Öyleyse ne olacaktı, ne olmalıydı. Bu insanları kazanma yani onlan Sultan-ı Müslimi'ne (Gönüller Sultanı'na) yollama hizmetine başlamalıydım. Neden olmasındı. Ve neticede öyle de oldu. Elhamdülillah şimdi, sayısını unuttuğum bir çok insanın hidayetine vesile oldum. Bu da ancak ve ancak onların büyüklüğüydü...
Rabbim, günümüz müslümanına, Allah dostlan-nın kıymetini bilmeyi ve onlardan hakkıyla istifade etmeyi nasip etsin.
Şemsettin Şahin