FEYZ: Efendim, Allah Sevgisinin Allah yolunda hizmette en kuvvetli İtici güç olduğundan bir çok yazınızda ve sohbetlerinizde bahsettiniz. Ama biz müşahade ediyoruz ki, bir çok sufli duygular ve düşünceler içinde kıvrandığı halde görünüşte kusursuza yakın İslami hizmetler yapan kişiler mevcut. Bu kişileri hizmete iten hangi içgüçtür veya böyle birşey nasıl olabiliyor, açıklar mısınız?
ŞENEL İLHAN BEYEFENDİ: Biliyorsunuz, insanların her fiili bazı iç itmelerin neticesidir. Yani, her kıpırdanış ve davranışın oluş sebebi, mutlaka bunlan yapmaya iten bazı duygu ve düşüncelerdir. Bu duygu ve düşünceler ise, insanın hem menfi, hem de müsbet fiillerinin, kesinkez kaynağı ve hareket sebebidir...
Çünki, bazı duygu ve düşünceler menfi, bazıları ise müsbet ve güzel fiilleri itebilecek özelliktedir... Yani kibir, riya, ucub, haset, kin gibi marazlardan doğal olarak İslam'da men edilen kötü fiiller ve davranışlar zuhur edecek, cömertlik, merhamet, tevazu gibi iç itmelerden ise, normalde tabi olarak, çok güzel ve müslümana yakışır davranışlar meydana gelecektir. Yalnız buna rağmen, hiç şüphesiz çok güzel ve İslami tarzda davranışlar ve fiiller denilebilecek ibadet, zikir, cihat gibi amellerin asıl itici güçleri, bazen çok adi ve süfli duygular olabildiği gibi, tam tersi deolabilir. Yani cömertlik, merhamet veya işar gibi çok kıymetli ruhi itici güçler bile, cahillik ve ahmaklıktan ötürü çok yanlış ve hatta günah-ı kebairlere sebep olabilecek şeyler olabilirler.
Ama biz burada, insanın tüm duygu ve düşüncelerini ya da her itici güç mesabesinde olan iç itmelerini anlatmak istemiyoruz. Sorunuz üzere, sadece en önemli itici güç mesabesinde olan ve istismarı muhal olan Allah sevgisinden bahsedeceğiz. Allah korkusundan ise, zaten sevginin ürünü ve semeresi gördüğümüz için tabi olarak özellikle bahsetmeyeceğiz. Çünki korku sevgiye bağlıdır ve kesinkez korkusuz sevgi olamaz. O yüzden rahatça şöyle diyebiliriz: Sevgi korkudur, korku da sevgi. Çünki seven, ister istemez sevdiğinden korkar. Ama asıl makul olan korku, sevgi kaynaklı korkudur. Çünki her korkan sevmez ama kesinkez her seven mutlaka korkar. Şayet dikkat edilirse aralarındaki fark dağlar kadardır. Yani sevgi kaynaklı korkuyla sadece korku, güneşin nurunun yanında mum ışığı gibi kalır...
O yüzden Allah sevgisi, kesinlikle Allah yolunda en önemli itici güçtür ve diğer tüm itici güçlerden hem çok daha güçlü, hem de çok daha asildir. Çünki, kimin kalbinde Allah sevgisi varsa, o sevgi mutlaka Allah'ın da o kişiyi sevdiğinin delilidir. Ve bir insanı Allah'ın sevmesinden daha güzel, daha kıymetli, daha şerefli ne olabilir. Tabii yukarda da dediğimiz gibi, kimin kalbinde Allah sevgisi varsa onda aynen o sevgiye paralel Allah korkusu da vardır demektir. Ve yine, kalbinde bu iki asil duygu olan da, mutlaka Allah yolunda her engeli rahatça aştığı gibi, her belaya ve çileye de çok rahat bir şekilde sabreder ve sevdiğine de daima tevekkül eder. Evet, işin başı aşktır... Allah aşkıdır... Aslında, istisnasız tüm insanlarda kabiliyetine göre az da olsa mutlaka Allah sevgisi vardır!.. Yalnız imtihan gereği üstü örtülmüş, kapatılmıştır...
Kişinin gayretine ve çabasına göre de açılır, inkişaf eder. Ama, bu çalışma ve gayret, yine Allah'ın taktiriyle Mürşid-i Kamil ve Allah dostu velilerin himmetiyle, tasavvuf yoluyla daha kolaydır. Çünki Allah dostunu sevmeden, Allah Resulünün ismini duyunca gözler dolmadan, Allah'ı hakiki manada sevebilmek muhaldir.
FEYZ: O halde, sevgisiz ibadet ve taat peşinde olmanın psikolojik sebebi nedir? Ve bu insanların, ibadet ve taate iten itici gücü Allah sevgisi ve diğer müsbet duygu ve düşünceler değilse, ne olabilir? Açıklar mısınız?
ŞENEL İLHAN BEYEFENDİ: Bakın, demin de dediğim gibi, her müslümanda mutlaka Allah sevgisi ve Allah korkusu illa ki vardır. Ama imtihan gereği üstü örtülmüş ve kapatılmıştır. Dolayısıyla dışarıya zaruri olarak sadece sureta ve şekli olan bir biçimde yansır. Ama bir gönül ehli Allah Dostu bulunup, ölünün ölü yıkayıcısına teslim olduğu gibi teslim olup ve tüm kalbiyle, itirazsız, her söylenen yapıldığında...
Allah sevgisi, önce mürşid sevgisi olarak fışkırır ve akabinde de tüm diğer kalbi cevherler ise bir bir inkişaf eder ve açılır. Kalbinde Allah sevgisi örtülü kala kala ibadet ve taatle meşgul olan insanlar ise, farkında olmadan heva ve hevesinin kulu olup nefslerine taparlar. Çünkü, onlan ibadet ve taate iten güç, çoğu zaman kalbi marazlar dediğimiz hastalıklardan kaynaklanır. Mesela, birden bire gıybet ve dedi-kodu, cemaatler arasmdan zorla kaldırılsa, çok azı hariç tüm cemaat mensupları darmadağın olur. Ve statükocu ve kabuğuna çekilmiş bir İslami hayatı tercih ederler. Veya, birçok mücahid geçinen ehl-i tebliğin kalbinden riyayı sökseniz, geriye sadece pısırık, tutuk ve içine kapanık bir enkaz kişilik kalır... Örnekleri ciltler dolusu misallerle rahatça çoğaltabiliriz. Evet...
Dediğimiz gibi itici gücü kibir, riya, nemmamcılık, koğuculuk, hased gibi illetler olan insanlar aslında nefslerine tapanlardır. O yüzden Yahya bin Muaz "Hardal tanesi kadar Allah sevgisi yetmiş yıl sevgisiz ibadetten hayırlıdır" der. Yani Allah'ı seven, güzelim İslam dinini isim yapmak, nam yapmak için değil de, sevdiğinin rızası için yaşar. Ve bu şekilde yapılan ibadetin az da olsa çok makbul ve kabul edilmiş olduğunu bilir. Şeytan lainin Adem (A.S.)'a secde etmemesinin sebebinin kibrinden ve ucbundan olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Ama bu sadece işin görünür yanıdır. İşin esas tarafı ise; İblisin AUah-u Teala'ya binlerce yıl ibadet ettiği halde, kalbinde Allah sevgisi olmadığı için, aslında kendine taptığından ve kendine ibadet yaptığındandı. Ve bunu da yani, İblisin ibadeti aslında kendine yaptığını anlaması ise, ancak Adem'e secde etmediği an oldu. Yani şeytan daha önce kendini Allah'a kulluk eden halis bir mümin sanıyordu ve bu sahte olan Allah'a kulluğuyla da kibirlendi, ucublandı. Ki zaten kulluğu hakiki olanda asla ne kibir ne de ucub olamayacağı için şimdi vereceğim misalle biz de ne olduğumuzu anlayalım da o lainin durumu nefsimize örnek olsun.
Şeyh Cüneyd-i Bağdadi (RahmetuUah-i Aleyh) bir gün şeytanı kendi mescidinin kapısında gördü; "Ey zavallı niçin Adem (A.S.)'a secde etmedin de kovuldun?" dedi. "Ey Cüneyd bu kadar bin yıl O'nun huzurunda secdeye koyduğum başımı, O'ndan başkasının huzurunda eğip secde etmede bana kıskançlık geldi ve ondan başkasına secde etmek ağrıma gitit" dedi. Cüneyd-i Bağdadi bu sözden şaştı kaldı. Kalbine ilham gelip "Ey Cüneyd, ona söyle beni sevdiğini iddia ediyor mu? Eğer seviyorum derse, de ki; sevdiğinin emrine nasıl muhalefet ettin. Hiç seven sevdiğinin sözünü sevgili bulmaz dinlemez mi?" buyruldu. Şeytan bu sözleri duyunca feryat edip: "Ey Cüneyd beni yaktın" dedi ve ağladı.
Evet, işte herşey gün gibi açık. Kalbinde Allah sevgisi olmayan İblis, binlerce yıl Allah'a kulluk ettiği zannıyla kendine taptı. Kendi menfaati için namaz adına binlerce yıl yattı kalktı. Ve yine kendini, kendi gözünde ululamak için ilimler okudu, cihatlar yaptı. Ama bilmiyordu ki aslında, onun sevdiği ve yegane amacı yine kendisiydi ve gizli tanrılık iddiasıydı. Dolayısıyla da kendini ne kadar çok seviyorsa, o kadar bin yıl, büyük bir sadakatle kendine taptı ve kendinin en sadık kulu oldu...
Sanıyorum, gayet açık anlattık. Birazcık aklı olana bu misal öyle bir misaldir ki, başka misallere hiç gerek bırakmayacak derecede düşündürücü, korkutucu ve uyarıcıdır...
Aslında aynı şekilde insanlar arası ilişkilerde de bu gayet açık bir şekilde belli olur. Yani birbirlerini sevmeyen insanlar da, maddi ve manevi menfaatleri açısından, birbirierine kardeşten ileri yakınlık içinde de olsalar, birbirlerini çok sevdiklerinin zannı, maksimum makamda da olsa, günün birinde bu insanların aslında sadece kendilerini sevdikleri için başlattıkları bu ilişki, ufak bir hadiseyle bitmeye mahkum olur. Yani insanlar arası ilişkilerde de sevgi şarttır, gereklidir. Yoksa sevmediğin kişiden binlerce iyilik görsen ama bunun yanı sıra ufak bir sana dokunan kötülüğünü görsen binler iyiliğini atar ondan kaçarsın.
FEYZ: Efendim, Allah için sevmek, malumunuz kimi durumlarda Allah için buğzu da beraberinde getiriyor. Öyleyse tek başına sevgi nastl itici güç olabiliyor, açıklar mısınız?
ŞENEL İLHAN BEYEFENDİ: Evet... Allah sevgisi Allah yolunda en önemli itici güçtür. Diğer itici güç mesabesinde olan her şey ise, sevgi ve muhabbetin yanında çok sönük kalır. Çünkü; seven sevdiğinin ne olursa olsun emirlerini yapar ve O'ndan gelen her şeyi de sever. Yine O'nun hatınna da her belaya, her sıkıntıya, dedikoduya, iftiraya herşeye, herşeye rahatça katlanır. Ama bu katlanma yine şeriata ve sünnete göre olmalıdır. Yoksa münafığa susmak, dedikoducudan korkmak, ne müslümana yakışır, ne de, İslama göre sabır ve Allah sevgisi semeresi değildir. Yerinde onlarla eliyle, diliyle mücadele etmek ve hatta onları, Allah yolunda hizaya getirmek için gerekirse onlarla savaşmaktan çekinmemek ve bu yolda da, her türlü zorluğa katlanmak, gerçek sabır ve İhlasın kendisidir. Ve, üstelik de bu şerlileri alabildiğine sevmeden, ve Allah için buğzda da zerre kadar eksiklik olmadan ve taviz vermeden...
Yoksa Allah yolunda hizmet zor iştir. Sabır ister, yürek ister, ihlas ister, Allah aşkı ister. Ve yine, ben İslama hizmet edeceğim ve dinimi her yerde her zaman yaymaya çalışacağım diyen insan, şunu da çok iyi bilmelidir ki; mücahit ve ehl-i tebliğ, tarih şahittir ki; kafirin, münafığın, ehl-i bid'atın, cahil cühelanın, dedikoducu ve gıybetçi ruh \ hastalarının hep hedefi olmuş, hakaretlerine ve saldırılarına uğramıştır.
Evet bu bir gerçek; o yüzden ben hizmet edeceğim, ben Cihad edeceğim demek eşittir, ben mutlaka iftiraya uğrayacağım ve kesinkez şerefimle haysiyetimle oynanacak, hatta belki de bir köşede öldürüleceğim demektir.
İslam tarihine baktığımız zaman müslümanların neredeyse kafirlerden çok birbirleriyle savaştığını ve ehl-i küfürden çok birbirlerini katlettiklerini hayretle görüp, şaşarız. Bir çok yazımda da belirttiğim gibi, devrinin en azılı kafirleri ile, demogog filozofları ile, İslamın baş düşmanı azılı münafik ve ehl-i bid'atla, tek başına mücadele edip onlarla tümüyle başetmekte güçlük çekmeyen İmam-ı Gazali, ne garip ki devrinin "ben müslümanım" diyen cahil cühela takımıyla da istemese de uğraşmak zorunda kalmış ve hatta, şahsına ve fikirlerine en büyük saygısızlığı ve saldırıyı da, tarih şahittir ki, onlardan görmüştür...
Ve yine İmam-ı Azam da, yedi yıl, "müslümanım" diyen insanlarca envai çeşit işkenceye maruz bırakılmış ve sonunda da, mübarek başına peş peşe vurulan kırbaçlarla da, şehit edilmiştir... Sadece bu iki mübarek mi? Cüneyd-i Bağdadi, Sırr-ı Sakati, Beyazit-i Bistami, Hasan-ül Basri ve aklımıza gelebilecek tüm alim ve velilere, iftiralar, dedikodular ve her türiü işkenceler, daha çok müslümanlardan gelmiştir...
Zamanımızda ise, bu şerliler çok daha şerli, çok daha sevgisiz ve gerçek müslümana ise çok daha kin doludur. Şahsen ben tevazuu, merhametli, cömert, kalbi Allah sevgisiyle dolu insan yok denecek kadar az gördüm. O yüzden "Allah'ı çok seviyorum" diyebilen babayiğidin, Allah düşmanı sürüyle olan bu zamanda, Allah'a olan sevgisini, daha çok Allah için buğz boyutunda göstermek zorunda olduğunu açıkça müşahade ediyorum. Ve bu buğzluklara ise merhametim devreye girip acıdığım için Allah'a hamd ediyor ve ancak bu adiliklere böyle sabredebiliyor, dayanabiliyorum.
FEYZ: Efendim siz de biliyorsunuz ki, tarih boyunca Allah için hizmet edenlere iftiralar atılmış, şeref ve haysiyetleriyle oy nanmış hatta Allah yolunda şehit edil mişlerdir. Bu ko nuda neler söyleyebilirsiniz?
ŞENEL İLHAN BEYEFENDİ: Biliyorsunuz, birçok yazımda ve sohbetlerimde de belirttiğim gibi, insanların algılama güçleri farklı farklıdır. Yani, insanlar akılda ve diğer ruhi kabi liyetlerde eşit değildirler. Dolayı sıyla, farklı düşünebi len insanlardan, olayları yorumlarken, elbette ki farklı farklı tepkiler görmek normal olacaktır. Çünki bu, eşyanın tabiatında vardır ve hiçbir güç, insanlara aynı şekilde düşünmeyi aşılıyamadığı gibi, aynı kişileri sevmeyi, aynı dine inanmayı, aynı yemeği sevmeyi, aynı futbol takımını tutmayı da başartamaz. Öyleyse bu şu demektir: Allah yolunda çalışmak isteyen İnsan, kesinlikle kendi zıddı olan insanlann her türlü saldırılarına maruz kalacağını kesinlikle bilmelidir.
Tarih şahittir ki, her devirde bizim cesaret ettiğimiz bu tebliğ ve cihat işine ihlasla sarılan her ehl-i ilim, her türlü musibet ve sıkıntıya maruz bırakılmış ve envai çeşit çileler çektirilmiştir. Bu, Adem (A.S.)'dan beri böyledir. Ben hiçbir peygamber bilmiyorum ki, iftiraya uğramamış, kavminden türlü azaplar görmemiş olsun. Ve yine hiçbir alim ve Evliya tanımıyorum ki, -daha çok mûslümanlardan olmak şartıyla-, her türlü iftiraya, dedikoduya ve saldırılara uğramamış olsun...
Her neyse... Nasıl ki dünya yuvarlaktır, bunu bilmek için de astronomi alimi olmak gerekmiyor ya da yerçekimi kuvvetini bilmek hiç kimseyi İsaac Newton yapmıyor veya stres nedir bilmek kesinlikle insanı Psikolog yapmıyor; çünki yukarda saydığımız bu şeyler artık simitçilerin dahi bildiği ve rahatlıkla anlatabildiği gerçeklerdir. Aynı onun gibi, tarih boyunca Allah diyen ve bu yolda mücadele veren herkese iftira edildiğinden ve türlü eziyetler çektirildiğinden haberdar olmak da insanı, ne aydın ne fikir adamı ne alim yapar, ve ne de o insan parlak bir fikir üretmiştir. Yani bu bir gerçektir. Hem de gün gibi açık ve herkese malum...
Bırakın tarihi, günümüzün cemaat liderlerinin istisnasız hepsinden tutun da; Anadolu'nun herhangi bir köşesinde kendi başına şeytanın canını sıkacak boyutta ihlasla hizmet veren tüm Evliya, alim ve aydınlarımız, en ağıza alınmayacak ve en terbiyesiz iftira ve lakırdılara mütemadiyen hedef oldukları da bilinen bir gerçek...
Bir de şu var ki, bu milletin evladı da asildir. Kur'an'da övülmüştür. Hadislerde meth edilmiştir. Bunların içinde fıtratı bozulmamış, ölçüsü karışmamış olanların sayısı elbette ki kabarık olacak ve tabii ki, Feyz okumasalar da en azından bizi seveceklerdir. Çünkü kişi yapısı gereği kendine benzeyeni sever. Ve Allah'tan dileğimiz ve amacımız sayımızın daha da artması ve Gönüller Sultanı'na daha da çok insanları uğurlamamızdır.
FEYZ: Çok teşekkür ederiz.
ŞENEL İLHAN BEYEFENDİ: Ben teşekkür ederim. Allah'a emanet olun.