Aynı beldede birbirinden maharetli iki ressam yaşarmış. Bir gün saraydan ikisine de “saraya bekleniyorsunuz” diye davet gider. Saraya vardıklarında, bir salona götürülürler ve kendilerine denilir ki: “Bu salonun iki duvarına resim yapılacak, kimin resmi daha güzel olursa o diğerinden üstün kabul edilip ödüllendirilecek.” Bunun üzerine salonun ortasına bir perde çekilir, ressamlar birbirlerinden etkilenmesinler diye. Birinci ressam boyalar ve fırçalarla uğraşırken, ikinci ressam da resme başlamadan önce duvarın temizliği ve pürüzlerin giderilmesiyle uğraşır. Uzun bir çalışmanın ardından eserler tamamlanır. Kral ve saray erkânı yapılan çalışmaları değerlendirmek için gelirler. Birinci eseri gördüklerinde muhteşem bir görsellikle karşı karşıya kalırlar. Hatta ikinci eserin bu kadar güzel olabileceğine ihtimal vermezler. Emir verilip perdeler aradan kaldırıldığında herkes hayretler içersinde... Çünkü ikinci eser de birinci eserin birebir kopyası. Herkes merak içerisinde, bu nasıl mümkün olabilir der? Çok geçmeden, ikinci eseri yapan ressam işin inceliğini anlatır: “Ben, benim taraftaki duvarı öylesine parlattım ki tamamen aynalaştı ve karşıdaki görüntünün aynısını yansıtmış oldu.”
Evet, yazıma bu kıssa ile başlamak istedim. Çünkü bu kıssada çok büyük sırlar ve hikmetler gizli. Bizlerin ihtiyacı olan algı ve iman, bu kıssada farklı bir şekilde ifade edilmiştir. Bir eserin muhteşemliği yalnız sahibinin değil, o eserin ortaya çıkarıldığı malzemenin kalitesini de ortaya koymaktadır. Bu durumda ortaya çıkan eserin neresindeyiz, bunu iyice belirlemek lazım. Yüce Yaratıcımız olan Allah eserin sahibiyse bizler de o eserin hamuru ve kiliyiz. Bize düşen; kendimize, nefsimize uygun suretler vermek değil, Allah’ın bizde görmek istediği güzelliğe teslim olup bize takdir edilmiş konumu yansıtmaktır. Rabbim Bakara suresi 30. ayetinde şöyle buyurur: “Bir zamanlar Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, demişti. Melekler: Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz, dediler. Rabbin: Ben sizin bilmediklerinizi bilirim, dedi.” Yine Tin suresi 4. ayette şöyle buyruluyor: “Biz insanı en güzel bir biçimde; en güzel duygularla, ilahi ahlak ile ahlaklanacak güzellikte, hayat şartlarına katlanabilecek, dünyadaki sorumluluğunu üstlenebilecek mükemmeliyette imkân ve kabiliyetlerle yarattık.” Buradan anlaşıldığı üzere bizler Rabbimiz’in yeryüzünde halifesi olarak mükemmel bir şekilde ve kalitede yaratılmışız.
Yalnız hiç kuşku yok ki dünya bir imtihan alanı ve bize verilen değerlerle onları nasıl değerlendirdiğimize dair sonuç ilişkisi bizim duruşumuzla direkt alakalı. Bizim burada yapmamız gereken; ortaya konulan bu muhteşem eserin yansıma yeri olan kalplerimizi temizlemek, cilalamak ve görüntüyü en iyi şekilde aksettirmek olacaktır. Bu dünyadaki referans değerleri görelim ve algılayalım diye Rabbim bizleri yalnız bırakmamış, her dönemde peygamberler, ilahi kitaplar ve bu yolun kesintisiz savunucuları olan salih insanlar ve peygamber varisleriyle bizleri aydınlatmıştır.
Rabbimiz’le bizler akitleşmişiz... Her şey hüküm altına alınmış ve artık kaçılacak bir yer yok... Rabbimiz’in yüce kitabında buyurduğu gibi O’nun boyasıyla boyanacağız. Fakat bu boyanma O’nun yolunun temsilcisi konumunda olanlarla da olmak zorunda. Çünkü bizler söz verdik; “Sen bizim Rabbimizsin.” dedik. İşte bu haykırışın gereği olan yolları bulmak durumundayız. Bunun gerçekleşmesinin en kestirme yolu ise Rabbimiz’i ve O’nun “Sevin!” dediklerini sevmek... Yapılması gereken ve işin ruhu, özü bu. Sormamız lazım, bizi bu güzel duygudan alıkoyan ne? Asla cevap olarak nefsimiz demeyelim... Bu cevap geçiştirmektir ve irademizi yok saymaktır. Ya da sorumluluğu birilerine atıp tembelliğimizi pekiştirmektir. Çünkü bizim mayamızda sevmek var. Üstelik Allah’tan gayri sevilecek bilinecek hakikat mi var? Rabbimiz kullarına karşı çok merhametlidir. Asla aldatmaz ve kullarına tuzak da kurmaz. Ancak bu hakikatleri bile bile aksi davranışlar içine girmek kelimenin tam anlamıyla ahmaklıktır. Yani hakikati göre göre, sendeki yansımaları bile bile yok saymaktır ki insan gerçekten ciddi düşündüğünde bunun doğru bir karşılığı yok. Ahmaklıkla uğraşılmaz. Bu ancak seni oyalar da durur. Bile bile “lades” dediğin nefsin, sana öyle bir “sahte ben” katar ki; burnunun ucunu görmen hak getire...
Aziz ve kıymetli okurlar! Bizler bu aleme, bir amaca hizmet için ve bu amaç uğruna yapacağımız çalışmaların ve gayretin hem dünyada hem ahirette mükafatını almak için geldik. Bunun inceliklerini acizane anlatmaya çalıştım. Bizim bu zaman diliminde dünyada olmamızın da bir sebebi var. Bu da inandığımız davayı en güzel temsil eden Efendimiz’in hakiki varisleriyle beraber olmak, bu vesileyle O’nun rengine bürünmektir. Bizim de yegane kurtuluşumuz buradadır.
Evet ahir zaman; çok çetin, binbir türlü handikap ve zorluklarla eşdeğer. Kazanımı da bir o kadar kıymetli... Uyan artık! Aynanı temiz tut, gönül aynanı parlat ki; sen değil hakikat görünsün... Sev ki tecelli olunsun kalbine... Sevginle yüzleş ki akıp giden duyguların seni nereye ulaştırıyor bir bak... Sende iman var, onun bir yansıması olan ferasetin var. Hiç düşündün mü, sana ne ifade ediyor sevgin? İçinde sen mi varsın sevginin, yoksa Allah’ın muradı mı? Tutma, engel olma ruhuna... Çünkü onun haykırışları Rabbi’ne. Kavuşmak muradı, aslına dönmek; bırak, çekil aradan ki kalsın Yaradan...
En basit dünya nimetinden faydalanmak için bile bir akit yapılıyor, ya da belli koşullara uymak gerekiyor. Bizlere dünyanın ve ebediyetin, hiçbir sorumluluk getirmeden mi verildiğini düşünüyoruz... Unutmayalım; bizler hem evvelde hem de bugün bir sözleşme yaptık... “La ilahe illallah, la maksude illallah, la mevcude illallah.” Farkında olsak da olmasak da bu sözler bir hakikatin özeti. Bu ifadeler birer anahtar. Bu hakikatleri görmenin yolu, etrafımızdaki diğer eserler ya da yansımalar. Bunlar bizi sevgiye, bu sevgi de bizi Allah’a götürür.
İki cihan serveri Peygamberimiz bir hadisinde şöyle buyuruyor:
“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!” (Müslim, îman 93-94. Ayrıca bk.Tirmizî, Et’ime 45, Kıyamet 56; İbni Mace, Mukaddime 9, Edeb 11)
Bunlar bizim ruhumuzun kodlarında var. Çok söylemektense “nokta” olmaya razı olmak en güzeli. Nokta yani son... Gayrisi ne! Elveda... Buldun mu hakikati, daha nicedir aramak... Yorma kendini! Bak, ilmin kapısı Hz. Ali Efendimiz (kerremallahu veche) ne buyuruyor: “İlim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı.” Daha söze ne gerek var? Kalb aynanı parlat, yansıyanı malın bil ve onunla amel et.
Allaha’a emanet olun.