Salih Ameller

İman ancak salih amellerle faydalıdır. Ameli husule getirmeyen itikat, insanı hüsrandan kurtarmaz. O halde salih amel nedir? Amel, iş demektir. Salih de iyi, yaraşır ve hayırlı manasına gelir. Sonradan, akıl ve nakle uygun işlere isim olmuştur. Mü’minûn suresinde, Meâric suresinde ve birçok ayet-i kerimede, salih amelin neler olduğu geniş ölçüde sayılmıştır:

“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.” (Bakara, 2/177)  

Hülasası; insanın gerek ferdiyeti itibariyle nefsine, gerek bir uzvunu teşkil etmesi itibariyle ailesine, milletine, bütün insanlara faydalı olan işler, amellerdir. Bu amellerden bir kısmı; ibadetlerimiz gibi, Allah’a karşı bir şükran vazifesi olmak üzere işlenen amellerdir. Bir kısmı; hayır yolunda, umumi menfaatlere ait olan hususlarda, servetinden harcamak, biçarelere yardımda bulunmak, hüküm verirken adaletten ayrılmamak, mazlumları zulüm ve haksızlıktan kurtarmak gibi amellerdir. Emanet, iffet, ihlâs, muhabbet gibi birçok kerim vasıflarda, salih amellerdir. İster vücuda veya mala ait, açık ve içtimai bir yardım şeklinde tecelli etsin, ister ruha ve kalbe ait bâtınî vasıf şeklinde görünsün; hepsi salih amellerdendir. Edasına mecbur olduğumuz ibadetlerden, mesela namaz gibi, oruç gibi, bir bakışta faydası yalnız onları eda edenlerin şahsına münhasır görünen bedeni ibadetlerde bile, toplum hayatı için de büyük menfaatler vardır. Adabınca kılanı, bütün kötülüklerden korur. Bu bakımdan fertleri namaz kılan bir milletin, umumi ahlakı güzel olur.

Hikmetine uygun bir surette yapılan ibadetler, kılınan namazlar, tutulan oruçlar, insanın ahlakını güzelleştirir. Onu nefsine, ailesine, milletine faydalı bir hale getirir. Dünyada ve ahirette hüsrandan kurtarır.

“(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebût, 29/45) ayet-i kerimesi bu hususta gayet açıktır. Hikmetine uygun surette kılınan namazların insanda günahtan, maddi manevi kirlilikten eser bırakmayacağını, bakınız sahib-i şeriât Efendimiz şu hadis-i şeriflerinde ne güzel tasvir buyurmuştur:

“Sizden birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve bu nehirde her gün beş kere yıkansa acaba üzerinde hiç kir kalır mı, ne dersiniz?” Oradakiler dediler ki: “Onun kirlerinden hiçbir şey bırakmaz!” Aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurdu: İşte bu, beş vakit namazın misalidir. Allah onlar sayesinde bütün hataları siler.” (Buhâri, Mevâkît 6) 

İbadetlerimizin en büyük salih amellerden olduğunda hiç şüphe yoktur. Doğrudan doğruya umumi menfaatlere hizmet etmek, bu uğurda para harcamak da salih amellerdendir. Çünkü bundan hem şahsın, hem de umumun saadeti vardır. Helalinden kazanmış olduğu parayı umumi menfaatlere, milletin faydasına harcayan, biçarelere, muhtaçlara yardımda bulunan bir adam, şüphe yok ki en büyük, en hayırlı, faydası umuma şamil bir iş yapmıştır.

Yol yaptırmak, köprü yaptırmak, su getirtmek, kuyu kazdırmak, çeşme akıtmak, hastane yaptırmak, hastalara yardım etmek, yetimlere bakmak, dul kadın ve kimsesiz düşkünleri korumak... Velhâsıl memleketin ilerlemesine, madden ve manen yükselmesine ait işlerde bulunmak, bu yolda çalışan teşekküllere yardım etmek, hep salih amellerden sayılır. Zira böyle bir adam yaptığı hayırlı işlerde memleketinin imar edilmesine, milletin yükselmesine, cehlini gidermesine, acizlerin himayesine koşmuş ve böylelikle memleket ve milletinin mutluluğunu sağlamış olur ki en büyük, en hayırlı ve faydalı bir iştir. Onun için “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” (Feyzu’l-Kadir, 3/480) buyrulmuştur. Umumi menfaatler için yapılan hizmetten, o yolda sarf edilen malın ne mühim semereler vereceğini Cenab-ı Hak şu ayet-i kerimelerde çok açık beyan buyurmuşlardır:

“Mallarını Allah yolunda sarf edenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah’ın lütfu geniştir, O her şeyi bilendir.” “Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rab’leri katında mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” “Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, her bakımdan sınırsız zengindir, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir).” (Bakara, 2/261, 262, 263)

Umumun menfaati için infak edilen malların, herkesin istifade edeceği bir ilmin, yetiştirilen hayırlı evlatların da salih amellerden olduğu şu hadis-i şeriften anlaşılmaktadır:

“İnsan öldüğü vakit ameli kesilir, yalnız üç şeyden dolayı kesilmez. Biri sadaka; yani faydası umumi ve daimi olan bir sadaka, bir hayır. İkincisi, kendisinden faydalanılan bir ilim. Üçüncüsü, kendisine hayır dua eden salih bir evlat... İşte dünyada iken bu üç şeyi yapan adamın, öldükten sonra da amel defteri kapanmaz.” (Ravi, Müslim)

Öldükten sonra insana faydalı olan şeylerin salih amellerden olduğuna hiç şüphe yoktur. İman ve salih amelden başkası insana faydalı olmaz. Salih amellerin, Cenab-ı Hakk’ı zikir, tevhid ve tehlil, oruç, namaz, hac, zekât, sadaka, cihad ve sıla ile bütün hasenlere, faydası ve ebedi olan iyi işlerin hepsine şamil olduğuna dair daha birçok hadis-i şerif vardır. Bir hâkimin hüküm esnasında adilane davranması da en büyük, en hayırlı bir ibadettir ve salih amellerdendir. Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:

“Adaletle hükmeden yöneticinin bir günü, altmış yıl (nâfile) ibadetten üstündür.” (ez-Zeylâî, Nasbu´r-Râye, IV, 67) 

Hükmünde adalete riayet etmemek, birçok kimsenin hakkının kayıp olmasına sebep olur. Bu yüzden birçok felaketler yüz gösterir. Bunun için hüküm esnasında adilane davranmak, hak ne ise öylece hükmetmek, taraf tutmamak, hislerine mağlup olmamak, insanı dünyada ve ahirette hüsrandan kurtaracak salih amellerdendir.

Cenab-ı Hak birçok ayet-i kerimede adaleti emretmiş, aykırı hareketi şiddetle nehyetmiştir:

“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl, 16/90)

“Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Nisa, 4/58)

“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Maide, 5/8)

“Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim, 14/42)

Emanete riayet etmek de salih amellerdendir. Emanetin zıddı hıyanettir. Emanete riayet edilmeyen yerde, kimsenin kimseye itimadı kalmaz. Böyle bir yerde huzur, sükûn, rahat, saadet kalmaz. Çünkü bunların başı, emanettir. Emanet kalmayınca bunlar da kalmaz. İnsanlar hüsrandan kurtulamaz. Ne yapsalar ziyandadırlar. Onun içindir ki Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde, emanete riayet etmeyi, emaneti ehline vermeyi emrediyor. Emanet salih amellerden olduğu gibi, bunun zıddı olan hıyanet de en büyük günahlardandır. Biri emr-i bi’l ma’ruf, diğeri nehy-i ani’l münkerdir. Allahu Teâlâ bu münkeri nehyetmiştir.

“Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamber’e hainlik etmeyin. Bile bile kendi (aranızdaki) emanetlerinize de hainlik etmeyin.” (Enfâl, 8/27)

Rasul-i Ekrem Efendimiz, emanete riayet edilmeyen yerde huzur kalmayacağını pek beliğ bir surette beyan buyurmuşlardır. Hulasa; hüsrandan necat için iman ile beraber salih amel de lazımdır. Her fert, haline göre salih amelle muttasıf olmadıkça, kuru bir iman kâfi değildir. 

Malumdur ki insanlar yalnız kendileri için yaşamazlar. Bir ferdin saadeti yahut hüsranı yalnız kendini ilgilendirmez. Yaşadığı muhitin, mensup olduğu toplumun da bunda bir hissesi vardır. Bedbaht bir toplum içinde bir ferdin iyi olması hiçbir zaman hakiki bir saadet sayılmaz. Çünkü çevremizdeki insanların heyecanlarına, hislerine iştirake meylimiz vardır. Çektiğimiz elem, duyduğumuz lezzet, münhasıran şahsımıza ait değildir. Onu idrak eden vicdanlara da sirayet eder. Bu bakımdan her fert kendi saadeti için iman ve salih amelle muttasıf olmakla beraber; başkalarını da bu yola sevk etmeye, onlara hakkı, sabrı tavsiye etmeye, kendinin erdiği kemâle, yükseldiği mertebeye başkalarını da irşad etmeye kendisini mecbur tutacaktır.