Tövbe Hem En Büyük Dua Hem De Zikirdir…

Rahmet ve mağfiret ayı Ramazan’ı henüz yolcu ettik ama eminim ki bu mübarek ayın müminler üzerindeki etkisi yani feyzi, rahmeti ve kalplerde oluşturduğu yumuşaklık tazeliğini hâlâ koruyordur.

Her yeni giyilen elbise eskir, her yeni yıkanan giysi kirlenir, bu kirlenme dünya hayatının bir gerçeğidir. Bu fiziksel gerçeklikten maalesef maddi dünyamız kaçamadığı gibi ruhlarımız, gönüllerimiz de kaçamıyor… Bu nedenle Ramazan ayında depoladığımız feyzler, nurlar; içinde yaşamak zorunda kaldığımız günah ortamının kirlerinden etkilenecek ve daha sonra Ramazan’ı hiç yaşamamış gibi olacağız biliyorum…

Evet, maalesef içine düştüğümüz bu kirlenmeden kaçamayacağız belki ama onun için yapabileceğimiz bir şeyler var… “Tevvab” ismi ile bize bir kapı açmış Rabbimiz, işte bu kapıdan girmek. O zaman yapacağımız şey, elbiseleri kirlendikçe çamaşır makinelerinde yıkamak gibi gönlümüzde biriken günah kirlerini de tövbelerle yıkamak... Bunun başka da yolu yok.

İşte bu şekilde ölene kadar bu temizliğe devam edeceğiz. Diyelim ki Allah katında çok iyi yerlere geldik yine de tövbeyi ne dilimizden ve ne de gönlümüzden bırakmayacağız. Ebu Hureyre radıyallahu anh Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim, dedi: “Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah´tan beni bağışlamasını diler, tövbe ederim.” (Buhari)

Efendimiz (sav) bu konuda böyle hassas olursa bize düşen her halde tövbeyle yatıp kalkmak olması gerekir derim.

Evet tövbe, hem en büyük dua hem de zikirdir diyor büyüklerimiz…

Dolayısıyla Tövbe illa kendimizi günahkâr hissedince olmamalı… 

Belki bizim göremediğimiz ince kirler, paslar vardır gönlümüzde, bedenimizi hasta eden mikroplar gibi… Yani ancak arada bir vasıta bir vesile kullanarak görebileceğimiz veya Rabbimiz’in görüp bize göstereceği… Daha iyi temizlenmemiz için belki bize merhamet edeceği… 

Evet, Rabbimiz’in güzel isimlerinden biri Tevvab’tır. Yani tövbeleri kabul eden, engin rahmetine sığınanları affeden. 

Yine O, “El-Ğafûr”dur, merhamet dilenene merhamet eden, af isteyeni affeden veya dilediğini karşılıksız bağışlayan. 

Günahsız bir hayat dünya formatında hiç mümkün değil. Hele bu zamanda günahlardan kopmak ve kaçınmak zordan da zor. Bu gerçeğin müminler olarak farkındayız, bizim gördüğümüzü Rabbimiz de biliyor şüphesiz. Bu sebeple ayetlerde asla günaha düşmeyin, asla günah işlemeyin, işlerseniz yandınız şeklinde hatırlatmalar ve dönüşü olmayacak tehditler yok. Aksine günahınız ne kadar büyük olursa olsun ölmeden önce tövbeyi düşünün, şeklinde geniş bir merhametle her zaman açık olan af kapısı var. Yalnız ölüm gelmeden önce yeter ki yaptığımız günahın farkında olalım, düştüğümüz hatayı görelim pişman olup dönüş yapalım ve bize ayrılan vakit dolmadan bunu başaralım. Çünkü ayetler böyle söylüyor:

“Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”    (Furkân, 25/70)

“Her kim de işlediği zulmünün arkasından tövbe edip durumunu düzeltirse kuşkusuz Allah onun tövbesini kabul eder. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Mâide, 5/39)

Evet, ayetler ve hadisler çerçevesinde bu meseleye bakınca görülüyor ki, Rabbimiz tövbe edenleri seviyor, kendisine yönelen elleri boş çevirmiyor. Samimiyetle yakaranları, nedametle gözyaşı dökenleri mahcup ve boynu bükük bırakmıyor.

Bu dünyada imtihandayız. Bu imtihanlar yerinde günahlara karşı direnç imtihanları olduğu gibi yerinde de emirleri bihakkın sabırla yerine getirme imtihanları… Nefs ve şeytanla mücadele kolay değil, günahların cazibesi bunlardan kaçış da kolay değil. Ve birdenbire de insan evliya gibi tertemiz de olamıyor, dolayısıyla tövbelerde tedricenlik mantığı ile hareket etmek, bu mantığı hiç unutmamak gerekir.

TEDRİCENLİK MANTIĞININ ANLAMI NE?

Günahların hepsine birden tövbeye gücün yetmezse planlı bir şekilde bunları zamana yaymak…

Önce çok büyüklerinden başlayıp mesela küçüklerini, düşmesi daha kolay olanlarını zamana bırakmak…

Ağırlık kaldıran bir halter sporcusu gibi düşünün kendinizi… Hiçbir halterci şampiyonluk elde ettiği ağırlığı ilk seferde kaldırmamıştır bilirsiniz. Bilakis en küçük kilolardan başlayarak o hedefe yıllar içinde gelmiştir. Bu hedefe ulaşırken de bir taraftan gıdasına dikkat etmiş bedenini güçlendirmiş, bir taraftan kaslarını güçlendirmiş, yine bir taraftan psikolojik olarak buna kendini inandırmıştır vs. Böylece yavaş yavaş hedefine ulaşmıştır. Nefsle mücadele de bunun gibi bir ömür sürecek ciddi bir uğraşıyı mücadele ve mücahedeyi gerektirir.

En azından fiili günahlardan kurtulmak kısa zamanda mümkün olsa da onlardan daha ince işlemler gerektiren ve temizliği zor olan kalbî günahlar insanın çok zamanını alır.

Ömrünü hizmette geçiren gönül erleri bu zorlu mücadeleyi çok iyi bilirler ve hatta güzel bir teşbihle bu mücadele için “demirden leblebiyi yemek” derler.

Tövbe, acziyetimizin de bir şekilde itirafıyla beraber kalpten kibri de temizleyen bir pişmanlık eylemidir. Çünkü Allah kibirli kulları asla sevmez.

Yine tövbe Allah’a olan ahdimize sadık kalamadığımız, sözümüzde duramadığımız bu konuda zafiyete düştüğümüzün de itirafıdır.

“Allahım çok günaha düştüm artık sana karşı yüzüm kalmadı.” yanılgısına da düşmemek, her şeye rağmen tövbe kapısını çalmak gerekir. Zira çok kurnaz olan şeytan böylece bizi tövbeden vazgeçirebilir. Bu, ayakların kaydığı ince bir noktadır… Günaha ne kadar sıklıkla düşsek ve bu konuda ne kadar irade zafiyeti göstersek de ısrarla yine tövbeye yönelmek işin önemli bir püf noktasıdır. Yukarıda ifade ettiğim gibi şeytan bu noktadan girerek çok kişiyi eminim ki tövbesiz ahirete göndermiştir.

Yani “Ben tövbemde sebat edemiyorum, bu durumda daha çok günahkâr oluyorum…” gibi düşünce hatalarına düşmemeli, günde yetmiş defa günaha düşsek, yetmiş defa tövbeye yönelmeliyiz. Zira bir hadis-i şerif bunu şöyle ifade ediyor: “İstiğfar eden kimse günde yetmiş kere de tövbesinden dönse günahta musır (ısrar etmiş) sayılmaz.” (Tirmizî, Ebû Davud)

Neticede Tövbe, yenilenme ve temizlenme hususunda kararlı ve ısrarcı olmaktır. Günahlarımız, hatalarımız yüzünden en sevdiklerimiz bile bizi belki terk eder ama Rabbimiz bizi terk etmez bilincinde olmaktır.

“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar…” (Nisa, 4/48) ayeti çerçevesinde özellikle şirkten kaçınmak ama diğer tüm günahlar için ümidimizi ve inancımızı asla kaybetmemektir.

Neticede Allah bizleri tövbeden geri koymasın; zira tövbe edebilmek bile Rabbimiz’in bizi affetmek istemesinin en açık göstergesidir.

Bu sebeple Kalû Belâ’da verdiğimiz sözümüzü tam olarak yerine getiremediğimiz için tövbe edelim.

Namazımızı huzur ve huşû içerisinde kılamadığımız için, oruçlarımızı layıkıyla tutamadığımız için tövbe edelim.

Sevmemiz gerekenleri yeterince sevemediğimiz, aramamız gerekenleri, sormamız gerekenleri yeterince arayamadığımız soramadığımız için tövbe edelim.

Analık babalık ve evlatlık görevlerimizi bi-hakkın yerine getiremediğimiz, müminlik görevlerimizi yapamadığımız için tövbe edelim.

Bir de ayrıca yaptığımız ibadetleri gurur, kibir ve ucubla zayi etmemek için tövbe edelim.

Evet, Rabbimiz’e çok tövbe edelim; çünkü hatalarımız, kusurlarımız saymakla bitmez…

Bunların hepsini düzeltmek, hepsinden kurtulmak mümkün olmasa da belki tövbe ile hepsinin telafisi mümkün; hiç olmazsa bu bağışlamadaki cömertliği görmezden gelerek kendimize yazık etmeyelim.

Allah’a emanet olun.