İrade Yönetimi / Klinik Psikolog Mehmet Dinç

İnsana dair en büyük problemlerden biri... Bilmenin getirdiği farkındalığı davranışa dönüştürme hususunda neler söylemek istersiniz?

Çok şeyi biliyoruz, çok şeyin farkındayız, inanılmaz farkındalıklarımız, tecrübelerimiz, görgümüz, bilgimiz var ama hayata dönüşen davranış anlamında, maalesef, bildiklerimizin yüzde kaçını hayata döndürebiliyoruz? Tabii, bunun belki birçok sebebi vardır ama en temel, en önemli, en kritik sebebi, irademizin zayıf olması, yani bilgimizi davranışa dönüştürecek güce sahip olamamamız. Biliyoruz ama biliyor gibi yaşayamıyoruz. Kur’an-ı Kerim’deki ayeti hepimiz biliyoruz; “Hiç bilen ile bilmeyen bir olur mu?!” diyor. Soru değil, cevap bu; bilen ile bilmeyen bir olmaz. Nasıl bir olmaz? Oturması bir olmaz, kalkması bir olmaz, konuşması bir olmaz, ilişkisi bir olmaz, hayatı yaşayış üslubu ve tarzı bir olmaz. Bir oluyorsa, o bilen bilmiyor esasında. Bugün, baktığımızda, okuyan ile okumayan, bilen ile bilmeyen, anlayan ile anlamayan aynı hayatı yaşıyor. Bakıyorsunuz herkes aynı filmleri seyrediyor, aynı şarkılardan haberdar, aynı yarışma programlarını, aynı dizileri takip ediyor, aynı kötü dedikoduları yapıyor, aynı videolara giriyor. Korkunç bir haldeyiz. Dolayısıyla, bilen ile bilmeyenin farklı olduğu bir dünyada yaşamıyoruz. Yaşamamamızın sebebi, bilmememiz değil, bildiğimizi yapmamamız, yapamamamız, kendimize gücümüzün yetmemesi, kendimize söz geçiremememiz.

Karar alıyoruz, ertesi gün bozuluyor. Niyet ediyoruz, bir hafta dayanıyor. Çok büyük sözler veriyoruz, dönüm noktaları yapıyoruz, ne kadar devam ediyor? Kişiye göre değişiyor ama devam etmesinde zorluk çekiliyor. Böyle olmak zorunda mı? Değil. 

Geçen gün şöyle bir söz gördüm: “Sabahı müşahedeye, günü murakabeye, geceyi muhasebeye ayıracaktık; biz hepsini internete ayırdık.” Bilmediğimizden mi bunun böyle olması gerektiğini? Bildiğimizden; ama gücümüz yetmiyor kendimize. 

Peki, niyeti iradeye dönüştürmek için ne yapmalıyız? 

Peki, ne bilmemiz, ne yapmamız lazım? İradeyle alakalı belli tanımlarım var. 

Birincisi, irade, enerjik bir kararlılıktır. Enerjik kararlılık ne demek? Bir karar vereceksiniz, bir niyet edeceksiniz, ama “Böyle yapacağım inşallah” gibi değil; enerjik bir şekilde, “Yapacağım arkadaş, bundan sonra böyle.” gibi. Kendi üzerimde ne kadar güçlü olduğumu kendim de farkında olarak söyleyeceğim söyleyeceğimi, enerjimi hiç kaybetmeyeceğim. Hatta artı bir şey daha koyalım, kaybettiğimiz bir şey bu: Neşesiz Müslümanlık. Müslümanlıkla, dindarlıkla neşe yan yana gelmiyor. Halbuki Müslüman’ın neşeli olması lazım. Neşe enerji verecek bize, neşe hareket verecek bize; neşe tazeleyecek bizi, Yunus gibi yapacak, “Her dem yeni geldik de bizden kim usanası” diyecek, bizden kimse usanmaması lazım. Ama çok sıkıcı, can sıkıcı bir insansak herkes bizden usanır. Niye böyle insan oluyoruz? Tazelenmiyoruz; kararımız var ya da yok, olsa bile sıkıcı karar veriyoruz. “Yahu, böyle kararlarım var, lanet olsun, nereden karar verdim!” gibi bir noktamız var. 

İkincisi; duygu düzenleme becerisi. Sevdiğimi, sevmediğimi bileceğim; niye sevdiğimi, niye sevmediğimi bileceğim ve sevmem gerekeni neşeli hale, eğlenceli hale, keyifli hale getirebileceğim. Duygularımızı yeniden düzenlemeyi becerip; neden keyif alınır, neden neşe alınır, neden zevk alınır, yeniden bir tasarlamalıyım. 

Ben öğrencilerime her dönem başında sorarım: “Arkadaşlar; yazın ne yaptınız?” Ne yaptıklarını söylerler; “Siz ne yaptınız?” derler bana. “Harikulade bir yaz geçirdim. Ne geliyor gözünüzün önüne?” derim. Derler ki: “Deniz, kum, güneş.” “Peki, bütün yazı kütüphanede geçirdim; ne düşünüyorsunuz?” “Çok sıkıcı, karanlık, boğucu...” falan derler. Burada duygular yanlış kavramlarla, yanlış düşüncelerle eşleşmiş. Hâlbuki iradede duyguyu doğru kavramlarla, doğru düşüncelerle eşleştirme ve duyguları ona göre düzenleme becerisi var.

Bir diğer mesele, kendi kendini kontrol edebilme becerisi. “Kontrolsüz güç, güç değildir.” deniyor ya. “Dur” dediğimde durabilecek gücüm olması lazım, “Git” dediğimde gidebilecek gücüm olması lazım. 

Davranışlarına karar verme gücü: Ne yapabilirim, ne yapmak istiyorum? Herkes ne yapmak istediğini biliyor. Peki, yapabilen var mı? Ne yapmak istediğimin peşinden koşabileceğim. Her insanda ideal benlik ve gerçek benlik var. Bir insan ne zaman problem yaşar; ideal benliği, olmak istediği insan orada; gerçek benliği, olduğu insan buradaysa problem yaşar. Bunların yakınlaşması lazım. Ne zaman yakınlaşır? İrademiz güçlü olduğu zaman; kendimize söz geçirip, bir tokatla gerçek benliğimizi şu tarafa çekebildiğimiz zaman. 

İrade, kişinin kararlarını, hayallerini veya planlarını gerçekleştirebilme gücüdür. Hayallerimiz olmayacak mı; olacak. Kararlarımız olmayacak mı; olacak. Planlarımız olmayacak mı; olacak. Bunları yapabiliyorsak çok güzel, işine gücüne bak, hayırlı olsun. Ama bunları yapamıyorsak problem var demektir. 

Bir diğer mesele, uzun vadeli sonuçları gözeterek, kısa vadeli zevk, keyif, kolaylığına odaklanmamak. Yani hayata biraz daha yukarıdan bakabilmek, yani daha büyük resmi görebilmek. Uzun vadede bunu yaparsam nereye götürür bu yol beni, bunu gözetmek önemli. Kısa vadede keyifli olabilir, kısa vadede zevkli olabilir, kısa vadede eğlenceli olabilir; ama kısa vadenin uzunu nereye gidiyor, bunları görebilme kabiliyeti de iradedir.

Bir diğer mesele, insanın yapmayı istediği halde yapmaması gerekenleri yapmaması, yapmayı istemediği halde yapması gerekenleri yapması konusunda kendine söz geçirebilme kabiliyetidir. Yani nefsime muhalefet etmeliyim.

Bir diğer mesele, huzurun anahtarı, kendine söz geçirebilme sanatı; bildiği, istediği, doğru bulduğu gibi yaşama başarısı. Başarı kelimesini özellikle kullandım. Çünkü bildiğimiz bir hayat var, yaşadığımız, doğru gördüğümüz; istediğimiz bir hayat var, yaşamayı istediğimiz; doğru bulduğumuz, yaşanması gereken bir hayat var. Bunların üçünü birleştirip yaşayabiliyorsak biz başarılı bir insanız. Ama bunun için önce kendimiz üzerine biraz çalışma yapmamız lazım. Bizim bildiğimiz, yaşadığımız hayat nedir, yaşamayı istediğimiz hayat nedir, doğru bulduğumuz hayat nedir; bunları teker teker yazıp, hangi noktalarda birleşiyorlar, hangi noktalarda ayrışıyorlar, bir değerlendirme yapmamız gerekiyor.

Hayat boyu başarının anahtarıdır irade. Bununla alakalı çok meşhur bir deney vardır, “lokum deneyi”: Anaokulu çocuklarını sınıfa alıyorlar teker teker, karşılarına bir tane lokum koyuyorlar. Deneyi yapan hoca çocuklara diyor ki: “İstersen bu lokum senin, şimdi yiyebilirsin. İstersen 5 dakika bekle, ondan sonra sana ikinci lokumu vereceğim.” Bunu diyor hoca ve gidiyor. Hoca gittikten sonra bazı öğrenciler alıyor lokumu, yutuyor; bazısı biraz sabrediyor, sonra dayanamıyor, yiyor. Ama bazısı lokuma bakıyor, bakıyor, bakıyor, yaklaştırıyor, uzaklaştırıyor, çeviriyor,  lokum dikkatini çekmesin diye havaya bakıyor, etrafında dönüyor, şarkı söylüyor, ama yemiyor, 5 dakika sabrediyor. Sonra hoca geliyor, bakıyor, yiyenlere bir şey vermiyor, ismini yazıyor; yemeyenlere bir tane daha lokum veriyor, ismini yazıyor. Ama ikisine de ne kızma var ne ceza var ne başka bir şey var; sadece isimlerini yazıyor. Ve bu çocukları 5 sene aralıklarla 20 sene boyunca takip ediyorlar; nerede okudular, nasıl ilişkiler kurdular, nasıl evlilikler yaptılar, nasıl işler buldular, hayatlarından memnunlar mı vesaire diye. Dünyanın çok farklı farklı yerlerinde, farklı farklı kültürlerde, farklı farklı gruplarda yüzlerce kere bu çalışma ve benzerleri yapılmış. Ve bu çocukların A’dan Z’ye her şeylerini araştırmışlar, diş sağlığına kadar. Netice şu: 5 dakika bekleyebilen, kendine söz geçirebilen, dürtülerine hâkim olabilen, arzularını erteleyebilen çocuklar hayatları boyunca daha iyi okullarda okumuşlar, daha mutlu evlilikler yapmışlar, daha başarılı işlerde çalışıyorlar ve hayatlarından daha mutlular. O kadar ki, diş sağlıkları bile ötekilerden daha iyi. Ama 5 dakika kendine hâkim olamayan çocuklar daha kötü okullarda okumuşlar ağırlıklı olarak, daha kötü işler bulmuşlar, evlenememişler ya da mutsuzlar ve hayatlarında tatmin oranı çok daha düşük, mutlu olduklarını hissedemiyorlar.

Bizim halimiz de bu dünyada o çocukların karşılaştığı 5 dakika gibi. Allahu Teâlâ buyuruyor ki, 5 dakika gibi bir ömür, sabret, sonra cennet var. İkinci lokum da değil yani, cennet var diyor. 5 dakika sabret. Kur’an-ı Kerim’de Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Kıyamet günü Allah sorar: Ne kadar kaldınız dünyada? Derler ki: Bir gün, ya da bir günden daha az bir süre kaldık…” (Mü’minûn, 23/112-113) O kadarcık kısa bir süre kalacağız dünyada. İşte o kadarcık kısa bir sürede, bir şekilde, canımız çok çekmesine rağmen, deli gibi istememize rağmen bazı şeyleri, kendimize sınır koyabiliyorsak, hazlarımızı erteleyebiliyorsak, kendimizi kontrol edebiliyorsak, kendimize dur diyebiliyorsak, bir şekilde kendimize hâkim olabiliyorsak, biz iki cihanda da başarılı, mutlu, huzurlu oluruz. Ama bunu yapamazsak ne bu dünyada ne de öte tarafta başarılı olmamız biraz zor. O yüzden işte hayat boyu başarının anahtarı “irade” diyorum.

Bu düşüncelerin ve irade beyanının günlük hayata yansımalarında neler var?

Şunları bilmemiz lazım. Bir, irade sadece öğretim değildir. Hayatınızı baştan sona değiştirmeniz gereken bir süreçten bahsediyorum ve sadece psikolojinizi, düşünce yapınızı, kararlarınızı değiştirmeniz yetmeyecek; davranışlarınızı, hayat tarzınızı, sisteminizi olduğu gibi değiştirmeniz gerekiyor. Ve bunun için bedeninizi devreye sokacaksınız, bedeninizle alakalı bazı düzenlemeler yapacaksınız. Yattığınız kalktığınız saatle alakalı, hareketlerinizle alakalı, yemeklerinizle alakalı, bedeninizin her şeyiyle alakalı bir düzenleme yapacaksınız. Beyninizle alakalı, düşünce tarzınızla alakalı, aldığınız bilgilerle, aldığınız algılarla, duyumlarla alakalı bir düzenleme yapacaksınız. Sosyal çevrenizle alakalı bir düzenleme yapacaksınız, alışkanlıklarınızla alakalı bir düzenleme yapacaksınız. Yoksa irade diye bir şeyin altından kalkmak mümkün olmaz. İradenizi güçlü hale getirmek istiyorsanız yaşam tarzınız baştan aşağı değişmek zorunda.

Bu çalışmalar hangi yaş gruplarında daha anlamlı sizce?

İradenizi güçlendirmeye ne kadar erken başlarsanız, iradenizi güçlendirmeniz, hâkim olmanız o kadar kolay ve sabit olur. 20-25’li yaşlardayken daha kolaydır; 30 yaşındaki insan için daha zor, 40 yaşında daha da zor, 45’inde daha da zor. İki açıdan daha zor: Hem başlatma hem sürdürme anlamında daha zor. Yani 40 yaşında bir insan karar verdi, 30 yaşında bir insan karar verdi, 20 yaşında bir insan karar verdi; en kolay 20 yaşındaki insan başlar, en uzun süre 20 yaşındaki insan götürebilir, şayet yeteri kadar gerekli tedbirleri aldıysa.

Psikolojik durumumuz ve kişilik yapımız iradeyi nasıl etkiliyor? 

Dört tane kişilik yapısında, dört tane hayata bakış tarzında problem var. Bunlardan bir tanesi, ödül beklentili bir hayat yaşıyorsanız. Yani ne yaparsam peşinden ödül gelsin ne yaparsam hemen karşılığını göreyim gibi bir beklenti varsa bu insanın iradesine hâkim olması biraz sıkıntılı olur. Bununla alakalı kendi kendini eğitip bir düzenleme yapmalı.

İkincisi, bağlanma bozukluğu varsa. Yani bir şeye bağlanıyor, bırakamıyor, “Ben bunsuz yapamam, ben bunsuz yaşayamam; bir bu var, başka bir şey yok hayatımda...” diye, bırakmayla alakalı kusurları varsa, bu insan da problem yaşayabilir.

Üçüncüsü, seçici kontrol kaybı. Yani belli şeyler yönünde kontrolünü kaybettiyse, bağımlılık geliştirdiyse; sigaraya, uyuşturucuya, internete bağımlılık geliştirdiyse, burada da insan iradesini kontrol etmekte problem yaşayabilir.

Dördüncüsü de dürtüselliği varsa. Düşünmeden hareket etme, hareket ettikten sonra düşünme; hareket edip zihninde süzmeden, hızlı bir şekilde yapma ve bunun neticesinde de tahrik edilmeye direnememe varsa, burada da problem var.

O yüzden, kendi kendimizi bir kontrol etmeliyiz. İradeyle alakalı problemimiz varsa, acaba ödül beklentili eğitim eksikliğimizden dolayı mı söz konusu oluyor; bağlanıyoruz, bırakamıyoruz, bundan dolayı mı oluyor; bağımlılık geliştirmişiz bazı şeylere, bundan dolayı mı kendimizi kontrol edemiyoruz; yoksa dürtüselliğimiz mi var, düşünmeden hareket ediyoruz, sonra pişman oluyoruz, ama sonra yine yapıyor muyuz, buna bir dikkat etmemiz, kendimizi analiz etmemiz lazım.

Başka ne oluyor, ne zaman sorun yaşıyoruz?

Birincisi, irademizi kullanmamız için gereken nedenimiz yeteri kadar sağlam değilse. Yani ben bir şeye karar verdim. Niçin? “İyi olur” Herkes “İyi olur” diyor; “İyi olur, o yüzden karar verdim.” Bu yeterli değil. Sağlam bir sebep değil bu. Güçlü bir şey olması lazım. Bize danışanlar gelir der ki: “Ders çalışamıyorum; bu sene muhakkak üniversiteyi kazanmam lazım, ama ders çalışamıyorum.” “Çok önemli mi?” “Çok önemli.” “Senin için ne kadar önemli?” “Hayat memat meselesi; illa kazanmam lazım, yoksa hayatım kararır, şöyle olur, böyle olur...” “Çalışamıyorsun.” “Çalışamıyorum.” “Tamam, peki.” Derim ki onlara: “Anne-babanı alsam, başlarına silah dayasam, desem ki, ya sen 1 ay ders çalışacaksın ya da bunları öldüreceğim; ders çalışır mısın?” “Tabii ki çalışırım.” der. “Ama zor.” “Olsun, çalışırım; annem babam ölecek yoksa.” “Ama hiç canın istemiyor.” “Yahu, annem babam ölecek, çok ciddi mesele.” Ha, çalışırsın. Ne zaman? Mesele çok ciddi olduğu zaman. Ama “Çok önemli yahu, keşke yapsak, keşke herkes yapsa.” noktasındaysanız, o zaman, yapamazsınız. Neden? Hayat memat meselesi olacak. İradeyi, bütün gündemleri bir kenara bırakıp birinci gündem haline, birinci öncelik haline, hayat memat meselesi haline getirdiğiniz zaman, nedeniniz sağlam olduğu zaman önünüzde sıkıntı kalmaz.

Nietzche’nin çok güzel bir sözü var ya bununla alakalı; diyor ki: “Neden sağlam olursa nasıllar kaybolur.” Yani sağlam bir nedenin varsa, güçlü bir nedenin varsa, bu nasıl olacak, o nasıl olacak, şu nasıl olacak, onların hepsi gider. “Nasıl diye bir şey kalmadı, illa yapacağım.” deriz yani, “Nasılı yok bunun, ya öleceğim ya kalacağım, yapacağım ben bunu” noktasına geliriz. O yüzden, nedenin sağlam olması çok önemli.

Kendimden beklentim düşükse problem yaşarım. “Benden bir şey olmaz; yapamam, olmaz yahu.” Ya da yaptığım işten beklentim düşükse; “Yapsam ne olacak, yapmasam ne olacak; bununla mı değişeceğim?!” dersem sıkıntı var. Ya da kendimden beklentim çok yüksek, yaptığımdan da beklentim çok yüksekse, “Ben dünyayı kurtarmalıyım, şöyle yapmalıyım, böyle yapmalıyım” gibi, kendimi ağır ağır yüklerin altına koyup bir türlü altından kalkamıyorsam, burada da irademi kullanmam çok söz konusu olmaz, kendi kendimi felç ederim.

İradeyi hayata geçirsek dahi her seferinde bu denli düz ve kolay uygulanabilir mi? 

İrademizi gereksiz yorunca çok büyük problem yaşarız. Bu çok önemli. Bu, hepimizin yaptığı bir şey. İrademizi gereksiz yorunca problem olur. Bunu anlatmak için bir deney anlatayım.

İradeyle ilgili çalışmalar yapan Baumaster isimli bir bilim adamı var. Lokum deneyini yapanlardan da biridir. Bu adam bir deney yapmış. Deney şu: Öğrencilerine diyor ki: “Bir çalışma yapacağız, gönüllü olan gelsin.” Geliyor öğrenciler birer birer. Bir grup öğrenci geldiğinde şöyle bir durumla karşılaşıyor: Odaya giriyorlar, odada harikulade bir kek kokusu, fırından yeni çıkmış bir tabak kek. Hoca diyor ki: “Otur beş dakika, benim bir işim var, geleceğim. Beklerken keki yiyebilirsin.” Adam beklerken keki yiyor. Ondan sonra hoca buna bir soru veriyor, tek bir soru, çözümü yok ama o da oturup çözmeye başlıyor. İkinci grup öğrenci geliyor. İkinci grup öğrenci geldiğinde yine senaryo aynı; yine harikulade bir kek kokusu, yine masada güzel bir tabak kek var; fakat yanında turp var. Hoca diyor ki: “O kek misafirlerim için. Sen beş dakika bekle. Beklerken turpu yiyebilirsin ama keke sakın dokunma, misafirlerime vereceğim.” Adam içeri girmiş, kokuyu almış, canı kek çekmiş, ondan sonra oturmuş, keki yiyemiyor, turp yiyor, keke bakarken soru çözüyor. İkisine de aynı soru sorulmuş. Soru tek bir soru ve cevabı olmayan bir soru. Hocanın ölçmek istediği mesele şu: Kim daha çok mücadele edecek, kim daha çabuk pes edecek bu cevabı olmayan soru için? Ben bu araştırmayı okudum, ne dedim? Dedim ki, keki yemeyen daha çok mücadele etmiştir. İradesini kullandı ya, keki yemedi, soru için de daha çok mücadele eder dedim. Sonuç ne? Tam tersi. Niye tam tersi? Çünkü irademizin de bir kapasitesi var. O kapasiteyi israf ettiğinizde, gereksiz yere kullandığınızda, gerekli yere kalmıyor; gerekli yere kullanmanız gerektiğinde elde bir şey kalmamış oluyor. Adam içeri girdi, iradesi bu kadar, canı kek çekti, hoca “Ye” dedi, yedi. İradesini hiç kullanmadı ki, soruyla karşılaştığında bu iradeyi kullanıyor. Ama ötekisi, geldi, keki canı çekti, hoca “Yeme” dedi. “Yeme, yeme, yeme, yeme, yeme...” İradeyi kullandı, yarım kapasite iradeyle soruyla karşı karşıya kaldı.

Bundan neyi kastediyorum? Şunu kastediyorum: Bizim kendi idealimize, kendi planlarımıza, kendi hayallerimize, kendi kararlarımıza uygun olmayan ortamlara devamlı girer çıkar ve kendimize “Yapma, yapma, yapma, yapma...” dersek, irademizi ziyan ederiz, sonra da yapmamız gerekenleri yapamaz hale geliriz. 

Davranış-düşünce-duygu bütünlüğü kaybolunca da iradeyi kullanmakta problem olur. Yani benim kalbimdeki yaşam tarzı başka, doğru bildiğim yaşam tarzı başka; yaşadığım yaşam tarzı başka. Böyle bir insan garip gelebilir, ama bu yaşam tarzı çoğunlukla var. Yani eleştirdiğimiz insanların yaptıkları hatalar, yanlışlar, kötü davranışlar bazılarımızın hoşuna da gidiyor, imkân olsa o da yapacak. Gönlünde o yanlış davranışa karşı sevgi birikmiş. Bazen eleştiriler olur, herkes bir ortamda birisini eleştirir: “Şöyle gösteriş yapıyor, şunu satın almış, şunu yapmış, böyle yapmış, şöyle yapmış...” Örnek vermeyeyim, kötüyü konuşmayalım. Ama bir şekilde kalbimize baksak, kalbimizde onun sevgisi var. Düşüncemiz yanlış diyor. O yüzden, entelektüel olarak konuştuğumuzda, “Çok yanlış, yazıklar olsun!” diyoruz. Ama imkânımız olsun, aynısını biz yapıyoruz. Akıl ile kalbi birleştirmek lazım. Neyi sevdiğimi, neyi doğru bulduğumu, neyi yaptığımı aynı hizaya sokmam lazım. Bunların arasında birlik kaybolursa iradeyi kullanmam çok çok zor olur. Bu da neyle alakalı? Kötüyü gördükçe, kötüyle karşılaştıkça, kötüleri konuştukça, bir süre sonra sevmeye başlayacağız. O yüzden, kötüleri ve kötülüğü, yanlışı ve yanlışları çok konuşmamak da gerekiyor. Aksi durum meşhur etmek oluyor, sever hale getiriyor onları.

Grubun içerisine girmek, gruplarla beraber hareket etmek, doğru düzgün iyi işler yapan bir grubun içerisinde olmak irademizi kullanmayı kolaylaştıracaktır. Böyle iyi grupların içerisinde olmaya dikkat etmeye çalışalım.

İradenin bileşenlerinde başka neler var? 

Mevlana’nın çok güzel bir sözüdür: “Testinin içinde ne varsa dışına o sızar.” der. Kalbi sağlam tutacağız. Kalbin beslenme kaynağını kontrol etmemiz lazım. Ne görüyorum, ne duyuyorum, ne konuşuyorum? “Her şeyi görüyorum.” Her şeyi yiyor musun; yemiyorsun. Niye her şeyi görüyorsun?! “Her şeyi duyuyorum.” Niye her şeye kulak veriyorsun? Her şeyi yiyor musun, her şeyi mideye atıyor musun; atmıyorsun. Niye her şeyi zihnine atıyorsun, kalbine atıyorsun?! Midemize gösterdiğimiz hassasiyeti kalbimize de gösterelim, zihnimize de gösterelim; gördüğümüze, duyduğumuza, konuştuğumuza da gösterelim. 

Bir diğer mesele, yenilmeye alışmak.Yenilmeye alışmak yok. Bu dünya imtihan dünyası. Yenileceğiz, yeniden kalkacağız; yenileceğiz… Yenilmek diye bir şey yok. Düşmek ayıp değil bu dünyada; düşüp kalmak ayıptır arkadaşlar, düşüp kalkmamak ayıptır. İnsan yürümeyi öğrenene kadar ortalama 200 defa düşer kalkar, düşer kalkar. O yüzden, “İnsan düşe kalka büyür” derler. Şöyle bir insan duydunuz mu; 30 yaşında, çocukken 150 defa düşmüş, “Aaa, yeter be, ne bu, sürekli düşüyorum.” demiş, böyle sürünüyor, hiç kalkmamış? Yok böyle bir insan. Doğaya, gelişime aykırı bu. Düşmek normal, kalkmamak anormal. Hayat bizi bazen savuracak, istediğimiz gibi yaşayamadığımız zamanlar olacak, hatalar yaptığımız zamanlar olacak, kararlarımızı tutamadığımız zamanlar olacak, irademize söz geçiremediğimiz zamanlar olacak, dürtülerimizi kontrol edemediğimiz zamanlar olacak… “Benden artık bir şey olmaz, bu böyle gidecek.” demek yok, yenilmek yok. Cahit Zarifoğlu diyor ya: “Hayır kalbim.Yorulmadım hayır hayır. Yıkıl daha.” Yıkılacak, tekrar kalkacak. Yenilsem de bir daha kalkacağım. “Daha güzel yenileceğim.” diyor ya İsmet Özel, daha güzel yenileceğim.

İrade kas gibidir, ne kadar kullanırsanız o kadar güçlenir ne kadar kullanmazsanız o kadar zayıflar. Şu elimi 1 ay kullanmayayım, bir şey kaldıramaz hale gelirim, fizik tedaviye ihtiyacım olur. İrade de böyledir. Kullanmazsanız, kullanmazsanız her dediğiniz olursa her istediğinizi yaparsanız, o zaman, yapmamanız gereken bir şeyle karşılaştığınızda ona karşı koyamaz hale gelirsiniz. Bilirsiniz, bütün gönlünüzle bilirsiniz yanlış olduğunu, bütün aklınızla bilirsiniz yapmamanız gerektiğini, bütün benliğinizle karşı durmak istersiniz; ama duramazsınız. Niye? Kas zayıf, artık tutamıyor. İrade de böyle. O yüzden, günlük hayatımıza mutlaka bunun antrenmanlarını koyacağız. Her dediğimiz olmayacak, her istediğimiz olmayacak, her istediğimizi yemeyeceğiz, her istediğimizi yapmayacağız, her aklımıza geleni konuşmayacağız, her canımız istediğini seyretmeyeceğiz, her gönlümüze düşeni dinlemeyeceğiz. Bir sınır, bir ölçü, bir limit koyacağız kendimize, karşı duracağız kendimize ki güçlensin, antrenmanlı olmuş olsun irademiz.

Gelişimin çok temel kurallarından biridir; hiçbir şey verilip bırakılmaz, kullanmazsan alınır. Ya kullanırsın ya kaybedersin. İrade de öyle sana verilmiş, ömür boyu böyle kullanacağın, senin olacak bir şey değil; kullanırsan kullan, kullanmazsan gider. O yüzden, ne kadar kullanırsak o kadar bizim ne kadar kullanmazsak o kadar bizim değil.

Peki, ne yapmamız gerekiyor?

Birincisi, sebepleri iyi analiz etmemiz lazım. Sebepler derken şunu kastediyorum: İradeni kullanmama engel hangi sebeplerim var benim, hangi noktalarda devamlı tuzağa düşüyorum, hangi noktalarda kendime söz geçirmekte zorlanıyorum, hangi noktalarda kendime hâkim olamıyorum, dürtülerimi kontrol edemiyorum ve bunu kolaylaştıran zamanlar, mekânlar, insanlar neler? Yani benim irademi güçlü hissettiğim mekânlar neler, zamanlar neler, insanlar neler, işler neler? İrademi zayıf hissettiğim, söz geçiremediğim zamanlar, mekânlar, işler, insanlar neler? Bunları belirleyeceğim. Beni zayıflatan insanlardan, mekânlardan, işlerden ve zamanlardan uzak durmaya; beni güçlendiren insanlardan, zamanlardan, mekânlardan ve işlerden daha fazla faydalanmaya gayret göstereceğim. 

Bir diğer mesele, temel değerleri bilmemiz lazım. Temel değerlerden kastım şu: Bana ait belli özel değerlerimin olması, mümeyyiz vasıflarımın olması lazım. Mesela, Hazreti Ebubekir deyince cömertliği ve sıddık özelliği akla ilk gelenler. Hazreti Ömer dediğimizde cesaret geliyor, şecaat geliyor. Hazreti Osman dediğimizde hayâ, cömertlik geliyor. Hazreti Ali dediğimizde ilim geliyor, yine cesaret geliyor. Kendimize soralım, kendi adımıza soralım: Benim adımı insanlar nasıl biliyorlar? Beni en iyi tanıyanlar... Örnek olarak veriyorum, Ayşe eşittir ne geliyor akıllarına? Ahmet eşittir ne geliyor akıllarına? Bizimle alakalı çok bariz temel değerlerimizin, ölçütlerimizin olması lazım. Ve biz, bu kadar sahiplendiğimiz, bu kadar bizimle bütünleşmiş, bu kadar biz olmuş değerlere yapışarak, bize yakışmadığı için onu yapmayalım. Çok güzel bir söz var, diyor ki: “Allah’tan korkmuyorsan, kuldan utan.” Biz Allah’tan da korkuyoruz, kuldan da utanıyoruz. “Kullar beni böyle bildiği için, ben bu değerlerime yapıştığım için yakışmaz bana asla. Allah affeder, ama ben yakıştıramam kendime, yapmayacağım bunu.” dememiz lazım. Öbür türlü, Allah affeder diye, kimse görmüyor diye kendi kendimizi kandırırız.

Bir diğer husus, tercih ettiğin kendini bilmek çok önemli. Her yeni güne kalkarken niyetlenerek kalkmamız lazım. Sabah kalktık, soralım kendimize; “Bugün ben nasıl bir insan olmak istiyorum?” Tembel bir insan mı olmak istiyorum, çalışkan bir insan mı olmak istiyorum? Okuyan bir insan mı olmak istiyorum, seyreden bir insan mı olmak istiyorum? Düşünen bir insan mı olmak istiyorum, düşünmeyen bir insan mı olmak istiyorum? Kaba bir insan mı olmak istiyorum, nazik bir insan mı olmak istiyorum? Yardımsever bir insan mı olmak istiyorum, umursamaz bir insan mı olmak istiyorum? Hodgam mı olmak istiyorum, diğergam mı olmak istiyorum? Soralım kendimize ve tercih ettiğimiz kendimize göre davranalım.

Bir teyze geldi geçen sene bana. Ofise telefon açmış, demiş ki: “Ben Mehmet hocayla görüşmek istiyorum, radyoda dinledim.” Bizim ofisteki sekreter de sorar: “Derdiniz ne?” Çünkü derdi olmayan kimse aramaz bizi. Kadıncağız demiş ki: “Hiçbir derdim yok; hocayla konuşmak, kendimi daha geliştirmek istiyorum.” 60 yaşındaki kadın söylüyor bunu. Telefonla konuştum, dedim ki: “Acil bir durumunuz var mı? Şu sıralar biraz sıkışığım, o yüzden diyorum; acil bir şey varsa, ya size olağanüstü bir randevu vermeye çalışayım ya da başka birine yönlendireyim.” “Yok, acil bir durum yok, sizinle görüşeceğim.” dedi. “Peki, o zaman biraz ertelesek kusura bakar mısın?” dedim; “Bakmam” dedi. 6 ay sonra randevu verdik. 6 ay sonra teyze geldi, hem de İstanbul’un öbür ucundan gelmiş. Geldi dedi ki: “Hocam, ben radyo programlarını dinledim, istifade ettim; daha çok istifade etmek için sizinle bir saat konuşmak istiyorum, nasıl daha düzgün bir hayat yaşayabilirim diye.” Çok şey öğrendim kendisinden, teyze hayatımı güzelleştirdi, bana katkısı oldu o konuşmanın. 

O teyzeden öğrendiğim şeylerden bir tanesi: Dedi ki: “Hocam, ben her sabah kalkarım, derim ki: ‘Allahım, ne olur, bugün en az bir kişiye yardım etmeyi bana nasip et.’ Allah karşıma çıkartır. Bazen vakit ikindi olur, hâlâ karşıma çıkmaz, beni telaş sarar, duam kabul olmadı mı diye. Ama akşam olmadan muhakkak biri karşıma çıkar, ben ona yardım ederim.”

Teyze, sabah kalktığında kendini yardımsever biri olarak tercih ediyor ve o şekilde hayatını, o gününü şekillendiriyor. Biz nasıl şekillendiriyoruz, bir soralım kendimize. Sabah kalktığımızda nasıl bir insan olmak istiyoruz? O gün bize bir hediye; nasıl yaşamak istiyoruz bu hediyeyi, nasıl değerlendirmek istiyoruz, nasıl kıymetlendirmek istiyoruz, hediyeyi verene nasıl teşekkür etmek istiyoruz? Buna göre irademizi kullanmamız kolaylaşacak ya da zorlaşacaktır.

Bir diğer mesele: Beden ile ruh birbirinin mütemmim cüzü, tamamlayıcısı; birbirinin aleyhine, birbirinin zıddına çok hareket edemezler. Bu ne demek? Şu demek: Bedende bir sıkıntı varsa ruha yansır, ruhta bir sıkıntı varsa bedene yansır. O yüzden, bedeninizi tanımadan, bedeninizin suyuna gidip ona uygun hareket etmeden (nefsinize demiyorum, bedeninize diyorum) ruhunuzu terbiye edemezsiniz. Bununla ilgili de bir yazı yazmıştım; “Terbiyesiz Bedenin Terbiyeli Ruhu Olmaz” diye. Bedeni terbiye etmeden ruhu terbiye edemezsin; bedeni terbiye etmemiz lazım. O yüzden de bedeninizi tanımanız lazım. Bedeniniz hangi noktalarda sizi zorluyor, hangi noktalarda daha rahat ediyor, onları da bilmek lazım. Mesela gece geç yatınca mı iradenize daha hâkim oluyorsunuz, sabah geç kalkınca mı iradenize daha hâkim oluyorsunuz? Kahvaltı yapınca mı iradenize daha hâkim oluyorsunuz, kahvaltı yapmayınca mı iradenize daha hâkim oluyorsunuz? Midenizi şişirince mi iradenize daha hâkim oluyorsunuz, yoksa belli bir oranda yiyince mi iradenize daha hâkim oluyorsunuz? Vücudunuzu bir tanıyın; nasıl cevap veriyor; sizinle ilişkinizde, iradenizle ilişkinizde nasıl bir cevap veriyor, bir tahlil etmek lazım.

“Sorgulanmamış hayat hayat değildir.” derler. Sorgulamamız lazım hayatımızı, analiz etmemiz lazım, incelememiz lazım, işlememiz lazım. Adım adım, gıdım gıdım o hayatın hesabını vereceğiz.

Şu üç sözle bitirmek istiyorum:

Bir tanesi: “Fani olanın sureti, hakikatinden güzel görünür ve insanı aldatır.” Fani olan şeylerin görüntüleri, sesi güzel çıkar, güzel görünür. Ama o şeye sahip olduğunuzda, o şey elinize geçtiğinde, “Bu mudur?!” dersiniz. Düşüncesi kendisinden daha güzeldir, daha keyiflidir, daha lezzetlidir. Bu yüzden de insan suretine bakar, kendisi de böyledir zanneder, aldanır. İnsanı aldatır bu şeyler. Günah olan şeyler, hata olan şeyler, yanlış olan şeyler çok neşeli, çok zevkli, çok keyifli, çok eğlenceli gibi görünür. Bir yaparsınız, anlarsınız ki değilmiş yani, değilmiş, aldanmışsınız. Baki olanların ise hakikati suretinden güzeldir. Suretine bakarsınız, sıkıcı görünür, tatsız görünür, neşesiz, keyifsiz görünür. Hâlbuki öyle değil; içine girsen, sahip olsan, yapsan, güzeldir, keyiflidir, lezzetlidir. İnsan aldanır. Aldanmayalım arkadaşlar! İrademizi kullanırsak aldanmayacağız inşallah.

Bir diğer söz yine çok güzel bir söz: “A planınız işe yaramazsa rahat olun, daha 28 tane harf var alfabede.” İradenizi kullanmak için bütün yolları mümkün olduğu kadar kullanmaya dikkat edin.

Bir diğer söz de Victor Hugo’nun güzel bir sözü: “İnsanlar güçsüzlükten, imkânsızlıktan, yokluktan dolayı başarısız olmazlar; insanlar iradesizlikten dolayı başarısız olurlar.” 

İrade meselesi bizim temel meselelerimizden bir tanesidir. Ne kadar erken kendimize bir çerçeve çizer, bir çizgi takip edersek o kadar daha kolay olacak; ne kadar kendimizi bırakır ve hayatımızı toparlamazsak o kadar zor olacak. Kolay bir süreç değildir, zordur. Ama değer mi? Fazlasıyla değer.