Sevgi, gönlümüzün çok önemli bir ameli… Kalplerimiz bu duygunun hakkını vermeli… Özellikle bugünlerde buna çok ihtiyacımız var. Müslümanların ve hatta tüm İslam âleminin birleşmesi, kenetlenmesi; bu duygunun bizleri sarması, gönüllerimizi birbirimize karşı ısıtmasıyla mümkün… Rabbimiz de bizden bunu istiyor. İşte ayetle de bu gerçeğin ispatı: “Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin; fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir.” (Enfal, 8/63)
Yani açıkça bu ayet “Ancak sevginin yapabileceği bir şeyi başka bir şeyle yapamazsınız.” hatta “Yeryüzünün bütün servetini, zenginliğini bu uğurda harcasanız yine yapamazsınız.” diyor.
Aşağıdaki ayette ise sevgi duygusunun Rahman’ın ikramı olan bir duygu olduğu, onu kalplere ancak Rahman’ın koyduğu ifade ediliyor: “İnanıp salih ameller işleyenler için Rahman, (gönüllere) bir sevgi koyacaktır.” (Meryem, 19/96) Peygamberlerin ümmetine, annelerin yavrularına, büyüklerin küçüklere, sevgi ve şefkati ve merhameti, Rahman’ın ikramı olan bir duygu demek ki… Vahşi hayvanlar da yavrularını, kendilerine ikram edilmiş olan bu duyguyla sahipleniyor, bu duyguyla koruyorlar…
O zaman bu duygunun gönüllerden tamamen alınması dünya için nasıl büyük bir felaket olurdu bir düşünün…
Bence dünya bugün bu felaketi yaşıyor; artan küfür, günah ve zulüm… Gönüllerden sevgiyi aldı, yerine düşmanlık, merhametsizlik, acımasızlık tohumlarını ekti… İnsanlığın acilen tövbe etmesi ve bu nankörlükten çıkması lazım.
Evet, bu duygu tüm ümmetin hatta tüm insanlığın kurtuluşu için çok acil olarak lazım olan bir duygu… Yalnız bu duygunun müspet anlamda varlığını koruması ve güçlenerek bizi sarması bazı şartlara bağlı: Allah’a inanmak ve salih ameller işlemek… Yani Rahman’ın ikramı olan bu güzel duyguyu gerçek olarak gönlünüzde hissetmek istiyorsanız önce Rahman’a inanmanız, bu konuda şirk içinde veya inkâr konumunda olmamanız gerekiyor… Çünkü zalimler bu duygunun müspet olanını yaşayamazlar. Küfür, şirk gibi Allah hakkındaki asılsız ve haksız iddiaların ise büyük zulüm olduğu ayet-i kerimede ifade edilmiştir: “Lokman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: Yavrum! Allah’a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.” (Lokman, 31/13)
Öyle ya bu güzel duyguyu sana ihsan eden cömert eli görmezden gelerek, inkâr ederek veya tabiata, tesadüflere bağlayarak buna nasıl sahip olacaksın ki?
Ayetin devamında salih amellerin bu sevgiyi artıracağı, gönülleri, kin, düşmanlık, sevgisizlik belasından temizleyeceği ifade ediliyor.
Sevgi duygusu fıtratımızda olan yani Rabbimiz’in gönlümüze koyduğu bir duygu. Bu duygu temelde bizde olmasa biz kimseye karşı sevgi hissedemezdik… Zararlı olanı da faydalı olanı da dünyayı da ahireti de sevmek önce bu duygunun bizdeki varlığına bağlı… Görme organı olan gözümüz gibi bir şey yani… Gözümüz olmasa biz güzeli de çirkini de günahı da sevabı da göremezdik. Göz önüne geleni istemesek de görüyoruz, ama kontrol bizim elimizde, fener gibi nereye tutarsak orayı görüyoruz.
Gönül de onun gibi seviyor, Allah’ı sevdirmezsen, şeytanı seviyor. Allah dostlarını, müminleri sevmezse kâfirleri seviyor, Allah düşmanlarını dost edinip onları seviyor, illa ki seviyor…
Allah, özellikle gönlü kendini sevmemiz için yaratmış hâlbuki.
Mesela cinsellik nasıl ki meşru dairede olunca güzel ama gayri meşru olunca sapıklaştırıyorsa insanı, gönlün sapıtması da öyle… Allah’tan başka şeyleri Allah gibi seven gönül de sapıtıyor, tabiri caizse sapık oluyor.
İnsanoğlu, sevginin önemli bir kuralı olarak kendine benzeyeni seviyor, yani kim kime benzerse onu seviyor…
Sevme daha çok tanımaya bağlı bir duygu… Birçok vesileyle anlattığımız gibi, sevgi, gönlün iyilik gördüğü kimseye veya güzel olana, kâmil olana kendiliğinden olan meyli. İnsan önce kendini ve kendine ait olan şeyleri seviyor… Kendine ait olmasa da güzelliği ve kemâlâtı seviyor…
İnsan ilişkilerindeki sevgide ise gönlün tanıdığı hoşlandığı şeye meyletmesi daha çok. O zaman, tanımadan birini sevmek ve hele karşı cinse bir görüşte âşık olduğunu söylemek ise sevmeyi sevmektir, başka birşey değil…
O zaman çocuklarımızın, genç kardeşlerimizin bir iki görmeyle karşı cinse âşık olmaları yani platonik aşkları, sadece sevmeyi sevmenin neticeleridir demek ki.
Peki, sevmeyi sevmek kötü müdür? Hayır, ama evlilik gibi bir ömür sürecek beraberlikler, eşlerin birbirini tanıması neticesi oluşan sevgi ile olmalı, yoksa bu tür evlilikler kısa zamanda ayrılıkla sonuçlanmakta…
Sevgi duygusu insanı değerli kılan ve insan için olmazsa olmaz olan en gerekli bir duygu ve yukarıda da ifade ettiğimiz gibi fıtri yani yaratılıştan bizde olan bir duygudur. Ama kimilerinin bu duygusu kişilere özel birtakım kötü şartlar gereği geriye çekilmiş, üstü örtülmüş, korku, öfke, kin, haset vb. duygularla yer değiştirmiş olabilir. Bu duyguyu gönlünde yeterince bulamayanlar, katı kalpli ve sevgisiz olarak yaratılmış olduklarını peşinen kabul ederek bu hallerine razı olmasınlar. Bütün kalp marazları gibi bu hali de geçici bir durum olarak değerlendirip bunun tedavisi için uğraşsınlar… Mesela sevgilerini açığa çıkarmak için ilk önce sevmeyi sevmekten işe başlasınlar ki bu başlangıç çok önemlidir.
Dinimiz sevgiyi büyük bir kulluk görevi ve büyük bir ibadet olarak bizden istiyor. Mesela Rabbimiz’i sevmemizi, O’nun Resulü’nü sevmemizi, müminler olarak birbirimizi sevmemizi, dostlarımızı sevmemizi istiyor. O zaman, dinimizce de sevilmesi bizden istenen şeyleri sevebilmek için gönlümüzü kinden, adavetten, hasetten temizlemek, bunlar gibi kötü duyguların istilasından kurtararak sevgi potansiyelimizi açığa çıkarmak bizim önemli bir kulluk görevimiz.
Yüce Kitabımız ve kutlu Peygamberimiz biz müminlere; Allah ve kulları arasında, peygamber ve ümmeti arasında, müminlerin kendi aralarında güçlü bir sevgi bağının olması gerektiğini söylüyor.
Mesela, “…Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler…” (Maide, 5/54) ayeti açıkça Müminler ile yüce Rableri arasında güçlü bir sevgi bağına işaret ediyor.
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Âl-i İmrân, 3/31)
Bu ayet ise Rabbimiz’i sevmemizin imanımızın kaçınılmaz bir gereği olduğunu ifade ederken Allah’ın da kullarını sevmesini şarta bağlıyor; o da gönderdiği Resulü’ne uymak…
Evet, Allah’ı sevmek iddiası Resulü’ne sevgi ve bağlılığı da zorunlu olarak gündeme getiriyor. Dolayısıyla bu ayette görüldüğü gibi Allah ve Resulü’ne sevgimiz bir vacip olarak karşımıza çıkıyor.
Aşağıdaki şu hadis-i şerif ise Resule sevginin nasıllığı konusunda hem bilgilendirme hem de ciddi bir uyarı yapıyor:
“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki hiçbiriniz, ben kendisine ebeveyninden, çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça, iman etmiş olamaz.” (Müslim)
Yine iman ile sevginin arasındaki olmazsa olmaz bağa işaret eden ve müminlerin birbirini sevmesinin imanî noktada ne kadar elzem olduğuna işaret eden bir hadis: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.” (Müslim)
Sevgi, sevgi, sevgi… Ve sevgi işte bu kadar önemli…
Bu yüzden bayağı kabarık sayıda ayet ve hadis; Allah’ı, O’nun peygamberlerini, Ehl-i Beyt’i, müminlerin birbirlerini, eşlerini ve çocuklarını sevmelerini istiyor.
“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rûm, 30/21) Yani, dişili erkekli yaratılma ve bu ikili arasındaki sevgi ve cazibenin varlığı bir tesadüf değil, özellikle öyle yaratıldınız, bu size ikramımız ve ihsanımız diyor ayette Rabbimiz açıkça.
“İşte bu, Allah’ın, inanıp salih ameller işleyen kullarına müjdelediği şeydir. De ki: “Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, akrabalıktan doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum.” Kim güzel bir iş yaparsa onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. (Şûra, 42/23)
Bu ayette Rabbimiz, Peygamberimiz’in yakınlarını ve özellikle Ehl-i Beytim’dir dediği torunlarını ve onların devam edip gelen neslini de yaptığı tebliğe ve ümmeti için katlandığı zorluklara karşılık müminlerden sevmelerini istiyor ve hatta Efendimiz (sav) “Sizden, bu sevgiden başka bir ücret talep etmiyorum.” da diyor.
“Ola ki Allah sizinle, içlerinden düşman olduğunuz kimseler arasına bir sevgi (ve yakınlık) koyar. Allah hakkıyla gücü yetendir. Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” (Mümtehine, 60/7)
Bu ayetin ifade ettiği dostluklar ve yakınlıklar da zaman içinde hep oluşmuştur. Birbirine düşman olan kabileler veya aralarında kan davası olan nice insanlar, mümin olduktan, Müslüman olduktan sonra içlerindeki bu düşmanlıkları atarak tarihte eşi görülmemiş dostluklar meydana getirmişlerdir. Sahabenin hayatında bu tür örnekler çoktur.
“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Âl-i İmran, 3/103) Evet, Allah’a imanın ve İslam’ı gerçek anlamda yaşamanın düşmanlıkları dostluklara çevireceğini ifade eden bir ayetle karşı karşıyayız. Peki, İslam âlemindeki bu birbiriyle acımasız savaşlar, kin ve düşmanlıklar niye o zaman? Demek ki bizler İslam’ı gerçek manada anlayamamış, içimize sindirememiş bir haldeyiz…
“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurât, 49/10) Bu ayette Rabbimiz müminler kardeştir buyuruyor. Kardeşliği sadece müminliğe bağlıyor… Kardeşliği ırka, soya, cinse indiren sözde Müslümanlar bu ayetin üzerinde tekrar ciddi olarak çok düşünsünler. Nitekim bu kardeşliği oturtamadığımız için kenetlenemiyoruz, kenetlenemediğimiz için de dış mihrakların piyonu olmaktan ve birbirimizle uğraşmaktan kurtulamıyoruz.
“Bana en sevgili olanınız, kıyamet günü de bana mevkice en yakın bulunacak olanınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır. Bana en menfur olanınız, kıyamet günü de mevkice benden en uzak bulunacak olanınız, gevezeler, boşboğazlar ve yüksekten atanlardır.” Mecliste bulunan bazıları: “Ey Allah’ın Resulü! Yüksekten atanlar kimlerdir?” diye sordular. “Onlar mütekebbir (büyüklük taslayan) kimselerdir!” cevabını verdi.” (Tirmizi)
Sevginin önemli bir kuralı olarak kişi kendine benzeyeni sever. Bu gerçekten hareketle Peygamberimiz’in de (sav) kendine benzeyenleri seveceği bir vakıa. Dolayısıyla bu sevgiye layık olanlar Efendimiz (sav) gibi güzel ahlaklı olanlardan olacaktır, bu kaçınılmaz bir netice.
“Allahım! Senden seni sevmeyi, seni sevenleri sevmeyi ve senin sevgine ulaştıran ameli yapmayı isterim. Allahım! Senin sevgini, bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha sevgili kıl.” (Tirmizi) Sevgi ne kadar önemli bir amel ki bu duayla Efendimiz sevgiyle alakalı bütün sohbetleri bu duada bir gül demeti gibi toplamış.
Sözü fazla uzatmadan bu duanın bereketinden Rabbimiz’in bizleri de faydalandırmasını dileyerek yazımıza son noktayı koyalım inşallah.
Allah’a (c.c.) emanet olun.