Fen bilimlerinin önemli bir yasası olan entropi yasası, zamanla her şeyin yıprandığını gösterir. Demir paslanır, çiçek solar, güneş ısısını kaybeder… İnsan da entropiye uğrar, gücünü dinamizmini kaybeder, gençken yaşlanır, duyguları yıpranır, ölür. Sevdikleri ellerinin arasından uçar gider, kurduğu düzen bozulur vs. Yani dünya dediğimizi bu âlem, bu yasa gereği var olanı yok etmeye, diri olanı öldürmeye, temizi kirletmeye, yeniyi eskitmeye, sağlamı çürütmeye vb. meyillidir... Bu durum çaresiz kabullendiğimiz ve onunla yaşamaya alıştığımız dünya hayatının bir gerçeği…
Evet temiz olan şey zamanla kirlenir, kirletmek için özel bir çabaya gerek yok. Bir kadın evini, bir belediye yaşadığı şehrin cadde ve sokaklarını periyodik olarak temizlemezse zamanla ne bu eve ne de bu şehre girilebilir. Zira birkaç gün sonra tozdan, topraktan ve yol kenarlarında birikmiş çöp dağlarından ve her tarafı saran çöp kokularından geçilmez olur. Bunun yadırganacak bir tarafı olmadığından evlerimizi ve şehirlerimizi kirlendikçe temizleriz ve bu çalışmaya asla ara vermeyiz.
Bir insanın bedeni de ev gibidir, bir kişi bedenini belirli aralıklarla temizlemezse o beden de bir şehir gibi kirlenir, kokar, sahibini huzursuz ve rahatsız eder. Yani biz istemesek de bedenimiz yağ ifrazatı, terleme, hücre ölmesi vs. gibi nedenlerle bu kiri doğal olarak üretir.
Bütün bunlardan ötürü diyoruz ki kirlenmemeye çare yok, o zaman yapılacak şey; temizlik için özel bir gayret sarf etmek, kirlerin bizi ve çevremizi rahatsız edecek derecede birikmemesi için suya ve temizlik malzemelerine yakın olmak...
Yine bir gerçeğin de farkındayız ki bedenimizle beraber bizi biz yapan bir başka yapımız daha var ve ona ruh diyoruz. İşte bu ruhlarımız yapı ve yaratılış itibariyle temiz olsalar da yaratılıştan gelen mevcut bir yapı nedeniyle onlar da kirlenir ve aynı bedende olduğu gibi onların da devamlı bakıma ve temizliğe ihtiyaçları vardır...
Mesela, öncelikli olarak nefs-i emmâre dediğimiz bir yapı bu kiri doğal olarak üretir. Nefste mevcut bulunan dünya sevgisi, dünya hırsı, şehvet ve gazap duyguları gibi birçok nedenle insanlar duygusal yönden devamlı kirlenirler. Manevi kir üreten şeytan ve askerleri vardır. Hem nefs-i emmâreden dolayı hem şeytan ve taifesinden dolayı kötülük hisleri gönül ve zihin dünyamızda dolanır durur. Eğer bu duyguları dizginlemez, frenlemez, kendi haline bırakırsak hem bize hem çevremize büyük zararlar verirler... Bu mesele de entropi yasası gibi kaçamadığımız, kabullenmek zorunda olduğumuz bir şeydir…
İşte biraz akıl ve insafla incelerseniz, İslam’ın iman ve ibadetler cephesinin ve yasaklarının mucizevi bir şekilde bu zararlı yapılarla mücadeleye birebir uyumlu olduğunu görürsünüz... Namazın günde beş vakit olması, yılda bir ay oruç tutulması, Allah’ın c.c. çokça anılması gibi ibadetleri bir düşünün mesela…
İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’le başlayan insanlık serüveni Hz. Muhammed (sav) ile artık son demlerine gelmiştir. Peygamberler, hangi gaye için yaratıldığımızı bize hatırlatan, bu konuda Rabbimiz’den haber getiren elçiler; bunda şüphe yok... Eğer Rabbimiz bunu bildirmeseydi bizler hangi amaç için yaratıldığımızı bilemezdik…
Peygamberlerin getirdiği bilgilere göre dünya hayatı ondan sonra gelecek olan sonsuz ikinci bir hayatın ön hazırlığı... Sonsuz olana göre çok kısa ama ondan sonra gelecek olan hayatın konforunu belirleme noktasında büyük öneme haiz…
Bu yüzden bu kısa dünya hayatı, sonsuz olan hayatta elde edeceğimiz nimetlerin bir ekim ve dikim yeri… Burada ekeceğiz orada biçeceğiz. Bizleri yaratan yüce Allah böyle bir sistem kurduğunu bildiriyor, bunu da dünyanın fiziksel şartlarını kabul ettiğimiz entropi yasası gibi kabullenmek zorundayız.
Özet olarak insanın bu dünyadaki sınavı, maddi ve manevi kirlenmelere karşı mücadele etmek, ondan istenen şartlar doğrultusunda asgari bir temizliğe özen ve önem vermektir… Yukarıda ifade ettiğimiz gibi insan ruhu, insan bedeni gibidir ve doğal olarak kendi haline bıraksan da temiz kalamaz... Çünkü dünya hayatı, maddi kirler gibi manevi kirlerini de üretecek şekilde yaratılmış... Bedensel kirlilik kolayca tespit edebildiğimiz haliyle bizi bedenen rahatsız ve huzursuz eden, kokutan, kaşındıran şeylerdir. Manevi kirler de aslında en kolay şekliyle anlamak istersek bize yürek darlığı, iç huzursuzluğu veren, neşemizi kaçıran, çevremizle eş ve dostlarımızla ilişkilerimizi bozan kötü huylar ve kötü ahlaklardır.
Yalnız bu alan subjektif bir alan olduğu için insanoğlu bu manevi kirleri, onu yaratan yüce Rabbi’nin yardımı olmadan tam olarak detaylandırma ve tespit etme imkanından mahrumdur. Bu nedenle Yüce Rabbimiz ilk insan olan Hz. Adem’i Kur’ân’da beyan ettiği üzere bu bilgilerle donatarak yaratmış ve insanlığın hem ilk atası hem ilk peygamberi, önderi ve rehberi yapmıştır...
Neticede insanlığın Adem aleyhisselam ile başlayan bu serüveni Kur’ân’ın ifadesiyle son nebi Hz. Muhammed’e (sav) geldi dayandı. Bu zaman dilimi içinde nice kavimler, nice milletler ve nice insan toplulukları imtihan edildi; kimi kazandı, kimi de kaybetti… Yine Kur’ân’ın ifadesiyle kazananları sonsuz büyük bir mükafat, kaybedenleri de sonsuz büyük bir ceza beklemekte.
Kur’ân bize bu gerçeği şöyle haber veriyor: “Onlar gelip geçmiş bir ümmettir. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.” (Bakara, 2/134) Geçmiş dönemlerde bir toplumda ahlaksızlık, haksızlık, zulüm gibi kötülükler çoğalır, bu kötülükleri önlenmeye veya kaldırılmaya çalışan da olmazsa o toplum komple cezalandırılır, helâk edilir ve Allah bu toplumun yerine başka bir toplum getirirdi. Bu husus Kur’ân’da şöyle bildirmekte:
“Biz zulmetmekte olan nice memleketleri kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka başka toplumlar meydana getirdik.” (Enbiya, 21/11)
Anlıyoruz ki toplumlar kirlendikçe ve düzelme ümitleri ve ihtimalleri kalmayınca türlü afetlerle topluca helak edilmişler ve yerlerini yeni nesillere bırakmışlardır. İyice kirlenen ve temizlenme ihtimali kalmayan bir elbisenin yakılması gibi…
Topluca helak edilmek belasından kurtulmak veya kısmi afetlerden korunmak için toplumların kendilerini temizlemeye ihtiyaçları var, zira kirlenmekten kaçmak mümkün değil, bunun doğal bir süreç olduğunu yukarıda anlattık.
İşte Müslüman toplumları ruhen yenileyecek amelin adı “emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker”dir. Yani iyiliğin hatırlatılması, kötülüğün yasaklanması ve bunun için insanların birbirlerine yardımcı olması… Dinen çok önemli bir ibadet ve kulluk görevi olan bu yardımlaşma ihmal edilirse o toplumda huzur asayiş kalmaz, hırsızlık, adam öldürme sıradanlaşır, şehri saran çöpler ve pis kokular gibi manevi dünyamızı da kötülükler istila eder. Bu sebeple bu görev İslam’da çok önemlidir ve peygamber mesleğidir.
Kur’ân’da emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker görevini yapmamak şöyle kınanmıştır.
“İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü.” (Mâide, 5/78)
Hz. Peygamber (sav) bu ayeti şöyle açıklamıştır:
Bir kimse günah işleyen birine rastladığında ona “Allah’tan kork! Bu işi yapma, sana helâl değildir” der, ertesi gün onu aynı halde görse de onunla birlikte oturabilmek ve yiyip içebilmek için artık ikaz etmezdi. Hepsi böyle yapar hale gelince Allah onların kalplerini de (ahlâk ve duygularını da) birbirine uygun hale getirdi. Rivayete göre Hz. Peygamber bu açıklamayı takiben “İşledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları ne kötüydü!” (Mâide, 5/79) ayetini okumuş sonra şöyle buyurmuştur: “Aman dikkat edin! Allah’a andolsun sizler de ya iyiliği emredip kötülükten sakındırır ve zalime zulmünden vazgeçinceye kadar baskı yaparsınız, ya da Allah sizin de kalplerinizi birbirine benzetir, onlara lânet ettiği gibi size de lânet eder.” (Tirmizî, Ebû Dâvûd, İbn Mâce)
Evet, iyilikten yana olmalı, kötülüğe karşı çıkmalıyız; tepkisizlik ve nemelazımcılıktan da şiddetle kaçınmalıyız. Bu durumu Rabbimiz şöyle bildiriyor:
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Âl-i İmrân, 3/104)
Ebu’d-Derda Hazretleri bir gün yolda bir grup insanla karşılaşmış. Onlar, bir adamın başına toplanmışlar, ona hem vuruyorlar hem de sövüyorlarmış. Onlara sormuş:
– Ne yapıyorsunuz?
Demişler ki: Bu adam günahkârdır.
Ebu’d-Derda şöyle demiş:
– Eğer bu adam bir kuyuya düşmüş olsa idi, günahkâr diye bu adamı çıkarmaz mıydınız?
Onlar:
– Elbette çıkarırdık…
Bunun üzerine Ebu’d-Derda:
– O halde günah kuyusuna düşmüş bu adama elinizi uzatıp onu günah kuyusundan çıkarın. Ona ancak öğüt verin, yaptığının yanlış olduğunu anlatın. Ayıca sizi onun işlediği günaha düşmekten koruyan Allah’a şükredin, demiş.
Oradakiler:
– Sen ona kızmıyor musun? demişler.
Ebu’d-Derda (r.a.):
– Ben ona değil işlediği günaha kızarım. Eğer o günahı terk ederse benim kardeşimdir, deyince adam çok etkilenmiş ve günahına tövbe ettiğini söylemiş.
Evet, bu olay, bir sahabenin emr-i bi’l-ma’ruf anlayışını bize anlatması anlamında önemli bir örnektir. Demek ki hiçbir insan yaratılış itibariyle kötü değildir, onu kötü yapan günahlarıdır. O zaman hedefimiz öncelikli olarak kötülükleri ortadan kaldırmak olmalı... ve insanları kazanmak….
Allah’a emanet olun.