Te’vil-İ Ehâdîs Ve Rüya Tabiri… / Şenel İlhan Beyefendi’nin Sohbetinden

“Te’vil-i ehâdîs” ilmi Kur’ân-ı Kerîm’de Yusuf suresinde geçer ki kısaca anlamı: Allahü Teâlâ’nın varlığı ve birliğinden hareketle, onun yarattığı şeyleri ve hadiseleri sürekli tetkik ederek, onların iç yüzüne vakıf olma, hadiselerin akışından ve vukû bulmasından anlam çıkarma ve aynı zamanda rahmanî rüyaları güzel yorumlama, doğru tabir etme demektir. Bu anlamda başımıza gelen semavi ve arzî felaketlerin, musibetlerin hatta nimetlerin de niçin ve nedenlerini anlayabilmek, kavrayabilmek gibi mevzular “te’vil-i ehâdîs” ilmi kapsamına girer.

Te’vil-i ehâdîs “ ilmi Allahü Teâlâ’nın Yusuf peygambere bahşettiği çok önemli bir ilimdir. Nitekim bu ilmin ona verileceğini daha küçük yaşta babası Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesiyle şöyle bildirmiştir:

“Böylece Rabbin seni seçecek ve sana te’vil-i ehâdîs (rüyaların/olayların yorumunu) öğretecek…” (Yûsuf, 12/6)

Yine bu ilmi yüce Allah’ın kendisine bahşettiğini Yusuf Aleyhisselam şöyle beyan eder:

“Bu söylediklerim Rabbim’in bana öğrettiklerindendir.” (Yûsuf, 12/37)

“Rabbim bana egemenlik verdin ve te’vil-i ehâdîsi öğrettin.” (Yûsuf, 12/101)

Te’vil-i ehâdîs ilminin sadece rüya yorumu anlamına gelmediğini de yine Yusuf suresindeki şu ayetten açıkça anlayabiliyoruz:

“Yusuf dedi ki: Yiyeceğiniz yemek önünüze gelmeden onun te’vilini (yorumunu) size bildirebilirim.” (Yûsuf, 12/37)

Netice olarak İslam âlimleri diyorlar ki: İşte Hz. Yusuf, kendisine bahşedilen bu ilimden dolayı gerek rüyaları, gerekse hadiseleri isabetli yorumlar, iyi tevil ederdi. Çünkü Allahü Teâlâ’nın kâinatı ve içindeki şeyleri yaratırken her fiilini, ondaki hikmet ve muradını iyi anlamasına yardımcı olan Allah vergisi bir ilme sahipti… 

Aslında bütün Müslümanlar “te’vil-i ehâdîs” ilmini kendi akıllarınca bir ölçüde anlayabilirler. Yalnız bu ilmin ve buna bağlı olarak rüya tabir ilminin iki cephesi vardır. Birinci cephesi: Her müminin, her akıl sahibinin anlayabildiği kadar bu olayı yorumlama anlamındaki cephesi. İkincisi de: Keşif isteyen, basiret, feraset isteyen derin cephesi. Yani hem rüyaları tabir etmenin hem olayları yorumlamanın böyle iki cephesi vardır. 

Şu gerçeği de ortaya koymak lazım: Allahü Teâlâ Kur’ân’da Hz. Yusuf’a “te’vil-i ehâdîs” ilmini verdiğini belirtirken aynı zamanda fizik, biyoloji, astronomi, kozmoloji vb. gibi birçok ilmi de verdik demek istiyor. Çünkü “te’vil-i ehâdîs” ilmini biliyorsan sen bu ilimleri de bileceksin. Yani evrende Allahü Teâlâ’nın nasıl tecelli ettiğini, bir de bu tecellilerin ne anlama geldiğini bileceksin…

Rüya tabir ilmi de aynı bunun gibidir. Yani rüyasını tabir ettiğin adamın kültürünü, zihin yapısını, bileceksin… Mesela o kişi rüyasında diyelim ki “deniz” gördü, ona göre denizin niçin zenginlik anlamına geldiğini bileceksin. Yine aynı şekilde rüyada denizin başkasına göre de niçin başka anlamlara geldiğini, aradaki kültür farklılıklarının kişileri nasıl rüyalarında bile etkilediğini bileceksin. Bütün bunları bileceksin ki rüyayı doğru ve isabetli tabir edebilesin.

Rüya tabir edebilen bir adam te’vil-i ehâdîs de yapar. Te’vil-i ehâdîsi doğru yapan da rüyayı iyi yorumlar, iyi tabir eder. Ancak yine de bu işler için sadece fizik, astronomi, biyoloji vs. bilmek ya da sadece keşif sahibi olmak da yetmez; çok daha ötesi lazımdır. 

Mesela nasıl daha ötesi lazımdır derseniz, şöyle ki: Dinamik bir şekilde Allahü Teâlâ’nın tecellilerini değerlendirebilecek bir temyiz gücü de lazımdır. Biz biliyoruz ki Allahü Teâlâ evrende dinamik bir şekilde tecelli ediyor. O zaman olayları yorumlarken bu cepheyi de hesaba katarak değerlendirme yapmamız gerekir.

Mesela hastalıkla ilgili bir mevzuyu değerlendirirken sen sadece hasta olan kişinin iradesini değil, aynı anda onu hasta eden bakterinin iradesini de hesaba katmalısın... Daha açığı bakterinin iradesini, insanın iradesini, Allahü Teâlâ’nın iradesini velhasıl bu işte katkısı olan bütün iradeleri hesaba katarak olayları öyle yorumlayacaksın.

Peki bu nasıl olacak, örnek vereyim: Allahü Teâlâ kâinatta yıldızları yaratmış, galaksileri yaratmış, daha bunlar gibi bir sürü şeyler yaratmış ve bunları yaratırken bize de danışmadığı, sormadığı için bu sistemler mükemmel işliyorlar. Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesiyle; evrene baktığın zaman göz size aciz bir şekilde geri döner. Ne kadar incelersen incele Allahü Teâlâ’nın yarattıklarında hep bir mükemmellik görür, kusur göremezsin diyor…

İşte o ayetler:

“O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahmân’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun? Sonra tekrar tekrar bak; bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) âciz ve bitkin hâlde sana dönecektir.” (Mülk, 67/3-4)

Yani görülüyor ki, tek başına Allah’ın iradesi işin içinde olsa her şey yolunda gidecek, hadiseleri yorumlamak da kolay olacak, ama öyle olmuyor. Zira işin içine insanların iradesi, bakterilerin iradesi, hayvanların iradesi, cemadâtın yani cansız varlıkların iradesi de giriyor.

Cemadâtın iradesi, hayvanların iradesi dedin, bunlarda da irade mi var ki? Evet, bunlarda bizim anladığımız manada irade yok ama farklı bir irade var. Şöyle ki, bizim irademiz gibi onları yaptıklarından sorumlu yapan bir iradeleri yok… Yani “Ben ibadet yaparsam cennete giderim; yapmazsam cehenneme giderim.” formatında bir irade değil onların iradesi…

Mesela bitkilerin iradesi, bakterilerin iradesi demek, onların cemadâttan, yani cansız varlıklardan farkını ortaya koyan, onu vurgulayan bir irade demek… Nitekim onlar böyle bir iradeye sahipler. 

Mesela, yüzlerce bakteri çeşidi var ve her bakterinin değişik bir fonksiyonu değişik bir duruşu var. İşte o duruş onların iradesini temsil ediyor. Dolayısıyla Allahü Teâlâ biraz önce bahsettiğim gibi evrende her bir şeyi yaratırken kusursuz yaratır; ama bazen insanların da iradelerini, isteklerini de hesaba katarak yaratır. Hatta bazen değil çoğunlukla böyledir; yani kul kasteder, Allah yaratır. İşte insan bir şeyi istediği zaman yanlış olan, ahlaksızca olan işleri de kastedip isteyebilir; güzel olan, doğru olan işleri de isteyebilir. Allahü Teâlâ da hayırlı işlere razı, şer işlere razı değildir; ama imtihan formatında bir hayatımız olduğu için hayrı da yaratır, şerri de yaratır.

Neticede Allahü Teâlâ’nın mükemmel iradesi insanların iradesi ile çakıştığı zaman ise sorunlar çıkar. Mesela, Allahü Teâlâ topal bir köpeğin yürüme fiilini de topallayarak yürüyecek şekilde yaratır. Ancak topal köpeğin yürüme fiilini Allah böyle yarattı diye kusurlu yaratmış demek değildir. Birisi bir taş atmış köpeğin bir ayağını kırmış; Allah da köpek tedavi oluncaya kadar onun bacağını kullanma fiilini topallayarak yürüme şeklinde yaratacak. Yoksa elbette ki o köpek topallığını kendisi yaratmadı. İşte te’vil-i ehâdîs ilminde bütün bunları hesaba katacaksın… Allah’ın iradesini, köpeğin iradesini, köpeğin bacağına taş atılmasını hep hesaba katacaksın.

Mesela bir adamın hastalığını sorgularken de Allah’tan mı, bakteriden mi diye sorgulayacaksın. Tamam, her şey Allah’tandır ama temizliğe ne kadar dikkat etmiş ve bakterileri bu işe davet etmiş mi buna da bakacaksın. Biraz daha konuşacağım aklınız iyice karışacak, bu mesele böyle ince bir mesele işte…

Yusuf da te’vil-i ehâdîs ilmini biliyordu diyor Kur’an; evet, tabi ki biliyor, zira Yusuf bir peygamberdi. Ama insanlar da bilirler, fakat akıllarınca, ilimlerince bilirler.

İmam Eş‘arî diyor ki biz bu işlere bulaşmamalıyız. Allahü Teâlâ’nın yaratmasındaki hikmetleri biz bilemeyiz.

Ben açıkçası bu görüşe karşıyım. Bilebildiğimiz kadar biz de bilebiliriz. Ama büyük Allah dostları, gerçek Allah dostları te’vil-i ehâdîs ilmini çok daha iyi anlarlar. Çünkü Allahü Teâlâ’yı çok daha iyi bilir, çok daha iyi tanırlar. Dolayısıyla O’nun eşyayı ve olayları yaratmadaki hikmetlerini, güçlerinin yettiği kadar anlamaya çalışır ve sıradan insanlara göre çok daha iyi yorumlar, çok daha iyi anlarlar… O halde te’vil-i ehâdîs ilmini sadece Hz. Yusuf’a veya başka birilerine bırakmak doğru değildir. Allah dostları da veliler de veya başka peygamberler de bu ilimden elbette ki hisse sahibidirler.

O zaman sen, Hz. Yusuf gibi te’vil-i ehâdîs ilmini biliyorsan rüyayı da tabir edebilirsin demektir. Yoksa rüyayı sadece Hz. Yusuf tabir ederdi demek çok büyük bir yanlış, çok büyük bir hata olur.

Biliyoruz ki İslam tarihinde rüya tabiri konusunda çok maharetli İslam âlimlerimiz olmuş. İmam Şibli var, İmam Nablusi var, daha böyle birçok İslam âlimi insanların rüyalarını çok güzel tabir etmişler. 

Şu gerçeği de tekrar ortaya koyalım ki konu daha iyi anlaşılsın: Bir adam rüya tabir edebiliyorsa kesinlikle hadiseleri yorumlamayı da iyi bilir.

Bu mesele fizikteki şu ayrılmaz kurala benzer: Uzay diyorsan zaman, zaman diyorsan uzay demek zorundasın; yani açıkçası uzay-zaman demek zorundasın; zira uzay zamandan ayrılamaz… Yine bir yerde zaman varsa hareket de vardır, hareket varsa zaman da vardır. Çünkü hareket de zamana bağlıdır. Yine bir yerde mekân varsa zaman da vardır, mekân da zamana bağlıdır. Şimdi bu gerçekleri birbirinden ayır bakalım nasıl ayıracaksın? O yüzden fizikçiler her zaman uzay-zaman derler, hiçbir şekilde sadece zaman demezler. İşte bunun gibi sen hadiseleri yorumlama yani te’vil-i ehâdîs diyorsan rüya tabiri de diyeceksin ki bu ikisi birbirinden ayrılmazlar.

Maalesef rüya tabiri konusu bugün önemli bir yaradır ve ne yazık ki medyada şovmenlik yapan birkaç haddini bilmezin eline kalmıştır. Ve gerçek olan şu ki rüya tabirleri onların yaptıkları gibi bu kadar basit ve kolay değildir.

Allah’a emanet olun.