Kişisel gelişim nedir ya da popüler anlamı nedir, kastedilen nedir?
Kişisel gelişimi tarif edebilmemiz için, belki tersinden, “Kişisel gelişim ne değil?” diye sorarsak, eskilerin, “efradını cami, ağyarını mani” şeklinde tabir ettikleri şeyi yapmış oluruz. Kişisel gelişim bir psikoterapi değildir, doğrudan bir anabilim dalı değildir, bir moda kültürü veya bir giyinip kuşanma ilmi değildir; bir sağlık ya da alternatif tıp alanı da değildir. Yani “kişisel gelişim ne değildir”den geriye ne kalıyorsa aslında budur. Sonuçta aslında geriye pek bir şey kalmıyor gibi gözüküyor.
Kişisel gelişim aslında popüler bir akımdır, kültürdür ve her popüler kültürde olduğu gibi içinde yeşerdiği toplumun arz-talep dengesine göre oluşur. O yüzden kişisel gelişim, mutlaka kültürel ve toplumsal değerlerden etkilenen bir akımdır. İçerisinde eğitim, psikoloji, sağlık, alternatif tıp, normal bildiğimiz giyinme kuşanmayla ilgili moda dâhil, imaj, hepsini içinde barındıran, doğrudan herhangi birisi olmayan ama hepsinin birleşiminden oluşan bir kültürel akımdır. Bu yapısından dolayı da en önemli hususu, sunulduğu toplumun talebine göre oluşan bir arzdır. Dolayısıyla Batı toplumunda gelişen bir kişisel gelişim anlayışı doğal olarak o topluma göre bir çözüm paketi sunacak.
Amaç nedir burada, mesela “Başarılı ve sağlıklı bir insan mı, mutlu olmak mı?”, yani sizin söylediğiniz anlamda popüler kişisel gelişim öğeleri hangi boşlukta kendine yer buluyor?
Kişisel gelişimin amacının olması için, önce bir hedefinin olması lazım. Kişisel gelişim, bir insan modeli üzerinden hareket eder. Bu çok önemli bir şeydir. Batı toplumunda gelişen kişisel gelişim anlayışı temelde seküler bir insan modelinin ve Nietzsche’nin “Üstün insan” dediğimiz bir insan modelinin kendisini temel alır. Bu insanın özelliklerini sıralar ve o sıraladığı özelliklere göre bir çözüm oluşturmaya çalışır. Mesela, Nietzsche’nin üstün insan tarifi, başarılı olan, toplumda sağlam bir dişli, iyi çalışan, iyi kazanan, iyi giyinen, iyi yaşayan vb. seküler ve dünyevi olarak sağlam bir modeli oluşturuyor. Dolayısıyla kişisel gelişim anlayışı da bunun etrafında kendisine bir amaç edinip, kişinin başarılı olması için ne yapması lazım; bunun için, iyi giyinmesi, sağlıklı yaşaması, spor yapması, imajına dikkat etmesi, iyi iletişim kurması, bunun ekseni etrafında da gelişmiş çözümleri sunuyor. İyi iletişim kurması için ne lazım; diksiyon, iletişim, hitabet eğitimleri... Devamında imaj yönetimi; iyi algılanması lazım, bunun için dış görünüşünün çok iyi olması lazım. Bunun gibi türlü eğitimler... Zaman yok, hızlı okuyup anlaması lazım; hızlı okuma, hafıza... Zamanı iyi yönetmesi lazım; zaman yönetimi. Toplantıyı iyi yönetmesi lazım; toplantı yönetimi. Ailesiyle de dengeyi sağlaması lazım; ve buna yönelik kitaplar... Yani merkeze dünyevi bir insan modelini koyduğunuzda, bu dünyevi insanın temel sıfatı şu: Başarılı olması. O yüzden, kişisel gelişimin temel kilit kelimesi “başarı”dır. Batı tarzı kişisel gelişimden bahsediyorum. Dolayısıyla “Kişisel gelişimin amacı nedir?” sorusuna cevap, başarılı olmak hedefidir. Ama “Bizim kişisel gelişimimizin hedefi nedir?” sorusu müteakiben gelecek herhalde.
Kişisel gelişim kavramında, bireysel arayışlar açısından da kışkırtıcı bir taraf var; yani kendini keşfetmek, potansiyelini fark etmek, potansiyeli hayata geçirerek görünür kılmak, duygu kontrolü, davranış dengeleri. Sanki sizin bahsettiğiniz başarılı, mutlu insan tipinden öte, bir arayışı var da, bunu kişisel gelişimde bulabileceğini vehmeden bir şeye de kapı aralayan, “Tamam, bu bende var.” diyen bir kişisel gelişim de var. Bu nokta, yani olumlu düşünme, duygu kontrolü, bu kavramlar normalde her insanda ciddi arayış öznesi olan kavramlar. Bu anlamda popüler kişisel gelişim öğeleri insana bir şey verebiliyor mu?
Bu, kişisel gelişimin spritüel, manevî tarafıyla ilgili bir konu. Kişisel gelişimin bir de bu tarafı var, yani manevî tarafı. Manevî tarafında, insanların bu anlam arayışı ve manevî boşluğunu doldurmaya yönelik çözüm önerilerinden oluşuyor. Burada, Batı tarzı kişisel gelişim daha çok meditasyon, reiki gibi felsefelerden beslenmeye çalışıyor. Dördüncü Yol dediğimiz bir akım var Avrupa’da, “Yani bütün dinleri boş verin, yeni bir karma din ve yol oluşturalım.” mantığı var!.. Hatta kişisel gelişim, Dördüncü Yolun önemli unsurlarından birisi kabul ediliyor şimdi, sanki onun bir aracı gibi, bir boşluk doldurmaya giden… Tabii, dediğim gibi, popüler kültür kavramını tırnak içine alırsak, popüler bir akım daha doğrusu, o zaman popülaritenin temel unsurları neyse, onları çok çabuk içine alan bir yaklaşımla karşı karşıyayız.
İnsanı her boyutuyla ele aldığımızda, insanın dış görünüşünden başlayarak içe doğru gitmesi. Batı tarzı kişisel gelişimin en önemli özelliklerinden birisi, dıştan içe doğru bir gelişim anlayışı öngörmesidir. Bizde ise içten dışa doğru bir gelişim anlayışı öngörülür. Dıştan içe doğru geldiği için, dışı imar ettikten sonra, vitrin, spor, güzel görünme, vücut estetik görünecek, çok önemlidir onun için; yani ikonik bir hedeftir vücudun güzel görünmesi. Tabii, yine burada bir insan modeliyle karşılaşıyoruz. Çünkü onlara göre, tanrı insanı kendi suretinde yaratmıştır -tabii, Batı Medeniyetinin anlayışı için söylüyorum bunu- ve insan, tanrının en güzel eseridir; o yüzden, bu güzelliği tanrının istediği hale getirip sergilemek de önemli bir şeydir.
Yani felsefi bir temeli mi var onlara göre?
Felsefi bir temeli var. O yüzden mesela, Roma kültüründe çıplaklığı çok görmemizin sebebi budur; “Tanrının en önemli eserini niye göstermeyelim!” mantığı var. O nedenle, popüler kültürde bugün gençlere hâlâ belli beden ölçüleri verilmesi; “Şöyle olacak, böyle olacak, şöyle zayıf olmalısın, böyle güzel görünmelisin.” deniliyor. Bunun da temeli yine Hıristiyan ve Siyonist… Bu yorumun ilmi kaynaklarını verebilirim. Batı felsefesinde insanın temel hedefi tanrılaşmaktır. O yüzden, yarı tanrı, tanrının oğlu, tanrının çocuğu, tanrı gibi olmak filan, mitolojilerde de çok işlenen bir konudur. Filmlerde de görürsünüz, eski mitolojilerde, sürekli tanrılara savaş açan ve tanrılarla mücadele eden bir insan anlayışı. Bu felsefenin temeli tanrılaşmak isteyen insan anlayışından besleniyor. Bunu temele koyarsanız, o zaman bütün her şey çözülür. Yani tanrılaşmak, mükemmeli aramak, o yüzden vücutta da mükemmeli aramak, sağlıkta da, hayatta da, başarıda da, ruhsal dengede de, hepsinde temel hedef mükemmeli aramak.
Bizde ise, bir insanın tanrılaşmak gibi bir hedefi asla olamaz. Oraya geleceğiz belki, ama yeri gelmişken söyleyeyim: Bizde, kulun gerçek yeri, kulluk makamıdır; çünkü Allah’ın karşısında insanın yeri ancak kulluk olabilir. O’nun gibi olamaz. Ancak kendi kalp aynasını parlatırsa kul, o zaman oradan yansıyan Allah’ın nuru olur; isim tecellisi, sıfat tecellisi, zat tecellisi dediğimiz… Bu tecelligâh olur. İnsanın özelliği de tecelligâh olarak yaratılması, o özelliğe haiz olmasıdır. O zaman ondan yansıyan Allah’ın nuru olur. Biz öyle görürüz ve onların tam tersine, bizdeki gelişim içten dışa doğrudur. Ancak, Batı tarzında, tanrılaşmak isteyen insan ve tanrıya savaş açan... Eski Ahit’te mesela, Yakup’la Yahova’nın güreşi anlatılır. Yahova, Yakup’la güreşir, Yakup’u yener. “Güreşen” manasındadır İsrail. “Sana bu güreşin zaferinin karşılığında Arz-ı Mev’ud, vaat edilen toprakları veriyorum. Ama 10 şartım var; bu 10 şartı yerine getirirsen bunları alabilirsin. Çalmayacaksın, öldürmeyeceksin…” diye başlayan 10 emir…
Sonuçta, tanrıyla güreş tutan, tanrıyla savaşan, sürekli tanrıyla bir mücadele içerisinde olan bir anlayış görüyoruz karşımızda. Bu da tanrısallaşmak isteyen insan için bugünkü ifadeyle “başarı” kelimesi olmuş. “İçindeki devi uyandır. Hadi aslanım, yürü aslanım! Sen yarı tanrısın...” mantığı rekabet anlayışını doğuruyor. Bu Batı tarzı anlayış için normal olabilir; ama bunu olduğu gibi çevirip bizim insanımıza indirdiğimizde, bu bizi çok ciddi zararlara uğratabilecek bir şey haline gelir. Kitabımda “Başkasının üzerine göre dikilen bir elbiseyi getirip bizim insanımıza giydirmeye çalışmaya benziyor.” demiştim. Yapılması gereken, terzilik yapıp, belki Terzi Babaların zamanında yaptığı gibi, insanlarımızın üzerine göre bir elbise dikmemiz lazım.
Mevcut kişisel gelişim klişelerine felsefesiyle birlikte çok güzel bir zaviyeden baktınız,. Yine de vaaz ettikleri şeyler açısından, mesela irade ve özgüven konularında bir tıkanıklık yok mu? Çünkü onlar biraz daha mükemmel bir kişiliği tahayyül ve tasavvur ediyorlar; hani, NLP mantığında örnekleme, modelleme üzerinden götürdüğünüz için... Sonuçta, insan neden iradesini ortaya koysun, neden bir özgüven sahibi olsun? Sizin söylediğiniz amaçlarla bunlar sahiplenilebilir, ama bizim kültürde kulluk anlamında bir sahiplenme nedeniyle bunlar istenir. Niye irade ortaya koyacaksın, neden özgüven? Amaç bakımından da çok ayrık bir yerde duruyor aslında.
İslam ve Batı arasında kişisel gelişim klişeleri farklı mıdır? Bu anlamda biz Doğulu muyuz? Türkiye toprağındaki insanlardan bahsediyorum. “Doğduğu kültürün hâkim paradigması” bizim için ne ifade ediyor? Siz bunu, terzi olup kendi kıyafetini dikmek diye ifade etmiştiniz. Bunun klişesini ortaya koymakla da ilgili bir soru, ama doğduğu kültürün hâkim paradigmasına göre değişen bir kişisel gelişim klişesi varsa, bu nedir?
Kişisel gelişimin tarifinde belirttiğimiz gibi, popüler bir kültür, insanı merkeze alan bir kültür, akım daha doğrusu; ama insan modeline göre de şekillenecek bir akım. Onların insan modeli etrafında şekillenmiş bir akım, o klişeleri de getiriyor. Bizim geleneğimizde ise, kişisel gelişim anlayışını bize yeniden uyarlamamız lazım, dedik. Bu uyarlamayı yaparken de dikkat etmemiz gereken bazı şeyler var. O da şudur: Kişisel gelişim kavramlarının sonuna ayet, hadis yazarak bu işin “bizcesi” olmaz bir defa. Hatta bu, bilim dünyasında da tartışılan bir şeydir. Mesela, “Psikolojinin İslamileştirilmesi mi, İslami psikoloji mi?” diye tartışıyoruz bu aralar. Mesela, üniversitemizde, International Islamic Psychology Konferance (Uluslararası İslami Psikoloji Konferansı) yapılıyor… Ben Islamic psychology’yi savunuyorum. Islamicization of psychology (Psikolojinin İslamileşmesi) olmaz. Yani başlı başına farklı iki alan. İnsanî deyince de, hangi insan?
İnsan-fıtrat ilişkisi mi? Kişisel gelişimde gayri ihtiyari kültürel kıyaslara gidiyoruz. Bizde, artı oluşturmak anlamında ve ihtiyaçlara cevap vermek noktasında bir müktesebat var mı? Mesela, bu işin bizcesine, konu ana başlıklarında icmalen neler var?
Ben, bu işin “Bizcesi var mı?” diye araştırmaya başladığımda -İslam Medeniyetinin Kişisel Gelişim Dinamikleri kitabı da öyle çıktı- eski eserlerde, karşıma bir kitap çıktı. Kitap 800’lü yıllarda Kindî’nin yazdığı er-Risâle Def‘i’l-Ahzân, “Üzüntünün Def’i İçin Çareler Kitabı”. Kindî’nin bu kitabıyla karşılaşınca çok şaşırmıştım. Çünkü konuyu araştırdığım dönemlerde kişisel gelişim furyasının önemli kitaplarından birisi, Dale Carnagie’nin, “Üzüntüyü Bırak, Yaşamaya Bak. Dost Kazanma Yolları” gibi kitapları vardı. Aynı isimle 1200 yıl önce yazılmış bu kitabı görünce, bir anda şaşırmamak elde değil. İsim bile aynı neredeyse. Bugüne çevirirsen, “Üzüntüyü Bırak, Yaşamaya Bak” diye çevirirsin. Arapçasıyla karşılaşmıştım ben. Hemen hızlıca içini açtım heyecanla. Peygamber Efendimiz’e salavat, Allahü Teala’ya hamd ü sena getirdikten sonra diyor ki: “Ey bu kitabı okuyan kişi! Sen bu kitabı okuduğuna göre, üzüntüyü yenmek istiyorsun demektir. Bir şeyi yenmek istiyorsan önce onu tanıman gerekir. Tanımadığın şeyi nasıl yeneceksin? Öyleyse, önce hüznü tarif etmek gerekir.” Tabii, oradan birebir değil ama bu minvalde anlatılıyor. “Hüzün, insanın bağlandığı bir şeyin onun elinden kaybolması sonucu onda oluşan derin bir ruh halidir.” diyor. Çok net bir tarif yapıyor; insanın bağlandığı bir şeyin elinden gitmesi sonucu. “Sana 12 babda bu işin çaresini anlatacağım.” diyor. Bab kelimesi bile bir derinlik ifade ediyor. Bab, kapı demek. İlk bab şunu söylüyor: “Öyleyse, kaybolmaya mahkûm olan şeylere bağlanmayasın. Bilesin ki, kaybolmayacak tek şey aziz ve celil olan Allah’tır.” Kişisel gelişimin bizcesi zaten var. Her toplumun zaten böyle bir anlayışı, merkeze koyduğu bir insan modeli olmak zorunda. Bir, merkeze koyduğu bir insan modeli olmak zorunda. Sonra, bu insan modelini nasıl inşa ederiz diye oluşturduğu, bunun etrafına örülen eğitim modelleri olmak zorunda. Sonra, bu eğitim mekânlarının oluşturulması, uygulanacağı kurumları inşa etmek zorunda. Yani sistematik sordunuz. Şöyle bir sistematik var: Bir, kişisel gelişim kurumları nelerdir, İslam Medeniyeti’nin kişisel gelişim yöntemleri nelerdir, İslam Medeniyeti’nin sahip olduğu bir insan modeli var mıdır? Bu üç soru... Ben de kitapta tam bunları ele almıştım. Bir defa, bizim kişisel gelişim anlayışımız, bir merkez nokta ve etrafına bir çember çizerek anlatırsak -ki, ben ona “merkez insan modeli” diyorum- merkezde insan modelimiz var. Buna basitçe merkez insan diyebiliriz. Merkez insan şu: Önce kendi merkezini bulmuş, kendisiyle barışmış, kendisini tanımış. Sonra bu barışı sağlamış insan yakın çevresiyle barışı sağlamış; ailesiyle, eşiyle dostuyla, akrabasıyla, mahallesiyle. Yani barışık insan, kendisiyle geçinilmeyen insan değil. Mevlevî Hâlet Efendi’nin mısralarındaki gibi: “Ne kendi etti rahat / Ne âlem buldu huzur / Yıkılıp gitti cihandan / Dayansın ehli kubur.” diyor. Bu ne demek? Yani öyle geçimsiz bir adammış ki öldükten sonra bu şiiri yazmış şair: “Biz çektik, şimdi kabir ehli de çekecek.” diyor. İşte bu adam bizim profilimizde istenen bir adam profili değildir. Böyle olmamak lazım. Tam tersi, geçimli, uyumlu insan hedefleniyor. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Mümin kimdir, Müslüman kimdir?” diye sorulduğunda, “Başkalarının elinden, dilinden emin olduğu, güvende olduğu kimsedir.” diyor. Ne demek; eliyle, diliyle başkalarına zarar vermeyen insan, barışık insan. Sokakta yürür, “Bakkal Mustafa amca, kolay gelsin. Nasılsın? İyiyim evladım. Sen nasılsın?” diyen bir profildir. Nereye doğru gidiyoruz, yani insan modelinden toplum modeline doğru nasıl geçiş yapıyor otomatik olarak. Sonra tabiatla barışık, yani bu halkayı genişletiyoruz. Kurtla, kuşla, böcekle barışık… Ne diyor Yunus Emre Hazretleri: “Miskinlik ile gelsin / Kimde erlik var ise / Merdivenlerden iterler / Yüksekten bakar ise” “Aksakallı bir koca / Hiç bilmez ki hâl nice / Emek yemesin hacca / Bir gönül yıkar ise”.
Yunus Emre Hazretleri ormana giderken baltasını sarıyormuş. “Niye sarıyorsunuz?” diyorlar, “Onların da canı var.” diyor. Barış halkası devam ediyor. Kendiyle barışık, çevresiyle barışık, tabiatla barışık; kurtla, kuşla, böcekle barışık. Sonra Rabbi’yle barışma süreci... Bu barışmayı sağlayan kişi merkez insan olur, yani barışmış insan olur. Barışmış insan tabiri tam anlamıyla Müslüman demek. Müslüman kelimesi Arapça “Selm” kökünden geliyor. “Selm”, “barış” demek. Müslüman, Arapçadaki kalıp gereği, barışan demek. İslam, if’al babında barış demek. Dolayısıyla aslında “Müslüman”ım demek “barışığım” demektir, yani tam Türkçeye çevirirsek. Neyle barışık; kendiyle, çevresiyle, tabiatla, Allah’la barışık. Bu barışı yapamayan ve sürekli kavga içerisinde olan, Allah’la kavga içerisinde olan bir zihniyetin ürettiği çıktılar da ona göre olacak.
Bizde içten dışarıya doğru gelişen, önce için imarı, sonra dışın imarıyla gelişen bir kişisel gelişim yolculuğu var. Kişisel gelişimden içtimai gelişime doğru gidiyor iş; yani bireyden topluma. Yani birebir inşadan toplumsal, içtimai inşaya doğru gidiyor. “Böyle bir insan modelinin yaşadığı bir toplum nasıl olur?” sorusunun cevabı hemen şekilleniyor. O yüzden, kişisel gelişim yöntemlerimizin başında insanın içinin imarı var; yani aklın eğitimi, kalbin eğitimi, nefsin eğitimi. Burada yöntemler etrafında gelişen müesseseler var. Mesela, aklın eğitimini üstüne alan müesseseler; medreseler, üniversiteler, araştırma merkezleri, kütüphaneler, ilmi merkezler. Kalbin eğitimini kendisine baz alan -tabii, nefsin eğitimiyle birlikte yürümüş bu-; tekkeler, zaviyeler, tasavvuf müessesesi, sonra vakıf ve dernekler ve sanat kurumları. Sanat eğitimi veren yerler kalbin eğitimiyle uğraşan yerler. Çünkü kalp rikkat ister, incelik ister. Dolayısıyla bizim geleneğimizde sanat eğitimi veren teşkilatlar, loncalar gelişmiş. Bütün bunların hedefi, sahip olduğu insan modeli, merkez insan modeli, “MİM modeli” dediğim şey temelinde aslında Muhammedî insan modelidir; çünkü merkez insan hakikatte Hazreti Muhammed’dir (s.a.v.). Kurân’ı Kerim’de de en güzel insan örneği olarak Hazreti Muhammed gösteriliyor. Onun için, bizim kişisel gelişim anlayışımızın insan modeli Muhammedî insan modelidir. Onun kişilik yapısı, özellikleri, tavsiye ettikleri, tabii ki Kur’ân ahlakıyla ahlaklanan insan. Bunu sağlamak için de farklı yöntemleri geçmişte kullanmışız, bugün de kullanmalıyız; çağın diliyle buluşmalıyız. Mevlana’nın, “Dün dünde kaldı cancağızım, yeni şeyler söylemek lazım.” dediği gibi. O yüzden, çağın diliyle, çağı ıskalamadan ibnü’l-vakt olup, sonra ebu’l-vakt olabilirsin. Çağın çocuğu olmak lazım önce. Hatta ben diyorum ki, bir ayağımız kadim gelenekte olacak; ama diğer ayağımız bugünde de değil, gelecekte olacak. Ancak o zaman biz bir şeyleri başarabiliriz. Ecdadımız böyle başardı. O dönemin insanı değildi ecdadımız, çağının ilerisinde insanlardı. Ama ne diyor? “Geçmişten alıp ilhamı, asrın idrakine söyletmeli İslam’ı” dediği şey bu. O dönem onu yapmış büyükler, biz de onu yapacağız. Ama temel mihenk taşımız -bugün de en büyük problemimiz o, eğitimde de o, sanatta da o, “İnsan modelimiz nedir?” sorusunun cevabını kaybettik biz. Günübirlik yaşıyoruz, sadece teknikler üzerinde uğraşıyoruz, sadece detaylarla uğraşıyoruz, yoldaki işaretlerle uğraşıyoruz da, varış yolu ne, orayı kaybettik. Herkes detaylarla uğraşıyor. Şu tekniği geliştireyim, bunu geliştireyim de, bu tekniği nerede kullanacağız, niçin geliştiriyoruz, onu kimse düşünmüyor... Eğitimcilerimiz de şu anda ne yazık ki onu düşünmüyor, yani düşünen varsa da Batı’dan kopyalama şeylerle düşünüyor. Ama bizim nasıl bir gençlik anlayışımız var, nasıl bir çocukluk istiyoruz, nasıl bir anne-baba istiyoruz, nasıl bir ilim adamı istiyoruz, nasıl bir siyasetçi, temelde nasıl bir insan?.. Tabii, sonra da “Nasıl bir toplum”a geliyor iş.
Örnek rol modeller üretilmesi pratik bir çözümleme değil midir? Yani esinlendiğiniz kaynaklarda da genellikle rol modeller var. Çünkü ahlakın, güzel davranış ya da o kişisel gelişim bir nesnesi olması lazım. Çevremizde örnek rol modeller konusu bir muamma... Temsil sorunu da yaşıyoruz, temsil sorunu da var burada…
Burada Batı, rol modellerini bize çok güzel pazarlıyor. Sinema üzerinden, sosyal medya üzerinden pazarlıyor, gençler de bu modelleri kendilerine model almaya çalışıyorlar doğal olarak. Çünkü psikolojinin de kabul ettiği, “sosyal öğrenme” dediğimiz bir şey var. Dolayısıyla sosyal öğrenme burada çok güzel icra ediliyor ve televizyon veya internet üzerinden bir öğretme mekanizması yayılıyor. Moda bile böyle oluşuyor. Niye insanlar belli şeyleri belli dönemlerde giymeyi tercih ediyor; çünkü onda görüyor, şunda görüyor, televizyonda görüyor, taklit etmeye başlıyor. Taklitle giden bir şey. Şimdi Diriliş Ertuğrul dizisiyle beraber, kışın börkler görüyoruz insanların kafalarında, Kayı amblemli yüzükler, arabalara takılan şeyler. Yani bunlar normal bir şey aslında, ama insanların bu modellerden etkilendiklerini gösteriyor ve bunun bir model oluşturduğunu gösteriyor, bir taklit olduğunu gösteriyor. Şu anda Diriliş dizisindeki düğün tarzı düğünler yapılmaya başlandı. İnsanlar çadır kurup bu düğünleri taklit ediyorlar. Sünnet törenlerinde artık çocuklara şehzade kıyafeti gibi eski kıyafetler değil, Diriliş Ertuğrul kıyafetleri giydiriliyor. Yani burada sinemanın gücü dediğimiz şey aslında sosyal öğrenmenin gücüdür. Bizim de benzeri rol modeller, alternatif modeller üretip insanlara sunmamız lazım. Bu noktada tabii ki, yazılı medyaya olduğu kadar, görsel medyaya da çok iş düşüyor. Bir toplumu gerçekten etkilemenin yolu sinemadan veya görsellikten, görsel malzemelerden geçiyor.
Ben bunun üzerine bir makale çalışması yapıyorum, bitmek üzere. “Animasyon ve normal Hollywood filmlerinin çocukların tanrı tasavvuruna etkisi” diye. Birçok çizgi filmde sürekli yarı tanrı, tanrı konusu işleniyor. Hatta oyun oynuyor benim küçük kızım, baktım, “Tanrını seç!” diyor. Orada tanrıyı seçecek. Herkül veya Poseidon olacak, Hades olacak, Zeus olacak ve mitolojik yaratıklarla savaşacak. Bu bir müddet sonra insanların zihninde, Müslüman çocukların zihninde tanrı, yarı tanrı algısını ciddi derecede oluşturan bir şey. Bunlar profesyonel bir şekilde animasyon çizgi filmlerde, bilgisayar oyunlarında... Dergi aldım çocuğa, çocuk dergisi. Onun içerisinde de tanrı Zeus’un oyunu vardı, yırttım sayfayı. Çocuğuma öğrettim, kendi geldi, “Bu zararlı galiba babacığım, yırtalım bunu.” diyor; ama kaç kişi bunu öğretiyor çocuğuna?
Sonuçta, bunun alternatifleri olmalı. Tabii, hem akademik camiaya düşen işler var -bulup göstermek- ama bir de farkındalık oluşturduktan sonra anne-babalara düşen işler var. Yani her açıdan toplumun nereye gideceğini belirleyecek şeylerin başında bunlar geliyor. Mesela, “Niye deizm, ateizm artıyor, niye eşcinsellik artıyor?” sorularının cevabı bence burada yatıyor. Toplumun nereden beslendiğiyle ilgili bir şey bu. “Ekranların emzirdiği çocuklar” diyorum bunlara. O zaman, oradan emdiği şeylerle hareket edecek, ona göre beslenecek, bünyesi ona göre oluşacak. Bunun da alternatiflerini oluşturmak mecburiyetindeyiz. Ama dönüp dolaşıp, “Peki, bu alternatif ne olacak?” sorusuna geldiğimizde, yine “İnsan modeli nedir?” sorusuyla başlayan bir süreç olmalı.
İnşaî bir şeylere dönecek; yani eğitime, çocukluğa…
Evet, yani yöntemler, müesseseler, sahip olacağınız, tanımladığınız insan modeline göre oluşan eğitim yöntemleri, bu yöntemlere göre oluşan eğitim kurumları ya da diğer kurumlar ve tipolojiler oluşacak. Bunları temele koyup yapmamız lazım.
Kitabımda şunu belirtmiştim: “Biz, hazine sandığı üzerinde oturan dilencilere benziyoruz; habire Batı’dan dileniyoruz ama kendi kimliğimizi bulmak mecburiyetindeyiz.” Bu hazine sandığını açıp bu hazineyle buluşmamız lazım, bunun da her alanda yapılması lazım; yani eğitim, sanat, mimari, kültür, spor, her alanda bu millileşmenin yapılması lazım.
Burada, “Kişisel gelişim çok şey ortaya koydu da, gelin, bunu bir eleştirelim” ya da sadece ona bir alternatif üretecek kadar kişisel gelişimi büyütecek bir hâdise aslında yok, bizim amaçlarımız açısından sorgulanması gereken alanlar var.
Kişisel gelişimi putlaştırmamak lazım. Sonuçta, kişisel gelişim bir araçtır. Hedefi, kendi toplumunun model insanını inşa etmektir ve o model insan üzerinden toplumu inşa etmektir, insandan topluma. Dolayısıyla biz de bu felsefeyle kendi model insanımızı ve kendi toplumumuzu inşa etmenin yolunu bulmalıyız. Bunun için de gerekli yöntem ve teknikler zaten otomatik bu felsefe etrafında inşa edilecektir. Yani bu, orada olması gereken bir şey varsa onu dışlamaz. Zaman yönetimini öğrenmeyelim mi; hayır, öğreneceğiz. Sağlıklı yaşamayı öğrenmeyelim mi; öğreneceğiz tabii ki. Hızlı okuma, zaman yönetimi, toplantı yönetimi, proje yönetimi, kişisel imaj yönetimi, hepsini yapacağız. Ama bunu yaparken, bir elekten, bir süzgeçten, bir mantaliteden geçirmemiz lazım. Olduğu gibi aldığımızda, bu bizim bedenimize uymuyor, yani başkasının üzerine göre dikilmiş bir kıyafet bize olmuyor. Biz de kıyafeti tabii ki giyeceğiz ama vücut ölçülerine uygun, zevkli, tasarımını da bu zevke uygun hale getirmemiz lazım.
Zaman yönetiminde çok verimli olmak için, zamanı harcayıp ona bir amaç yüklemezsek ya da mesela fakirlerle ilgilenmek olmazsa içinde, diyelim ki namaz saatlerini dahi zaman yönetiminin içine koymazsak, bu işin bizcesi olmaz. Nasıl olacak yani?
Aynen öyle. Mesela, bizim zaman yönetimimizin temelinde namaz vakitleri vardır. Randevulaşırken, “öğle namazından sonra, ikindiden sonra, yatsıdan sonra, akşamdan sonra” şeklinde. Bunlar günü 5 dilime böler ve buna göre planlama gerektirir.
En verimli çalışma saatlerini gözeten…
Otomatik olarak günlük rutinine ara verdiren, bölen ve dilimleyen bir vakit. Bu da bir zaman yönetimi, diğeri de bir zaman yönetimi.
Biz zaman yönetimini yapmayalım değil, yapalım, yapmamız da gerekir; ama bunu kişilerin gerçeklerine, kültürüne ve değerlerine uygun dile getirmemiz lazım. Böyle olursa daha isabetli ve doğru yol alırız. Öbür türlü çok trajikomik hâdiseler oluyordu. Tabii, şu da var: Bunun bizcesini yaparken de “İnsan modeli nedir?” sorusundan başlayarak hareket eden bir yol izlememiz lazım. Bunun örnekleri medeniyetimizde mevcut. Yapmamız gereken, o örneklerden ilham alarak asrın idrakine söyletmek.
Bir kişisel gelişim sorgulaması yapmış olduk. Gerçekten çok teşekkür ediyoruz.
Biz teşekkür ederiz. Ayaklarınıza sağlık.