Küçük âlem içinde büyük âlem olan ve mükemmel yaratılan insan (Tîn, 95/4) başıboş bırakılmamış ve bırakılamazdı da. “İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder?” (Kıyâme, 75/36). Çünkü kâinat düzen içinde kendisine verilen süreyi tamamlarken bu yüce insanın bazı sorumluluklar taşıması gerekir. Gerçek sorumluluğu da ahiret inancı olanlar taşıyabilir.
Âhiretin varlığını isbat eden birçok aklî ve naklî delil olmasına rağmen yine de inkar edenler olagelmiştir. Fakat inkarcıların hiçbirinin tatmin edici delilleri olmadığını bu konudaki iddialarının bir kuruntudan ibaret olduğunu şu âyet ortaya koymaktadır: “Oysa onların (âhirete inanmayanların) bu konuda bir bildikleri yok; sadece zanna uyuyorlar. Zan ise asla gerçek bilginin yerini tutamaz. İşte bildikleri bu kadardır. Şüphesiz kendi yolundan sapanı en iyi bilen Rabbin’dir, doğru yolu bulanı da en iyi bilen O’dur.” (Necm, 53/28, 30).
İnsanlığın varlığıyla ortaya çıkan inanç sistemleri yine onunla da var olagelmiştir. Bu inanç sistemleri, hak olsun batıl olsun inanılması gereken prensipleri mutlaka içermiştir. Âhiret inancı da bilhassa ilâhi dinlerde önemli bir yer tutmaktadır. İlâhi dinlerden olan Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta ahiret inancı olmasına rağmen, İslam’daki kadar açık ve net değildir. İslam’da ise ahiret inancı inanılması gereken üç asıldan (ulûhiyet, nübüvvet ve âhiret) birisidir. Âhiret inancının kişiye sağladığı faydalardan birkaçı üzerinde duralım:
Âhiret İnancının Faydaları
Birinci olarak, âhiret inancı kötülükleri önleyen biricik âmildir. Âhirete inanan kişi her an Allah’ın kendisini gözetlediğini O’ndan hiçbir şeyin gizli kalamayacağını bilir ve bu inancı onun kötülük yapmasına mani olur: “Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir.” (Hadîd, 57/4). “Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf, 50/16). Her yaptığı fiilin kontrol edildiğini bilen insan nasıl olurda kötülük yapabilir? İnanan insan yaptığı zerre kadar iyilik ve kötülüğün karşılığını bulacağını bilir: “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (karşılığını) görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu (karşılığını) görür.” (Zilzâl, 99/7, 8). Bu inanca sahip Müslüman’a zabıta, polis vb. gerek yoktur. Onun polisi sağında ve solundadır: “Sizi gözetleyen muhafızlar, değerli yazıcılar var. Onlar yaptığınız her şeyi biliyorlar.” (İnfitâr, 82/10-12).
Âhirete inanmayan veya öldükten sonra yaptıklarının hesabını vereceğini düşünmeyen kişinin bu dünyada yapamayacağı kötülük yoktur. Böyleleri kanunun olduğu yerde kuzu, olmadığı yerde aslan kesilirler. Nitekim birçok Avrupa devletinde mesela geceleyin elektrikler kesildiğinde her tarafın yağmalandığını bilmekteyiz.
İnanan bilmektedir ki, kabre konulduğu zaman veya ölümden sonraki hayatında kendisine faydası dokunacak yalnızca amelidir. Malı ve ailesi kabri başından döneceğine göre dünyada öncelikle mal ve mülkünü değil, kendisini ebedî mutluluğa götürecek amelini düşünecektir: “Cenazeyi üç şey takip eder. Bunlardan ikisi geri döner birisi kalır. Onu ailesi, malı ve ameli takip eder. Ailesi ile malı geri döner, ameli kalır.” (Buhârî, Rikâk, 42; Müslim, Rüya, 21, Zühd, 5).
İkinci olarak, ahiret inancı kişiye hayatı boyunca karşılaştığı elem ve musibetlere katlanma direnci verir. Fani olan bu dünya sevinç ve üzüntülerle doludur. Hiç beklenilmeyen bir anda değerli bir varlığımızı kaybedebiliriz. İnanan kişi de şunu bilir ki, veren de alan da O’dur. O’nun ilmi dışında bir yaprak dahi kımıldamaz: “O karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıklarındaki tek bir taneyi bile bilir.” (En’âm, 6/59). Olayların Allah’ın gözetiminde olması bize bir direnç verdiği gibi sabretmemiz neticesinde de büyük sevaplara kavuşuruz: “Mü’minin başına gelen hiçbir şey hatta ayağına batan diken yoktur ki, Allah onun sebebiyle kendisine bir sevap yazmasın. Yahut onun sebebiyle kendisinden bir günah düşülmesin.” (Buhârî, Merdâ, 2; Müslim, Bir ve Sıla, 46-49).
Âhiret inancına sahip Mü’min ahiret nimetlerini kazanmak için gerektiğinde en sevdiklerini Allah yolunda harcamaktan kaçınmaz: “Allah Mü’minlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır… Yaptığınız bu hayırlı ve kârlı alışverişten dolayı sevinin, bu büyük bir saadettir.” (Tevbe, 9/111).
Üçüncü olarak, ahirete imanı olan için ölüm korkusu da yoktur. Ölüm, doğan her canlı için kaçınılmaz bir sonuçtur. Doğarken bize sorulmadığı gibi öleceğimiz zaman da bize sorulmayacak ve kaçınılmaz sonuca katlanmak zorunda kalacağız. Şüphesiz ölüm istenilmeyen bir durum, aynı zamanda da akıldan çıkarılmaması istenmektedir. Allah Rasûlü “Ağızların tadını kaçıran ölümü çokça hatırlayın.” (Tirmizî, Zühd, 4; Nesâî, Cenâiz, 3; İbn Mâce, Zühd, 31) buyurmuştur. Hadiste belirtilen ağızın tadının kaçması geride kalanlar içindir. Mü’min için ölüm anında sıkıntı yoktur, hatta bir an evvel Rabbi’ne kavuşmak ister: Hz. Âişe’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Her kim Allah’a kavuşmayı dilerse, Allah (da) ona kavuşmayı diler ve her kim Allah’a kavuşmayı hoş görmezse, Allah (da) ona kavuşmayı hoş görmez.” Ben “Ya Rasûlallah! Ölümden hoşlanmadığı için mi? O halde hepimiz ölümden hoşlanmıyoruz!” dedim.
Bunun üzerine, “Öyle değil! Lakin Mü’mine Allah’ın rahmeti, rıdvanı ve cenneti müjdelendiği vakit, Allah’a kavuşmayı diler. Allah (da) ona kavuşmayı diler. Kafir ise Allah’ın azabı ve hışmı ile müjdelendiği vakit, Allah’a kavuşmaktan hoşlanmaz. Allah (da) ona kavuşmaktan hoşlanmaz.” buyurdu. (Müslim, Zikr ve Dua, 14-16; Buhârî, Rikak, 41; Tirmizî, Zühd, 6).
İnsan ölümlü dünyaya ebedî saadeti kazanmak için gelmiştir; yoksa bu dünyanın geçici zevklerine dalıp ebedî mutluluğunu unutmak için değil: “Âhiret senin için dünya hayatından daha hayırlıdır.” (Duhâ, 93/4).
Dünyayı ahiretin bir tarlası olarak gören bir Müslüman için ölüm korkusu yoktur. Mü’min bilmektedir ki, ölüm yokluk değil; bir daha ölmemek şartıyla yeniden diriliştir. Âhireti yeni bir hayatın başlangıcı olarak görmeyen kişinin kendisini ölüme yaklaştıran her günü, her saati, her saniyesi onun için bir ızdıraba dönüşür. Çünkü o bilmektedir ki, dünyadaki sınırlı ömrü bir gün bitecek hem de yokluğa doğru. Böyleleri için dünyada mutlu olduğu sadece nefsinin isteklerini yerine getirdiği andır. Bu sebeple o hiçbir zaman ölümü hatırlamak istemeyecektir. Ama nafile ki, bundan kurtuluş yoktur.
Âhirete inancı içselleştirenle bunu gerçekleştiremeyenler arasındaki bu farkların işaretlerini birçok Mü’minde görememekteyiz. Âhiret duygusunu tam manasıyla içselleştiremeyenler acaba inanmasalardı hangi durumda olurlardı?
Selam ve dua ile…