Beynimiz beş duyu aracılığıyla çevreden mesajlar alır. Bu duyular, dokunma, görme, koku alma, tat alma ve işitmedir. Beynimiz bütün bu sinyalleri düzene koyar, ne anlama geldiklerini araştırır ve ne yapılacağına karar verir: Meselâ, yemek yerken beynimiz yemeğin iyi görünüp görünmediğine, kötü kokup kokmadığına karar verir. Sonra kolumuzu ve elimizi hareket ettirip yemeği ağzımıza götürmemizi sağlar. Sonunda da çiğnediğimiz şeyin tadından memnun kalırsa, ağzımıza ve boğazımıza lokmanın yutulmasını bildirir.
Beynin farklı bölgelerinin değişik görevleri vardır. Bazı bölümler duyularımızdan gelen mesajları alır, bazıları da kaslarımıza mesaj gönderir.
Bütün bu görevleri yapan beynimiz aslında ruhumuzun aletidir. Bütün bedenimiz, ruhun bineği ve aletidir. Ruhun varlığına dair pek çok delil mevcuttur. Bazılarını sıralamak istiyoruz.
1- Her insan sıklıkla kendisinden bahseder. “Görüşüm” der, “şahsiyetim” der, kısacası “ben” der. Bu “ben”in yerini insan vücudunda aradığımızda, insan hücrelerinden başka bir şey göremiyoruz. Bakıyoruz ki üçte ikisi su olan ve gramında 5 milyar olmak üzere yaklaşık 3x1014 (= 300 trilyon) hücreden oluşan insanın “ben”i için yer yoktur. Bu hücrelerde ise, onlara ait gereçlerden başka bir şeye rastlamıyoruz. Acaba ben nerededir?
2- Vücudumuzu oluşturan 300 trilyon hücre yaklaşık 4x1027 atomdan meydana gelir. Bu hücrelerin her biri ortak hayati uyum içerisinde hareket eden iyi ayarlanmış bir makine ya da büyüleyici bir metropol gibi çalışır. Her bir hücrenin hayatı ortaya çıkarmak için bağımsız olarak katkıda bulunmasına karşılık, iki hücrenin aynı anda aynı eylemi yerine getirmelerine ancak nadiren rastlanır. Bütün “karmaşasına” rağmen, insan vücudunda işlerin karmaşaya dönmesi pek mümkün değildir.
Bir sperm hücresinin genetik materyal mesajını dişi yumurta hücresine eklemesiyle beraber 4x1027 tane atom nasıl organize hale gelmektedir? Birleşen bu küçük hücrelerin içerisinde bedenin gelişiminin bütün safhalarında gerekli olan bütün bilgilerin bulunduğunu biliyoruz.
Bedenin ve daha sonra da hücrenin içine doğru yolculuğa çıkmak, harikalar diyarında yol almak gibidir. Dış zarıyla çevrelenmiş olan hücrenin fonksiyonları dış çevreden yalıtılmıştır.
Bir kalemi masadan almaya karar veriyoruz ve bunu anında yapıyoruz. Bu hiç zor bir şey değil. Ama düşünceden eyleme uzanan yolda, bu alelade eylemi yerine getirmek üzere milyonlarca hücre ve milyarlarca atom birlikte koordineli olarak harekete geçmektedir. Hâlbuki dışarıdan bakıldığında bu eylem ne kadar da basit gözükür. Bu nasıl olmaktadır?
3- Beyin ise hücrelerden, dolayısıyla bir yığın atomdan oluşmaktadır. Bu atomlar bir düşünceyi nasıl ortaya çıkarmaktadır ve nasıl bir araya gelmektedir? Görünüşte tesirsiz ve “düşüncesiz” olan karbon, hidrojen, oksijen vb. atomlar; güzellik, nefret, hoşlanma ya da sevgi diye adlandırdığımız şahsî tecrübelere sahip olan biz insanları nasıl meydana getirebilmektedir?
4- Bir şey yapmak, konuşmak istediğimizde bu fikir zihnimize nereden, nasıl gelmektedir? Kim söylemektedir? Bu mekanizma nasıl açıklanacaktır? Zihin bunları nasıl yapmaktadır? Konuşma emirlerini nasıl vermektedir? Herkesin beyninde her an kafasından geçen düşüncelerle pek çok kararlar nasıl alınmaktadır?
Alman şair Durs Grünbein’in sorduğu gibi, “Ruhi süreç tam bir saklambaç oyunudur. Orijinal bir düşünce veya güzel bir mısra beyinde nasıl doğmaktadır?”
Kısacası nöronların faaliyetini başlatan nöron ateşlenmesine ne sebep olmaktadır ve böylece istemli hareket nasıl ortaya çıkmaktadır? Maddi olmayan olaylar, nöronlar gibi maddi yapılar üzerinden nasıl etkide bulunmaktadır?
5- Meselâ yürümek istediğimizde, sayısız mekanizma karışık hâdiseler zinciri ile harekete geçmekte ve yürümemiz sağlanmaktadır. Biz bu sırada bunların farkında bile olamıyoruz. Acaba bu sayısız olayı düzenleyen, arada en ufak bir aksaklık olmasını önleyen kuvvet nedir?
6- İnsana hareket sağlayan kuvvet, yani canlılığı devam ettiren güç nedir?
7- Sesi, sözgelimi müziği nasıl duymaktayız?
Ses dalgaları kulak zarına çarparak incelikli karmaşaya sahip bir geçiş yolunda, beyin korteksinde kimyasal olarak depolanmış biyoelektrik sinyallere dönüşür. Fakat sesi nasıl duyarız? Beyinde depolanmış bilgi de dâhil olmak üzere buraya kadar olay tamamıyla biyokimyasaldır. Ne var ki biz biyokimyayı duymayız, sesi duyarız. Kafamızın içinde bu ses nerede oluşuyor? Veya görüntü?
Ya da koku? Bilincimiz nerededir? Karbon, hidrojen, nitrojen, oksijen vb. gibi maddelerden hangisinin durağan atomları, kafanın içerisinde bir düşünce üretebilecek ya da bir şekil oluşturabilecek kadar akıllı hale gelebilir ki? Beynin yaklaşık yüzde 80’inin su, yüzde 10’unun yağ ve yüzde 8’inin proteinden oluştuğunu biliyoruz. Geri kalan bölümünü karbonhidrat, tuz ve diğer mineraller kaplamaktadır. Bu maddi yapı, nasıl akıl doludur?
8- Beynin içinde, ışıl ışıl renkli bir dünyayı seyreden, kuş cıvıltılarını dinleyen, gülü koklayan kimdir?
İnsanın gözlerinden, kulaklarından, burnundan gelen uyarılar, elektrik sinyali olarak beyne gider. Beyinde bu elektrik sinyalleri görüntü, ses, koku ve his olarak algılanır. Beynin içinde göze, kulağa, buruna ihtiyaç duymadan tüm bunları algılayan bir şuur bulunmaktadır. Bu şuur nedir, kime aittir?
9- Canlı ile ölü arasındaki fark nedir? Bir kimse öldüğünde: vücudu da, içinde beyni de, kalbi de, bütün sinir sistemi de muhafaza olunduğu halde, niçin bir madde yığınından başka bir şey değildir?
10- Bir hücrenin çalışmasını düşünelim. Sayısız hâdiseler cereyan ediyor. Düzenli bir şekilde hücrede hayat sürüp gidiyor. Her şey ölçülüp biçilmiş gibi büyük titizlik dikkati çekiyor. Karışıklık ve tehlike meydana gelmiyor. Acaba bu mükemmel işleyişi, bizim farkına bile varamadığımız bu organizasyonu sağlayan nedir?
11- Beynin merkezi neresidir? Beyin içinde tüm faaliyetleri yöneten bir mini-süper beyin olmadığına göre en yüksek seviye nedir? Ayrıca bir beyin bölgesinin tek bir özgül, özerk fonksiyonu yoktur. Aksine, faklı beyin bölgeleri farklı faaliyetler için paralel olarak çalışmak üzere bir şekilde birleşmektedirler. Beynin değişik bölgelerini, birbirine uyumlu ve entegre bir sistem olarak düzenleyen gücün adı nedir?
12- Zihin ve beyin ilişkisini gözden geçirdiğimizde; zihnimiz bir yanda maddi dünya tarafından etkilenirken, öte yanda maddi dünyayı etkileyebilen, maddi olmayan bir “şey”e sahip olduğumuz anlaşılmaktadır. Bu şey nedir?
13- İnsan beyni, büyük senfoniyi sürekli çalmakta olan büyük bir orkestra gibi işlemektedir. Kemanlar, viyolalar, viyolonseller, obualar, klarnetler, kornolar hep birlikte son derece zengin bir parçayı hep birlikte çalmaktadır. Çalınan temalar tekrarlanırken bütünlük asla bozulmaz. Duygusal renklenme, iniş çıkışlar ve parıldayışlar halindedir. Her beyin/zihin sadece kapsamlı bir senfoniyi çalmakla kalmaz, aynı anda bir yandan besteler bir yandan da yönetir. Bu müthiş organizasyon nasıl olur ve kimindir?
Zaten beyin bir orkestra ise her nöron farklı bir enstrüman çalmaktadır. Orkestra şefinin olmadığı bir ortamda beyin bu karışıklığı nasıl anlamlı hale getirmektedir? Sözgelimi bir yüzü tanımak için nöronlar, devasa bir veri deposunu nasıl bir araya toplamaktadır? Nöronları eşzamanlı hareket ettiren nedir?
14- Beynin çalışmasının mikroskobik düzeyde, elektriksel ve kimyasal aktarımlarla nöronlar arasında iletişimle olduğunu biliyoruz. Bu elektriksel ve kimyasal kodlar, sözgelimi döner yeme arzusuna nasıl dönüşmektedir? Veya canımız döner yemek istediğinde ortaya çıkan bu elektriksel ve kimyasal değişiklikler nedir?
15- Yine zihin ve beyin iç içe gibi görünmektedir: İnsanın şuuru, benliği vb... Ben kendi benliğimi, şuurumu dimağımın hemen üstünde hissediyorum. Bu nedir?
Sonuç olarak insan, beden ve ruhtan meydana gelmiştir. Bedenimizin tasarruf sahibi ruhu vardır ve davranışlarımızın, hareketlerimizin, düşünce ve duygularımızın kaynağı ruhtur. Ölüm, ruhun bedeni terk etmesidir. Ruh, ölüm ile asıl vatanına kavuşur. Bu vatanı da ruhun bedeni nasıl kullandığı belirlemektedir.
Marifetnâme’de Ruh
İnsan, beden ve ruh olmak üzere iki kısımdan yaratılmıştır. Beden dediğimiz et ve kemikten olan vücudumuzdan başka, ne olduğunu ve nasıl faaliyet gösterdiğini bilmediğimiz ruhumuz vardır. Ruh, bedeni terk ettiğinde ölüm meydana gelir.
İşte bu ruhun mahiyeti nedir? İnsan davranışlarındaki rolü nasıldır? Gerçek bir bilginin bu sualleri nasıl cevapladığını bilmek önemlidir. Gururlu filozofların her biri, birbirini tekzip eden bir silsilenin halkaları olurken; binlerce, on binlerce Ehl-i Sünnet âlimi birbirlerini tasdik ede ede devam etmiştir.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri (1703-1780) Osmanlı’nın yetiştirdiği büyük âlimlerdendir. İbrahim Hakkının, en mühim, hatta bütün eserlerini toplayan kitabı Ma’rifetnâme’dir. Çeşitli konuları açıkladığı bu eseri bir ansiklopedi mahiyetini taşır. Bu kitabında ruhun özelliklerinden şöyle bahsetmektedir:
Beden ruhun bineğidir
İnsan, cisim ve ruhtan meydana gelir. Bedenimiz ruhun bineğidir. İnsanın ruhu, her ne kadar fiilleriyle bedene yakın ise de zatı bakımından başkadır. Ondan apayrıdır. Zira ruh bir mücerret cevher olup, bir hal üzere bakidir. Beden ise her an değişmektedir ve fanidir. Kişi kendi zatından ebedi olarak gafil olmaz. Uyku halinde veya gözünü kapadığı zaman bile unutmaz.
Ruh cismin gayrisidir
Ruhun, cismin gayrisi olduğuna delil olarak: Bu beden beş yaşında iken ruh nasıl ise şimdi gene aynı ruhtur. Ama beden aynı değildir. Zira beden çok şekillere girmiştir. Başka sıfatlar almış, boy, en ve derinlikte hareketle büyümüştür. Önce genç idi, şimdi yaşlanmış. Lâkin insanın ruhu yine eski halinde kalmıştır.
Ruh bedende mutasarrıftır
İnsan ruhu bedene mutasarrıftır. İnsan ruhu istemedikçe dil söylemez, kulak dinlemez, göz bakmaz, el tutmaz. Ayak gitmez ve uzuvlar işlerini yapmazlar.
Emr-i İlahi olan insan ruhunun bağlantısı gönül olup, onun hakikati bilinmekten beridir.
Vasfa gelmez. İnsan ruhu bütün bedende tasarruf sahibidir ve nasıl olduğunu insan anlayamaz. Ruhun teveccühü ve taalluku bütün uzuvlara sâri ve hükmü bütün bedende cari olup beden her hâli ile onun hizmetçisidir.
Ruhun hakikati bilinmez
İnsan ruhu gönülden yüreğe ve yürekten bütün uzuvlara mutasarrıftır. Rabbani bir iş olup, hakikati hayal ve vehime gelmekten münezzehtir. Kemiyet yani nicelik miktarında mukaddestir. Bölünebilmekten beridir. Şekil ve renkten aridir.
İnsan ruhu, mademki bu cesetle örtülü ve müelleftir; o halde, bu şer-i şerif ile memur ve mükelleftir. Cismin hükümleri İle mecburdur.
Ölüm nedir?
Ölümün hakikati, ruhun beden aletini kullanmamasıdır. Ruhun bedende tasarrufu, kâtibin kalemde tasarrufu gibidir. Eğer kâtip dilerse kalemi hareket ettirip yazar. İsterse kalemi durdurup, kalem kutusuna koyup feragat eder. Ruh dilerse, bedenini hareket ettirir, koşturur ve sıçratır. İşte bu halde nefsin bedenine mutasarrıf olmasına hayat, bu tasarrufun bedenden kesilmesine ölüm denilir.
İnsan ruhu bir baki cevherdir. Bedenin eczasının bozulması ile fani ve yok olmaz.