Şefkat abidesi bir annenin duygu okyanusunda med-cezirlere yol açan en önemli neden, yavrusunun gözlerinde beliren nem ve gözyaşıdır. Cennetleri onun ayakları altına serdiren temel faktör de ana yüreğinin, Rahman’ın merhamet tecellileriyle mayalanmış olmasıdır. Çok enteresandır; ümmet, imam, ümmi vb. gibi derinlikli ve kuşatıcı kavramlar Arapçada “anne” anlamına gelen “ümm” kelimesinden türemiş ifadelerdir.
Peygamber Efendimiz’in (sav), Allah’ın kullarına olan merhametini anlatırken bir annenin yavrusuna olan şefkatini örnek göstererek paralellik kurması çok dikkat çekicidir:
Bir defasında ashabdan biri bir çocukluk hatırasını anlatırken demişti ki;
“Çalılıkta dolaşırken bulduğum bir kuş yuvasından yavruları alıp koynuma koymuştum. Tam bu sırada yavrunun anası başımda dolaşmaya başladı, acıdım, yavruları bırakmak için ihramımı açmaya çalıştığım sırada kuş hemen koynumdaki yavrusunun yanına daldı, kanatlarını yavruları üzerine gerip kollamaya başladı.” Efendimizin (sav) buna sorusu şöyle oldu: “Bu annenin yavrusuna bu kadar acıması sizi hayrete mi düşürdü?” Efendimiz (sav) şunu ilave etti: “Hiç şüpheniz olmasın Allah’ın (cc) kullarına acıması bu annenin acımasından (kıyas kabul etmeyecek derecede) fazladır.”
Bir defasında da kadının biri çocuğunu kaybetmiş, deli gibi bir oraya bir buraya koşuyor, yavrusunu arıyor, bulduğu yabancı çocukları da bağrına basıp hemen oracıkta emziriyordu. Kadının bu heyecanını gören Efendimiz (sav) yanındakilere; “Böylesine şefkatli şu kadın hiç yavrusunu ateşe atar mı?” diye sordu.
“Atmaz!” dediler. Efendimiz (sav) de tasdik etti; “Ben de öyle biliyorum, atmaz” dedikten sonra buyurdu ki: “İşte Allah (cc) da bu kadından çok daha fazla merhametlidir. Kullarını ateşe atmaz, onlar kendilerini ateşlik amelin içine atmadıkça!”
Yine; “Bir yolculuktan dönülüyordu. Mola verilmiş, bir kadın da ateş yakarak hazırlık yapmaya başlamıştı. Ateşin alevleri yükselince kadın koşuşturan çocuğunun ateşe düşmesinden korktuğu için hemen onu bağrına bastı ve ateşe düşmesi halindeki dehşeti de tasavvur ederek buna gönlünün dayanamayacağını hayal edip orada bulunan Efendimize (sav) dönerek sordu:
–Sen Allah’ın (cc) peygamberisin değil mi? Efendimiz (sav) de
–Hiç şüphen olmasın, buyurdu. Bunun üzerine kadın şöyle dedi:
–Allah’ın (cc) kullarına merhameti bir ananın yavrusuna olan merhametinden daha çok değil mi? Efendimiz (sav):
- Hiç şüphen olmasın öyledir, buyurunca kadın:
- Öyle ise bir ana yavrusunu ateşe atmaz, diye sızlandı. Efendimizin (sav) gözleri yaşardı da buyurdu ki:
– Yüce Allah (cc) ancak kendisine isyan edenleri ateşe atar. Müstahak olmayanları asla!
MERHAMETTEN MARAZ MI DOĞAR?
Bu ifade vulgarize halk kültüründe sıkça kullanılan suistimal edilmiş bir deyimdir. Bu sözle; egoizm ve konformizm ikliminde büyümüş, kapitalizmin de etkisiyle kendisini ve çıkarlarını en üstün değer olarak gören bir algı ile kirletilmiş günümüz insanına merhamet, şefkat, fedakârlık vb. gibi kavramların birer enayilik olduğu anlayışını pompalayarak:
“Bir insan neden bir başkasına yardımda bulunsun ki, tüm kazanımları kendi emeğinin, aklının ürünüdür(!) Karşısındaki de çalışıp kazansaydı... Beraber mi çalışıp kazandılar? Güçlü olan yaşar, zayıf olan elimine olur. Hayatın kanunu bu (!) ‘diyalektik yasa’ böyle işliyor.” demek isterler. Bu acımasız, değer tanımaz felsefe, materyalizm ve pozitivizmin bir sonucudur. Siz insanlara; tek değer olarak “madde”yi kutsar, diğer ahlaki normları yadsırsanız “insan insanın kurdudur” anlayışını da hâkim kılmış olursunuz mesajını verir.
Bu sakat dünya görüşünün komplikasyonlarının neler olduğunu görmek istiyorsanız, çağımız problemlerine şöyle bir göz atmanız yeterli olacaktır:
Anarşi ve terör, savaşlar, etnik fanatizm, global mali kriz, aile kurumunun çöküşü, sağlıklı nüfus artışının durması ve popülasyonun her geçen gün yaşlanması, boşanmaların çığ gibi büyümesi, evliliğin aşağılanması, zina ve gayr-ı meşru ilişkilerin özendirilmesi, eşcinsellik, lezbiyenlik gibi sapkınlıkların cinsel tercih ve özgürlük adı altında demokratik bir hak gibi lanse edilmesi, uyuşturucu kullanımının yaygınlık kazanması, stres, anksiyete, intiharlar ve hepsinden de önemlisi sevgisizlik…
Bilmem ki listeyi daha fazla uzatmaya gerek var mı? Hepsi de modern zamanların acil çözüm bekleyen hastalıkları…
Olayın temelinde insanı madde olarak algılayıp, ruhunu arka plana atan anlayış yatmaktadır.. Hedonizmin esiri olmuş insanlar her türlü bedensel haz ve zevki fetiş boyutta tadarken, tatminsizliğin pençesindeki arayışlar, sapkınlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Oysa mutluluk ruhun hazzıdır ve ancak tatmini manevi değerlerle mümkündür. Materyalizm ve pozitivizmin kıskacındaki insanlık, maalesef bu bataklığa saplanmış, debelenip durmaktadır. Nüfus negatife geçmektedir. Nüfus her geçen gün yaşlanmakta, toplum; genç kuşak olmayınca dinamizmini yitirmektedir. Suç oranları, limitleri zorlamaktadır. İstatistiklere göre batıda doğan çocukların %30’dan fazlası gayrimeşru ilişki sonucudur. Bu durum bilim adamları ve füturistleri “nerede yanıldık, ne yapmalıyız?” diye kara kara düşündürmektedir. Keşke yaşam tarzlarını, ne idüğü belirsiz özgürlük ilahına kurban etmek yerine Allah’ın istediği şekilde düzenlemiş olsalardı… İşte o zaman her türlü zevki meşru dairede tadacak, düzeyli ve kaliteli bir hayat sürecek, mutlu olacaklardı:
“Gerek erkekten, gerek kadından kim, mü’min olarak, iyi amel (ve hareket)de bulunursa hiç şüphesiz onu (dünyâda) çok güzel bir hayat ile yaşatırız ve (o gibilere) her halde yapageldiklerinin daha güzeliyle ecir veririz.” (Nahl-97)
İnsanların limitsiz bir özgürlük anlayışı ile örgüledikleri ve kurguladıkları bir dünyadan asla hayır gelmeyecektir. Böyle bir özgürlük anlayışı; sınır tanımayan bir cinsellik, doymak bilmeyen bir ego ve hep daha fazlasını isteyen bir zenginlik, makam ve şöhret hırsına yol açacaktır. Bencilleştikçe azgınlaşan, azgınlaştıkça kalabalıklar içerisinde yalnızlaşan insan, zaman içerisinde kendinden uzaklaşacak, uzaklaşa uzaklaşa gün gelecek kendini de unutacaktır. En tehlikeli olan da budur. Nitekim “Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan (fasık) kimselerdir.” (Haşr, 19)
SEVGİSİZLİK VE HASET HASTALIĞINDAN KURTULMAK
Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız problemlerin temelinde esas itibarıyla “sevgisizlik” olgusu yatmaktadır. Sevgi öyle bir iksirdir ki tüm rahatsızlıkları tedavi edici bir etkiye sahiptir.
Sevginin olmadığı yerde kıskançlık vardır, bencillik vardır, kin, öfke, kibir, kabalık vardır. Siz hiç düşünebiliyor musunuz; seven insanın sevdiğine karşı kötü duygular besleyebileceğini… Sevginin olduğu yerde ancak merhamet vardır, diğergâmlık, fedakarlık vardır. Orada “ben” yok “sen” vardır. Allah bizleri bu hastalığın şerrinden muhafaza buyursun. (Amin.)
Sahabe-i kiramın farklılık ve üstünlükleri de zaten, söz konusu bu rahatsızlıktan Resulullah (sav) Efendimiz’in “sevgi ve merhamet” potasında arınarak kurtulmuş olmalarından kaynaklanmaktadır: “… Kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran; size Kitab’ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resul gönderdik.” (Bakara /151)
Bu sayededir ki şu övgüye de mazhar olmuşlardır:
“Muhammed, Allah’ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kâfirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah’tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların Tevrat’taki vasıfları budur. İncil’deki vasıfları ise sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup boy atmış (ki bu,) ekicilerin hoşuna gider. (Bu örnek,) Onunla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va’detmiştir.” (Fetih/ 29)
Allah’ın izni ile aynı müjdeye naçizane bizlerin de muhatap olabilmesi mümkündür. Bu manada Efendimiz’in (sav) büyük müjde ifade eden bazı meşhur hadisleri vardır:
“Ebu Hureyre’nin bildirdiğine göre, bir gün “Resulullah (sav) kabristana geldi ve: “Ey mü’minler yurdunda yatanlar, selam üzerinize olsun. İnşaallah biz de size kavuşacağız buyurdu.” Sonra hasretle iç geçirerek; “Kardeşlerimi öyle göreceğim geldi ki” diye ekledi. Yanında bulunan sahabeler: “Ey Allah’ın Resulü biz senin kardeşlerin değil miyiz?” dediler. Resulullah (sav); “Sizler arkadaşlarımsınız, kardeşlerim henüz gelmiş değildir.” buyurdu. Bir başka rivayet de şöyledir: “Mutlaka Allah’ın kullarından, nebilerin ve şehitlerin kendilerine gıpta edecekleri kullar vardır. Sahabeler tarafından denildi ki; “Onlar kimlerdir ey Allah’ın Resulü, bize haber ver ki onları sevelim.” Resulullah onların bu isteği üzerine, şöyle buyurdu; “Onlar öyle bir topluluktur ki, aralarında mal (ticari ilişki) ve akrabalık olmaksızın birbirlerini severler. Onların yüzleri nurdur. Nurdan minberler üzerindedirler. Halk korktuğu zaman korkmamayı sürdürürler. İnsanlar mahzun oldukları zaman onlar üzülmezler” dedi ve sonra “Dikkat edin! Mutlaka Allah’ın evliyası için korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.” ayetini okudu.”
Görüldüğü üzere burada anahtar kavram “sevgi” olmaktadır. O halde yapılması gereken şey öncelikle samimi olarak tövbe etmek, daha sonra da tüm negatif duygulardan arınarak aramızda sevgi, saygı, merhamet, cömertlik ve fedakârlık gibi ahlakları karakterimiz haline getirmek olmalıdır. Ancak böylelikle Fetih Suresi 29. ayette ifade buyrulan “ekin başakları” gibi olabilir ve yine aynı ayette vurgulandığı üzere bizi yetiştiren “ekici”lerimizi üzmemiş ve hoşnutluklarını kazanmış oluruz. Allah’tan (cc) en büyük dileğimiz, Fetih-29’da ifade buyrulan büyük müjdelere bizleri de mazhar kılmasıdır.
Yazımızı Hz. İsa’nın (as) şu güzel duasına bizler de iştirak ederek noktalayalım:
“Allah’ım! Bugün yine sabahladım. Bugün de başıma gelecek fenalıkları engelleyecek gücüm yoktur. Arzu ettiğime ulaşabilecek kuvvetim de yoktur. Biliyorum bütün güç sendedir. Ya Rabbi, ben yaptığım işimle sana rehin düşmüşüm. Benden daha fakiri yoktur. Rabbim beni düşmanımın önünde gülünç duruma düşürme, dostuma kötülük yaptırma, dinimde musibete uğratma! Rabbim en büyük arzumu dünya kılma. Bana acımayanı üzerime musallat etme. Ey ebedî diri ve hayat sahibi olan Allah’ım, duamı kabul eyle.” (Amin)