İman ediyoruz ki ahirette mizan kurulacak, amellerimiz kuyumcu terazisinden daha hassas terazilerle tartılacaktır. Biz müminlerin hedefi işte bu hesap gününde sevap kefesini günah kefesinden daha ağır getirebilmektir. Bu ümitle hayırlara koşarız, türlü ibadetler yaparız. Çiftçinin ambarını buğdayla doldurması gibi bizler de sevap kefesini güzel amellerle doldurmaya çalışırız. Ama ambarımıza dadanan hırsızların veya gizliden gizliye onları tüketen haşeratların varlığından haberdar olmazsak bu hırsızlar bize çok büyük bir sürpriz yaşatabilirler. Yani ihtiyaç zamanında biriktirdiğimiz buğdayları yemenin keyfi, çok acı bir hüsrana dönüşebilir.
Buğday ambarı örneğindeki gibi güzel amellerinde haşeratları ve fark etmeden onları gizliden gizliye tüketen hırsızları vardır. Gerek Kur’an ve gerekse Efendimiz (sav) bu konuda ümmetini çok açık şekilde uyarmıştır.
“Ümmetimden müflis odur ki, kıyamet günü namaz ve zekâtla gelir. Ama, bu arada sövdüğü şu kimse, dövdüğü bir başka kimse dahi gelir. Bunun üzerine kendisinin hasenatından şuna verilir, buna verilir. Üzerinde haklar bitmeden kendi hasenatı tükenirse, o zaman onların hatalarından alınır kendisine yüklenir. Daha sonra cehenneme atılır. ” (Müslim)
“Kim bir kul hakkı yemişse derhal o kardeşi ile helalleşsin. Çünkü (kıyamet günü) dirhem de geçmez dinar da, böyle olunca o (hak yiyen) kişinin sevapları alınır o adama yüklenir. Eğer sevapları yoksa o hakkını yediği adamın günahları buna yüklenir. ” (Buhari, Rikak, 48)
Bu hadisler açıkça söylüyor ki, güzel amel ve ibadetleri yapmak kadar onları koruması aynı şekilde çok önemlidir. Ama müminler olarak amel ve ibadet yaparken gösterdiğimiz çabanın yüzde birini onları koruma konusunda göstermiyoruz, bu konuda ciddi bir gaflet içindeyiz. Bu sebeple de mahşer günü, yukarıdaki hadis-i şerifin tasvir ettiği korkunç manzara ile yüz yüze gelebiliriz. Allah bu kötü halden cümlemizi muhafaza buyursun.
İnsanlar, ahirette hesap gününde şaşkınlıkla kendi amel defterlerinde yapmadıkları hac, kılmadıkları namaz, vermedikleri zekât ve sadaka sevapları bulacaklar. Yine kendilerini takva sanan, günah işlemediğini düşünen ve Allah’ın huzuruna, gece namazları, oruçlar, sadakalar gibi büyük amellerle geldiğini düşünen insanlar bu amellerini defterlerinde göremeyince büyük bir şaşkınlık içine girecekler. Bunun en önemli sebebi kul hakkıdır. Kul hakkını hafife almak bu konuda gerekli hassasiyeti göstermemek müminlerin en fazla aldandığı konudur.
Kul hakkının çerçevesi nedir? Bu hak, sadece bir şahsın bir başkasının malını alması ve onu iade etmemesi durumunda mı gerçekleşir; manevî ihlâller de kul hakkına girer mi?
Öncelikli olarak bilmek lazım ki, Hak katında affa mazhar olmayan iki büyük günah vardır. Bu günahlardan biri şirk biri de kul hakkıdır. Cenâb-ı Hak, kulunun dağlar kadar günâhını bağışlarken, kul hakkını affının dışında tutmakta ve bu husustaki bağışlamayı, ancak kulların birbirlerinin haklarına riâyet ederek aralarında helâlleşmeleri şartına bağlamaktadır. Onun için Hak yolunun samîmî yolcuları, bir ömür kul hakkı hassasiyeti içinde yaşamalı ve üzerlerine en ufak bir tozun dâhi sıçramamasına dikkat etmelidirler.
Kul hakkı sadece bir insanın malını parasını gasp etmek veya birilerine darp yapmakla gerçekleşmez. Kul hakkına sebebiyet veren günahları iyi araştırmalı ve nelerin kul hakkına sebebiyet verdiği konusu iyi tespit edilmelidir ki kendimizi ahirette dönüşü ve affı olmayan bu günahtan koruyalım. Bazı haklar vardır ki Kul hakkı olduğu açıktır: Mala ve cana zarar vermek, alış verişte aldatmak, ihanet etmek, iftira etmek, arkasından konuşmak, laf taşımak, dedikodu yapmak vs. Bu konularda hassas davranmayana diyecek söz yoktur. Allah onları ıslah etsin. Ama müminlerin takva olanlarının da düştüğü kul hakları vardır ki, bu konu üzerine uyarmak istiyoruz. Kul hakkının oluştuğu en mühim nokta burasıdır. Yani yapılan ihlâlin kul hakkı olarak görülmediği ihlallerdir. Günlük hâdiseler çerçevesinde pek çoklarına normal gibi gelen o kadar mesele var ki, aslında hepsi de birer kul hakkıdır. En basitinden yoğun trafik akışının olduğu yerlerde uyanıklık adına pek çok sürücüyü zor durumda bırakmak, kul haklarındandır. Aynı şekilde yemek kokusu ile komşuya eziyet etmek de böyledir. Bir Müslümanın yüzüne haksız yere sert sert bakmak bir kul hakkı ihlâlidir. Dolayısıyla kul hakkını, sadece müşahhas bir şekilde bir başkasının malını çalmak veya gasp etmek olarak anlamamalı, davranış ve muamelelerimizde birtakım bencillikler yapmak sûretiyle başkalarının kalbini kırmanın, onları aşağılayıcı, incitici ve canlarını sıkıcı davranış ve sözlerde bulunmanın, morallerini bozmanın da kul hakkına girdiği bilinmelidir. Yani maddî olarak zahiren kul hakkına girmekle, mânevî olarak kul hakkına girmek arasında pek fark yoktur.
Bir de toplumda en çok kul hakkı ihlali gıybet yani aleyhte konuşmakla yapılmaktadır. Gıybet, kolay düştüğümüz ve büyük görmediğimiz kul haklarındandır. Kardeşlerimizi gıyaplarında hoşlanmadığı sözlerle anlatmamız, şahsiyetlerini zedeleyici söz ve işler de bulunmamız, yalnız tövbeyle kurtulacağımız günahlardan değildir. Tövbe ile beraber gidip onlardan helallik almak gerekecektir.
Şehitler için bile kul borcu ciddi sorundur: “Kaçmayarak, yalnız Allah’tan sevap bekleyip sabrederek, düşmana karşı durduğun halde öldürülürsen, borçlarından başka bütün günahlarına kefaret olur. Bunu bana Cibril söyledi. “(Müslim)
Efendimiz ve ashabı kul hakkına nasıl bir hassasiyet göstermişler ve neler yapmışlardır?
Bu hususta an çarpıcı örnek Âlemlerin Efendisi’nin, son demlerinde ashâbına verdiği örnektir.
Vefatının son demlerinde “Kimin üzerimde hakkı varsa gelsin alsın!” buyurmuş ve âhirete hicret ânında kul hakkının önemi hususunda bütün âleme pek manidar bir mesaj vermiştir.
- Kul hakkı mânevî ise helâlleşmek, maddî ise onu iade etmek gerekir. Yâni kul hakkını âhirete bırakmamalıdır. Nitekim Hazret-i Peygamber’in tatbikatı da böyledir. O, önüne borçlu, yâni üzerinde kul hakkı bulunan bir cenaze getirildiğinde onun namazını kıldırmaz, ancak borcu ödendiği takdirde imamete geçerdi.
Ebû Katâde (ra) anlatıyor:
“Resûlullâh’a (sav) namazını kıldırması için bir adamın cenâzesi getirildi. Ancak Efendimiz:
“Onun üzerinde borç var, arkadaşınızın namazını siz kılın!” buyurdu. Ben “Borç benim üzerime olsun, ey Allah’ın Resülü” dedim.
“Sadâkatle mi ?” dedi.
“Sadâkatle!” dedim.
Bunun üzerine cenazenin namazını kıldı.” (Tirmizi, Cenâiz, 69; Nesâi, Cenâiz, 67)
Hazret-i Osmân yanlışlıkla kulağını çektiği ve hatâsını anladığında da yanına çağırdığı kölesine:
“Sen de benim kulağımı çek!” diye kulağını çektirmiştir. Hatta kölenin hafif davranması üzerine:
“Ben daha sert çekmiştim; biraz daha sert çek de beni âhiret vebâlinden kurtar!” demiştir. Buna mukâbil köle de:
“Ey halîfe! Daha fazla çekersem bu sefer ben size borçlu olurum!” şeklinde cevap vermiştir.
Bu hususta Allah dostlarından da gönülleri istikâmetlendirici pek çok güzel rivâyetler vardır. Rivayete göre Abdullah bin Mübârek’in çok kıymetli bir atı vardı. Bir yolculuğu esnâsında öğle namazı vaktinin girmesi üzerine atını salıvererek namazını kıldı. Ancak bu sırada at, bir köyün devlete ait merasına girerek otlamaya başladı. Bunun üzerine İbn-i Mübârek, o ata binmekten vazgeçti.
Ebu Hamdun Kassar, can çekişen bir dostunun yanında bulunuyordu. Adam vefat eder etmez, yanmakta olan lambaya üfleyip söndürdü. Kendisine: “Ey Hamdun, bu karanlıkta lambayı niçin söndürdün?” dediler. O da şu cevâbı verdi:
“Lamba ve onun içindeki yağ şimdiye kadar vefât eden zâta aitti. Şimdiden sonra ise vârislerinin hakkıdır...”
Fâtih’in yanlışlıkla kolunu kestirdiği Hristiyan mîmâr ile muhâkeme sonunda kendi kolunun da kesilmesi için uzatması, bu fazîlet karşısında da mîmârın kısas şikâyetinden vazgeçip diyet alması da, kul hakkına riâyetin şâheser nümûneleridir.
Değerli büyüğümüz Şenel İlhan Bey’in kul hakkı konusundaki hassasiyeti de bizlere her zaman Efendimizi (sav) hatırlatmaktadır. Kul hakkının maddi olanından da manevi olanında da kaçınmasındaki telaşı, hassasiyeti, ince düşüncesi bizleri her zaman hayrete düşürür. Birilerine sert bakmak suretiyle korkutmak veya kişiliği ile ezmek, olumsuz eleştirilerle kalbini kırmak veya incinmesine sebep olmak gibi çok ince manevi kul hakları bile onun her zaman asla göz ardı etmediği haklardır.
Bir gün bu konuda şöyle bir sohbeti olmuştu:
“Cennete giren müminlerin büyük çoğunluğu başkalarının sevabı ile cennete girerler. Cehenneme giden müminlerin çoğunluğu da yine başkalarının günahlarını yüklenerek cehenneme girerler.
Kul hakkına dikkat etmeyenin aklına ben çok şaşarım. Çünkü bunun affı hak sahibinin elindedir, o affetmezse yandın, insan bu akılsızlığı ve kötülüğü kendine nasıl yapar… Allah kendi haklarını affeder, o merhametlilerin en merhametlisidir ama kullar öylemi? İnsan kendini bir kulun insaf ve merhametine bırakır mı, ahiret gibi şiddetli bir günde hem de?
Ben kul haklarından aşırı derecede korkar ve dikkat ederim. Birine sert bakmaktan bile çok korkarım hakkı geçer diye. Bir gün şehir dışında arabayla gezerken bir yerde mola verdik, dinleniyorduk. Yanımıza otuz yaşlarında bir genç yaklaştı. Bisikletli sarışın ve sakallı biriydi, önce turist sandım ama sonra anladım ki köylü genciydi, belki yakın köylerin birinden bir çobandı.Yanımıza geldi ve utanarak bizlerden sigara istedi. Ben kullanmam ama yanımdakilerden soruşturdum ve bularak birkaç dal sigara verdim. Genç sevinerek ve teşekkür ederek uzaklaştı. Benim aklıma sigarası olmayanın parası da yoktur. Niye para vermedim ki diye geldi. Hemen arabayla bisikletli çocuğa yetiştim. Arabayı önünde durdurup para vermek için arabadan indim. Çocuk bu halimden çok korktu. Hatta elimde tuttuğum parayı sanki bıçak sandı gibi geliyor içime. Telaşlandı, acaba bir hata mı yaptım diye düşündü herhalde. Bunu anladım ve hemen devreye girdim. Sakin ol, para vermek istedim dedim, elimdeki parayı verdim. Paranın miktarını görünce aşırı derecede sevindi ve çok çok teşekkür ederek uzaklaştı. Oradan ayrıldık ama ben bu olaya çok üzüldüm; elimde olmadan çocuğun korkmasına sebebiyet verdim diye. Merhamet duygularım kuşattı beni, bir saat kadar bu olayın etkisiyle ciddi sarsıldım. Ayrıca kul hakkı üzerime geçti mi diye çok düşündüm ve üzüldüm.“
Evet, işte İslam’ı gerçek manada anlamış, içine sindirmiş âlimlerin tutumu kul hakkı konusunda hep böyle çok hassas olmuştur.
Bu hususta Rabbimizin cümlemize gerçek bir şuur ihsan etmesi duasıyla…