Başımıza gelen bela ve musibetler acaba günahkar olmamızdan mı kaynaklanıyor?
Süheyb İbnu Sinân (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “Mü’min kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır! Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sâdece mü’mine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı birşey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder bu da hayırdır”. Hadisi Şerif Müslim, Zühd 64, (2999).
Bela ve Musibetler neden gelir?
Yeryüzüne imtihan için geldiğimize göre başımıza gelen herşey bizim için bir imtihan vesilesidir bir, sınanmadır. Biz sadece günahlarımızdan dolayı bir nevi cezalandırılmıyoruz imtihan oluyoruz. İmtihan bilincimizi daim hatırda tutmalıyız yoksa başımıza gelen bir olayda neden böyle oldu? Şöyle yapsaydım olmazdı gibi olayın özünden uzaklaşıp yapılan analizler bizi daha da üzecektir. Başımıza gelen olaylarda sebep sonuç ilişkisini her zaman kuramayabiliriz. Bir ayette mealen şöyle buyurulur: “Andolsun biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri!” (Bakara Suresi 2/155)
İlk anda olur imtihan
Gerçektende biraz korku ile imtihan edeceğiz diyor Rabbim... Lakin bizdeki bu korkunun karşılığı biraz olmuyor. Aman yandım bittim, neden benim gibi insana böyle oluyor, ben ne yaptım, gibi sözlerle biraz verilen korkuyla içimizdeki gerçek kişilik yani nefsimiz ortaya nasılda kolayca çıkıveriyor? Peki burada ne yapmamız gerekiyordu. Ölümden korkalım, hastalıktan başımıza gelen fakirlikten de korkalım canımız da yansın ama sabır limanında fırtınanın geçmesini beklemek en mantıklısı. Başımıza gelen bir olayda imtihanımız ilk verdiğimiz tepkidir. Bu tepki isyan da olabilir, sabırda olabilir.
Bu imtihan yerinde hiç kimsenin mutlu ve huzurlu bir hayat yaşamak isteği bir defa gerçekçi değildir. Eğer bizde ‘dişim bile ağrımasın’ isteği galipse işte o zaman baya başımız ağrıyacaktır. Peygamber Efendimiz (sav); “Dünya dar-ül meşakkattır.” buyurarak, dünyada rahat, huzur ve gerçek saadetin olmadığını vurgulamışlardır.
Ağır belâ ve musibetlerin insanların üzerine yağmur gibi dökülmesinin nice hikmetleri vardır ki, onu Allah’tan (cc) başka kimse bilemez. Bir kısmı günahlarımızı temizler bir kısmı makamımızı artırır. Bir kısmı da insanı ‘insan-ı kamil’ yapar. Bir kısım belalarda yaptığımız hatalardandır. Kul hakkına tecavüz etmek, salih kişilere buğz etmek gibi yaptığımız iftira ve haksızlıklarımızın bir neticesi olabilir. Bundan dolayı kul hakkına riayet etmelidir. Bizim imtihan vesilemiz olan Allah’ın (cc) yarattığı insanlara karşı zulmeden olmamak gerekiyor. Siz şayet başkasının hayatını zorlaştırırsanız biliniz ki Allah da sizin hayatınızı zorlaştırır.
İnsan biraz sabretse o belanın şiddetinin azaldığını görecektir
Peki biz kimlerle imtihan oluruz derseniz biz en yakınlarımızdan başlayarak halka genişleyerek imtihan oluruz. Eşler başta gelir, ardından çocuklar, daha sonra iş yerinde çalışanlar ve akrabalar sırayla size mobbing uygularlar. Herkesin bir mobbing gerekçesi vardır mutlaka. Bizde aynen yakınlarımıza maalesef mobbing uyguluyoruz ve bizimde kendimize göre mantıklı gerekçelerimiz var ama biz asla bunu kabul etmeyiz. Hep suçlular karşımızdakilerdir. Biz mi asla öyle şeyler yapmayız. Bizim başımıza gelen bazı bela ve musibetler kendi elimizle düzeltemediğimiz hataları temizlemek içindir aynı zamanda. Burada kişi kendi hatalarını göremez bunun için çok güvenilir insanlardan destek alması gerekir.
Sabır limanına sığın
Madem ki bu dünya hayatımız devam edecek ve bir şekilde bazı olaylarla karşılaşacağız o zaman sığınılacak liman sabır limanıdır. Sabır, bir insanın başına gelen bela ve musibetlere dayanmasıdır. Sabreden bir kul, kurtuluş ile müjdelenir. Sabır acıdır ve nefse ağır gelir, lakin bir şifalı ilaç kadar faydalıdır. Peygamber Efendimiz (sav): “Asıl sabır, musibetin ilk anında olanıdır.” buyurmuşlardır. Bu hal çok zordur, ama çok değerlidir ve akıl almaz büyük mükafatlara vesiledir. Başımıza gelen musibetin ilk anında isyan olursa işte o zaman imtihanı kaybettin demektir. Yani ilk anda uğradığın belalara sabır gerçekten de çok kıymetlidir. O sabır senin için o kadar kıymetlidir ki o hale amel ve ibadetle ulaşamazsın. O anı iyi değerlendir ona göre poz ver.
Bela ve musibetler imtihan içindir. Belaya tahammül insanı yüceltir. Ruhunu temizler, vicdanına huzur ve kalbine inşirah verir. Bundan dolayı da Niyazi Mısri’nin dediği gibi,
Dermân arardım derdime
Derdim bana dermân imiş.
Burhân arardım kendime
Aslım bana burhân imiş.
Sabır her işin başıdır ve her zaman lazım olan bir haslettir.
Peygamber Efendimiz de “Sabır bütün huzur ve rahatın anahtarıdır.” buyurmaktadır.
Bir insanın elinde sabır anahtarı varsa o başına gelen bela ve musibet kapısını kapatıp, huzur ve saadet kapısını açabilir. Burada başa bir bela geldi mi önce bir dur ve dostlarından yardım iste. Onlar senin adına olayı tahlil edebilirler. Belaya duçar olmuş kişilere de Asr suresindeki gibi hakkı ve sabrı tavsiye etmelidirler. Zaten biliyor ne gerek var dememelidir. Belanın etkisiyle patlayacak haldeki bir kişiyi sen geri döndürüyorsun. Bir bakıma ağzına kadar dolmuş bir bardağa bir damla su aksa o bardak taşacaktır. İşte o bardağın taşmaması için hakkı ve sabrı tavsiye etmeliyiz.
Her zaman imtihan olacağız. Rabbim imtihanlarımızı kolay etsin...
Eyüp (as) çok sayıda evlada ve mala malik bir nebi idi. Şeytan Cenab-ı Hakk’a şöyle dedi: “Eyüp, hem zengin, hem peygamber, hem de evlad-ü iyale sahip birisi, elbette ki o, sana ibadet ve taatte bulunur. O’nu malı ile imtihan et bakalım ki sabredecek mi? Cenab-ı Hak O’nun (as) mallarını telef ederek imtihan etti. Eyüp (a.s) “veren Allah, alan Allah” diyerek buna sabırla mukabele etti. Şeytan bu kez de evlatlarına bir musibet gelmesini istedi. Cenab-ı Hak bu kez onun çocuklarını almak suretiyle imtihana tabi tuttu. Eyüp (as) yine “veren Allah, alan Allah” diyerek sabırla mukabelede bulundu. Şeytan bu kez de Cenab-ı Hakk’ın O’nu hastalıkla imtihan etmesini istedi. Allah O’na bir hastalık vermek suretiyle imtihan etti. Eyüp (as) yakalandığı bu hastalık ile uzun zaman mücadele etti. Dört hanımının üçü kendisinden ayrıldı, sadece akrabası olan Rahim’e annemiz kaldı. Bulunduğu köydeki insanlar, Rahime validemize gelerek: “biz senin hastanı görünce rahatsız oluyoruz, O’nu buradan başka bir yere götür.” dediler. Rahime validemiz Eyüp (as)’ı alarak köyün dışına çıkardı ve hayli zaman orada kaldılar. Bir gün Rahime validemiz ateş yakmak için malzeme toplamaya gitti. Döndüğünde hastasının orda olmadığını ve genç bir delikanlının orda olduğunu gördü. O delikanlıya az önce burada bulunan hasta kişinin nereye gittiğini sordu. Bunun üzerine Eyüp (as) gülümsedi, Allah’ın inayetiyle şifa bulduğunu ve eski gençliğine döndüğünü söyledi. Bu hadise Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır: “Kulumuz Eyyub’u da an. Bir zaman o, Rabbine şöyle nida etmişti: Meşakkat ve acı ile bana şeytan dokundu. (Biz ona): “Ayağını yere vur! İşte sana yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su” dedik. Ve O’na, bütün ailesini ve beraberlerindekilere bir mislini daha tarafımızdan bir rahmet olarak bahşettik ki, akıl sahipleri için bir ibret olsun.” (Sad Suresi, 38/41-43)
Eyüp (as) Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle şifa bulup sıhhatine kavuşunca ümmeti tekrar etrafında toplanmaya başladılar. Bir gün bir sohbet esnasında “Ya Eyüp şimdi yeryüzünde senden daha bahtiyar bir kimse yoktur. Bu kadar sıkıntıların ve hastalığın ardından sıhhatine ve eski saltanatına kavuştun.” dediler. Bunun üzerine. Eyüp (as) onlara şu ibretli cevabı verdi: O hastalıklı zamanımda her seher vakti Cenab-ı Hak tarafından: “Ya Eyüp nasılsın? diye bir nida gelirdi. Ben o hastalıktan kurtulduktan sonra artık o ses kesildi. O sesi ve o büyük iltifatı kaybettim. Bu bakımdan benim aldığım, verdiğimin yerini tutmuyor.” Geçmiş peygamberlerin başına birçok bela ve musibet geldiği gibi, Hatem’ül Enbiya’nın (sav) hayatı da hep meşakkatlerle geçmiştir. Nitekim, Peygamber Efendimiz (sav) “Hiçbir peygamber benim kadar eza ve cefa görmemiştir.” buyurarak bu gerçeği ifade etmiştir.