BAŞARININ SIRRI
“(Münâfıklar), “Allah’a ve peygambere inandık ve itaat ettik” derler. Sonra da onların bir kısmı bunun ardından yüz çevirirler. Hâlbuki onlar inanmış değillerdir. Aralarında hüküm vermesi için Allah’a (Kur’an’a) ve peygambere çağırıldıkları zaman, bir de bakarsın ki içlerinden bir grup yüzçevirmektedir. Ama gerçek (verilen hüküm) kendi lehlerinde ise, boyuneğerek ona gelirler. Kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe ve tereddüde mi düştüler? Yoksa Allah ve Resûlünün kendilerine karşı zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, işte onlar asıl zalimlerdir. Aralarında hüküm vermek için Allah’a (Kur’an’a) ve Resûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği söz ancak, “işittik ve iman ettik” demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Kim Allah’a ve Resûlüne itaat eder, Allah’tan korkar ve O’na karşı gelmekten sakınırsa, işte onlar başarıyı elde edenlerin ta kendileridir.” (Nur/47-52)
Bu ayetlerde Allah’a ve elçisine inanıldığını ve itaat ettiği halde ancak işine geldiği zaman Peygamberin hükmünü kabul eden, işine gelmeyince onun hükmünden yüz çeviren, Allah’ın ve elçisinin kendisine haksızlık edeceğini düşünen hasta yürekli, şüpheci kimselerin durumu kınanıyor. Allah’ın ve elçisinin adaletinden şüphe edenlerin zalim oldukları vurgulanıyor.
51-52. ayetler de geçen Allah ve elçisinin hükmüne çağırıldıkları zaman (İşittik, itaat ettik, baş üstüne) diyen müminlerin felaha erecekleri belirtiyor. Ancak Allah’a ve elçisine inanan, Allah’tan (cc) korkan, günahlardan korunan kimselerin başarıya ulaşacakları vurgulanıyor. Rivayetlerden anlaşıldığına göre iki kişi arasında meydana gelen davada, gönlünde kuşku bulunan bir Müslüman, Peygamberin kendisinin aleyhine hüküm vereceğini düşünerek davanın halli için Peygamberden başkasına başvurmayı istemiş, ayetler bu münasebetle inmiştir. Dahhak diyor ki, bu ayet Muğire bin Vail hakkında nazil olmuştur. Sebebine gelince Muğire ve Hz. Ali’nin (ra) aralarında ortak oldukları bir parça arazi üzerine anlaşmazlık olmuş. O araziyi aralarında bölüşürler. Suyun ulaşmadığı kısım Hz. Ali’ye düşer. Muğire Hz. Ali’ye “Hisseni bana sat.” teklifinde bulununca, Hz. Ali peki deyip hissesini Muğire’ye satar. Muğire kabul ettikten sonra bu akitten pişman olur. Der ki senin hissene düşen araziye su ulaşmaz onun için kabul etmiyorum. Geri vermek isteyince, Hz. Ali sen hisseme düşen araziye su ulaşmayacağını gayet iyi biliyordun. O şekilde razı oldun, ben bu akitten sonra geri almam. Ama istiyorsan konuyu Hz. Resûlullah’a açalım O hüküm etsin deyince Muğire hayır Hz. Muhammed’e gelmem. O bana kızar, korkarım ki bana zülüm eder. Sözü üzerine bu ayet nazil olmuştur. (Ruhul Meâni,10/285) Fakat ayetteki hitap çoğul olarak tüm insanlara yönetilmiştir ki, herkes bundan ibret alsın. Allah elçisinin kendi yararına göründüğü hükümlerini kabul edip, işine gelmeyen hükümlerini reddetmek imanla bağdaşmaz. Böyle insan hasta yürekli durumuna düşer. Hasta yürekli tabiri, Kur’an’ı Kerim’de genellikle münafıklar hakkında kullanılan bir sıfattır. Çünkü onların kalbine iman tam yerleşmemiştir. Ancak bütün münafıklar böyle değildir. Kimi hiç inanmaz, ama inanmış görünür. Kimi de inanır, fakat işine geldiği zaman inanır, çıkarına aykırı bir şey olunca kuşkuya düşer. Onun kalbine kâh iman, kâh şüphe girdiği için O kimse rahatsızdır. Kalbi hastadır. İşte Kur’an’ın hasta yürekli dediği kimseler bunlardır. Bunlar tam münafık değil, münafık liderlerin sözlerine kanan, çıkarlarına göre hareket eden; inanan, fakat çıkarına aykırı herhangi bir olayda kalbine kuşku düşen kimselerdir. Burada nitelendirilen kimseler işlerine geldiği zaman Peygamberin hükmünü kabul eden, işlerine gelmediği zaman ondan kaçan hasta yürekli insanlardır. Ama sağlam imanlı insanlar, her zaman Allah’ın elçisinin hükmüne razı olup onların verdiği her hükme gönülden itaat ederler. İşte başarıya eren, kurtulacak onlardır.
Gerçekten davasına sağlam inanmayan insanın, O konuda başarılı olması çok güçtür. Dinine sağlam biçimde inanmayan asker cephede çarpışmaz. İşine inanmayan, kendisine güveni olmayan iş adamı da başarılı olmaz. Başarının sırrı imandır. Onun için nur suresinin 51,52. ayetlerinde ancak Allah’a ve elçisine pürüzsüz inananların başarılı olacakları vurgulanmaktadır.
Tevhid inancına dayanan İslâm dini, insan fıtratına en uygun din olduğu için Allah’ın (cc) seçtiği, razı olduğu tek dindir. Allah (cc) bütün peygamberlere bu tevhit dinini göndermiştir. Kitap ehli arasında görülen ihtilaflar, dinin kendisinden değil, onların düşüncelerinden doğmuştur. Gelen yeni gerçeği de kıskançlıkları yüzünden kabul etmeyip, Allah’ın Resulüyle tartışmaya girmişlerdir. Elbette hakkı inkâr edenleri Allah hesaba çekecektir. O’nun hesabı çoktur. O, bir anda milyarların hesabını görür. Allah’ın (cc) birliği, insanın Allah’ın oğlu veya O’nun bir parçası olmayacağı gayet açık iken yine kitap ehli, Allah’ın elçisiyle tartışmaya girmiş, Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu yahut üçün üçüncüsü gibi akıl almaz şeyleri ispat etmeğe kalkışmışlardır. Yüce Allah, Elçisine demiştir ki: Eğer kitap ehli olan Hristiyanlar İsa (as) hakkında seninle tartışırlarsa onlara söyle de ki; “Ben ve bana uyanlar, bütün özümüzle Allah’ı birleyip ona teslim olur, kulluk ederiz. Hem kitap ehline hem de şu ümmi müşriklere bu gerçekler karşısında Allah’a teslim olup olmadıklarını sor. Eğer Allah’ın birliğini kabul etmezlerse sana düşen sadece duyurmaktır. Böylece sen vazifeliğini yapmış olursun. Gerisi Allah’a kalmıştır. Allah (cc) kullarının yaptıklarını görmektedir.”
Din Allah tarafından, Peygamberler vasıtası ile gönderilen emir ve yasaklar nizamıdır. İnsanı Allah’a itaate götürür. İslâm ise “Silm” selamet kökünden gelir. Selamete girmek, teslim olmak, itaat etmek anlamındadır. Mutlak manasıyla alınırsa din ve İslâm ayni şeyi ifade eder. İkisi de itaat edip selamete ermek anlamındadır.