Şenel İlhan Beyefendi'nin Sohbetinden: Merhametin Kimyası

“Şüphesiz senin Rabbin, elbette mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” (Şuara, 26/9)

“Bu, Allah’ın kullarının kalplerine yerleştirdiği merhamettir ve Allah, ancak merhametli kullarına rahmet eder.” (Müslim, Cenâiz, 11; Buhârî, Merdâ, 9)

“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rum, 30/21)

Akra’ b. Hâbis, Hz. Peygamber (sav)’i torunu Hasan’ı öperken görünce: “Benim on çocuğum var, onlardan birini bile öpmedim.” dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav): “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” buyurdu. (Müslim, Fedâil, 65)

“Ben bazen uzatmak niyetiyle namaza başlarım. Fakat bir çocuğun ağlayışını duyduğumda, annesinin ona düşkünlüğünü bildiğim için namazı kısa tutarım.” (Müslim, Salât, 192)

Yukarıdaki ayet ve hadisler çerçevesinde bakınca İslam dini sevgi, şefkat ve merhamet temelli, güzel ve muhteşem bir dindir. Allah (c.c.) ayetlerde her fırsatta kullarına karşı sevgi, şefkat ve merhametini dile getirir. Sevgili Peygamberi’ni de yine sevgi, şefkat, merhamet Peygamberi diye över. Birbirimizi sevmeye ve merhamet etmeye çok ihtiyacımız olduğu bir süreci yaşıyoruz. Bu ayetlerin ve hadislerin ışığında küçük ihtilafları bırakıp birbirimizi sevelim, merhamet edelim. Şenel İlhan Beyefendi’nin, merhametin kimyasını anlatan bu muhteşem sohbeti de bizlere yol göstersin inşallah.

Şenel İlhan Beyefendi’nin orijinal sohbetlerinden bir katre: 

Menfi Bencillikten Kaçınmak Gerekir

Bütün manevi kalp marazlarının veya kötü huyların temelinde iki önemli hastalık yatar; bencillik ve sevgisizlik... Bencillik aslında insanın doğuştan getirdiği bir özellik olup, kendine ait olan güzel değerlerin farkında olma ve onları sevme, benimseme, kabullenme anlamına gelen güzel bir değerdir. Bütün insanlar bu anlamda bencildir. Bencil kişi önce kendi menfaatini, sonra çoluk çocuğunun, sonra akrabalarının sonra arkadaşlarının menfaatini düşünür. Ama her faydalı şeyin aşırısının zararı ve yan tesirleri olabilir. Yemek iyidir ama aşırısı obezitedir, hastalık sebebi olur. İlaçlar iyidir ama dikkat edilmezse yan tesirleri vücutta ciddi hasarlar meydana getirebilir. Hayatımızın her alanına giren bu tür örnekleri çoğaltabiliriz. O sebeple orta yol veya itidal her şey için gereklidir. Bu cepheden bakınca bencilliğin de faydasıyla beraber zararları yok mudur? Hem de çok fazla. İşte yine menfaatimiz için bencilliğin zararlı olan kısmıyla mücadele etmemiz gerekir.

Bencil kişi kendi dışındaki tüm varlıkları yani dış dünyayı, ya tamamen unutur hiç algılayamaz ya da flu yani sisli puslu olarak algılar. Mesela ateistlerin veya kâfirlerin Allah’ı algılamada ciddi problemleri vardır. Bencil psikolojileri sebebiyle bu kişiler Allah’ı ya hiç algılayamazlar ya da flu algılarlar. Böyle algılayınca Allah’a karşı inanç ve hissiyatları da ister istemez buna bağlı olarak çok zayıf olur. Dolayısıyla şüphe ve nifaktan kurtulamazlar.

Bencil insan, çevresini algılayamadığı için en yakınları için bile empati yapamaz, bu bir özür halidir aslında. Yaratılışından dolayı bu hali ona başlangıçta günah olarak sayılmaz. Bu özür hali ne zaman günaha dönüşür, işte bu kısmı önemlidir. Çevresindeki varlıkları nasıl algılayacak, bunun için neler yapması gerekir? İslam dini bu sorunlar için pratik uygulamalar ve çözümler getirmiştir aslında. Mesela, yaratılışından gelen ve faydalı tarafları olan ama bir yerden sonra artık faydadan ziyade zarar vermeye yönelen egoistliğin zararlı olan kısımlarından insanoğlunu kurtarmak ve çevresinde olan bitenleri algılayabilmesi, empati kurabilmesi için özel tavsiyeler, emirler ve ibadetler ihdas etmiştir. Oruç bu ibadetlerden biridir. Oruç tutarsan açları anlar, onlarla duygudaşlık yapar, onların yaşadığı acıları içinde hissedersin. İşte bu hissiyatla beraber senin de sınavın başlar. Aç olanı ve yaşadıklarını anlayınca acıman devreye girecektir. Zira acıma hissi fıtridir, her insanda vardır. Acıma, merhametten farklı bir duygudur, ileride açıklayacağız. Acıma ile beraber irade de devreye girip bu acıma ilgi ve iyiliği devreye sokarsa oruçtan beklenen maksat hâsıl olmuş demektir. Sevgisiz insanlar açın halinden anlarlar ama “Ben açım o da aç, bırak ölsün, ne yapalım?” diyebilirler. İşte sorumluluk ve akabinde günah bu noktada başlar. Bu durumda keşke algılamasaydı daha iyiydi, yani burası imtihanın başladığı noktadır. Mesela sen devletin kolluk kuvvetisin veya hâkimsin. İnsanları suç işlerken görmeden onları tutuklayamazsın. O kişiler suçlu da olsa bundan dolayı sana bir günah, vebal olmaz. Ama suç işlerken görünce görmezden gelir, “Adam bana ne, kimse görmedi ben de görmeyeyim.” dersen vebalin başlar. Onun gibi sen de artık aç olanı anladın ve gördün, görmez gibi yapamazsın; yaparsan imtihanı kaybedersin. Yani algıladıktan sonra acıma ile beraber sevgi, sevginin itmesinden ilgi ve iyilik devreye girmeli. Bunun sonucunda da o kişilerde en önemli haslet olan merhamet oluşur, merhamet devreye girer. İşte merhametle acımanın ayrımı buradadır. 

Acıma Herkeste Olur Merhamet, Sevgi ve Emek Gerektirir

Beynimiz, zihinsel yapımız böyle kodlanmıştır. Müspet bencilliğin alameti olarak kişi önce kendi menfaati ve sonra da kendine yakın olan eşinin, çocuklarının ve yakınlarının iyilik ve menfaatini görür gözetir. Zira yakınlarının iyiliği de kendi iyiliğidir. Böylece dışa açılır. Bu tür bencillik akıllılıktır. Bencil kişi karşısındakini düşünür ve kendine tercih ederse bu erdem olur. Yani bencil yapısına rağmen “ben” değil de “sen” diyebilirsen bu bir yüksek fazilet ve erdemdir. Yalnız kendini düşünmek ve kendi için yaşamak bu anlamda iyi değildir, mantığı da yoktur. İnsan sosyal bir varlıktır ve çevresinde ona hizmet edecek maddi veya manevi anlamda destek olacak kişilere de ihtiyacı vardır. Terziye, berbere, arkadaşa… İşte bizim başkalarına ihtiyacımız var, öyle yaratılmışız. Onların iyiliğini düşünmek aslında kendi iyiliğimizi de düşünmek değil midir? Onları düşünmek Allah ile olan ilişkilerimizde de bizleri değiştirir. Allah ile olan ilişkilerimizde bencillikten kurtulursak mutlu oluruz. Yani Allah’ı, O’nun emir ve tavsiyelerini görmezden gelmez ve bencil isteklerimize rağmen Allah’ın isteklerini tercih edersek bu bencillikten kurtuluruz. Allah ile olabilmek duygusunu yaşarız. Allah ile olabilmek, Allah ile duygu paylaşımı yapabilmek insanı çok mutlu eder. Anneler ile yaşanan duygular gibidir, bu ilişkide yaşanan duygular. Yani şefkat, sevgi, merhamet kaynaklı en güzel duygulardır... Annesini çok seven ve 20 yıl görmeyen birisi annesiyle karşılaşma anında nasıl heyecanlı olursa Allah ile ilişkileri sağlıklı insanların duyguları da öyle olur. Namazlarında bu karşılaşma anının heyecan ve duygularını yaşar, bunu hissederler. Allah’ı algılayabilen bir kişinin namazları, Allah ile kucaklaşma, O’na sarılma gibi olur.

Bencil Kişiler Ru’yet Peşinde Olamazlar

Bencilliğin aşırıya varanı, yani menfî olanı; Allah’ın cemalini görme, ru’yet peşinde olma gibi duyguları da insana hissettirmez. Böyle kişiler ru’yet peşinde değildirler, olamazlar da. Onların tek amacı cennetin köşkleri, sarayları, yemekleri ve hurileridir. “Selâmun kavlen mir rabbi’r rahîm.” (Yasin, 36/58) Meali: “Çok merhametli olan Rab’den bir söz olarak (kendilerine) Selâm (vardır).” ayetindeki Rableri ile cennetteki buluşma anı onları çok etkilemez.

Allah da onlara cenneti ve istediklerini verir ama cemalinden mahrum eder. Cennette Allah’ı görmek, O’nunla olmak, Allah’ın Peygamberleriyle olmak, Peygamber’in yakın arkadaşlarıyla olmak duygusundan lezzet almayanlar huri, köşk, yemek düşünür. İşte bütün bunlar algı bozukluğudur. Sebebi, menfî anlamdaki bencilliktir. Bencilliğe tutsak adam köre benzer; ben yesem, ben içsem, ben giysem der hep. Diğer insanlar ne yaparsa yapsın umurunda olmaz. Bu tür bencillik; en büyük ve en güzel olan, en çok bilinmesi ve sevilmesi lazım olan, insanı yoktan var edip ona her türlü nimeti bahşeden Yüce Rabbi’ni bile dışlatır, yok farz ettirir insana.

İşte oruç gibi ibadetler, hasta ziyaretleri, cenaze definlerinde bulunmak, fakirlerle, yetim ve öksüzlerle oturup kalkmak, onlarla yemeğini paylaşmak Efendimiz’in her zaman bizzat kendisinin de yaptığı ve ümmetine de tavsiye ettiği ibadetlerdir. Bu ibadetler, karşıdakini anlama ve ona karşı acıma hissini ortaya çıkarır. Acıma hissi yukarıda da ifade ettiğimiz gibi herkeste fıtraten vardır. Ama tek başına işe yaramaz. Acıma hissini merhamete çevirmek gerekir. Bu nasıl olacak denirse, acıdığın kişileri seversen onlara karşı ilgi ve empati ortaya çıkar. Dertleriyle dertlenirsen bunun sonucunda merhamet oluşur. 

 Acıma + Sevgi + İlgi,Emek = Merhamet 

Merhametin kimyasını ifade etmek gerekirse şöyle yazılır: Acıma + sevgi + ilgi, emek = Merhamet.

Sevginin insan hayatında üç merhalesi vardır: 1) Çocukların sevgisi: Çocuklar yalnız sevilmeyi severler. Onlar için sevgi gıdadır, ilaçtır. 2) Büyüklerin sevgisi: Büyükler hem sevilmeyi hem sevmeyi severler. 3) Yaşlıların sevgisi: Onlar yalnızca severler. İnsanın içinde sevgi olursa acımanın akabinde ilgi ve merhamet bu kişide kendiliğinden ortaya çıkar. Buna psikolojik kendiliğindenlik denir. Sevgi yoksa bu olmaz. Görülüyor ki bütün dertlerin ilacı sevgidir.

Birbirinizi sevin, sevmek için çok nedeniniz var. Sevmemek için neden her zaman çok azdır. Aranızda olabilecek kırgınlıklar birbirinizi sevmenize engel olmasın. Rabbimiz birbirimizi sevmemizi  ve kendi aramızda merhametli olmamızı tavsiye ediyor.

“Muhammed, Allah’ın Resûlü’dür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onların, rükû ve secde hâlinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah, kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.” (Fetih, 48/29)

Yine merhametli olmayı birbirinize tavsiye edin diyor: 

“Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar ahiret mutluluğuna erenlerdir.” (Beled, 90/17-18)

İslam’ı sadece anlatan, sadece konuşan adamlar olmayın. Sadece konuşarak İslam’ı anlatan adamlar asla sevilmezler. Halk bunları algılar. Piyasada böyle konuşan çok kişi var. Medyada şurada burada sadece güzel konuşurlar. Senin konuşmandaki güzellik sana ait değil ki o İslam’ın güzelliği, muhteşemliği, neyle hava atarsın âlim geçinen zavallı adam!

Anlattıklarını yaşamıyorsan İslam’ın yiğitliği, cömertliği, sevgisi, şefkati, ihlâsı sende yoksa ne kıymetin var. Ben böyle yalnızca konuşan adamlara çok kızarım.

Güzel Olan Şeyleri Sana Menfaati Olmasa da Sevmek Kemâlâttır

İyi bir insan düşmanlarını bile sever. Onlarda bile sevecek taraflar, özellikler bulur. Buna rağmen en yakınlarını bile sevemeyen, onların dahi iyiliğini isteyemeyen adamlardan kime ne hayır gelir. Hiçbir menfaat gözetmeden, bir güzelliği veya bir değeri sadece o değerli olduğu için sevebilen adamın sevgisi kıymetlidir; işte bu sevgi kemâlâttır. Güzel bir çocuğu, güzel bir resmi, güzel ahlaklı bir adamı sana menfaati olmasa da sevmek kemâlâttır. Onun sana ait olması, sana faydası olması gerekmez. Güzel ahlak, iyilik gibi erdemler sebepsiz sevilir. Ben bu anlamda şeytana bile baksam onda güzel olan şeyler görüp o yönlerini sevebilirim.

Çevremizde gerek sanatsal ve estetik olarak, gerek etik ve ahlaki olarak görebildiğimiz güzellikleri ve bu güzelliği taşıyan kişi ve nesneleri sevmek, neticede bizi en güzel olan ve her türlü güzelliğin, kemâlâtın bizatihi yaratıcısı ve kaynağı olan Yüce Allah’ı sevmeye taşıyacaktır.

Allah sevgisini elde etmenin en kestirme yolu; O’nun kullarını ve özellikle O’nun ahlakıyla ahlaklanmış dostlarını tanımak ve onları sevmekten geçer. Tabiri caizse gözünün önünde somut olarak ortada duran, Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmış, sevgi, şefkat, merhamet dolu güzel insanları sevemeyen kişi; soyut, metafizik bir varlık olan Allah’ı nasıl görüp bilip sevecek… Bu sebeple Allah’ı, kullarından ve özellikle dostlarından sevmeye başlamak kişiyi Allah sevgisine taşıyan en hızlı vesiledir.

Efendimiz’in (sav) duasıyla bitirelim inşallah.

“Allahım! Sevgini ve seni sevenin sevgisini ve seni sevmeye beni yaklaştıranın sevgisini bana nasip eyle.” (Âmin)