Saygı

Saygı; bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan özel bir tutumdur. Bu tutumun iki farklı şekli olabilir. Bunlardan birincisi “tanıyıcı saygı” ikincisi ise “değerlendirici saygı”dır. Tanıyıcı saygı, kişileri herhangi bir özelliğinden veya başkalarından farklılığından dolayı değil, sırf kişi olmalarının farkına varmakla duyulan saygıdır. Bu saygı herkesin eşit olması temeline dayanır. Değerlendirici saygı ise, bir kişinin olumlu bir özelliğinin değerlendirilmesi sonucu duyulan saygıdır. Bu saygı, kişiyi başkalarıyla kıyaslamayı, belli özelliğini olumlu görmeyi içerir. Bu ikincisinde saygı duymayı gerektiren şey karşımızdakinin değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yeteneği ve başarısı, kutsal ve manevi gücü gibi niteliklerdir.

Başta kişinin kendisi olmak üzere, insanlar, tüm canlı ve cansız varlıklar, kutsal ve manevi değerler saygının başlıca konusudur. Saygı duyulan şeye yüksek değer verilir, hürmet ve ihtiram gösterilir; onu rahatsız etmekten, incitmekten çekinilir; ona yakın durmaya çalışılır. Saygı tek taraflı bir tutum değildir; saygıda bir karşılıklılık vardır. İçimizde, diğerlerinin bize davrandığı gibi davranma eğilimimiz vardır. Buna göre saygı, başkalarınca bize davranılmasını istediğimiz şekilde başkalarına davranmaktır.

Saygılı olmak iyi bir insanın taşıması gereken temel özelliklerden birisidir. Saygı, insanın kendi kişiliği ile başkalarının kişiliği arasındaki sınırı bilip o sınırı aşmaması, kendi aleyhine dahi olsa başkasının hakkına, hukukuna özen göstermesidir. Saygı diğer insanlara değer vermeyi, onları içtenlikle anlamayı, onların fiziksel görünümlerine veya sahip oldukları etnik köken veya sosyal gruba göre değil, gerçekleştirdikleri eylemlere göre değerlendirmeyi gerektirir. Saygı, insanları işbirliğine sevk eder ve her zaman için yaşanılan ortamı daha iyiye taşır.

İnsan İlişkileri ve Saygı

Saygı değeri, kişinin başta kendisi olmak üzere diğer insanlara, canlılara ve tüm varlıklara değer vermeyi içerir. Saygılı olmak bir yönü ile de başkalarının varlığına ve değerlerine karşı duyarlı olmak demektir. Karşılaştığımız kimselere selam vermek, onları rahatsız edici tutum ve davranışlardan uzak durmak, başkalarının hak ve hukukuna duyarlı davranmak saygılı tutumun belirtileridir. Dolayısıyla, bireyin kendi dışındakilere yönelmişlik açısından doğrudan onların insanlıklarını anlamayı, varlıklarını ve değerlerini kabul etmeyi içerir. Bu anlam ve kabullenme doğası gereği bir tür empati kurmaktır. Bu nedenle, saygı değerinin en başta empati içermesi gereklidir. Bunun yanında saygı değerinin sevgi, sorumluluk, adalet, nezaket, itidal, tevâzu, minnettarlık, hoşgörü gibi değerlerle de çok yakın ilişkisi vardır. Saygının zıddı olan saygısızlık ise; kabalık, hoyratlık, densizlik, had ve değer bilmezlik, kibirlilik, kendini kendine yeterli görme, bencillik gibi tutumları ifade eder.

İnsan ilişkilerinde sağlıklı ve mutluluk verici bir sonuca ulaşılması, sevgi kadar saygıyı da gerekli kılar. Saygı, genellikle, ilişkide olunan, iletişim kurulan kişilerin hak, değer, inanç ve her türlü özelliğini göz önünde tutmayı içerir. Bu anlamda saygı, ön şartsız ve ön yargısız, insanlarla ilişkiye hazır olmaktır. Bir insanı olduğu gibi görebilmek, onun kendine özgü bireyselliğini fark edebilmektir. Saygı her şeyden önce karşısındaki insanın varlığını değerli bulma ve onu olduğu gibi kabullenmeyi, herkesi büyük bir tevâzu ve olgunlukla karşılamayı gerektirir. İnsanları rengine, şekline, makam ve mertebesine, iş ve mesleğine, kazanç ve servetlerine bakmadan ciddiye almak, saygılı tutumun önde gelen özelliğidir. Birtakım özelliklerini beğenmesek ya da düşüncelerini kabul etmesek bile her insanın değer verilmeye lâyık bir özü, dikkate alınması gereken bir kişiliği ve dinlenmeye değer düşünceleri olduğunu kabul etmek ve bu yönde davranmak, olgun bir saygı anlayışını yansıtır. Bir insana saygısızlık yapmak için, ona hakaret etmek, onu aşağılamak ve dışlamak gerekmez. O kişinin varlığının, önem arz eden tam bir insan olarak görülmemesi, görmezden gelinmesi ya da yokmuş gibi davranılması tam bir saygı yokluğunu ifade eder. Bu durum açıkça yapılan bir hakarete nazaran daha az saldırgan olsa da aynı derecede yaralayıcı bir hal alabilir.

Sevgi ve Saygı

Gerçek sevginin belirtileri; önemsemek, hatırlamak, değer vermek ve sevdiğimiz şey için fedakârlık yapmaktır. Belli bir emek ve çaba sonucu elde edilen şeyler bizim için önemli ve değerlidir. İnsan ancak çok sevdiği şeyler uğruna büyük çaba gösterir ve kendinden fedakârlık yapar. O halde bir şeyi çok seviyorsak onun yaşamasını, sürmesini isteriz. Ona bir alan açmaya, onu korumaya, varlığını tanımaya ve saygı duymaya ihtiyaç vardır. Saygı, karşımızdakine onu düşündüğümüzü hissettirmektir. Gerçek sevgi saygıyı doğurur; çünkü her varlık yaşanmak için kendine ait bir alana, bir “özel”e ihtiyaç duyar. Bu özeli bilmek saygı duymaktır. Bir anne çocuğunun “özel”ine girmeyerek ona saygı duyar. Bir işveren de çalışanının bir insan olduğunu hatırlayarak ona saygı besler. Bir öğrenci öğretmenini, kusurlarına rağmen rehber olarak algıladığında ona saygı duyabilir ancak. Saygı kusursuzluktan doğmaz; saygı içimizdeki, her şeyi nesnel olarak görebilmek ve her varlığa hak ettiği değeri verebilmek bilgeliğinden doğar. Saygı, insanın birlikte yaşamasındaki tüm değerlerin esasıdır. Kim ki tüm diğer insanların onuruna saygı duyarsa diğer değerleri de içselleştirebilecek vasıftadır. Saygı, karşıdakini olduğu gibi kabul etmektir; meziyetleriyle, zayıflıkları ve yanlışlarıyla, hakları ve ihtiyaçlarıyla.

Hatayı Kabul Edebilme

Günümüzde insanlar arasında yaygın olan bir tavır; kişilerin haksız oldukları, hata yaptıkları durumlarda bunu kabul etmeme eğilimi göstermeleridir. Bu davranışın temelinde, hata yapmanın insanın değerini azaltacağı düşüncesi yatmaktadır. Oysaki hata yapmak çok doğal bir şeydir. Önemli olan insanın hatasını fark edip düzeltmesi ve aynı hatayı bir daha yapmamaya çalışmasıdır. Hiç kimsenin her durumda haklı olması mümkün değildir. Hatalı olduğu halde “ben hep haklıyım” duygusu içinde hareket eden insan çevresindekileri kendisinden uzaklaştırır.

Bazı insanlar teşekkür etmeyi ve özür dilemeyi zayıflık olarak görürler. Sürekli haklı olduklarını savunma çabası içindedirler. Bu davranışın arkasındaki dinamiği araştırdığımızda şunu görürüz: Kendilerinde birtakım eksiklikler gören insanlar kontrolü başkalarına bırakmamak için sürekli haklı olduklarını kanıtlamaya çalışırlar. Daima kendisinin haklı, başkalarının haksız olduğunu kanıtlamaya çalışan kendini beğenmiş kişiler, kendilerini yalnızlığa mahkûm ederler. Hâlbuki bir insanın hatasını kabul etmesi kendisine değer katar ve başkaları tarafından daha çok sevilmesini sağlar. Yetişkinlerin bu bilinçte olup hem kendi sosyal hayatlarında hem de aile içi ilişkilerinde özür dilemeyi bilmeleri ve bunu uygulamaları, çocuklarına doğru örnek olma bakımından önemlidir. Hatasını kabul etmek hem hak duygusuna uygun bir davranıştır hem de kişiye duyulan saygıyı arttırır.

Toplumda Saygınlık Kazanma

İster kendi gözünde isterse başkaları gözünde saygı kazanmanın üç yolundan söz edilebilir. Birinci yol, kendini geliştirmek; özellikle de beceri ve kabiliyetlerini geliştirmekten geçer. Yeteneğini boşa harcayan çok zeki bir kişi saygıyı hak etmez. Kendisine daha az yetenek bahşedilmiş olmasına rağmen yeteneğini son sınırlarına kadar kullanan kişi ise saygıya layıktır. Kendini geliştirme, toplumsal itibarın bir kaynağı olur. Çünkü toplum, kaynakların israfını kınar ve kişisel deneyimdeki kaynakların da ekonomidekiler kadar etkin kullanımını ödüllendirir.

İkinci yol, kendini önemsemekte yatar. Kendini önemseme, yerine göre kendini kontrol etme, toplumsal değerlere saygılı davranma ve başkalarına yük olmama gibi anlamlara gelir.

Üçüncü yol, topluma geri vermek, diğerlerine yardım etmektir. Toplumun gelişmesine ve iyileşmesine hizmet etmek, zayıf ve muhtaçlara merhamet göstererek onların yardımına koşmaktır.

Saygının Kaynağı

Bir insanı olduğu gibi kabullenmek, onun kendine özgü değerini takdir etmek demek olan saygı, bazen korku ve endişelerden, bazen de hayranlıktan kaynaklanır. Bir şeyi, bir mevkii, hayatımızdaki bir değeri kaybetme korkusu bizi, öğretmenimizi, işverenimizi, anne-babamızı saymaya, onlara karşı zorunlu bir saygıya iter. Yaşlılara, kültürel âdetlerimiz ya da sahip oldukları tecrübelerden dolayı saygı gösteririz. Günahlarımız, hatalarımız, dinî görevlerimizdeki ihmallerimiz dolayısıyla ceza ve cehennem korkusuyla Allah’a saygı ve titreme ile yöneliriz. Ama aynı zamanda bu muhteşem ve sonsuz kâinatın, sayısız nimet ve güzelliğin, mükemmel düzen ve ahengin yaratıcısına duyduğumuz hayranlıkla önünde saygı ile eğiliriz. Bazılarına yeteneklerinden, üstün makam, değer, düşünce ve eylemlerinden dolayı hayranlıkla saygı duyarız. Kahramanca savaşmış bir askere hayranlık beslenir. Böylece bazıları hayatta çok ağır bâdireler atlatmışlardır, ya da bir fiziksel engele rağmen engelleri aşmışlardır, onlara hayran oluruz, saygı duyarız. Bazılarına, elde edemediklerimize sahip oldukları için saygı duyarız. Bazılarına şöhretlerinden dolayı gıptayla karışık, bazılarına toplumsal konum veya makamlarından dolayı zorunlu bir şekilde saygı duyarız. Bazen de kişi değil, o makama saygı duyarız. Önemli olan, bir değerin bizde kalıcı bir karakter olarak yerleşmiş olması ve davranışlarımıza rehberlik etmesidir. Bunun en güvenli yolu da duygu kadar bilgi ve bilinçten beslenmesidir. Takdir edilmeye, yüceltilmeye, hayranlığa gerçekten değer şeyleri yerli yerine ayırt edip bilerek, isteyerek, gerçek bir saygı tutumu gösterme ölçüsünde, kişinin kendi saygınlığı da artar ve yükselir.

Saygının Sonuçları

Saygı, kişinin kendisine ve çevresine sevgi ile karışık, çekinme ve yüksek farkındalık duygusunun gelişmesine yol açar. Bu da barış, uzlaşma ve karşılıklı anlayışın oluşmasında büyük rol oynar. İnsan tabiatında ve yetişme şartlarında saygının gelişmesi için pek çok imkân ve şartlar hazır olsa bile, saygının yayılması biraz da emek ister. Bir kısım insanlar vardır ki ne kendilerine ne de başkalarına saygıları yoktur. Kimseyi dikkate almazlar, kaba ve hoyratça davranışlardan geri durmazlar. Vurdumduymaz ve bencil bir anlayışta olan bir kimseden saygılı olmasını beklemek zordur. Fakat saygıyı hak etmediğini düşündüğümüz birine saygısızca davrandığımızda ondan bir farkımız kalmaz. Saygı erdemine ulaşabilmek için kendi olumsuz duygularımızla da mücadele etmek durumundayız. O zaman olgun bir şekilde hareket edip karşımızdakine yaptığı hatayı anlaması için onu incitmeden, rencide etmeden ona bir yol göstermeliyiz. Burada belli bir insana ya da diğer insanlara değil ama insanların temsil ettikleri şeye saygı duymak zorunda olduğumuzu dikkate almalıyız. Sevmediğimiz bir kişinin haklarını da korumak, adalete duyduğumuz saygının bir gereğidir. Saygımızla, varlığından haberdar edebildiğimiz ölçüde karşımızdaki insanı kazanabilir, onun da insanlığının farkına varmasını sağlayabiliriz.

SAYGI KONULARI

Kutsal’a Saygı

Din ve inanç, insanın bireysel ve toplumsal kimliğinin ve karakterinin oluşmasında en önemli kaynak değerlerdir. Benimsenen inançların içeriği ne olursa olsun, onu benimseyen kimseler açısından son derece kutsal ve değerli görülür. Kişilerin dinî değerleri benimseme ve onlara ilgi dereceleri, biri diğerinden farklı olsa da, inanan her insanın hayatında bunların varlığı anlamlandırma ve hayata rehberlik etme gibi son derece önemli etki ve işlevleri görülür. Bu bakımdan, kişilerin kutsal bildikleri değerleri koruma, onları yaşama ve yaşatma uğruna mücadeleyi göze almaları anlaşılabilir bir şeydir. Kutsal kabul edilen inanç ve değerlere saygı, toplumsal hayatın huzur ve bütünlüğü açısından çok önem arz eden bir durumdur.

Topluma Saygı

Her toplumun, her inanç sisteminin doğru olarak kabul ettiği davranış şekilleri vardır. Hepimiz düşüncelerimiz, inançlarımız, ilgilerimiz ve içinde yaşadığımız sosyal, kültürel, inançsal, politik formlar ışığında farklı saygı şekilleri benimseyerek farklı şeylere ve kişilere saygı besleriz. Saygı her yerde benzer bir şekilde davranmak da değildir. Örneğin bir düğünde ya da bir sokakta davrandığımız şekilde bir ibadethanede davranamayız. İster diğerlerinin bizi kınamasından korkalım isterse değil. Sessiz davranmamızı gerektiren zamanlar vardır, sessiz davranmamızın saygısızlık olarak algılanacağı zamanlar da vardır. O halde mekânların ve o mekânları kullanış nedenimizin getirdiği farklı davranış şekilleri olağandır. Bir bayram gününde veya bir evlilik töreninde kıyafetlerimize ve kişisel bakımımıza gösterdiğimiz özen (ki hayatın sıradan günlerinde olduğundan farklıdır) diğerlerini ne kadar önemsediğimiz ve saygı duyduğumuzun bir işareti olacaktır, saygı duysak da duymasak da.

Kendine Saygı

Saygı insanın sadece çevresine gösterilen değil, kendisine de göstermesi gereken bir değerdir. Bu bağlamda insanın kendisine de saygı duyması gereği, çevresine ve başkalarına gösterilen saygı kadar önemlidir. Kendisine fazla saygı duymayan insanlar, çevresine karşı daima temkinli davranarak belirsiz bir imaj sergilerler. Kendine saygı, kendini sevme ile yakından ilişkilidir. Bu da çocukluğumuzda aile ve yakın çevremizden aldığımız “duygusal besinler”e bağlıdır. İstikrarlı bir duygusal yaşam, başkalarıyla olumlu ve verimli ilişkiler; eleştirilere ve dışlanmalara direnme gücü sağlar. Kişinin kendini görme biçimi, kendi nitelikleri ve kusurlarıyla ilgili doğru ya da yanlış değerlendirme biçimi kendine saygının ikinci temel direğidir. Burada önemli olan sadece kendini tanıma ve buna dayalı olguların gerçekliği değil, bireyin kendisinde bulunduğuna inandığı nitelikler, kusurlar, olanaklar ya da sınırlardır. Bunda da anne-babanın çocukla ilgili beklentileri, tasarıları ve hayalleri önemli rol oynar. Bu konuda kişi kendisini ne ölçüde olumlu şekilde görme becerisine sahipse, gerçekleşmesi istenen arzular ve tasarılar, engeller ve tehlikelere karşı direnme gücü ve cesaretine sahip olur. Kendine saygının bir diğer ayağı da kendine güvendir. Kendine güven, özellikle eylemlerimizle ilgilidir. Bilinmeyen bir şey ya da bir terslik karşısında aşırı derecede korkuya kapılmamak, iyi bir güven duygusunun kanıtıdır. İnsanın kendine güvenmesi, önemli durumlarda uygun davranacağını bilmesidir. Bedensel dengemiz için besin ve oksijen nasıl gerekli ise psikolojik dengemiz için de gündelik küçük başarılar gereklidir.

Saygı talep edilmez, hak edilir. Saygı görmek için saygıya layık olmak gereklidir. Saygıya layık olmak da önce kendi kendimize saygı duymak demektir. Eğer kendimizi değerli olarak hissetmiyorsak bu boşluğu diğerlerinin doldurmasını talep ederiz. Bizler çoğunlukla, değerli şeylerin dış mücadeleler sonucunda kazanıldığı masalına inandırılıyoruz. Ama eğer kendi içimizde mücadele etmiyorsak; değişmek için, daha iyi olmak için, diğerlerine örnek olmak için, kendi kusurlarımızı alt etmek için, verdiğimiz sözleri her seferinde yerine getirmemizi engelleyen iradesizliğimizi yenmek için, o halde nasıl bir güç diğerlerinin bize saygı göstermesini sağlayabilir? İç bir başarı elde etmediysek takdir edilmeyi, saygı duyulmayı nasıl bekleyebiliriz? Diğerlerinin saygısı ancak hak edilir. Kişi eğer işini, görevini, sorumluluklarını tam olarak yerine getiriyorsa ve attığı adımlardan eminse o halde diğerlerinin takdiri ya da yergisi de önemini yitirecektir. Bizi değerli kılacak olan şeyin, kendi varlığımızı keşfetmek, başkaları yerine kendi kendimiz olmak, düşünen, duygulara ve iradeye sahip bir varlık olarak anlamaya çok ihtiyacımız vardır. Sonuçta, kendimizi ne çok küçük ne de çok büyük hissetmek ve önce kendi varlığımıza saygı duymak olduğunu bilmemiz gerekiyor. Böylece diğerlerine de saygı duymak için çok sayıda sebebe sahip olacağız.

Doğaya Saygı

İnsanlara ve Yaratıcı’ya olduğu gibi tabiat da saygıya lâyıktır. Doğaya, aslında soyut olan şeye, onun tüm yaşam formlarına gösterdiğimiz özenle saygı duyarız. Spor olsun diye avlanmayı reddettiğimizde, geçerli bir sebebi olmadan hiçbir canlıya zarar vermediğimizde ve doğal kaynakların tüketiminde bilinçli davranarak savurganlık yapmadığımızda doğaya saygılı davranmış oluruz. 

DİN VE SAYGI

İnsanın Allah’la ilişkisinde Kur’ân-ı Kerîm’in en temel ahlâkî kavramı “takvâ”dır. Allah’a karşı saygı ve sorumluluk duygusu anlamına gelen takvâ, bir Müslüman’ın tüm dinî hayatına rehberlik eden ve dindarlığındaki samimiyete ölçü oluşturan en üst değerdir. Allah’a karşı saygı ve sorumluluk duygusu, bir insanın sahip olabileceği en üstün nitelik (A’raf, 7/26; Bakara, 2/197) ve diğer insanlar arasında elde edebileceği tek gerçek üstünlük sebebidir. Allah katında en değerli insanlar, dinî hayatlarında Allah’a saygı ve sorumluluğu en iyi yerine getirenlerdir. (Hucurât, 49/13) İnsanın tüm ahlâkî zayıflık ve kusurlardan arınması, tam anlamıyla erdemli bir insan haline gelmesi ancak bu saygılı ve sorumlu tutumunun kalıcı bir karaktere dönüşmesiyle mümkündür.

İslam geleneğinde, bir kimsenin başkalarınca saygı duyulması gereken manevi kişiliği, şeref ve namusu “ırz” kavramı ile karşılanır. Irz; kişinin kendisinin ve ailesinin şeref ve itibar kaynağı olan, manevi kişiliğini oluşturan değerler bütünüdür. Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok ayette hem kişinin kendi ırzını, manevi kişiliğini koruyup geliştirmesi hem de başkalarının ırzına saygılı olması gerektiğine vurgu vardır. Özellikle Hucurât suresinin 9-13. ayetleri manevi kişiliğin saygınlığını en kesin ifadelerle ortaya koyar. Hz. Peygamber de birçok hadisinde insan haklarının en başta gelenlerinden “hayat hakkı”, “mülkiyet hakkı” ve “manevi kişiliğin dokunulmazlığı” konusunda Müslümanları uyarmıştır. (Buhârî, Hac, 132; Hudûd 9; Edeb 47; Müslim, Birr, 32; Ebû Dâvud, Edeb, 35)

İnsanlar arası ilişkilerde başkalarının varlığını dikkate almak saygının en temel ilkesidir. Saygılı tutumun günlük hayattaki en yaygın belirtisi de selamlaşmadır. Kur’ân, kim olursa olsun “bir kimse selam verdiğinde ona daha iyisiyle ya da en azından aynıyla selam verme”yi öğütleyerek (Nisa, 4/86) saygılı tutumun toplumun her kesiminde yaygınlaşmasını öngörmüştür. Özellikle toplumdaki inanç farklılıkları, saldırgan ve aşağılayıcı tutumlarla büyük ayrışma ve kamplaşmalara yol açabilmektedir. Bunun önüne geçmenin en güvenilir yolu, karşı tarafın kabul ettiği kutsal’a saldırmamak, onu aşağılamamaktır. Çünkü bu tür tutumlar ister istemez karşı tarafın da aynı tepkiler vermesine yol açar (En’âm, 6/108). Bunun için, kendi dinî inancı dışındakileri düşman kabul edip onlarla savaş çıkarma ve onları içinde yaşanılan vatan topraklarından çıkarma gibi katı bir tutum sergilemedikçe farklı inanç gruplarına karşı saygılı olmak ve onlara iyilik yapmak ve adil davranmak (Mümtehine, 60/8) başvurulması gereken en önemli davranış ilkesidir.

Kur’ân-ı Kerîm, Allah’a kulluk ve saygıdan sonra gözetilmesi gerekli en önemli hak olarak anne-baba hakkından söz eder. Anne-babaya saygılı davranmak, özellikle ileri yaşlılık yıllarında onları incitici en küçük davranışlardan bile sakınmak, şefkat ve alçak gönüllülükle onlara yaklaşmak gerekir. Çünkü anne-baba, bizim varlığımızın maddi kaynağıdır ve küçüklükte pek çok zahmetlerle bizi büyütüp yetiştirme külfetine katlanmıştır (İsrâ, 17/22-24; Lokman, 31/14). Anne-babaya saygısızlık ve asilik, manevi sorumluluğu çok büyük yanlış davranışların başında gelir.

SAYGI EĞİTİMİ

Her anne-baba, çocuklarının kendilerine ve çevrelerine karşı saygılı olmasını ister. Çocukların saygılı bireyler olarak yetişmesini arzularken, sadece bizim yanımızda iken değil, her şartta saygın tavırlar sergilemesini hedefler, ümit ederiz. Kültürümüzde büyüklere saygı ve itaat önemli bir yer tutar. Sadece büyüklere değil, nefes alıp veren her şeye saygılı olmak elbette çok güzel bir davranıştır. Ancak bunu özsaygıyı önemsememe noktasına götürmek kendine güvensiz, girişimci olmayan, öncelik kullanamayan, değişimi sorgulamayan, zora talip olmayan, yeteneklerini geliştiremeyen insanlar ortaya çıkarır. Baskıcı kültürel özelliklerimiz nedeniyle ailede baba baskısı şeklinde başlayan bu sürece ilerleyen yıllarda toplum baskısı da eklenir ve kişi kendi özsaygısını kaybeder, kendisini bir çeşit paspas gibi görür. Kendi kişiliğinin sınırlarını bilemeyen, sadece kurallara uymak zorunda hisseden ama kuralları sorgulamayan bir insan ortaya çıkar. Çocuğa körü körüne itaat alışkanlığı kazandırmak yerine doğru olana, hakka, akla uygun olana saygı alışkanlığı kazandırılmalıdır. Baskıcı bir tutum sergileme, bize bir şeyler kazandırıyormuş gibi gözükse de devamlı bir şeyler kaybettirir. Ailelerin çocukları ile daima iletişim halinde olmaları, aile bağlarının güçlenmesi ve saygının yerleşmesi açısından çok önemlidir.

Anne-babalar, kendi haklarına sahip çıkabilen, silik olmayan, kendine güvenen çocuklar yetiştirmek isterler. Ama hayatın içinde yaşanan olayları alıp incelediğimizde genellikle o anda sorunu çözmek için çocuğun kendine güvenini zedeleyeceği tavırlar takınıldığını görürüz. İnsanların çoğu başkalarını kırmamak, gücendirmemek için kendi çocuklarını kırar ve çoğu zaman bunun yanlış bir davranış olduğunu fark bile edemez.

Çocuk korktuğu için saygı içeren davranışları sergiliyorsa otorite boşluğunda tekrar hatalı davranışlar gösterebilir. Çocuk saygı gerektiren kuralları, korktuğu için değil, sevgiyi kaybetmemek ya da doğru olanı yapmak için gerçekleştirmelidir. Tavırlar zorlama ile değil, yapılmasından zevk alınarak öğrenilmelidir. Sevgi ile sunulan davranışlar çocukların zamanla karakterine yerleşir.

Çocuklar saygılı olmayı bebeklikten itibaren çevrelerinden öğrenmeye başlarlar. Israrla elimizden bir şey çekmeye çalışan çocuğa ‘Lütfen!’ diyerek almamız, saçımızı çekerken ‘Canımı acıtıyorsun!’ diyerek elini açmamız şeklindeki davranışların tümü, ona kibar olmayı nazikçe öğretir. Yani çocuğun iletişim halinde olduğu herkes ona tavır ve ifadeleri ile saygı içeren davranışları öğretir. Çocuklar hak ettikleri saygıyı anne-babalarından göremezlerse başlangıçta bu durumu kabul ediyor gibi görünebilirler. Ancak bunun acısını daha sonra çıkarabilirler. Örneğin arkadaşlarının yanında azarlanan bir çocuk rencide olur. Annesine, arkadaşlarının yanında saygısız tavırlar sergileyerek öcünü alabilir. Artık kendini daha rahat ifade ettiği ergenlik döneminde ise bu intikamın sesi daha gür çıkabilir. Kendisine iyi ve saygılı davranılarak yetiştirilen çocuklar, görgü kurallarını genellikle başkalarına da aktarırlar. Gündelik görgü kuralları, çocuğun başkalarına saygı göstermesinin ve onlara saygıyla davranmasının temel ilkelerini öğretmeyi içerir.